20 Haziran 2018 Çarşamba

Mancera – Indian Dream (2014)

Mancera’nın Indian Dream’ı uzun zamandır dolabımda duran eserlerdendi. Şunu anlıyorum ki her şeyin bir kaderi olduğu gibi dolabımdaki parfümlerin de bir kaderi ve doğru zamanı var. Çok uzun zamandır görmezden geldiğim parfüm bir gün, bir şekilde beni kendisine çekiyor ve artık vaktinin geldiğini kalbime fısıldıyor. Indian Dream’in de böylece zamanının geldiğini hissettim. Sanırım parfümlerle fısıldaşan parfüm mistiği olma yolunda ilerliyorum.

Indian Dream, harika ismiyle ve müthiş renklere sahip şişesiyle hemencecik dikkat çekmeyi başarıyor Mancera’nın geniş koleksiyonunda. İsmindeki Hindistan vurgusu o coğrafyanın meşhur baharatlarını akla getiriyor. Her ne kadar Indian Dream kadın parfümü olarak sunulsa da bakalım baharatlar ne kadar ağırlıkta genel kompozisyonda.

Indian Dream’ın açılışı tatlı, kadınsı ve modern turunçgillerle gerçekleşiyor. Pudralı sayılabilecek portakal çiçeği birçok kadın parfümündeki gibi verilmiş. Orta bölüme geçildiğinde pudralı ve kadınsı hissiyat devam ediyor. Portakal çiçeği geride kalırken çiçekler ağırlığını iyice arttırıyor. Orta kısımda gül ve yaseminin etkisi çok bariz. Bu andan itibaren güllü, beyaz çiçeksi safkan kadın parfümüne dönüşüyor. Son bölümde büyük değişim yok. Alt notalarda kadifemsi amber ve vasat miske eşlik eden çiçekler başarılı. Klasik bir kapanışı var.

Indian Dream, tam bir kadın parfümü. Her şeyiyle feminen, bütünüyle kadınsı nüanslar taşıyan bir arkadaş. Standart meyveli-çiçeksi kız parfümü desem yanılmış olmam. Parfümün ana aksını pudralı çiçekler oluşturuyor. Daha özele indiğimizde gül bence baş aktör. Güle güçlü şekilde destek veren yasemin kadınsılığı arttırırken, üçüncü en baskın çiçek portakal çiçeği ana temaya masumiyet katıyor. Hafiften kırmızı meyvemsi (bu hissiyatta gülün etkisi var büyük ihtimalle) ve şekerli portakalımsı yapı, Indian Dream’ın geri planını oluşturuyor. Amber bir detay olarak son bölümde yer alırken, bu tür çiçeksi-meyveli kokuların değişmez elemanı misk pek başarılı verilememiş.

Çok uzatmayayım çünkü aslına bakılırsa basit bir parfüm Indian Dream. Pek fazla derinliği olmayan, kullanması kolay, çoğu kişinin sevebileceği, nota zenginliği bulunmayan, güvenli ama sıkıcı, fazlar arası büyük değişimler yaşatmayan, sürpriz yapmayan, harika kaliteye sahip olmayan, düz çizgide ilerleyen ortalama vasatlıkta kadın parfümü gibi oldukça uzun şekilde tanımlıyorum Indian Dream’ı. Koku profili anlamında yüzlerce örneğine rastlanabilecek tarzı yine de göreceli ana akım rakiplerine göre bir parça daha rafine ama benim için kullanılabilir olmaktan uzak.

Kimi yorumcuların Coco Mademoiselle’ye benzettikleri Indian Dream, koku profili anlamında benzese de paçuli barındırmıyor, onun yerine amberi monte etmiş son bölüme. Tabii aralarında tıpatıp benzerlik olmasa da aklınızda Indian Dream’ın genel yapısı hakkında ipuçları oluşturabilir bu benzetme.

