5 Şubat 2014 Çarşamba

Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)


Guerlain – Mouchoir de Monsieur (1904)

"La Belle Epoque". "Güzel Dönem" olarak Türkçeye çevrilen bir zaman. Avrupa’da 1800’lü yılların sonlarından 1914’teki I. Dünya Savaşı dönemine kadar süren, barış ve huzurun yaşandığı dönem denebilir La Belle Epoque için. Yaşama sevincinin her sosyal sınıf içerisinde uyandığı ve yükselişe geçtiği, insanların yeni ve yüksek estetik anlayışlara ilgisinin arttığı bir tarih kesiti.

Bu öyle bir zamanın hikayesi ki, hiçbirimizin canlı şahit olamadığı... Televizyonun ve internetin henüz icat edilmediği, iletişim namına uzak dalga yayınların, telefon kulübelerinin ve telgrafın kullanıldığı, ilk büyük dünya savaşının başlamadığı, İngiltere'nin dünyanın süper gücü olduğu, Amerika'nın henüz altın arayıcıları tarafından rağbet gördüğü, buharlı trenlerin, hala en önemli taşıma aracı olarak kullanıldığı...

Kadınların geniş ve kabarık elbiseler giydiği, ellerinde şemsiyelerle dolaştığı, her Paris'li kadının sokağa çıkmadan önce en güzel, temiz ve dönemin modasını yansıtan şık kıyafetleriyle salındığı bir dönem. Erkeklerin takım elbise giymeden dışarıya çıkmadığı, eğer takım elbise giymiyorsa alt tabakadan olduğunun anlaşıldığı, başlarında şık melon şapkalarının olduğu bir Paris hayal edin. Adeta siyah-beyaz resim karesi gibi. Yada çok eski yıllara ait olduğu çekim kalitesinden belli amatör video kaydı gibi.


Sokakta dolaşan neredeyse herkesin birbirini tanıdığı, karşılaştıklarında muhakkak selamlaştıkları, erkeklerin hanımların beyaz dantelli ellerini nazikçe öptükleri, kibarca hal hatırlarını sordukları Paris sokakları. Kadınların sosyal hayata katılmaya başladığı, kalabalık yerlerde sigara içmelerinin yadırgandığı, bir yanıyla muhafazakar, bir yanıyla "yeni dünyanın sanat-moda-estetik" temellerinin atıldığı, yaşamdan zevk alan, olgun bir estetik zevke sahip, şık giyinmeyi seven, sanata tutku duyan adeta bir cennet bahçesiydi o yılların "Işık Şehri" Paris. Bütün dünyadan Paris'e gelen o zamanların en iyi ressamları, bu büyülü şehrin her yerini tuvallerine nakşetme hayalleri kuruyorlardı.

Herkesin birbirine azami ölçüde saygı gösterdiği, görgü kurallarının bugünkü gibi yerle bir olmadığı, burjuvazinin önemli kazanımlarının görüldüğü bir zaman kesiti. 1900'lü yılların başından bahsediyorum değerli parfüm severler.

1900'lü yıllarda yine Avrupa merkezli bir aksesuardı kumaş mendiller. Hatta çocukluğumuzda şu an hayatta olmayan ninelerimiz bize bayramlarda kumaş mendiller hediye ederlerdi. Tabi artık kumaş mendil kullanımı tarih oldu denilebilir. Bugünkü gibi marketlerden alınan ucuz kağıt mendillerin yerine, dönemin şık erkekleri muhakkak ceketlerinin cebinde tertemiz ve yeni ütülenmiş kumaş mendiller bulundururlardı. Ve o mendillerin üzerine sıkarlardı parfümlerini. İşte tam da bu noktada Guerlain parfüm evinin Mouchoir de Monsieur'u anlatan tanıtımına bakalım:

"20. yüzyılın başlarında, dönemin snobları parfümü daha rafine ve temkinli bir şekilde kullanırlardı. Bu modanın başlaması ince ve kaliteli dokunmuş kumaşlardan üretilmiş beyaz keten mendillere zarif şekilde parfümün uygulanması ile olmuştur. Bu vazgeçilemez hale gelen aksesuar ve o yüzyılın ince zevklerinin amblemi haline dönüşmesiyle, 1904 yılında, Jacques Guerlain tarafından ilk erkek parfümünün yaratılmasını sağladı. Mouchoir de Monsieur limonun ferahlığı ile zarif pudralı odun nüansıyla eğrelti otunun inceden uyumu sağlanarak aromatik notaların neşesini birleştirmiştir.”


Bugün inceleyeceğim Mouchoir de Monsieur'un anlamı "Beyefendinin Mendili". Guerlain'in en önemli tarihi erkek parfümlerinden birisi olduğu rahatlıkla söylenebilir. 1904 yılında ilk defa üretilen parfüm, bu yıl 110. yaşını kutluyor. Gerçekten de inanması zor.

Kendi sitelerinde turunçgil-fujer olarak sınıflandırılmış Mouchoir de Monsieur. Parfümün başlangıcı ferah lavanta ile gerçekleşiyor. Lavantaya geri planda limon, bergamot ve aromatik otlar eşlik ediyor. Başlangıcı için hafif tatlı aromatik ferah lavanta diyebilirim. İlerleyen dakikalarda lavanta hala kendisini göstermeyi başarıyor. Lavantaya tatlımsı, hayvansal sayılabilecek vanilya ekleniyor. Buradaki hayvansallığı muhtemelen civet veriyor. Orta notalardaki hayvansal vanilyalı lavantaya, neroli ve meşe yosunu gerilerden destek veriyor. Burası için erkeksi-çiçeksi denebilir. Son kısımda yine lavantanın hayaleti hissediliyor. Bu sefer araya paçuli, misk ve amber giriyor. Vanilya hala güçlü şekilde hissediliyor. Derinlerden dumansı kuru tütün bile hissediyorum. Parfümün en sevdiğim kısmı sonları oldu. Böylece de tenden ayrılıyor.

