6 Ocak 2014 Pazartesi

Miller Harris – L’Air de Rien (2006)


Miller Harris – L’Air de Rien (2006)

"Seks ikonluğu, fotomodellik, modacılık, oyunculuk, şarkıcılık, hayırseverlik, insan hakları savunuculuğu, annelik… Ama onu bu dünyanın en parlak, en albenili yıldızlarından biri haline getiren şey hepsinden öte ilham periliği. En başında ve hâlâ… Unutmadan; insan hakları savunuculuğu mühim. Zira ünlü düşünür Bertrand Russell’ın kuzeni olan Jane Birkin, 12 yaşındayken Uluslararası Af Örgütü’ne kaydolmuş ve sistem karşıtı biri olan babasıyla birlikte idam cezası karşıtı bir yürüyüşe katılmış.

Jane Birkin 1966'da, henüz 20 yaşındayken beyazperdenin en önemli yapımlarından birinde küçük bir rol kaptı. Michelangelo Antonioni’nin Julio Cortazar’ın öyküsünden uyarladığı Blow Up’ta Birkin, iri gözleri, kahküllü düz saçları, uzun bacakları, androjen bedeni ve pervasız tavırlarıyla kelimenin tam anlamıyla göz dolduruyordu. İki yıl sonra ikinci teklifini aldı genç İngiliz oyuncu. Serge Gainsbourg’un Slogan adlı filminde başrol oynayacaktı. Sözleşmeyi imzaladığı gün, tarihin en müthiş aşk hikayelerinden birinin kahramanı olacağını elbette bilmiyordu.

Rivayete göre, şöyle gelişmiş hikaye… 1960'ların idollerinden Brigitte Bardot’nun sevgilisi 41 yaşındaki Serge Gainsbourg önüne çıkan her kızı yatağa atma girişimlerini hiç ihmal etmemesine rağmen, kırık dökük, anlaşılmaz bir Fransızcayla konuşan, daha da kötüsü rol arkadaşının bir pop kültür tanrısı olduğundan bütünüyle habersiz 22'lik Jane Birkin’e dönüp bakmamış bile. Hatta bir çekim sırasında hoyrat azarlarla küçük hanımefendinin kalbini bile kırmış. Jane’in ağlamaktan öyle gözleri şişmiş, kızarmış ki çekim o gün iptal edilmiş. Alkolik karizma da, yaptığına pişman olup onu yemeğe davet etmiş, bir kadeh şampanyayla gönlünü almak için… Ve işte o geceden sonra bir daha hiç ayrılmamışlar. Paris’in özgür ruhlu mekanlarının, ışıltılı dans salonlarının, travesti kulüplerinin tanık olduğu en fırtınalı aşk hikayesi başlamış.

                                                          Jane Birkin ve Serge Gainsbourg

İkili hiç ayrılmıyor, her yere birlikte gidiyor, konserlerde partilerde boy gösteriyor, bütün dergilerin kapaklarını süslüyormuş. Derken Gainsbourg, aslında Brigitte Bardot için yazdığı Je t’aime Moi Non Plus şarkısını Birkin’le birlikte söyleyince büyük olay patlak vermiş. Şarkının öyle küstah sözleri varmış, Jane öyle seksi bir sesle söylüyormuş, iç çekmeler finalde öyle utanmaz orgazm sesleriyle taçlandırılıyormuş ki İtalya, İspanya ve İngiltere radyolarında anında yasaklanmış. Albüm olarak yayınlanıp bir milyondan fazla sattığında iş daha da büyümüş, zira Papa bu şarkıyı dinlemenin günah olduğunu açıklamış. Jane Birkin o günleri “Birlikte çok eğleniyor ve başka hiçbir şeyi umursamıyorduk” diye anlatıyor. “Serge öyle tatlıydı ki. Dans etmeyi bilmezdi ama yine de Regine’s'e giderdik her gece. Sonra bir Rus kulübüne. Serge Sibelius’un Valse Triste’sini çaldırırdı müzisyenlere ve her birinin kemanına 100 franklık banknotlar sıkıştırırdı. Çıkıp bir taksiye atlar sonra da Meksikalı şarkıcıların sahneye çıktığı şahane bir mekana giderdik. Büyük caz ustası Joe Turner da orada çalardı. Gecenin sonuna doğru kendimizi Madame Arthur’un travesti kulübüne atardık. Serge’in babası savaştan önce orada piyano çalıyormuş. Kulüpte kadın kıyafetlerine bürünmüş beyefendiler dans ederdi. Daha önce hiç böyle bir şey görmediğim için bunu heyecan verici bulurdum. Serge’in kucağına oturur, ona cıvıl cıvıl bir şeyler anlatırlardı. Güneş doğunda Pigalle'de birer kruvasan alır yerdik. Evlerine dönmekte olan fahişelerin hepsi Serge’i tanırdı. Merhaba! Nasılsınız? Bugün hava güzel, değil mi? Küçük konuşmalar ve tebessümler eşliğinde öylece otururduk. Vay derdim içimden. Bu adam ne çok şey biliyor, ne çok kişiyi tanıyor. Fransa onun evi, Paris’in anahtarı onun ellerinde.” (Gülenay Börekçi - http://egoistokur.com)

Yukarıdaki uzunca alıntıda Gülenay Börekçi o kadar güzel anlatmışki Jane Birkin'i, yer vermemek olmazdı diye düşündüm. Her ne kadar 2000'li yıllarda eski popülerliği kalmamış olsa da İngiltere'nin en önemli yıldızlarından birisi Jane Birkin. Yeni nesil genç arkadaşlar aşina olmayacaktır muhtemelen. Fakat yaşı kırkın üzerine olanlar gayet iyi bileceklerdir Birkin'i. Bir çok filmde rol alan ve Oscar ödülüne dahi layık görülen aktrist Birkin, ilerleyen yıllarda kariyerine şarkıcılığı da ekledi. Yukarıda da bahsedildiği üzere onu asıl dünyaya tanıtan film, Serge Gainsbourg ile birlikte rol aldığı "Slogan" olmuştu. Ve rol arkadaşı ile yaptığı Je t’Aime Moi Non Plus şarkısı...