Kendi sitelerinde Indian Dream’ın Hindistan’ın kalbine yapılan seyahat olduğu ve çiçekleri merkeze aldığından bahsedilmiş. Çiçekler konusunda haklılar fakat parfümle Hindistan arasında nasıl bağ kurulacağı konusunda şüphelerim var. Hindistan temalı parfümde beklediğim hiçbir baharat kokusunun içinde olmaması garip denebilir. Bu anlamda isim-konsept uyumsuzluğu var.

EDP formundaki Indian Dream, enteresan şekilde performans sorunu yaşıyor. Diğer Mancera parfümlerinin gücü-kuvveti Indian Dream’da bulunmuyor. Kalıcılığı idare ediyor ama fark edilirliği düşük. Yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Kokusunun tasarımını Pierre Montale yapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran Dinçer beye teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6

15 Haziran 2018 Cuma

Christian Dior - Fahrenheit (1988)

Onu size uzun uzun anlatmama gerek var mı emin değilim. İsminin neden Fahrenheit gibi ısı ölçü biriminden seçildiği ve şişesinin kırmızılı sarılı siyahlı garip kışkırtıcı halinin nereden ilham aldığı gibi tali konuları bir yana bırakırsak, karşımızda dünya parfüm tarihinin en tartışmalı erkek kokularından birisi var.

1988 yılında Christian Dior modaevinin piyasaya sürdüğü Fahrenheit, muhtemelen Dior’un bile beklemediği kadar büyük ses getirdi. Gerçi Christian Dior böylesine ilginç, sıradışı, çarpıcı ve farklı parfümler ortaya çıkarmayı beceriyor fakat Fahrenheit çok çok ayrı bir eser. Onu herhangi bir kategoriye koymak pek mümkün görünmüyor. Bırakın onu sınıflandırmayı, kokusunun neye benzediği konusunda bile tartışmalar hala sürüyor. Yine de biliyoruz ki o haşin, havalı, sinirli, maço ve karakterli bir maskülen.

Fahrenheit’ın kendimce üç temel öğe üzerine kurgulandığını söyleyebilirim. Dilimlenmiş taze salatalık benzeri koku, menekşe ve koyu-karanlık deri. Bu üç öğenin daha önce bir araya getirildiğine muhtemelen daha önce hiç şahit olunmamıştı. Zaten kimin aklına gelirdi ki menekşe ve salatalık kokan bir derinin aynı formülasyonun içinde yer alması…

Fahrenheit ile ilgili yurt dışı merkezli platformlarda birazcık gezindim ve onun hakkında neler yazıldığına kısaca baktım. Daha doğrusu parfümseverlerin onu nasıl tanımlamaya çalıştıklarına dikkat ettim ve çoğu kişinin Fahrenheit’i farklı şeylere benzettiğini gördüm. Bu duruma şaşırmadığımı belirtebilirim. Makine yağı, benzin bidonu, salatalık turşusu, yeni kesilmiş çimen, ayakkabı boyası, neft yağı, yanmış asfalt, katran ve kirli çim biçme makinesi, Fahrenheit’i kullananların tasvirleri. Eminim böylesine ilginç onlarca farklı benzetme daha yapılmıştır onun için.

Peki neden Fahrenheit böylesine tuhaf ama çekici bir parfüm. Bunun sebebi bence çoğu kişinin bahsettiği benzini andıran koku. Araba sahiplerinin aşina olduğu bir durumdur. Benzin almak için gidilen benzinliklerde arabadan inildiğinde açıklaması zor bir koku gelir etraftan. Benzin ve mazot karışımı o garip koku, çoğu kişi tarafından Fahrenheit’e benzetiliyor. Benim tahminim o benzin-mazot benzeri koku ve menekşenin erkeksi dokunuşu Fahrenheit’i bir super-star’a çeviriyor. Tabii parfümün genelindeki karanlık ve deri ceketleri andıran deri-süet temasını atlamamak gerekiyor. Yapılan benzetmelerde Fahrenheit’ın “çimen” temasına benzediği de söyleniyor. Parfümün başlarındaki yeşil karakterinin bu çimensi notalardan geldiği düşünülebilir.