Mouchoir de Monsieur, tam anlamıyla lavanta merkezli erkeksi bir fujer. Başlangıcından sonlara kadar lavantanın imzası hissediliyor. Lavantadan sonraki ikinci ana öğe vanilya. Fazlaca tatlılık barındırmayan lüks vanilya, günümüzün uyduruk ana akım markalarındaki gibi değil. Çok kaliteli ve şık. Üçüncü olarak da hissedilir orandaki hayvansallık. Fakat buradaki hayvansallık, lavanta ve vanilyanın arkasına saklanmış. İyi ki de öyle yapılmış. Bu anlamda çok rahatsız edici değil. Tam tersine cezbedici ve ilginç.


Nedense lavanta temalı parfümleri hep tıraş köpüklerine benzetiyorum. Bana mı denk geliyor bilemiyorum ama kullandığım bütün traş köpükleri lavantalı kokuyor. Bu da sanırım uzun zamandır zihnimin bana oynadığı bir oyun. Fakat Mouchoir de Monsieur'deki lavanta ucuz tıraş köpüklerindeki gibi değil. Oldukça elegant ve doğal. Vanilyayla yumuşatılan lavantayı sevdim ama aşık olmadım. Başlangıcındaki lavantayı kendime hiç yakın bulamadım. Muhakkak sevenler olacaktır. Çünkü doğal sayılabilecek lavanta kullanılmış. Hatta lavanta kolonyalarını hatırlattı bana başlangıcı. Bence en güzel yanı alt notalarında karşımıza çıkıyor parfümün.

Karşımızda 110 yıllık bir eser var. 1900'lü yılların parfüm alışkanlıkları ile 2014 yılınınkilerin birebir eşleşmeyeceği çok açık. Fakat bence Mouchoir de Monsieur çok eski gibi kokmuyor. Tamam kokusunda nostaljik taraflar var. Ama yine de 2014 yılının dünyasında da rahatlıkla kullanılabilir. Bu anlamda onun için zamansız bir kokuya sahip diyebilirim. Saygıyı hak eden bir klasik olarak parfüm tarihindeki yerini almış durumda.

Kullanım sırasında bir parfüme çok benzediğini hissettim. Çoğu kişiye göre markanın diğer klasiği Jicky'e benziyor. Evet bence de aralarında ciddi bir bağ var. Zaten dedikodulara göre Mouchoir de Monsieur, Jicky'nin erkeksi versiyonu olarak düşünülmüş ve tasarlanmış. Fakat başka bir lavanta merkezli parfüm olan ünlü Caron Pour Homme'u da andırıyor. Mouchoir de Monsieur, Coran Pour Homme'un çok daha rafine, zengin ve sofistike hali denebilir. Bana soracak olursanız bu üç parfüm arasında ilk tercihim her zaman için Jicky olacaktır.


Mouchoir de Monsieur, günlük kullanım için ne kadar uygun olur şüpheliyim. Ha tabiki onu kullanıp çıkabilirsiniz sokağa. Ama kot pantolon-spor mont ikilisine uyacağını düşünmüyorum. Biraz daha ciddi ortamlara ve belli bir yaşın üzerindeki erkeklere uygun olacağını fark etmek zor değil. Mesela kırk yaşını aşmış erkekler için tavsiye edebilirim. Genç arkadaşların şimdilik ona pek heves etmemeleri isabetli olabilir.

Bu önemli klasiği, efsane parfümör  Jacques Guerlain tasarlamış. 110 yıllık parfümün bir çok defa reformülasyon geçirdiğini tahmin etmek zor değil. Özellikle başlangıcında biraz sulandırılmış bir hali var gibiydi. Muhtemelen kötü reformülasyonlar sonucunda asıl kokusundan bir parça farklılaştı.

Ferah sayılabilecek kokusuna rağmen, sıcak yaz günlerinde kullanmanın iyi fikir olduğunu sanmıyorum. Serin havaların parfümü bence. Hatta hüzünlü bir sonbahar için nefis olabilir. Soğuk kış günlerinde de görevini layıkiyle yerine getirecektir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Mouchoir de Monsieur, zengin lavanta olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden dört vererek oldukça beğenmiş. Bazı yabancı platformlarda bu parfümü İspanya Kralı Juan Carlos'un da kullandığı bilgisine rastladım. Fakat bu klasik bir pazarlama numarası da olabilir.


Niş parfümlerle yarışan kalitesiyle ve farklı tarzıyla herkese hitap etmeyecek bir parfüm olarak görüyorum onu. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir. Dünya üzerinde az bulunan bir parfüm olduğunu belirtmem gerekiyor. Onun içindir ki oldukça yüksek fiyatları gözden çıkarmanız gerekebilir.