                             Jane Birkin ve Serge Gainsbourg'un ünlü düeti Je t'Aime Moi Non Plus

2006 yılına gelindiğinde Jane Birkin ile parfümör Lyn Harris, ortak arkadaşları fotoğraf sanatçısı Gabrielle Crawford sayesinde tanışırlar. Bu aynı zamanda sıcak bir dostluğun da kurulması için vesile olur. Bir süre sonra Lyn Harris, kendi döneminin kült sanatçısı için parfüm tasarlamaya karar verir. Böylece ortaya L'Air de Rien isimli parfüm ortaya çıkar. Miller Harris markasının kurucusu ve sahibi Lyn Harris, Birkin'e adadığı parfümü için şunları söylemiş bir söyleşisinde:

"Jane Birkin, Shalimar da dahil bazı parfümler kullanıyordu. Bu parfümleri ona her zaman Serge (Gainsbourg) alırdı. Fakat o bir tülü sevdiği gibi bir parfüm bulamamıştı. Ama o yeni deneyimleri sever ve ne istediğini gayet iyi bilen bir kadındır. O, çok güçlü ve ilham verici bir kadındır. Birkin, onun için tasarlayacağım parfüm için adeta benimle birlikte çalıştı. Kokunun içeriğine koyduğum her notayı onayladı. L'Air de Rien'de Fransız meşe yosunu, Tunus turunçgil yağı, tatlı misk, vanilya ve amber kullandık. Birkin kokuyu oluştururken, onun biraz kirli kokmasını ve eski evlere, tozlu kitaplara, parke cilasına benzemesini istedi. Aslında kokusunu serbest bırakmak onun fikriydi ama çok kısa zaman içinde kült bir modern klasiğe dönüştü L'Air de Rien."

Kısaca Jane Birkin'den, parfümün oluşturulma sürecini dinleyelim:

"Lyn'in Londra'daki harika laboratuvarına gittiğimde saatler geçirdim orada. Bana karşı çok cana yakındı. Ona, parfümler hakkında hoşuma gitmeyen hiç bir şeyi anlatmak zorunda kalmadım. Lyn'in yaratacağı parfümün, erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler gibi kokmasını istedim. Ama gerçekte böyle şeyler bir parfümde olamazdı ve bizde mecburen başka şeyler düşünmek zorunda kaldık.


Tasarlamayı düşündüğü parfümü psikolojik yönden ele aldı. Benim için önemli olan bir çok konu ve mekan hakkında zevkle konuştuk. Sanki, İstanbul'da bir kahve dükkanında, masaların altında oturan kediler gibiydik. Lyn, kokulardan oluşan portremi yapmaya çalışıyor gibiydi.

Onunla konuşurken bir taraftan da kağıtlara bir şeyler karalıyordum. O anda elimdeki çizimleri aldı ve "Hadi bunu şişenin içine koyalım" dedi. Yaptığınız şeyin güzel ya da ilginç olduğunu birilerinin söylemesi çok hoş."

Farkındayım sözü yine fazla uzattım. Artık geçeyim parfümümüze. L'Air de Rien, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı yine garip bir Miller Harris tarzında gerçekleşiyor. Üst notaları kokluyorum. Sanırım erkeksi çiçekler, kremsi misk ve biraz lavanta var. Karar vermek zor. Fena değil üst notaları. Orta kısımda kokuda değişim oluyor. Parfümün ana karakteri hayvansal vanilya ve amber baş role geçiyor. Hissedilir oradan da baharatlar da var. Eski kokan bu bölümü azıcık Shalimar'a benzettim. Hatta The Third Men' bile çağrıştırıyor. Belki de Jicky. Gerçekten ilginç ve başarılı hayvansallığa sahip. Uzak ara en sevdiğim yeri orta bölüm oldu. Son kısma geçeyim. Burada pudramsı vanilya var. Ona kremsi odunsu notalar da eşlik ediyor. Çok çarpıcı yada farklı değil sonları. Bence parfümün en sıradan kısmı kapanışı. Böylece de tenden ayrılıyor.

L'Air de Rien, genel olarak hayvansallığın yoğun olduğu bir parfüm. Fakat çok keskin ve rahatsız edici değil. Hayvansallık, vanilya ve egzotik amberle yumuşatılarak verilmiş. Parfümün ana aksını bu üçlünün oluşturduğunu düşünüyorum.Onun dışında başlangıçtaki tuhaf çiçekleri lavantaya benzettim. Fakat kendi sitelerinde neroli var. Daha önce denediğim neroli kokusuna hiç benzemiyor. Üst notalarda turunçgil de hissetmedim. Kremsi beyaz misk yüksek ihtimalle üst notalarda mevcut. Başlangıcı biraz alışılmamış denebilir. Orta kısım zaten hayvansal vanilya ve amberden oluşuyor. Biraz da baharatlar mevcut. Fakat genel kompozisyona fazla müdahil olmuyor baharatlar. Alt notalardaki sıradanlığa anlam veremedim. Sanki öylesine yapılmış veya ihmal edilmiş kapanış bölümündeki odunsular ve pudramsılık, kalite hissiyatından uzak. Keşke daha ilginç olsaymış sonları.


L'Air de Rien, Jane Birkin için tasarlanmış ve kokusu ona ithaf edilmiş. Tamam buraya kadar normal. Kokusunun bu kadar hayvansal olmasını yadırgadım bir kadın parfümü olarak. Bence bu kadar hayvansal parfümler, kadın kullanımına uymuyor. Biz, kadınlara daha çiçeksi kokuları yakıştırdığımızdan dolayı ön yargılı da olabiliriz. Ama bu parfüm bence güçlü erkeksi vurgusu olan yapıya sahip. Yada benim zihnimde bu tür kokuların yeri erkek kullanımı için. Bir kadın neden bu kadar hayvansal koksun ki.

Aslında bu hayvansallığın sebebi yukarıdaki Lyn Harris'in sözlerinde mevcut. Parfümün biraz "kirli" kokmasını Birkin istemiş. Buradaki kirlilik, toz-çamur anlamında değil. Edepsizlik ve erotiklik kast edilmiş. Belki de Birkin'in karakteri ile uyum sağlanmaya çalışılmış. Birkin'in, parfümün "erkek kardeşimin saçı, babamın piposu, tozlu eski kitaplar ve Metrodaki eski günler" gibi kokmasını istemesini anlayabilirim. Burada eskiye duyduğu özlem olabilir. Fakat L'Air de Rien'in kardeşinin saçı, tozlu kitaplar yada babasının piposu gibi kokmadığını düşünüyorum. Hele ki eski günlerdeki Metro kokusu!