Fahrenheit’in bu kadar başarılı olmasının sebebiyse daha önce yapılmayan bir koku formunu başarmış olmasıydı. 1980’li yılların dünya genelindeki maço erkek temasına da gayet uyuyordu Fahrenheit. Kokusu öylesine kendine özgü ki onun benzerini yapıp piyasaya sürmeniz çok mümkün değil çünkü daha ilk dakikalarda o koku formunun asıl sahibinin Fahrenheit olduğu gayet iyi bilinecektir. Sanırım bu sebepten dolayı Dior’un hiç bir rakibi ona çok benzer parfüm yapma riskine girmedi.

İkonik veya kült parfümler diye bir liste oluşturulsa Fahrenheit’in elini kolunu sallaya sallaya üst sıralara yerleşeceğinden şüphem yok fakat bu demek değil ki onu seviyorum ve tahammül edebiliyorum. Çoğu parfümseverin belirttiği gibi Fahrenheit’a ya aşık olursun ya da nefret edersin. Ben uzun yıllardır nefret edenler kulübünün ateşli üyesiyim. Onun itici, gıcık, ultra-erkeksi, ukala, küstah kokusuna hiçbir zaman alışamadım. Bundan sonra da sevebileceğimi sanmıyorum.

Yine de Fahrenheit demek birçok erkek için eski hatıralar demek. Kokulara meraklı çoğu erkeğin Fahrenheit ile ilgili çocukluk ya da gençlik anılarının olduğunu tahmin ediyorum. Ergenliğini 1990’lı yılların başlarında yaşayan delikanlılar, ortaokul ve lise yıllarında bir şekilde Fahrenheit ile tanışan 1980 yılı civarında doğan bugünün beyefendileri ve üniversite yıllarını Fahrenheit ile geçirmiş 1970 doğumlu erkekler onun kokusuyla eski hayallere yelken açacaklardır. Şunu söyleyebiliriz ki yaşı otuz ve üzerindeki erkekler için Fahrenheit’ın olumlu ya da olumsuz anlamda özel bir yeri vardır.

Çocukluğumuzun efsane kot pantolonu Levi’s 501’iniz varsa, şekilli kısa deri montunuz bulunuyorsa, araba kullanmaktan bıktıysanız ve motosikletin özgürleştirici ruhuna ilgi duyuyorsanız, Fahrenheit tam size göre olabilir. Tabii motosiklet derken küçücük İtalyan Vespa’larından bahsetmiyorum. Chopper ya da Harley Davidson gibi bir motorunuz varsa, kuru kafa baskılı siyah bandananız hazırsa ve uzun sakallarınız, pos bıyıklarınız da yerli yerindeyse siyah güneş gözlüğünüzü takıp, motorunuza atlayıp, üzerinize sıktığınız Fahrenheit ile motosiklet çetesinin bir üyesi olmaktan gurur duyabilirsiniz. Başka hangi parfüm size bu duyguları yaşatabilir ki?

EDT formundaki Fahrenheit’in yıllar içinde geçirdiği reformülasyonlarla birlikte eski saldırgan halinin kalmadığını söyleyebilirim. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama seviyelerde. Sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak iyi fikir. Kokusunun tasarımını ünlü burunlar Jean Louise Sieuzac ve Maurice Roger birlikte hazırlamış.