Parfümün tasarımını, markanın en önemli kokularına imza atmış olan baş parfümör Jacques Guerlain yapmış. Şu anda sadece EDT konsantrasyonunda satılıyor.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

3 Şubat 2014 Pazartesi

Tefarik (Paçuli) ve Böcekle Mücadele


Tefarik (Paçuli) ve Böcekle Mücadele

Zaman zaman yaptığım gibi internette dolaşırken karşıma çıkan ilginç yayınları sizlerle paylaşmaya devam ediyorum. Bugün de Sızıntı isimli bir dergide karşılaştığım makaleyi yayınlamak istiyorum. Paçuli olarak bildiğimiz bitkinin farklı yönleri anlatılmış. Bazı araştırmalara yer verilmiş. Parfümlerde de sıkça kullanılan paçuli kokusuna ilginiz varsa okumanızı tavsiye ederim. Umarım iyi vakit geçirirsiniz. (Bu makale, söz konusu sitenin izni alındıktan sonra yayınlanmıştır)

"Aromaterapi adı altında yapılan araştırmalar, insanın ruhu ile bedeni arasındaki ilişkilerde kokunun önemli fonksiyonlarının var olduğunu göstermektedir. Bugün Batı'da birçok "tamamlayıcı tıp" uzmanı, hastalarına çeşitli hastalıklarla alakalı koku reçeteleri vermektedir. Aynı şekilde böcek ve kene gibi haşeratı kovucu kokular üzerinde de araştırmalar sürdürülmektedir. Bilhassa sıcak ve yağışlı iklimlerde çok bulunan eklembacaklılardan korunmak için, çeşitli bitkilerden eski usullerle elde edilen usareler (özsu) veya tesirli kokular halk arasında bilinmektedir. Meselâ, pencerelerinde fesleğen bitkisi bulunan evlere sivrisinekler fazla yaklaşmaz.

Kokusundan istifade edilen bitkilerden biri de, halk arasında oldukça meşhur olan tefariktir (Pogostemon cablin). İngilizce ve Almancada ‘Patchouli' ismiyle bilinen tefarikin esansı, kaynatılan bitkinin su üzerinde biriken yağlarının toplanması ile elde edilir. 1800'lü yıllarda Avrupa'da yaygın şekilde kullanılan "Patchouli", Amerika'da 1960 neslinin en popüler kokusu haline gelir. İngiltere'de Kraliçe Viktoria döneminde Hindistan'dan getirilen şal, halı ve kilimlere -güveden koruma maksadıyla- bu kokudan sürülürdü. Bu sebeple İngiltere'de "Patchouli" kokmayan şal, halı ve kilimler yerli üretim oldukları düşüncesiyle kıymetsiz addedilip tercih edilmezdi. Buradan da anlaşılacağı üzere, nanegiller ailesinden olan bu bitkinin -dolayısıyla kokunun- anavatanı Hindistan'dır. Meşhur Hint mürekkebinin kokusunu da bu bitki verir. Diğer esanslara nazaran daha kalıcı olan bu bitkinin kokusu, parfüm ve sabunlarda da kullanılır. Çinliler, Japonlar ve Araplar bu kokunun bulaşıcı hastalıkların yayılmasını engellemeye vesile olduğuna inanırlardı. Eskiden İran ve Türkiye'de dokunan halı ve kilimler Avrupa'ya gönderilmek üzere katlanırken, onları zararlılardan korumak için aralarına bu bitkinin yapraklarından konurdu.


Tefarikle alakalı ilmi araştırmalar sınırlıdır; laboratuvar şartlarında objektif gözlemlere dayanan ilmi veriler henüz yeterli değildir. Buna rağmen bu bitkinin usaresinde bulunan çok sayıdaki esansın kimyevi terkibi belirlenmiştir. İleride ilmi araştırmalara temel teşkil etmesi ve araştırmacılara yol göstermesi bakımından halk arasında oluşmuş uzun yıllara dayalı tecrübeyi de yok saymamak gerekir. Bu bitkide; tefarik alkolü, pogoston, friedelin, epifriedelinol, pachypodol, retusin, oleanolik asit, beta-sitosterol ve daucosterol gibi maddelerin yanısıra, kanın pıhtılaşmasını engelleyici hususiyetteki alpha-bulnesene de tespit edilmiştir. Bu kimyevi maddelerin birçoğunun, kusmayı engelleyici bir tesire sahip olduğu bazı araştırmalarda gösterilmiştir. Phytotherapie Research dergisinde 2008 Şubat'ında neşredilen bir makaleye göre, tefarikten elde edilen esansiyal yağların tesirli sinek öldürücü olduğu gösterilmiştir. Buradan hareketle bu bitkinin, keneler dahil birçok eklem bacaklı haşaratın kovulmasında tesirli olabilecek ilaçların yapımında ümit vaat ettiği söylenebilir. Malezya'da üç ayrı bitkinin (Litsea elliptica, Cinnamomum mollissimum, Cymbopogon nardus) yapraklarından elde edilen yağlar ile tefarik esansiyal yağlarının karışımının dişi sivrisinekleri uzaklaştırmada oldukça tesirli olduğu gösterilmiştir. Bu araştırmalar dikkate alındığında bazı faydalı uygulamalar yapılabilir. Mesela; ev temizliği yaparken, yerleri silmede kullanılan suya birkaç damla tefarik damlatılabilir. Böylece hem "koku giderici" olarak kullanılan kanserojen şüphesi bulunan maddeler kullanılmamış, hem de böceklerin eve girmesi engellenmiş olur.

Söz konusu yağ (esans); her ne kadar kumaşları böceklerden koruma maksatlı kullanılıyor ise de, yüzyıllardır, ruh ve beden sağlığına yönelik tesirleri, huzur verici, mantar önleyici ve tedaviye vesile hususiyetleriyle de aranan ve kullanılan bir kokudur. Bu esansın, terlemeyi azaltıcı hususiyeti ile kötü vücut kokularının engellenmesinde rol aldığı bilinmektedir. İştah azaltıcı tesiri, diyet yapanlara fayda sağlamaktadır.