L'Air de Rien, sevmesi ve kullanması kolay bir koku değil. Denemeden alınamayacak, herkese hitap etmeyecek kadar farklı ve zor. Onun için önce denemenizi tavsiye ederim. Eğer The Third Man, Jicky, Shalimar, Mouchoir de Monsieur gibi eski tarz hayvansal arkadaşları seviyorsanız, L'Air de Rien'e modern bir yorum olması bakımından şans verebilirsiniz.

Genel olarak büyük değişim göstermedi tenimde. Kalite hissiyatı belli seviyenin üzerinde. Kullandığınız zaman bol bol övgüler alabileceğiniz bir kardeşimiz değil. Daha mod veya ambians kokusu gibi duruyor. Günlük kullanıma uyabilir ama belki havanın kapalı olduğu depresif günlerde. 2006 yılında çıkarılmış olmasına rağmen, bence eski ve nostaljik kokuyor L'Air de Rien. Eskinin aristokratik olgun parfümlerine gönderme olarak düşünülebilir.


Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında "Kiber Geçidi" olarak tanımlanmış. Ayrıca beş üzerinden dört puan vererek çok sevdiğini söylemiş. Luca Turin kadar kokusunu kendime yakın bulamasam da benden beş üzerinden üç puan çalışır.

Eau de Parfum olarak satılıyor. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler rahatlıkla kullanabilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Belli yaşın üzerindeki (30 ve üzeri) arkadaşlara tavsiye ederim.

Koku Güzellği:10/7

3 Ocak 2014 Cuma

Yves Saint Laurent – M7 (2002)


Yves Saint Laurent – M7 (2002)

“Sex Sells”

Türkçeye kabaca "cinsellik her zaman talep görür" olarak çevrilebilecek bu söz, özellikle son yıllarda pazarlama şirketlerinin sıkça başvurduğu yöntemlerden birisi. Cinselliğin ürünlerin pazarlanmasında kullanılmasının, satışları arttıracağı öngörüsüne dayanıyor. Gösterişli ve sansasyonel pazarlama kampanyalarıyla, şirketler büyük kitlelere ulaşmaya çalışıyorlar. Ve tabiki asıl amaç daha çok satmak ve karlılığı arttırmak.

Anglo-sakson tarzı liberal sayılabilecek kültürlerde cinselliğin kullanıldığı reklamların etkisinin fazla olduğu söylenebilir. Fakat her kültür, yoğun cinsellik kokan reklamlara bu kadar özgürlükçü bakmayabilir. Hele ki bizim gibi muhafazakar sayılabilecek ülkelerde fazlaca alıcısı olur mu bu tür reklamların bilemiyorum.

Cinsellikten korkmayan bir adam olan Tom Ford, on iki yıl önce yine yapmıştı yapacağını. 2002 yılında Yves Saint Laurent markasının tasarım yöneticisiyken, M7 isimli bir parfümün üretilmesine onay verdi. Hatta bu parfümün pazarlama kampanyasıyla ilgilendi. M7'nin çok konuşulan ve kimileri için "şok edici" olarak nitelenen reklam afişleri her şeyi anlatıyordu.

Fransız erkek manken ve dövüş sanatları şampiyonu Samuel de Cubber'in M7'in reklam afişlerinde boy göstermesinin, normalde hiç bir problem yaratmaması gerekir. Fakat bu afişlerde Samuel de Cubber'ın çırılçıplak olarak poz vermesi ve bunun resmi tanıtımın bir parçası olması, muhtemelen çoğu kişi için (Avrupa'da olsa bile) kabul edilebilirlik sınırlarını aşma anlamına geliyordu. Hatta bir çok dünyaca ünlü moda dergisi bile sayfalarında bu afişleri sansürleyerek verdi okurlarına.

                  İşte Samuel de Cubber'li olay yaratan afiş. Mecburen afişin alt kısmını sansürledim :)

Şimdi burada can alıcı nokta biraz farklı. M7'nin reklam afişlerinde düzgün vücutlu ve çıplak bir erkek olması, onun farklı çağrışımlar yapmasına sebep oldu. Özellikle erkek eşcinsellerin (gay) çok daha dikkatini çekmişti M7’nin pazarlama kampanyası. Çünkü bir erkek parfümünde neden çıplak erkek figürü kullanıldığı sorusu gündeme geliyordu. Muhtemelen M7'nin fikir babası sayılabilecek Tom Ford'un da eşcinsel olması, böyle bir algı yaratmıştı. Tabiki burada "M7 eşcinsel erkeklerin parfümüdür ve onlara hitap etmektedir" gibi bir yaklaşımın altı fazlasıyla boş olacaktır. Yurt dışı merkezli parfüm platformlarında M7'nin çok büyük bir hayran kitlesi olduğunu anlamak zor değil. Neredeyse her parfüm severin koleksiyonunda bulunuyor M7. Hatta bir çok koku sever büyük kızgınlık duyuyorlar M7'nin üretiminin bitirilmesine. Yani M7 şimdiden parfüm severler arasında kült olmuş bir parfüm dersem yanlış olmayacaktır.   

Buradan hareketle Tom Ford’un amacına ulaştığı söylenebilir. M7 piyasaya sürüldüğünden itibaren büyük sükse yapmıştı ve sektördeki gözlerin ona çevrilmesini sağlanmıştı. Peki garip bir şifreye benzeyen M7 ismi ne anlama geliyordu? Yves Saint Laurent'in yedinci erkek parfümü olan M7, aslında "Male/Masculen 7"'nin kısaltılmış haliydi. Şişesini bile Tom Ford'un tasarladığı söylenen M7'nin provakatif reklamları için kısaca şöyle söylemişti Ford: "M7 için hazırlanan reklam kampanyasında saf ve bilge bir çıplaklık vardır. Parfümü nasıl olsa tenimizde kullanıyoruz, onun üzerine kıyafet giymeye ne gerek var ki. M7'nin reklamlarında, doğal ve rahat erkek güzelliği imajı veren bir adam göstermek istedim."