Koku Güzelliği:10/5

10 Haziran 2018 Pazar

Oriza L. Legrand – Vetiver Royal Bourbon (2014)

1720’li yıllarda Fransa kraliyet ailesinin resmi parfümcülerinden olan Oriza L. Legrand’a uzanalım bugün. Gerek Fransa Kralı 15. Louis gerekse ünlü kraliçe Marie-Antoinette’ye parfümler üreten markanın, 2018 yılında hala faaliyette olması müthiş bir durum. Sadece Fransa kraliyet ailesine değil, İngiltere, İtalya ve Rus İmparatorluğunun saray eşrafına koku tedarikçiliği yapmasıyla da oldukça bilinen bir firmaydı o zamanlar. Tabii 21. yüzyılda pek bilinirliği kalmasa da tarihi niş parfümevi diyebiliriz Oriza L. Legrand için.

Markanın 1900’lü yıllarda piyasaya sürdüğü parfümler de mevcut koleksiyonlarında, 2000 yılından sonra ürettikleri eserler de var. Bu sıcak Haziran ayında Oriza L. Legrand’ın 2014 çıkışlı parfümü Vetiver Royal Bourbon’u inceleyeceğim. Burada garip bir durumla karşılaştım. Kimi kaynaklarda parfümün çıkış tarihi 2014 olarak verilmişken, markanın sitesinde 1914 ibaresi var parfümün altında. Yine kendi sitelerinde “Yağmur sonrası doğada yürürken etraftan gelen kokulara” benzetilen Vetiver Royal Bourbon, “ustaca yapılmış ve aromatik” olarak tanımlanmış.

Parfümün açılışı nanemsi ve tuhaf şekilde ferah denebilecek vetiverle gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında nane, kekik ve vetiver özütü var. Nane ve vetiver var ama baskın kekikten bahsedemeyeceğim. Başlangıcını nane notasına ilgisizliğim yüzünden kendime yakın bulamadım. Orta bölümde yine vetiver baskın diyebilirim. İtici nanenin yerini bu sefer dumansı sayılabilecek vetiver alıyor. Buradaki vetiver gayet kaliteli, gerçekçi ve sakin. Son bölümde büyük değişiklik yok. Orta bölümün paralelinde ilerleyen son kısım, köksü ve ıslak vetiver gibi davranıyor ve kalite hissiyatını koruyor.

Fotoğraf parfumo sitesinden alınmıştır.

İsmine istinaden tam bir vetiver parfümü Vetiver Royal Bourbon. Başlangıcındaki garip nane-vetiver birlikteliğine alışmak zaman alabiliyor ki parfümün ev sevmediğim yeri oluyor üst notalar. Orta bölümde neyse ki nanenin etkisi azalıyor. Vetiver temasının öne çıkması, bu koku formunu sevenler için şüphesiz mutluluk kaynağı sebebi fakat vetiver notasının her zamanki cansız-ruhsuz tarzı burada da kendisini gösteriyor. Son bölümdeki saf vetiver yağı tavrı beklenen kapanışı karşımıza sunuyor.

İnsanı heyecanlandırmıyor, dünyayı sallayamıyor, koklayan herkesin övgüler düzeceğini de sanmıyorum. Vetiver temalı parfümlerin genel havası burada gayet kaliteli, basit ve düz verilmiş. Yapaylığın rastlanmadığı genel kompozisyon teknik anlamda başarılı ama benim gibi vetiver merkezli kokulara nötr yaklaşan birisini etkilemekten uzak. Evet, o vetiver koleksiyoncularının ilgisi çekecek ve peşine düşülmesine sebep olacaktır ama benim için onlarca vetiver parfümünden pek farkı yok. Nota zenginliği bulunmuyor ve işin artistik kısmına kaçılmamış. Gösterişten uzak köksü, nemli bir vetiver, hepsi bu.

Fotoğraf parfumo sitesinden alınmıştır.