Aromaterapinin kurucularından olan ve şifalı kokular üzerine bir teori geliştiren Martin Henglein; ‘ıtır çiçeği, biberiye, bergamot ve tefarik'i temel kokular olarak kabul etmektedir. Bu dört temel kokunun farklı fonksiyonları icra ettiği belirtilmektedir. Itır çiçeği, bir alışkanlığın gelişmesine veya terk edilmesine yardımcı olur. Mesela sigarayı bırakmada ıtır çiçeği kokusunun rolü inkar edilemez. Sigaraya olan iştiyak dayanılmaz şekilde arttığında, ıtır çiçeği koklamak, bu arzuyu o an için gidermektedir. Bu durum daha önceden denenmiş dahi olsa, yine de tesirli olmaktadır. Henglein'e göre biberiye, kişiyi aktif olmaya sevk ederken; bergamot, zihni canlılığın ve öğrenme şevkinin artmasına vesile olur; tefarik ise, kişinin daha enerjik olmasında rol alan mekanizmayı harekete geçirir.


İngiltere'de bir tedavi merkezi işleten Robert Tisserand, kokularla ruhi hastalıkların tedavi edilebileceği fikrindedir. Tisserand, bu esansların sinir hücreleri arasındaki iletişimi sağlayan sinyal moleküllerin (nörotransmitter) üretimine tesir ettiklerinden, rahatsızlıkları gidermeye de yardımcı olduğunu belirtmektedir. Koku, morfine benzeyen "endorfin" salgılanmasını uyararak kişide ferahlamaya vesile olur. Bu sebeple gül yağı, yasemin, adaçayı, kananga, tefarik ve greyfurt kokusu; depresyonda, kendine güvensizlik durumlarında ve cinsi fonksiyon arızalarında tavsiye edilmektedir.

Tefarikin fazla sürüldüğünde sakinleştirici ve uyku azaltıcı tesire sahip olduğu iddia edilmektedir. Tefarikin ayrıca beden enerjisi ile ruh hali arasında dengeleme fonksiyonu gördüğü, sakinlik ve uyum hissi uyandırıp, uyuşukluğu giderdiği, madde bağımlılığı tedavisinde destekleyici rol aldığı, korku ve çöküntü anlarında teskine vesile olduğu belirtilmektedir.

Güzel kokuların insanda vesile olduğu müspet düşünce ve hisleri, kötü kokuların da meydana getirdiği menfi halleri her insan az veya çok bilir. Peygamber Efendimiz'in (sas) sahih beyanlarındaki "güzel kokunun sevdirilmesi" ile Hz. Yakub'un (a.s.) oğlu Hz. Yusuf'un hayatta olduğuna dair müjdeyi koku yoluyla alması, kokunun üzerinde durulması gereken bir husus olduğu hakikatine dikkatleri çekmektedir."


Kaynak: www.sizinti.com

1 Şubat 2014 Cumartesi

Comme des Garçons – Avignon (2002)


Comme des Garçons – Avignon (2002)

Dünya üzerinde 1.2 milyar insanın mensubu olduğu, muhtemelen gezegenin en büyük dini mezhebi olarak düşünülebilir Katoliklik. Katolik kelimesinin, Yunanca ‘evrensellik’ anlamına gelen ‘to katalou’ sözcüğünden türediği söyleniyor. Papa'yı başkan olarak kabul eden Katoliklik, Protestanlığın ortaya çıkışına kadar bütün Hristiyanlığı kapsamış ve Ortaçağ boyunca Avrupa’ya egemen olmuş.

İşte bu Hristiyan mezhebi bir parfüme nesne olmuş durumda. Comme des Garçons'un 2002 yılında çıkardığı ve "Incense" adını verdiği parfüm serisi beş üyeden oluşuyordu. Avignon ve Kyoto, bu seride en çok öne çıkan parfümler olarak raflarda yerini aldı. Hatta Incense serisi, markanın diğer serilerinin arasında en başarılı olanı denilebilir. Incense serisine mensup parfümlerin farklı da bir tarafı var. Her parfüm farklı dinsel motifler ele alınarak tasarlanmış. Ouarzazate - İslam, Zagorsk - Ortodoksluk, Jaisalmer - Hinduizm, Kyoto - Budizm ve Avignon - Katoliklik. İşte bugün inceleyeceğim Avignon'nun Katoliklik ile ilgisi buradan geliyor. Benimde uzun zamandır ilgimi çeken Avignon ile tanışmış durumdayım nihayet.

Parfümün isminin Avignon olmasının şüphesiz ki bir sebebi var. Fransa'nın güneyinde, Provance bölgesinde tarihi bir şehir olan Avignon'un, Katoliklik ile sağlam bağları olduğunu tahmin etmek zor değil. Orta Çağ Avrupası'ndan günümüze fırlayıp gelmiş gibi görünen Avignon şehri, hala o müthiş dokusunu ve tarihi yapılarını özenle koruyor. Roma döneminden kalma Katolik kilisesi de dahil. Fakat Avignon'un benim için anlamı biraz farklı.

Kübist sanat akımının kurucusu olarak gösterilen Pablo Picasso, 1907 yılında, Paris'teki bir genelevde çalışan kadınları resmetmişti. Fakat bu resimdeki kadın figürleri, daha öncekilere hiç benzemiyordu. Kadınların vücutlarını uzatan ve biçimlerini bozarak bambaşka halde resmeden usta sanatçı, Modern Sanat'ta bir çığır açtığının muhtemelen farkındaydı. Normal bir insan figürüne benzemeyen resimdeki çıplak kadınların, yüz hatları, vücutlarının şekilleri, alışılmışın çok uzağındaydı. Neredeyse eğri büğrü hale gelmiş kadın figürleri, çıplak olmalarına rağmen en ufak cinsellik çağrışımı yapmıyordu. Oysaki resmin orijinal ismi "Avignon Genelevi"ydi. Zamanla ismi "Avignon’lu Kadınlar" olarak değişen tablo, resim tarihinin dönüm noktalarından birisini oluşturuyordu. Sanat Tarihinde bir eşik daha aşılmış bu resimle.