Sözü daha fazla uzatmadan geçeyim kokuya. M7, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda neredeyse şekerli meyveler ve aromatik otlar karşıma çıkıyor. Meyvemsilik daha baskın. Sonrasında orta kısma geçiliyor. Burada aynı tatlı meyvemsi his devam ediyor. Ayrıca bütün ağırlığıyla öd teması ile karşılaşıyorum. Şekerli hale gelmiş öd diyebilirim. Öde hissedilir oranda kuru tütsü eşlik ediyor. Biraz da vetiver algılıyorum fakat çok gerilerden. Öd orta kısımda adeta tek oyun kurucu.  Geçeyim alt notalara. Tatlımsı öd hala baskın sonlarda. Orta notalarla paralel devam ediyor kokusu. Kapanışında kremsi odunsu notalar ve misk var. Böylece de tenden ayrılıyor.


M7, tenimde fazlasıyla düz çizgide ilerledi. Başlangıcındaki kısa süreli tatlı  meyve-aromatik otlar dışında neredeyse hiç değişmiyor. Öd-meyve-sandal ağacının kol kola girdiği bu arkadaş basit ve tek düze yapısıyla şaşırtıyor beni. Bu kadar övgüler alan ve büyük hayran kitlesi bulunan parfümün çok daha ilginç olmasını beklerdim oysaki. Fakat tenimde geçen saatlerin ardından hala o tek düze öd kokusundan başka hiç bir şey yok.

Bir başka şaşırdığım kısmı orta notalardaki zıtlık. Bu bölümde tatlı meyvemsi öd ağacına kuru ve karanlık tütsünün eşlik etmesi ilgi çekici. Öd oldukça tatlıyken, tütsünün karanlık ve kuru olması garip bir kontrast yaratmış. Hatta Chandler Burr’un dediği gibi hafiften plastiğimsi deri de olabilir. Vanilya destekli kremsilik bile diyebilirim. M7’nin kokusunu şöyle tanımlayayım: Tatlımsı kırmızı meyveler, kremsi odunsu notalar, öd, misk ve sandal ağacı. Kokusunun yumuşak ve uysal olduğunu düşünüyorum. Sert yada köşeli değil. Biraz yapaylık sınırında geziyor. Tatlımsı meyveler bağlamında, Joop Homme ile aralarında görünmeyen bağ var sanki M7’nin. M7’yi, Joop Homme’un çok daha kullanılabilir hale getirilmiş ve kalitesi arttırılmış uzaktan akrabası olarak yerleştiriyorum zihnime. Umarım yanılmıyorumdur.

M7, ağırlıklı olarak öd temasına sahip. Öd öyle büyük bir yer kaplıyor ki diğer notaları adeta eziyor. Yapaylık hissetmediğim öd biraz fazla tatlı geldi bana. Arap parfümlerindeki gibi hacı yağımsı gibi kullanılmamış öd. Modern, kremsi, sandal ağacı gibi ve Avrupalı olarak düşünebilirsiniz. Eğer öd kokusunu seviyorsanız ve niş parfümlere yüksek fiyatlar ödemek istemiyorsanız deneyebileceğiniz çok az seçenekten birisi ana akım markaların arasında.


M7 gerçekten de garip sayılabilecek ve ezber bozan bir parfüm. 2002 yılında böylesine öd ağacı kokusu çılgınlığı yaşanmazken ortaya çıkmıştı. Muhtemelen ilk önce ne olduğunu anlaşılamadı. Fakat ilerleyen yıllar, onu haklı çıkarmıştı. Eski formül M7’de fazlasıyla tatlı kullanılmış kremsi ve meyvemsi (kiraz) öd ağacının şaşırtıcı olduğunu söyleyebilirim. Zaman zaman kadınsı yönlerde taşıyan bu parfüm, söylendiği gibi erkeksi bir kalıba sığmayacak kadar değişken. Hatta bazen kadın ruju kokusu bile aldım M7’den. Bu durumda onu kadınlar kullanabilir mi? Kesinlikle evet. Peki sonuç ne olur? Kim bilebilir ki…

Biraz da ben provokasyon yapayım. M7, hissedilir oranda kadınsılık barındırıyorsa ve erkek parfümü olarak piyasaya sunulduysa, eşcinsel erkeklere hitap eden  ve onlar düşünülerek tasarlanmış bir parfüm mü? Her zaman ki gibi bu tür toptancı yaklaşımları kabul etmiyorum. Bu parfümü eşcinsel erkeklerde, maskülen erkeklerde hatta kadınlarda kullanabilir. Bu anlamda çok yönlü bir kokusu olduğunu düşünüyorum.

Kimileri M7'yi "ya aşık ol ya nefret et" olarak nitelendiriyor. Şöyle bir düşündüğümde ne aşık oluyorum kokusuna ne de nefret ediyorum. Zaten öd temalı parfümlerle aram fazla iyi değil. Belki de onun için M7 beni yeterince içine çekemedi. Bu parfüme aşık olanlardan affımı isteyerek diyeceğim ki, ortalama bir parfüm oldu benim nazarımda.

Bazı yorumcular M7'yi kirazlı öksürük şuruplarına bazıları da ilaç kutularına benzetmiş. Kullandığım eski sürümü (Vintage) olduğu için hiç öyle kokular almadım. Evet o meyvemsi yanı kiraza benziyor. Eski versiyonunda yapaylık yok denecek kadar az. Muhtemelen yeni formülasyonlarında o ilaç kokusu mevcut. Zaten yeni formülasyonundan neredeyse herkes şikayetçi. Parfümün ciddi anlamda farklılaştığı ve yapaylaştığı söyleniyor. Yeni formülasyonu denemediğim için karşılaştırma yapamayacağım.


Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında M7, öd ağacı olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinde dört yıldız verilmiş. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr ise şunları söylemiş M7 için:

"2002 yılında Yves Saint Laurent'in tasarımcıları Tom Ford and Chantal Roos, Alberto Morillas ve Jacques Cavallier'e M7 isimli bir erkek parfümü tasarlattılar. M7 muhtemelen başarısız olmuştu çünkü özü itibariyle kullanması çok zor bir kokuya sahipti. Biraz yanmış plastiğe, asfalt dumanına, yeni dökülmüş asfalta ve kömürleşmiş Gaiac ağacına benziyordu. Onun kokusunun karşılığı, Coen kardeşlerin bir filmi olabilirdi."

Sadece Burr ve Turin değil, ünlü parfümör Roja Dove'da M7 için şunları söylemiş: "M7 tarihsel olarak çok önemli bir parfümdür. O, öd (oud) temasını içeriğinde barındıran ilk parfümdür. Zamanının ötesinde bir öncüdür."