Onun yüksek kaliteli kokusu Guerlain – Vetiver ve Tom Ford – Grey Vetiver tarzına yakın denebilir. Yer yer yeşil ve ferah hatta taze davranan Vetiver Royal Bourbon, günlük kullanıma uyabilecek yapısıyla burnunuzu zorlamayacaktır. Hatta bazen sabunsu yönünü öne çıkarmasıyla yeni yıkanmış temiz çarşaflar gibi kokmanızı sağlayabilir. Duru ve dingin tarzı, doğayı ve barışı simgeliyor adeta ama uzun süreli kullanımlarda beni fena halde sıkacaktır. Sycomore varken Vetiver Royal Bourbon benim için bir vetiver alternatifi değil ne yazık ki.

Kokusunun tasarımını Hugo Lambert yapmış. EDP formundaki Vetiver Royal Bourbon’un kalıcılığı fena değil. Etrafa yayılımı, başlangıçtaki ilk dakikalar dışında yüksek sayılmaz. Ilık ilkbahar ve yaz akşamlarına uyacağını düşünüyorum. Hem kadınlar hem de erkekler kullanabilir. Yine de çoğu vetiver parfümü gibi erkek tarafına bir parça daha yakın sanki.

Koku Güzelliği:10/6

5 Haziran 2018 Salı

Ralph Lauren – Polo (1978)

Çok genç yaşlarda Brooks Brothers mağazasında satış elemanı olarak başladığı hayat serüveninde bugün dünyanın önemli moda markalarından birisini yaratan Ralph Lauren’le birlikteyiz. Her ne kadar moda alanında eğitimi olmasa da mağazada çalıştığı zamanlarda genç Ralph kravat tasarımları yapmaya başlamıştı. İlerleyen yıllarda içindeki tasarım aşkına engel olamayan Ralph Lauren, işinden ayrılıp kendi tasarladığı kıyafetleri satacağı mağazasını açacaktı.

Ralph Lauren’in hiç kuşkusuz dünya modasına armağan ettiği en önemli tasarımı Polo yaka denilen tişörtleri. Bu tişört tasarımı o kadar sevildi ki diğer rakipleri de Polo yaka tişörtler piyasaya sürmeye başladılar fakat Polo kelimesiyle Ralph Lauren ismi birbirinden ayrılmaksızın iç içe geçmişti artık.

Bay Lauren, Polo tişörtlerinin parlak başarısından esinlenerek 1978 yılında parfüm işine girdi. İlk iki parfümünün ismi tahmin edileceği gibi Polo idi. 1978 yılındaki bu iki parfümün birisi kadınlar için diğeri de erkeklere yönelikti. Ve erkek versiyonu seneler içinde müthiş bir klasiğe dönüştü.

O yeşil şişesi ve kutusuyla zaten az çok içindeki sıvı hakkında bilgi veriyordu Polo parfümü. Carlos Benaim gibi bir üstadın elinden çıkan Polo, yıllar önce kullanıp, sevdiğim eserlerden birisiydi. Bakalım Polo cephesinde değişen bir şey var mı?

Polo’nun açılışı eski-tozlu bergamot ve yeşil yapıyla gerçekleşiyor. Kimilerinin çimene benzettiği başlangıcı daha çok eski bergamot kolonyalarını andırıyor. Üst notaları doğal ve kaliteli. Orta bölümde yeşil turunçgiller geride kalırken paçuli ve deri ortaya çıkıyor. Tabii parfümün genelinde bulunan yeşil tema devam ediyor. Son bölümde büyük değişim olmuyor. Paçuli-deri ikilisine eklenen çam ağacı, parfümün yönünü bir parça odunsu tarafa çevirse de genel karakter değişmiyor.

Polo, 1970’li yılların erkeksi eserlerinden birisi. O dönemki yaşıtları kadar sert ve acımasız değil. Yapısındaki yeşil tema kullanımı kolay hale getirse de paçuli ve deri onu daima maço tarafa yakın tutuyor. Tabii buradaki deride yeni nesil parfümler gibi tatlılık aramak abes olur. Genel olarak kuru sayılabilecek sağlam bir parfüm Polo.

