19 Ağustos 2013 Pazartesi

Bond No.9 – Bryant Park (2007)


Bond No.9 – Bryant Park (2007)

Tarihi 1686 yılına kadar uzanan bir park. İlk olarak 1686'da New York Valisi Thomas Dongan tarafından kamulaştırılmış. İsminiyse 1884 yılında ölen sivil reformcu ve aynı zamanda romantik bir şair olan William Cullen Bryant'tan almış. Bryant Parkın bulunduğu alan tarih boyunca pek çok farklı şekilde kullanılmış. 1930'lu yıllarda mimarı tarzını belirlemek üzere yapılan yarışma sonunda yeniden şekillendirilmiş ve günümüze en yakın halini almış.

New York'un Manhattan bölgesinde bulunan, 39.000 m2'lik yüzölçümüne sahip park, New York Halk Kütüphanesi'nin hemen yanında, 5. ve 6. caddeler ile 40. ve 42. sokakları arasında yer alıyor. Devasa gökdelenlerin arasında kalmış Bryant Park, anladığım kadarıyla New York ahalisinin en sevdiği mekanlardan birisi. Günün her saati çimenlerin üzerinde güneşlenen, kitap okuyan, müzik dinleyen, arkadaşlarıyla sohbet etmek için burayı tercih eden yüzlerce insanla karşılaşılabilirmiş. Yazın açıkhava sinema gösterimleri ve yoga seanslarının yapıldığı Bryant Park, kış mevsiminde buz pisti haline getiriliyormuş. Böyle parka can kurban.

                                                                              Bryant Park

Oysaki bizim parklarımızda asla çimlere basılmaz. Yasaktır. Kocaman tabelalar asılır ne yapıp ne yapamayacağımızla ilgili. Malum, biz parkta ne yapmamız gerektiğini bilemeyecek kadar demokratik olgunluktan aciz kullarız çünkü. Koca koca yetkililerimiz o tabelaları koyduklarına göre vardır bir bildikleri değil mi?

Hele ki fikirlerimizi söyleyelim, parkımız elimizden gitmesin, ağaçlarımız sökülmesin, "çakma kışla" binaları ve alışveriş merkezleri yapılmasın dediğiniz zaman sopayı yiyiverirsiniz kafanıza. Hatta "Heyhat! Siz de kim oluyorsunuz? Bizden daha mı iyi bileceksiniz? Biz herşeyin en iyisini biliriz. Siz susun ve ne yaparsak yapalım bizi alkışlayın." cevabını alırsınız üstüne üstlük. Şehrin ve insanların nefes alacağı parklara alışveriş merkezi ve rezidans projeleri yapmak, bizim "vizyonu geniş!" yöneticilerimizin işleridir sadece. Bu Amerikalı yöneticiler pek akılsız mesela. Yapsalar ya bütün parklarına alışveriş merkezleri ve rezidans projeleri. Göndereceksin bizim yöneticileri New York'a. Bak o Central Parkı nasıl alışveriş merkezi cennetine çeviriyorlar. Bryant Park'a da o güzelim plastikten kondisyon oyuncaklarını koydun mu, işte sana büyük belediyecilik başarısı. Yok yok adam olmaz bu Amerikalı yöneticiler. Vizyonu dar adamların.

Dertliyiz hepimiz bu işlerden ve söylenecek hala çok şey var ama konumuz olan parfümlere dönelim daha da uzatmadan. Bond No.9 parfüm evinin 2007 yılında çıkardığı Bryant Park, anlaşılacağı üzere ismini New York'un sevimli bir parkından almış. Markanın Midtown serisine ait. Fragrantica'da çiçeksi şipre olarak sınıflandırılmış.


Parfümün açılışı lezzetli meyveler ile gerçekleşiyor. Tatlımsı ve biraz ekşi kırmızı meyveler. Sanırım, ahududu ve azıcık çilek. Ferah sayılabilecek modern açılışı var Bryant Park'ın. İlerleyen dakikalarda büyük değişim göstermiyor kokusu. Tatlımsı lezzetli meyvelere çiçekler ekleniyor. Ağırlık gülde. Bu andan itibaren meyveli-çiçeksi gibi davranıyor. Son kısımda ise bu ana yapıya biraz misk ve paçuli ekleniyor. Fakat ağırlık her zaman meyveli-çiçeksi birlikteliğinde.