İşte Avignon deyince benim aklıma Paris'in bir şehri değil de Picasso'nun bu ünlü tablosu geliyor. Bu isme Comme des Garçons markası sahip çıkmış ve başarılı bir parfüme isim babalığı yaptırmış. Avignon Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı tütsü ve odunsu notalarla gerçekleşiyor. Çok doğal, ilginç ve rafine. Üst notalarını sevdim Avignon'un. İlerleyen dakikalarda büyük değişim yaşanmıyor kokusunda. Orta kısımda derin odunsu notalar (sedir ve çam) biraz daha hakim sanki. Geri planda da reçinemsi baharatlar destek veriyor tütsü-ağaç ikilisine. Son kısımda aynı çizgide devam ediyor. Odunsu notalar hala baskın. Böylece de tenden ayrılıyor.

Avignon'un, çam, sedir ağacı ve Akdeniz otlarının, kuru, tozlu, koyu, karanlık, derin bir tütsü-amber ile birleşiminden oluştuğunu söyleyebilirim. Dumansı ve gizemli tarafları olduğu çok açık. Hatta münzevi ve mistik. Zaten bir çok yorumcunun onu "Kilise Tütsülerine" benzetmesi bu yüzden. Daha önce de söylediğim gibi bizler Müslüman coğrafyanın insanları olduğumuz için kiliselerde ayinler sırasında kullanılan seremoni tütsüsünü bilemeyebiliriz. Yani bizim bu tarz bir koku hafızamız ve duyarlılığımızın olmaması normal. Anladığım kadarıyla her pazar kilise ayinlerine giden Hristiyanlar için bu kokunun orada kullanılan tütsülere benzetilmesi gayet anlaşılabilir.

Avignon'da ana aksı oluşturan ağaçsılığın merkezinde çam ve sedir ağacı benzeri odunsuluk mevcut. Şekerli olmayan, yeni kesilmiş ağaç gibi de denebilir. Zaman zaman talaşı da hatırlattı bana. Bu anlamda günümüzün bol tatlı modern odunsu kokularına pek benzemiyor. Neyseki böyle kullanılmış odunsu notalar. Bu pencereden bakıldığında gayet başarılı denilebilir.


Tütsü kullanımına da biraz değinmek lazım. Hepimizin bildiği ve evlerimizde yaktığımız tütsülere benziyor Avignon'daki tütsümsülük. Dumansı ve gizemli tütsüde tatlılık veya şekerli his fazla yok.

Avignon, yeni kesilmiş ağaç-talaş ikilisi ile tütsünün karışımı gibi kokuyor. Geneline bakıldığında yapaylık yok. Doğal ve kaliteli. Tabi günlük kullanım için çok uygun mu şüpheliyim. Evet koklamak ve bu deneyimi yaşamak için güzel bir koku formuna sahip. Fakat üzerinize sıkıp çarşı-pazar dolaşırken nasıl olur çok emin değilim. Günlük kullanıma göre değil bence. Daha tematik bir parfüm. Yani belli bir ambians için kullanmaya daha uygun. Mesela meditasyon/yoga yaparken çok huzur verici olacaktır. Yada orman yürüyüşüne gittiğinizde mis gibi kokan ağaçların arasında kendinizi iyi hissetmenizi sağlayacaktır. Hatta bir Ortodoks Kilisesinde pazar ayininden sonra herkes gittikten sonra tek başınıza insanlığın geleceği için dualar ederken Avignon'un kokusunu içinize çekseniz, hiç yadırgayacağınızı sanmıyorum.

Avignon, büyük oranda ağaç/orman/tütsü temasına yakın. Bu parfümü kullandığımda üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme, Giorgio Armani'nin özel serisine ait Bois d'Encens ve Gianfranco Ferre - Pour Lui aklıma geliyor. Benzer tarza sahipler bence.

Avignon'un eleştirilen iki tarafı var. Birincisi düz çizgide ilerlemesi ve neredeyse kokusunun hiç değişmemesi. İkincisi de fark edilirliğinin zayıf olması. Denemelerimde aynı durumları yaşadım. Ve bu eleştirilere tamamen katılıyorum.


Kötü haberlerin ardında iyi haberi vereyim. Comme des Garçons'un parfümleri ülkemizde ve bir çok internet sitesinde bulunabiliyor. Hem de diğer niş parfümlere göre uygun sayılabilecek fiyatlara. Incense serisi de gayet ulaşılabilir fiyatlarla mevcut. Bu tür kokulara merakınız varsa Avignon güzel bir örnek fakat muhteşem de değil.

Avignon'u dünyaca ünlü burun Bertrand Duchaufour tasarlamış. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın gibi duruyor. Sonbahar-kış mevsimlerinde kullanmak gerekebilir. Diğer bir çok niş markanın aksine Avingnon, EDT olarak satılıyor.

Koku Güzelliği:10/7

29 Ocak 2014 Çarşamba

Christian Dior – Eau Noire (2004)


Christian Dior – Eau Noire (2004)

"Ne zaman bir kokuya imza atsam, o parfümün aktörü, yönetmeni, ışıkçısı ve dekorcusu oluyorum. Her şeyi ben yapıyorum. Oysa başka bir marka için parfüm oluşturmam istendiğinde, elime bir senaryo veriliyor ve yaratım sürecinin sadece küçük bir parçasında yer alıyorum. Böyle olunca da ağırlıklı olarak isme ve tasarıma özen gösteriliyor. Yani takımın bir parçasıyım. Başkasının altında çalışırken, kendi benliğine ait parfüm yaratman zordur. Bu süreç hala aynıdır ve devam etmektedir.