Bay Dove, M7'nin ilk öd temalı parfüm olduğunu iddia ediyor. Tabi böylesi bir ustanın beyanına güvenmekten başka bir seçenek yok sanırım. Yukarıda da bahsettiğim gibi kısa zamanda kült bir klasik haline gelen M7'nin üretimi geçtiğimiz yıllarda bitirildi. Eğer merak ediyorsanız elinizi çabuk tutun yoksa bir kaç yıl sonra M7'yi hiç bir yerde bulamayabilirsiniz.


M7'yi Jacques Cavallier ve Alberto Morillas gibi dünyaca ünlü iki burun birlikte tasarlamış. Kırmızı kışkırtıcı şişesine ise Tom Ford ve Doug Lloyd imza atmışlar. Sonbahar-kış mevsimi için kullanmak daha uygun olacaktır.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com’a teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

30 Aralık 2013 Pazartesi

Puredistance – M (2010)


Puredistance – M (2010)

Puredistance, Jan Ewoud Vos tarafından kurulmuş niş parfüm evi olarak kayıtlara geçebilir. Jan Ewoud Vos, fotoğraf sanatçılığı ve tasarımcılığın ardından parfümlerle de ilgilenmek istemiş. 2010 yılında kurulan Puredistance, ilk yıl, üç parfüm piyasa sürdü. Özellikle I isimli kadın parfümü oldukça ilgi çekti. Aynı yılın sonlarında M'de piyasaya sürüldü. 2011 yılında hiçbir parfüm çıkarmayan marka, 2012’de Opardu, 2013 yılında Black'i görücüye çıkardı. Henüz üç yıllık bir parfüm evi ve sadece beş parfüme sahipler. Sanırım ağır ağır ama sağlam adımlarla ilerlemek istiyorlar.

Puredistance'ı takip ettiğim yurt dışı parfüm platformlarında tanıdım. İsminden bu kadar çok bahsedilen bir markanın ilgimi çekmemesi düşünülemezdi. Özellikle bugün yazacağım M, adeta fenomen olmuş durumda. Böylesine talep gören ve hakkında bir çok şey yazılan parfümün incelemesini vakit geçirmeden yazmak istedim. Markanın kendisini nasıl konumlandırdığı ile ilgili gözlemlerimi de aktarmak istiyorum.

Evet bana da biraz garip geldi ilk başta Puredistance.  Jan Ewoud Vos isimli neredeyse hiç tanınmayan bir adam. Niş parfüm dünyasında henüz üç senelik yepyeni bir soluk. Acelesi olmayan bir marka olduklarını, son üç yılda sadece 2 parfüm çıkararak kanıtlamış durumdalar. I ve M isimli iki parfümü büyük ses getirmiş gibi görünüyor koku severler arasında.


Puredistance'ı fiyat bağlamında ele alarak durumu açıklayayım. Puredistance’ın daha önce hiç bir markada rastlamadığım 17.5 ml. şişelerinin fiyatlarının 165 Euro olduğunu gördüğümde ne diyeceğimi bilemedim. Hele ki kendi sitelerinde 100 ml. parfümlerinin 490 Euro olduğunu fark ettiğimde boğazıma küçük bir düğüm takıldı. Acaba doğru görüyor muyum diye tekrar kontrol ettim. Çünkü bir şişe parfüm için istenen bu müthiş rakam, dünyanın en pahalı markalarından birisi haline getiriyor Puredistance'ı. Yani niş markaların bile neredeyse iki katından yüksek fiyatlara satılması, onu niş üzeri bir segmente çıkarıyor. “Ultra lüks” sözünü pek sevmesem de sanırım Puredistance için söylenebilir. Aynı Nasomatto, Amouage veya Clive Christian gibi...

Otomobil dünyası ile karşılaştırma yapacak olursam karşımızda Aston Martin var diyebilirim. Zaten ilginç olan şey de M'in gri bir Aston Martin'den esinlenmiş olması. Bu bilgiyi bizzat kendi sitelerinden edindiğimi belirtmem gerek. M’in tanıtımı şu minvalde yapılmış:

"Puredistance - M (erkek ve kadın için), oryantal, deri, şipre kategorisindedir. Görkemli, şehvetli ve kompleks, aynı zamanda asil ve sofistikedir. Londra'da, parfüm profesörü ve en önemli otoritelerden olan Roja Dove tarafından tasarlanmıştır. M, gri bir Aston Martin'in iç mekanının konforlu şıklığından esinlenmiştir. M, klasik anlamda deri şipre kokusudur. Beklenmeyen oryantalliği ile modern ve özgünlük hissi verir. M, şık dumansı deri kokusu ile kuşatıcı ve konforludur. İlhamını, James Bond'un arabasından almıştır."


M'in açılışı yoğun portakal/portakal çiçeği ile gerçekleşiyor. Ferah ve hafif değil. Üst notalar için derin, detaylı ve yoğun denebilir. Biraz Tauer'lerin açılışını hatırlattı bana. Fakat Tauer'lerden çok daha başarılı bence. Başlangıcını sevdim. Orta notalarda kokusu oldukça değişiyor. Portakalın yerini tatlımsı keskin baharatlar ve deri alıyor. Derin, karanlık, dumansı ve egzotik. Baharat-deri ikilisine geri planda meşe yosunu, amber ve kabe samanı (vetiver) destek veriyor. Yüksek kaliteli baharatları çok sevdim. Orta notalar gayet başarılı. Sonlara gelindiğinde karanlık yapı devam ediyor. Baharatların etkisi azalırken, tatlımsı odunsu notalar kendisini gösteriyor. Tek düze ve vasat tatlı odunsu notalar küçük çaplı hayal kırıklığı yarattı. Kapanışını hiç başarılı bulmadım ne yazık ki.

Kendi sitelerindeki tanım olan oryantal ve deriye katılmakla beraber, şipre bölümünün nerede olduğunu çözemedim. M, koyu, karanlık, gotik bir baharat-deri-tütsü kombinasyonu gibi geldi bana. Sonları dışında yüksek kaliteli, ilginç, gizemli ve dumansı.