Böyle bir klasiğin eleştirilecek pek bir yönü yok bence. Nefis bir yeşil odunsu, çamsı, erkeksi deneme ve olabilecek en kaliteli harmanlardan birisine sahip. Kokusu, şimdiki parfümlerde olmayan karaktere sahip. Onu kullandığınızda gerçek bir erkek parfümü olduğunu anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz.

Polo, resmi ve ciddi bir parfüme benziyor. Takım elbiseye veya hafta sonlarını golf kulübünde geçiren patronlara yakışacak bir arkadaş. Genç arkadaşlardan ziyade 35 hatta 40 yaş üzeri erkeklere önerebilirim.

EDT formundaki Polo’nun son reformülasyonlarla performansının törpülendiği söyleniyor ki haklı olabilirler. Etrafa yayılımı ilk dakikalarda gayet iyiyken ilerleyen saatlerde tene yakın duruyor. Sonbahar-kış kullanımına uyacağını düşünüyorum. Şunu da belirteyim. Belki Polo’yu kullandıktan sonra biraz eski tarzından dolayı kadınlardan iltifatlar alamayacaksınız fakat safkan bir maskülen kullandığınızı çok iyi bileceksiniz. E zaten önemli olan da bu değil mi?

Koku Güzelliği:10/8

31 Mayıs 2018 Perşembe

Comme des Garçons – Avignon (2002)

Günümüz Fransa’sında Marsilya ile Montpellier arasında yer alan Avignon bölgesinin önemli bir tarihi olduğunu biliyoruz. Özellikle 14. yüzyılda Katolikliğin dünyadaki merkezlerinden olan Avignon bölgesinin, yedi ayrı Papa’ya ev sahipliği yaptığı söyleniyor. Gotik katedralleri ve surlarla çevrili büyük sarayı ile klasik Ortaçağ şehri havasını hala yaşatan Avignon’u tabii ki böylesine başarıyla koruyan Fransızların, tarihine sahip çıkma bilincine de teşekkür etmek gerekiyor.

Avignon sadece tarihi değil, ruhsal anlamda da önemli bölgelerden birisi. Hristiyanlığın muhafazakar kanadını temsil eden Katolikliğin, Avignon bölgesiyle sıkı bağları mevcut. Bu durum ünlü moda markası Comme des Garçons’un gözünden kaçmamış ve Avignon isimli parfüme ilham vermiş. Comme des Garçons’un 2002 çıkışlı Incense serisinin en popüler üyesi olarak hafızamızdaki yerini almıştı Avignon parfümü. Markanın Incense serisinde tütsüyü merkeze aldığı, her parfümde tütsüyü ve farklı dini inançları birbiriyle harmanladığını gördük. Mesela Incense serisindeki Kyoto Budizmi temsil ederken, Ouarzazate İslam’la bağdaştırılmış. Avignon parfümü, önemli bir Katolik bölgesi Avignon şehriyle betimlenmiş. Bakalım sadece Incense serisinin değil Comme des Garçons’un en popüler eserlerinden Avignon nasıl kokuyor.

Parfümün açılışı koyu ve karanlık tütsüyle gerçekleşiyor. İlk dakikalarda sağlam, yoğun ve kuru tütsüye bir süre sonra odunsular eşlik etmeye başlıyor. Parfümün karanlık kısmı orta bölümde de devam ediyor. Tatlılığın neredeyse olmadığı orta notalarda Avignon bildiğimiz çıra gibi kokuyor. Yüksek kaliteli ağaçların eşlik ettiği tütsü bir parça geride kalırken, arka plana ilginç konuk yerleşiyor: Papatya. Evet, baskın olmasa da kesinlikle papatya kokusu var orta kısımda fakat ağır tütsü-ağaçların arasında kendisini gösteremiyor. Son bölümde kuru odunsular iyice etkisini arttırıyor. Bir parça yumuşayan koku formu, hala kuru ve yüksek kaliteli. Kapanışı hiç fena değil ama alt notalarda kokusu o kadar zayıflıyor ki algılamak zorlaşıyor.