Christian Dior'un Eau Noire'ını oluşturmak için Hedi Slimane ile birlikte çalışırken onun belirgin vizyonu vardı. İşimin bir parçası da yakalamak istediğim duyguları toplamak ve daha sonra laboratuvarıma gidip, tam olarak ne yaratmak istediğime karar vermektir. Çünkü her parfüm meydan okumadır. Parfümler senin imzandır. Daha önce yaptığım şeyi tekrar edemem. Her yeni parfümde yeni fikir bulmalısın. Bu çok zor. Şimdiye kadar, kullandığım ham maddelerden ziyade duyguları yakalamaya çalışıyorum. Her seferinde yeni yol ve yeni düşünceler bulmak gerekiyor parfüm tasarlarken."

Dünyaca ünlü parfüm tasarımcı Francis Kurkdjian, işiyle ilgili enteresan ip uçları veriyor yukarıdaki söyleşisinde. Parfüm dünyasının, tasarım ve yaratım aşamasının inceliklerini kabaca da olsa hatırlatıyor bize. Hem de "içeriden" birisi olarak.


Bu genç adam Jean Paul Gaultier'in kült haline gelmiş parfümü Le Male'yi tasarladığından beri oldukça yol kat etmiş durumda. Bir sürü niş ve ana akım markalara parfüm tasarlayan Kurkdjian, 2000'li yılların başlarında Christian Dior'dan teklif aldığında kafasında ne vardı tam bilemiyoruz. Fakat o zamanlar böylesine popüler olmadığını biliyoruz. 2004 yılında, Christian Dior için Eau Noire'ı tasarladığında yine ilgi çekici bir esere imza atmıştı. Eau Noire, Dior'un "La Collection Privee" denilen niş parfüm mertebesindeki çok özel serisi için meydana getirilmişti.

2004 yılında başlanan La Collection Privee serisi, ilk aşamada üç parfümden oluşuyordu. Bois d'Argent, Cologne Blanche ve Eau Noir üçlüsü, Dior'un özel parfüm serisinin temellerini atacaktı. Çok yüksek fiyatlara satılan ve sadece Dior butiklerinde karşımıza çıkan La Collection Privee serisinin daha önce iki parfümünü denemiş ve pek de başarılı bulmamıştım. Serinin ilk çıkan üç parfümünden birisi olan Bois d'Argent hayal kırıklığı yaratmıştı bende. Şimdi bu serinin ilk parfümlerinden olan Eau Noire'a sıra geldi.

"Siyah Su" anlamına geldiğini düşündüğüm Eau Noire'ın tanıtımı şöyle yapılmış: "Gizemli aura ile çevrili bir akşam kokusu. Vanilya ve meyan kökü ile örtülü bir lavantalı oryantal. Şık bir gala ruhunun, yoğun ve gizemli akşam parfümü."


Parfümü üzerime ilk sıktığımda karşıma dumansı tütün, tatlı baharatlar ve aromatik otlar çıkıyor. Tütün kuru ve gizemli. Baharatlar ise aynı otlar gibi aromatik ve modern.Yoğun ve saldırgan üst notaları çok güzel. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Burada koku formu büyük değişiklik göstermiyor. Farklı olarak dumansı kuru tütün geriye çekiliyor ve baharatların rolü artıyor. Bu andan itibaren onun için aromatik baharatlı diyebilirim. Hissedilir oranda da tatlı lavanta ekleniyor kokusuna. Lavanta şişenin rengi gibi yeşil kokmasını sağlıyor parfümün. Baharatlar ile lavantanın uyumu müthiş. Orta notaları da nefis. Son kısımda baharatların ağırlığı azalıyor. Algıladığım baldan gelen bir tatlılık ve odunsu notalar. Sanki azıcık da kabe samanı var. Kapanışı için "eh işte" diyesim geliyor.

Eau Noire için tam bir baharat parfümü denebilir. Kokuyu büyük oranda domine ediyor tatlımsı aromatik modern baharatlar. Ona en büyük desteği geri planda tütün-kahve veriyor. Parfümün açıklanan notalarında tütün yok ama eminim ki tozlu, kuru bir tütün mutlaka var. Tütün baharat işbirliği çok güzel işlenmiş. Onun dışında kokuyu oluşturan vanilya, kahve, meyan kökü, aromatik otlar ve lavanta bütünü oluşturan parçalar gibi adeta.

Eau Noire da kullanılan baharatları ve genel olarak kokusunu anlatmak için sanırım en iyi benzetmeler mutfak terimleriyle yapılabilir. Bol baharatlı ve acılı Meksika yemeklerini yada Hint mutfağındaki  sosları hatırlatıyor bana. Orada kullanılan keskin ve yoğun baharatlara bolca tatlılık ekleyin işte size Eau Noire. Hem baharatları hem de tütün kokusunu seven birisi olarak mest etti beni Eau Noire. Neredeyse şekerli, sıcak baharatlar ile dumansı tütünün birleşimi oldukça egzotik ve gizemli yapıyor onu. Şimdiye kadar denediğim en iyi baharat parfümlerinden birisi diyebilirim. Her ne kadar zaman zaman tatlılık fazla hissedilip, karamel tadını verse de.


Günümüzün modern tatlımsı baharatlı oryantallerin harika örneklerinden birisi Eau Noire. Güçlü, keskin, yoğun ve sağlam karaktere sahip. Üzerinizden ve teninizden çıkmak bilmiyor. Gerçekten de dolu dolu bir parfüm kullandığınızı hissettiriyor size. "Ödediğiniz paranın hakkını sonuna kadar veren" yapısı var. Saldırgan, bohem ve cesur. Ayrıca yapaylığın bulunmaması da memnun edici.