Daha özele inecek olursam, M, deriden ziyade baharat parfümü. Tarçın ve karanfil nefis kullanılmış. Hatta kimi zaman mesir macunlarını hatırlattı bana. Tatlımsı karanlık baharatlarla derinin güzel bir işbirliği var orta notalarda. Bu anda karşımıza çıkan ikili bence parfümün en etkileyici kısmı. Tütsünün de hatırı sayılır bir yeri var orta kısımdan itibaren. Alt notalarındaki sıradan odunsu notalardan ise bahsetmeme gerek bile yok.


Zengin ve dumansı bir deri-baharat kokusuna ihtiyacınız varsa Puredistance'ın kapısını çalmanız gerekecek gibi. Genel anlamda güzel bir arkadaş. Dolu dolu bir parfüm kokladığınızı hissediyorsunuz. Güçlü ve sağlam yapısı sizi memnun edecektir. Zaman zaman serseri zaman zaman depresif zaman zaman gizemli kokusuyla farklı bir deneyim yaşatacağını düşünüyorum size.

Kendi sitelerinde M’in şipre yönü vurgulanmış. Peki M, şipre mi? Bence kesinlikle değil. Belki başlangıcı için azıcık şipremsi denebilir. Fakat modern bir kokuya sahip olduğunu düşünüyorum. Eğer muhakkak bir şeye benzetilecekse, aromatik fujerlara daha yakın olduğu söylenebilir. Fakat çok güvenli kokmadığını söylemem gerek. Her deneyen arkadaşın sevebileceği gibi değil. Kullanması zor bir koku gibi duruyor. Karşı cinsten övgüler almak istiyorsanız M, iyi bir seçenek olmayabilir.

Değinmem gereken önemli bir durum daha var. M'in konsantrasyonu Parfum Extrait olarak verilmiş. Kendi sitelerinde %25 konsantre parfüm yağı olarak sunulmuş. Yani EDP'lerden bile daha yüksek bir oran. Çok az marka Parfum Extrait olarak üretim yapıyor. Aklıma ilk olarak Nasomatto geliyor. Bir de bazı markaların çok az parfüm için limitli üretim olarak sürdükleri kokularda kullanılıyor. Yani türünün az rastlanan örneklerinden Puredistance parfümleri. Fakat bu durum fark edilirliğini o kadar da etkilememiş. Kalıcılığı gayet iyi.


Parfümün tasarımcısı Roja Dove. M, uniseks olarak parfüm severlerin beğenisine sunulmuş. Oldukça şaşırdım bu duruma. Bence gayet erkeksi duruşa sahip. Bu parfümü bir kadının üzerinde pek hayal edemiyorum. Onun içindir ki erkek arkadaşlar listelerine alsalar iyi olur. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Denemeden almak iyi fikir olmayabilir.

Koku Güzelliği:10/8

27 Aralık 2013 Cuma

Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)


Guerlain – Derby (Eski Formülasyon/Vintage) (1985)

Bu soğuk günlerde, güneşin yaz-kış eksik olmadığı Kuzey Afrika'ya gitmeye ne dersiniz? Uzun yıllar Fransa'nın sömürge yönetimi altında yaşayan bu coğrafya, her ne kadar şu sıralar karmaşık durumdaysa da, ilerleyen yıllarda eminim ki her şey rayına oturacak. Toplumsal barışın artık zor sağlanabildiği dönemlerden geçiyoruz. Sanırım bu bir süreç ve iyiye gitmeyi ummaktan başka elimizden gelecek fazla şey yok gibi.

Kuzey Afrika'nın güzel ve kendi halinde ülkesi Tunus'un tarihi, antik Roma dönemlerine kadar uzanıyor. Bir zamanların en büyük cihan imparatorluğu olan Roma'nın, etki alanlarından birisi de Tunus'tu. Hatta bazılarına göre Afrika'nın en etkileyici Roma izlerine burada rastlanabilir.

Roma İmparatorluğu dendiğinde benim aklıma kolezyumlar ve amfitiyatrolar geliyor. Kolezyum mimarisinin gösterişli olduğunu vurgulamama gerek bile yok. Roma'da halkın en büyük eğlencelerinden ve sosyalleşme yerlerinden olan kolezyumlarda, bugünün dünyası için vahşi sayılabilecek ölümüne dövüşlerin yapıldığı, "Gladyatör" filminden ve tarihi kaynaklardan çoğumuza aşinadır. Roma mimarisinin anıtsal yapılarından olan kolezyumların, günümüzde ayakta kalabilen az sayıda örneklerinden birisi de Tunus'ta. El Jem (El Djem) şehrindeki Roma kolezyumu, bugün önemli bir sanat eseri olarak titizlikle korunmakta. Unesco'nun da dünya mirası olarak kabul ettiği bu yapıyı, 1980'li yıllarda bir Fransız "usta parfümör" ziyaret eder. Bu ziyaretin zihinsel mi yoksa fiziksel mi olduğu konusu benim için şimdilik muamma. Ve Derby’nin oluşturulma fikri de böylece ortaya çıkmış olur.


1985 yılında Guerlain parfüm evi, Derby isimli erkek parfümünü piyasaya sürecekti. Parfümün yaratıcısı Jean-Paul Guerlain, bu parfümün ilhamını Tunus’taki kolezyumdan almıştı. Burada amaç, kolezyumda yüzlerce yıl önce koşturulan atlara bianen, parfümün deri temalı olması mıydı? Muhtemelen evet. Hatta şişe tasarımı bile Roma İmparatorluğunun arması olan kartal figürüne benziyordu. İşte bazı yorumculara göre "şimdiye kadar yapılmış en iyi erkek parfümlerinden birisi" olan Derby'nin kısa hikayesi böyle denilebilir.     

Bu tarihi önemdeki parfümün eski versiyonunu (vintage) kullanıyorum. Kartal (Eagle) şişe denilen ve artık çok zor bulunan orijinal formülasyon Derby ile tanışmak benim için gurur verici. Kendimi şanslı azınlıktan birisi olarak görüyorum. Bir de 2012 yılında uzun ince dikdörtgen forma sahip, yeni şişe tasarımıyla tekrardan piyasaya sürülmüş durumda.