Bryant Park, yumuşacık, hafif, tatlı meyveler ve gülden oluşan basit bir arkadaş. Derinliği olmayan, biraz hoppa, neşeli, gelip geçiçi, adeta yaz aşkları gibi. İnsanda güzel hisler uyandıran, rahatlatan, sakinleştiren hali var. Ama onun dışında daha fazlasını veremiyor bu ortalama kompozisyon.

Benzersiz veya yaratıcı değil. Bu kokuyu bir yerden hatırlıyorum dedirtme ihtamali olan parfümlerden. Burnum bir yerlerden ısırıyor ama çıkartamadım zaten.

Rahatsız edecek kadar yoğun yapaylığa rastlamadım genelinde. Fakat yüksek kaliteli koktuğunu da iddia etmek zor. Eğer bu tür meyveli gül temalı parfümleri seviyorsanız denemenizde fayda var. Tabiki Bond No.9'ın çok yüksek fiyat etiketleri başınızı döndürmeyecekse.

Şişesinin pembe olması, kadın parfümü izlenimi uyandırabilir. Bence de kadın kullanımına daha uygun. Kadınlarda göstereceği etkiyi erkeklerde gösteremeyebilir. Eau de Parfum olarak satılıyor. İlkbahar-yaz döneminde kullanmak iyi fikir.


Tasarımını tanınmış parfümörlerden  Michel Almairac yapmış. Luca Turin'in kitabında meyveli paçuli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş.

Artıları:
+ Genel olarak bir çok kişinin sevebileceğini düşünüyorum.
+ Neşeli ve canlı yapısı.

Eksileri:
- Baştan sona çok değişmeyen tarzı.
- Bir niş parfüme göre fazla mı basit?
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5

15 Ağustos 2013 Perşembe

Guerlain – Aqua Allegoria Lemon Fresca (2003)



Guerlain – Aqua Allegoria Lemon Fresca (2003)

Dünya parfüm endüstrisinin en köklü isimlerinden olan Guerlain'in, 1994 yılında lüks hazır tüketim grubu LVMH'e satılması çoğu kişide hayal kırıklığı yaratmıştı muhtemelen. Çünkü biliniyor ki butik ve bağımsız parfüm evleri, popüler markalardan ve bu yönde kokulara yer veren çok bilindik isimlerden daha önemli işlere imza atabiliyor. Evet belki büyük pazarlama kampanyaları yapmaz butik markalar. Video kliplerinde ünlü yüzleri oynatmazlar. Onlara kaynak ayırmak yerine, güçlerini sanat eseri olma ihtimalli parfümlere verirler. Ve bu yönleriyle çoğu zaman ana akım ve popüler markalardan bir kaç adım önde olurlar. Aynı şey Guerlain içinde geçerliydi. Ta ki 1994 yılına kadar.

Tek hedefi daha çok kar elde etmek olan günümüz şirketlerinin tipik örneği Louis Vuitton grubu. Önemli olan karlılık ve verimlilik. Çok satma ve çok kazanma her şeyden önce geliyor. Bu zihniyetteki bir holdingin, Guerlain gibi bağımsız bir pırlantayı, çok iyi yerlere taşıyamadığını üzülerek izliyoruz. 2000'li yıllardan itibaren Jean Paul Guerlain'in emekli olmasıyla, ortalama bir ana akım markaya dönüşme riskiyle karşı karşıya şimdi Guerlain parfüm evi. Yeni çıkardıkları bir çok parfüm ise eski efsanevi klasiklerinin yanına bile yaklaşamıyor ne yazık ki.

Louis Vuitton'un eline geçtikten sonra Guerlain markası bir çok parfüm piyasaya sürmeye başladı. Bunların içinde seri halinde çıkarılanlar da var. Mesela Aqua Allegoria serisi. 1999 yılında beş parfüm birden piyasaya sürülerek bu seriye başlandı. Sonrasında her yıl yenileri eklendi. 2013 yılı itibariyle otuz beşe yükseldi sayısı. Genel olarak bahar aylarından ve doğanın canlanmasından esinleniyor bu seri. Parfümlerini bahar aylarına girerken çıkaryorlar. Her parfümleri farklı temaya sahip. Mandalina, gül, yasemin, leylak, lavanta veya kivi gibi.