Şimdiye kadar neden kullanmayıp da dolabımda beklettiğimi anlayamadığım bir arkadaş oldu. Keşke daha önce onunla tanışsaydım ve bu güzelliği yaşasaydım. Geç de olsa harika bir kokuyla karşılaştığımın farkındayım. Bir şişesi alınacak parfümler listesi için kendisine kocaman yer açmış durumda Eau Noire.

Genel olarak büyük değişim göstermediğini söylemeliyim. Yani ilk sıkıldığından sonlara kadar düz çizgide ilerliyor. Büyük değişimler yaşanmıyor. Bu anlamda küçük bir eleştiri getirilebilir. Bir de sonları keşke daha farklı olsaymış o zaman en büyük hitlerden olacağına eminim. Bu haliyle ise fazla öne çıkmaması dikkat çekici oldu benim açımdan. Kendimce gizli bir hazine keşfettim. Aman kimselere söylemeyin.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında beş üzerinde dört puan alarak oldukça başarılı bulunmuş. Ayrıca başka bir yerde de kokusunun "fantastik" olduğunu söylemiş ve yorumun sonunda şöyle söylemiş: "Doğal, sıcak ve konforlu bu koku, çok iyi neoklasik bir parfüm ve bir kolonyadan çok daha fazlası."


Parfümün tasarımcısı ilk başlarda da söylediğim gibi Francis Kurkdjian. Tam bir soğuk kış kokusu. Havalar ılıkken denemeyin bence. Özellikle çok soğuk günlerde keyifli olacaktır onun kokusunu üzerinizde duymak. Uniseks olarak geçse de erkek kullanımına daha yakın. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir. Çok güvenli bir kokusu yok.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8.5

25 Ocak 2014 Cumartesi

Frederic Malle – Musc Ravageur (2000)


Frederic Malle – Musc Ravageur (2000)

"Ben Cherbourg'da doğdum. Beş yaşında ailemle birlikte Paris'e seyahat ettim ve orada kaldım. Organik kimya ve teorik fiziğe karşı büyük bir tutkuyla bağlıydım. 1973 yılında, Chanel No.19'un yaratıcısı Henri Robert, bir kromatografi laboratuvarını geliştirmek için onunla beraber çalışmamı istedi. Altı yıl onunla birlikte Chanel'de çalıştım. Orada çalışırken kendi kendime parfüm tasarım mesleğini öğrendim yani kendi kendimi yetiştirdim. Oysaki çok yaratıcı bir alan olan organik kimyaya hala aşıktım.

Bence yaratım her yerdedir. Herhangi bir şey yaratıcı olabilir. Kariyerimde, zaman zaman şampuanlar üzerinde çalışırken buldum kendimi. Başka bir açıdan bakmak gerekirse, şampuanların insanları rahatlatıcı etkilerinin olduğunu düşünüyorum. Sabunlar ve şampuanların içinde sürprizler vardır. Günümüzün modern parfümcülüğünde imkanlar çok daha fazla. Gerek kapsam gerek zaman gerekse kaynak açısından.

Frederic Malle ile 1990'lı yıllarda New York'ta tanıştım. Malle, bana Pierre Bourdon'u gönderdi çünkü onun için parfümler tasarlamamı istiyordu. Frederic Malle'e aklımda hazır bir parfüm formülünün olduğunu söyledim. Onun detaylarını Malle'e verdim. Beraber üzerinde biraz çalıştık ve üst notalara azıcık ferah notalar ekledik. Böylece Musc Ravageur ortaya çıktı."


Yukarıdaki söyleşi dünyaca ünlü parfümör Maurice Roucel'e ait. Hayatının kırk yılını parfümlerin ve kokuların içinde geçirmiş bir usta o. Farklı ana akım ve niş marka için yüzden fazla parfüm tasarlamış durumda. Her oluşturduğu parfüme "küçük çocuğum" diyen ve onları kendisinden parça olarak gören bir sanatçı o. Benimde Rochas Man ve Bogart Pour Homme gibi oldukça beğendiğim işlere imza attı Roucel. Onun tarzını kendime yakın bulduğumu söyleyebilirim. Bunun içindir ki Roucel'in işlerini daha bir dikkatli takip ediyorum. Hele bir parfümü var ki uzun zamandır en merak ettiğim eseri dersem yanlış olmaz. Bu ünlü arkadaşın ismi Musc Ravageur olarak tarihe geçmiş durumda.

Maurice Roucel'in niş parfüm evi Frederic Malle için tasarladığı Musc Ravageur'u kokular dünyasının çok içinde olmayanlar bilmeyebilir. Fakat bu dünyanın sihirli kapısından biraz başını uzatıp içeriye bakan herkesin çok iyi bildiği bir parfüm. Hatta yurt dışında büyük bir fenomene biraz daha abartacak olursam efsaneye dönüşmek üzere olan bir parfüm Musc Ravageur. Hakkında onlarca yorum yapılan, bir sürü blog yazarının dayanamayıp, incelemesini yazdığı ve niş parfümcülüğün en başarılı örneklerinden birisi olarak gösterilen bu baş yapıtı birde Parfüm Merakı'nın penceresinden okuyun bakalım.