Derby, kendi sitelerinde fujer-şipre-deri olarak sınıflandırılmış. The Exclusive Collections’un altında “Les Parisiens” serisinin üyesi olarak gösterilmiş. Tanıtımı şöyle yapılmış:

"Derby'i oluşturma fikri, Jean-Paul Guerlain'in vizyonu çerçevesinde, Tunus'taki El Djem anfitiyatrosunu ziyaret ettikten sonra ortaya çıkmıştır. Pirinçten yapılmış hissi veren bu koku, cesur erkeklere adanmıştır. Sıcak ve şehvetlidir. Erkekler için şık bir zırh. Derby, vahşilik ve uygarlığın karışımıdır: Baskın baharatların akını, odun ve deri. Zeki ve rafine erkeğin imzasıdır. Eşine az rastlanan fujer, şipre ve deri akorları saygı ve hayranlık uyandırır. Bir tarzın en mükemmel örneği.”


Derby'i üzerime ilk sıktığımda karşıma 1970'li yılların şiprelerini hatırlatan tozlu ve eski bergamotla turunçgiller çıkıyor. Bir çok yüksek kaliteli şiprede karşıma çıkan nostaljik ve eski turunçgiller gayet güzel ve rafine. Oldukça da yoğun ve keskin. Başlangıcına hayran olamasam da çok başarılı buldum. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Asıl şölen bu andan itibaren başlıyor. Turunçgiller ve bergamot geri çekilirken onların yerini tatlı baharatlar alıyor. Karanfil ve karabiber olabilir. Biraz da erkeksi çiçekler ve aromatik otlar mevcut. Orta kısmı harika diyebilirim. Son kısımda yine büyük değişim var. Tatlı baharatlar ortadan kaybolurken müthiş bir deri sizi selamlıyor. Deriye gerilerden meşe yosunu da eşlik ediyor. Gayet şık ve erkeksi. Son kısımda etkileyici. Böylece tenden ayrılıyor.

Derby’in başlangıcı oldukça yoğun geldi bana. Oysaki çok fazla da sıkmadım hiçbir kullanımda. İki fıs bile ilk başlarda fazla geldi. Onun içindir ki abartılı kullanmayın derim onu. Yoksa hem sizi hem de etrafınızı rahatsız etmesi olasılık dahilinde.

Derby, 1980'li yılların tatlımsı baharatlı deri kokularının belki de en iyisi. Başlangıçta şipre olarak kendisini gösteren, sonrasındaysa fujer karakterini benimseyen yapısıyla ilgi çekici bir eser olarak değerlendiriyorum onu. Yer yer erkeksi ve maço yer yer kadınsı nüanslar içeren yer yer cinsiyetsiz bir klasik gibi davranan Derby, ders veriyor adeta parfüm nasıl olur diye. Rahatlıkla niş parfümlerle rekabet eder, bir çoğunu da geride bırakır eski formülasyon Derby.

                                                                          Resim: Basenotes

Başlangıcı biraz büyük kız kardeşi Mitsouko'yu andırıyor. Orta kısmı Obsession, Bois du Portugal, New York paralelinde. Son kısımsa size özel bir deri kokusu sunuyor. Adeta el işçiliği ile yapılmış deri çanta yada ayakkabı gibi. Çok değerli, az bulunan, emek sarfedilmiş, detaylı ve zengin. Özel bir koleksiyon parçası olarak düşünülebilir.

Dikkatimi çeken yanlarından birisi de tatlılık oranı oldu. Tatlılık tenimde başlangıçta çok azken, orta kısımda oldukça hissedilir hale geldi. Fakat günümüzün modern ve bol şekerli sıkıcı parfümlerindeki gibi değil. Yine de kimilerine fazla gelebilir.

Derby, en büyük pişmanlıklarımdan birisi. Bu zamana kadar böylesine nefis parfümü neden keşfedemedim diye kendime kızıyorum. Olabilecek en iyi erkek parfümlerinden birisi gerçektende. Derby, çok şık, rafine, kibar, saygı duyulası eski Fransız beyefendisi gibi. Üzerine tam oturmuş takım elbisesi, şapkası, elinde şemsiyesi, yeni boyanmış pahalı deri ayakkabıları ve ceketinin ön cebindeki takımıyla uyumlu mendiliyle, 1960'lı yıllardan fırlayıp gelen bir adam adeta.


Bu parfümü kimler mi kullanmalı? Frank Sinatra dinleyen, Orson Welles'in oyunculuğunu takdir eden, Oscar Wilde'in oyunlarını seven, Edgar Allan Poe'nun kısa öykülerini okuyan, David Lynch'in yönettiği filmleri izlemekten keyif alan, sadece Michelin yıldızına sahip mekanlarda yemek yiyen, Mercedes değil Aston Martin kullanan, şaraplar hakkında ortalama üzeri bilgiye sahip, kırklı yaşlarına gelmiş, hayatın bir çok badiresini atlatmış ve onları potasında eriterek gusto sahibi olabilmiş erkeklere uyacaktır Derby.

Peki Derby modası geçmiş bir aktör mü? Hani yaşı ilerledikçe filmlerde veya dizilerde yer bulamayan Yeşilçam oyuncuları gibi mi? Tabi aktörler ile parfümler arasında böyle bir bağlantı kurmak doğru olmayabilir. Evet Derby eski kokuyor. Günümüzün parfümlerine benzemiyor. Genç arkadaşlar ona burun kıvırabilirler ve dedelerini hatırlattığını düşünebilirler. Zaten Derby’nin de on sekiz yaşındaki genç arkadaşlarla pek işi yok. Pek alışılmış ve modern kokmasa da bence 2013 yılının şu son günlerinde hala severek kullanılacak bir arkadaş olarak görüyorum kendisini.

Parfüm yazarı Luca Turin, Derby'i dumansı odun kokusuna benzetmiş ve beş üzerinden beş vererek en iyi parfümler listesine almış. Ayrıca "Tüm zamanların en iyi on erkek parfümünden birisi" olduğunu belirtmiş. Bu konuda Turin'e katılıyorum ve bende en iyi parfümler listeme ekliyorum zaman kaybetmeden.


İlk çıktığından itibaren sadece EDT olarak üretilmiş. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Bulabilirseniz eski kartal şişe olarak tabir edilen versiyonunu alın. Bunu çok sık söylemem ama bu tarz kokuları seviyorsanız gözünüz kapalı alın ve keyfini çıkarın.

Bravo Guerlain, bravo Derby…

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/9

23 Aralık 2013 Pazartesi

By Kilian – Amber Oud (2012)


By Kilian – Amber Oud (2012)

Uzun zamandır dolabımda duran parfümlerden olduğunu söyleyebilirim Amber Oud'un. Geçtiğimiz yıl (2012) piyasaya çıkan Amber Oud, havaların soğumasını beklediğim parfümlerden birisiydi.