Avignon, bana göre dumansı ağaç-tütsü-reçine-orman kokuyor. Çok yoğun çam ormanında, sonbahar mevsiminde küçük bir ateş yakarsınız ve etraftaki çam kozalaklarının, kuru çıraların, ağaçlardan akan yapış yapış reçinelerin dumansı kokusu etrafa yayılır işte bu tema aynen Avignon’a aktarılmış. Tabii parfümün açılışı tütsü hatta yabancıların frankincense dedikleri ve Türkçeye buhur olarak çevrilen kokuyla gerçekleşiyor. Olabilecek en karanlık tütsü-buhur ikilisinin ilk dakikalardaki burnu zorlayan acımsı dansı parfümün ilerleyen saatleri için bir parça karamsarlık yaratsa da kalitesi ve orta bölümde ağaçsılığın sazı ele almasıyla biraz rahatlıyorsunuz. Sonlarda kimi yorumcular vanilyadan bahsetmiş ama tenimde dikkat etmeme rağmen vanilya kokusu algılayamadım.

Avignon kesinlikle harika bir tütsü-ağaç kokusu. Belki beklediğim kadar detaylı ve zengin kokmuyor ama derinliği, kalitesi ve gerçekçiliği takdire şayan. Genel olarak tekdüze ilerliyor ve büyük değişimler yaşanmıyor. Tatlılık neredeyse yok ve günümüzün modern parfümlerinde bıktığımız şekerli yapıdan oldukça uzak. Anlaşılacağı üzere koku trendleri onun umurunda değil.

Farklı bir konuya değineyim. Avignon’un yurtdışında büyük bir seven kitlesi var. Onun hakkında parfüm platformlarında onlarca yorum bulabilirsiniz. Bu yazılanlara bakıldığında genellikle Avrupa merkezli parfümseverlerin Avignon’u, kiliselerde pazar ayinleri sırasında yakılan tütsü ve buhurlara benzettiklerini anlıyoruz. Onun içindir ki Hristiyan bilinçaltında Avignon direkt kilise kokusu olarak yerleşiyor muhtemelen. Tabii bizler Müslüman bir coğrafyada yetiştiğimiz için ve çoğumuz hayatında hiç kiliseye gitmediği için onlarla empati kurmakta zorlanabiliriz. Bu anlamda Avignon’un Hristiyani ruhsallık çağrışımları yaptığını düşünüyorum. Zaten Comme des Garçons’un parfüm için seçtiği isim (Avignon şehrinin Katolikler için önemi) ve kokuda kullandığı içerikler gayet bilinçli tercihlere benziyor.

Oldukça tematik kokan Avignon, günlük kullanım için, spor kıyafetlere ya da AVM gezmelerine uyar mı emin değilim. Konforlu olmayan sıradışı kokusu çoğu kişinin hoşuna gitmeyebilir. Onu sanki akşam gidilen klasik müzik konserlerinde ya da yoga-meditasyon seanslarında kullanmak iyi fikir. Garip şekilde ciddi, soğuk, karamsar, mesafeli ve entelektüel bir parfüm Avignon. Belli bir yaş, parfüm deneyimi ve doğru zamanı arayan tarzını beğenir misiniz bilemiyorum.

Kokusunu beğendim ama hayat her zaman toz pembe değil. Avignon’un eksi yönlerinden birisi performansının zayıflığı. EDT formundaki Avignon’un hem kalıcılığı hem de etrafa yayılımı ne yazık ki başarısız. Bu durumu sık sık yeniden kullanarak bir parça giderebilirsiniz fakat etrafa saldıran bir performans bombası değil. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak pazarlansa da erkek kullanımına yakın duruyor. Kokusuna ünlü burunlardan Bertrand Duchaufour imza atmış.

Koku Güzelliği:10/7.5