Musc Ravageur'un tanıtımı için şunlar söylenmiş: "2000 yılında çıkarılan bu kompozisyon, amber oryantallerinin tarihinde dönüm noktasıdır. Bu duyusal parfüm, güçlü ancak mükemmel şekilde kontrollü, dramatik ve gizemlidir. Bu parfüm "baştan çıkarma ve bunun cömertçe sunumu" olacak şekilde Maurice Roucel tarafından oluşturulmuştur. Musc Ravageur mevcut heveslere baskın çıkan uzlaşmasız bir oryantaldir. Başlarda patlayarak çıkan bergamot, tangerine ve tarçına karşı sonlarında vanilya, misk ve amber vardır. Seksi, fırtınalı bu parfüm tek kelime ile: ravageur (yıkıcı, yokedici)


Musc Ravageur'u üzerime ilk sıktığımda küçük bir şokla karşılaşıyorum. Yoğun bir hayvansallık burnuma hücum ediyor. Oldukça sert ve rahatsız edici bu hayvansallık, miskten kaynaklanıyor büyük ihtimalle. Geri planda da tatlı baharatlar var. Üst notalar için hayvansal miskle tatlımsı karanlık baharatların karışımı denilebilir. İlerleyen dakikalarda hayvansallık azalıyor. Bu radikal değişimin ardından orta notalarda egzotik nefis bir amber karşıma çıkıyor. Ona güçlü şekilde sıcak baharatlar eşlik ediyor. Karanfil ve tarçın, çok başarılı kullanılmış. Amberle uyumları harika. Orta notalar nefis olmuş. Geçeyim sonlara. Alt notalar, orta kısımla benzerlik içerisinde. Burada amberin etkisi biraz azalırken, onun yerine pudralı vanilya, beyaz çikolata ve odunsu notalar geliyor. Baharatlar az da olsa oradalar. Parfüme ismini veren misk de kendisine yer buluyor kapanışta. Son kısım biraz ortalama olmuş diyebilirim. Yine de gayet güzel.

Basit bir akıl yürütmeyle bu parfümü iki kısma ayırabilirim. İlk kısım, başlangıçtaki yoğun miskli hayvansallık ve karanlık tatlı baharatlar. Buradaki kirli misk kullanımı Muscs Koublai Khan ve Absolue Pour Le Soir ile benzer. Aynı hayvansal misk kullanılmış neredeyse. Sevmesi ve kabul etmesi zor. İkinci kısım ise tatlı baharatların, amberin, vanilyanın ve odunsu notaların kesin hakimiyetinde devam ediyor. Teninizden uçup gidene kadar.

Musc Ravageur, başlangıcıyla iç gıcıklayan, üzerinizden çıkıp gitmesini isteyebileceğiniz kadar tahammül sınırını zorlayan bir arkadaş. Eğer başlangıcındaki hayvansallığa dayanabilirseniz sizi ilerleyen dakikalarda müthiş baharatlar ve amber karşılıyor. Bence parfümün bu kadar sevilmesinin önemli faktörlerinden birisi de orta notalar. Benimde hayran olmamı sağlayan karanfil-zencefilin, amber ve vanilyanın içinde eritilmesi gerçekten güzel fikir. Uygulamada da başarılı. Fakat son kısmı böylesi bir marka ve niş parfüm için ortalama olmuş. Kötü değil ama yanık vanilya efekti biraz daha rafine olabilirmiş. Hatta ana akım markalarda çok daha başarılı vanilya kullanımlarına rastladım.


Musc Ravageur, Frederic Malle'in en popüler ve en çok satan eseri. Bunun sebeplerini anlayabiliyorum. Rahatsız edici başlangıcından sonra ortaya çıkan aromayı, bir çok kişinin beğenebileceğini düşünüyorum. Özellikle sıcak baharatlar ve vanilya seviyorsanız, mutlaka denemeniz gereken seçeneklerden birisi olarak göze çarpıyor. Denemelerimde onun sıcacık bir parfüm olduğu izlenimine kapıldım. Bu anlamda soğuk kış mevsimi için uygun olacağı çok açık.

Kokusu genel olarak tatlılık barındırıyor. Tam anlamıyla bayık şekerli olmasa da zaman zaman vanilyadan gelen yanık karamel efekti, parfümü oldukça tatlı bir eksene oturtuyor. Sadece vanilya değil, tonka fasülyesinin de ciddi anlamda katkısı var gibi görünüyor tatlılık işinde. Eğer tatlımsı ve erkeksi parfümleri seviyorsanız, sizin için mutlu edici olmayabilir. Bu haliyle bence hem kadın hem de erkek kullanımı için uygun.

Can alıcı soruyu soralım. Musc Ravageur’ın bu kadar övgüler almasını ve fenomen haline gelmesini hak edecek kadar güzel kokuyor mu? Burada tabiki kişiden kişiye değişecek yanıtlar olacaktır. Başlangıcı ile orta kısmının bir bölümü çok riskli ve sevmesi zor. Sonları ise çok daha kabul edilebilir. Bu kadar hayvansallık hoşuma gitmediği için onun böylesine ilgi görmesine şaşırıyorum. Evet sıra dışı ve rahatsız edici tarafları mevcut. Bu haliyle benim için harikalar yaratmasından ziyade, farklı bir koku deneyimi olarak yerini alıyor. Yani ona aşık olmuyorum ama kötü koktuğunu da iddia etmiyorum. Kullanım sırasında Musc Ravageur’dan çok daha sevdiğim ve kendime yakın parfümler oldu. En iyi parfümler listesine girebileceğini sanmıyorum.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Musc Ravageur "hippie misk" olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. "Güçlü misk barındıran hayvansal eski berber dükkanı kokusuna" benzetmiş ve Gucci Envy For Men'i andırdığını söylemiş. Evet biraz benzediği söylenebilir Envy’e. Fakat ben daha çok Absolue Pour Le Soir’e yakın buldum Musc Ravageur’u. Bir başka parfüm kritikçisi Chandler Burr’de beş üzerinden beş puan vermiş.


Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı kıyafet üzerinde çok iyi. Fark edilirliği başlangıçta yüksek. Onun için fazla miktarda sıkmak rahatsız edici olabilir. Yirmi beş yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim. Ne olur ne olmaz denemeden almayın.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5