Amber Oud'un en ilgi çekici yanı şüphesiz, ismindeki "öd ağacı" göndermesi. Son yıllarda çılgınlık halini alan öd temalı parfümlere, niş parfümcülüğün iddialı ismi Kilian Hennessy'in tepkisiz kalmayacağı belliydi. Hatta öyle bir çıkış yaptı ki arka arkaya, beş öd temalı parfüm piyasaya sürdü, dört yıl içinde.

By Kilian, öd temalı parfümlerini "Arabian Nights" adı altında piyasaya sürüyor. 2009 yılında bu serinin ilk parfümü çıkarıldı. 2013 yılı sonu itibariyle beş parfüm var Arabian Nights serisinde. Bu serideki parfümlerin isimlerinin tamamında "Oud" var. Aslında gayet anlaşılabilir bu durum. Arap pazarı için tasarlanan ve ismi "Arap Geceleri" olan bir serinin Ortadoğu coğrafyasına hitap etmesi gayet anlaşılabilir. Önceki aylarda denediğim Incense Oud'u gayet başarılı bulmuştum. Şimdi serinin bir başka kokusu Amber Oud karşımda.


Resmi tanıtımı kısaca şöyle yapılmış: "Amber Oud, çok eskilerden kalma iki hammadde olan, Kamboçya'dan gelen amber ve öd ağacının, yumuşak, sıcak ve şehvetli karışımı üzerine inşa edilmiştir. Amber, karanlık öd ağacının hayvansal kalitesiyle yeniden inşa edilmiş, Laos'un benzoin'i ile Madagaskar'ın vanilyası, kokuya zenginlik katmıştır. Atlas'ın sedir ağacını beraberinde getiren bu kreasyon, balsamik notalar tarafından dengede tutulmaktadır."

Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılan Amber Oud'u üzerime ilk sıktığımda biraz irkiliyorum. Karmaşık, keskin ve biraz sert başlangıcı var. İlk algıladığım yoğun sıcak baharatlar. Muhtemelen tarçın, karanfil ve biber. Baharatlar tatlı değil hafiften metalik. Üst notaları sevdim. İlerleyen dakikalarda baharatlar biraz geri planda kalıyor. Ona destek olarak egzotik/hayvansal amber katılıyor oyuna. Orta kısımda gayet güzel diyebilirim. Geçeyim sonlara. Parfümün kapanışı radikal bir değişim gösteriyor. Başlangıçtaki baharat ve hayvansal amber ortadan kayboluyor. Onların yerini pudramsı vanilya biraz da odunsu notalar alıyor. Pek hoşuma gitmedi sonları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Amber Oud. İsmine bakarsak parfümün amber ve öd ağacını merkeze almasını bekleyebiliriz. Evet amber orta kısımdan itibaren yoğun ve ön planda. Fakat öd ağacına rastlamadım. Zaten bazı parfüm severlerde aynı şeyi söylemiş. Onlara katılıyorum. İsminde öd var ama bir çok öd temalı parfüm denemiş birisi olarak neredeyse hiç öd algılayamadım. Bu parfüm benim tenimde baharat-amber-vanilya ekseninde ilerledi. İyi ki de öyle yapmış.


Biraz detaya ineyim. Başlangıçtaki baharatların biraz metalik olduğunu yukarıda belirttim. Yapaylık sınırında dolaşan bu durumu inkar etmenin anlamı yok. Fakat yine de bu metalik tarz, biraz da içkimsi hava veriyor genel aurasına. Ve de onu ilginç şekilde cazibeli yapıyor. Keskin ve kuru baharatları kimileri Ambre Sultan'daki kullanıma benzetmiş. Biraz benzerlik olsa da Amber Oud, Ambre Sultan kadar kaliteli ve rafine değil. Şu halde bile başlangıcını oldukça güzel buldum.

Orta kısımdaysa hayvansal amber baskın. Şimdi genellikle hayvansal kokan parfümlerle aram yok. Gerek Dzing gerek Muscs Koublai Khan, bana göre arkadaşlar değil. Fakat burada amber ile hayvansallık arasında iyi bir denge kurulmuş. Bu şekilde rahatsız edici değil, tersine etkileyici. Fakat hala Ambre Sultan kadar baş döndürücü değil.

Son kısımsa ne başlangıca ne de orta kısma benziyor. Tamamen bağımsız bir vanilya ve sedir ağacı. Vanilya biraz pudralı kullanılmış. Güzel vanilya kullanımını seven ben bile sevmedim buradaki vanilyayı. Böylesi basit ve sıradan kokan vanilyayı, bir çok ana akım markada da görebiliriz. Neden son kısım bu kadar boş verilmiş anlamadım. Alt notalar hayal kırıklığı...

Amber Oud'u iki kısma ayırabilirim. İlk kısım baharatlı amber ve hayvansallık. Bu kısım muhteşem olmasa da başarılı. İkinci kısımsa vasat vanilyaya sahip son bölüm. Olmasa da olurmuş alt notaları.


Amber Oud, son kısmı hariç, kaliteli ve çekici bir kokuya sahip. Evet metalik yanı var. Fakat beni çok irite etmedi. Belli sınırlar içinde kabul edilebilir buldum.

Eğer öd temalı parfüm arıyorsanız sizin için iyi bir seçenek olmayabilir Amber Oud. Geneline baktığımda kompleks yada çok katmanlı değil. Arabian Nights serisinin oldukça yüksek fiyatlara satıldığını düşündüğümde, parasını hak eden bir parfüm olarak görmüyorum. Almadan önce muhakkak denemenizde fayda var.

Parfümün tasarımcısı, markanın diğer işlerine de imza atmış olan Calice Becker. Kilian Hennessy, internette rastladığım bir söyleşisinde Amber Oud'u uniseks olarak sınıflandırmış. Bence durum Hennessy'in dediği gibi değil. Gerek hayvansal yanı gerekse keskin kuru baharatlar, onu erkek kullanımına yaklaştırıyor. Kadınların üzerinde iyi sonuçlar vereceğini düşünmüyorum. Yani erkeksi bile denebilir Amber Oud için. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Sıcak yaz günlerinde denemenizi tavsiye etmem çünkü sonuç hoş olmayabilir.



Koku Güzelliği:10/7