Bugün inceleyeceğim Aqua Allegoria serisinden Lemon Fresca olacak. Üretimi bir süredir bitirilmiş durumda. Yani bulunması mümkün görünmüyor hiç bir yerde. İsminden de anlaşılacağı üzere ferah limon ve turunçgil teması üzerine inşa edilmiş.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma buruk limon kokusu çıkıyor. Biraz limon kabuklarını hatırlatıyor. Sanırım bergamot eşlik ediyor limona. Ortalama ve doğal bir açılışı var. Sonrasında büyük değişim geçirmiyor kokusu. Limon aromasına biraz tatlılık ve pudralık ekleniyor. Neyseki fazla değil. Orta kısmı da eh işte. Sonlara gelindiğinde yine aynı koku burnunuza geliyor. Bir tek yumuşak odunsu notalar ekleniyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Lemon Fresca, çok basit formüle sahip. Limon, biraz pudramsılık ve odunsu notalar. Belki azıcık da yumuşak çiçekler. Fakat ana öğe her zaman pudramsı limon. Hani bir limonu ikiye kesince karşımıza ekşimsi bir koku çıkar. Burada o tip canlı ve ferah bir kullanım yok. Daha çok hüzünlü, olgun ve buruk aromaya sahip.

Kabul etmek gerekir ki harikalar yaratmıyor kokusu. Denediğim en güzel limon temalı parfüm de değil. Zaten öyle çok iddialı tarafı da yok. Genel olarak basit bir limon kokusu olarak tasarlanmış. Derinliği yada ilginçliği yok.


Başlangıcında ve orta kısmında yapaylığa rastlanmıyor. Fakat sonlara doğru kullanılan pudralı odunsuları pek sevemedim. Neredeyse yapaylık sınırında. Pek özenilmediği izlenimi çıkarıyorum.

Aslında üzerinde çok konuşulacak bir parfüm değil genel olarak. Zaman zaman limonlu oda veya araba spreylerine benzettim kokusunu. Çok orijinal tarafı yok. Yaratıcı değil, sadece fazla basit ve sıradan.

EDT olarak üretilmiş. Tasarımını bizzat Jean Paul Guerlain yapmış. Zaten sırf bunun için merak etmiştim kokusunu. Fakat biraz hayal kırıklığına uğradım. Uniseks olarak sınıflandırılmış. Bence kadın kullanımına daha yakın. İlkbahar-yaz aylarında kullanmak için ideal. Şişesinin tasarımını Robert Granai'nin yaptığına dair bilgiye rastladım.

Parfüm yazarı Luca Turin, Lemon Fresca'yı düz limon olarak sınıflandırmış. Ayrıca beş üzerinden sadece bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine dahil etmiş.


Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Kalıcılığı kıyafet üzerinde iyi.

Eksileri:
- Sonlarını pek sevemedim.
- Sıradan ve sıkıcı bir limon kokusu.
- Kalite hissiyatı düşük.

Koku Güzelliği:10/5.5  

Scottee - Eau de Toilette (Video)

Scottee. 27 yaşında bir adam. Sanatçı, yönetmen, oyuncu, yayıncı ve yazar. Bu şapkalarından belki de en önemlisi modern performans sanatçılığı. Birleşik Krallık'tan çıkmış ilginç karakterlerden birisi. Londra'nın kuzeyi asıl memleketi.

Birbirinden uçuk ve farklı işlere imza atan bu sanatçının, geçtiğimiz günlerde Eau de Toilette isimli videosuna rastladım. Parfüm kullanımına göndermeler yapıyor anladığım kadarıyla. Sadece üç dakikalık bir iş aslında. Oldukça ilginç geldi bana. Parfümlere farklı açıdan bakmış. Bir de siz göz atın bakalım parfüm severler. Fakat Scottee'nin yaptıklarını evde denemeye kalkmayın :)


12 Ağustos 2013 Pazartesi

Creed – Himalaya (2002)


Creed – Himalaya (2002)  Markanın popüler parfümü.

Sanskrit dilinde "kar barınağı" anlamına gelen, dünyanın en büyük ve yüksek sıradağlarının bulunduğu bölgenin adı Himalaya. Her profesyonel dağcının bildiği ve hayranlık duyduğu bir dağ silsilesi. Yılın on iki ayı erimeyen buzullar sayesinde çok sayıda nehri besleyen koca bir network adeta. Dünyanın çatısı denilen ve gezegenimizin en yüksek zirvesi Everest'i de içine alan bu bölge, Creed parfüm evinin popüler eserlerinden birisine isim babalığı yapıyor.

Doğaya ve doğa yürüyüşlerine olan tutkusu sebebiyle tasarladığı parfümüne Himalaya ismini vermiş Olivier Creed. Bazı söylentilere göre bizzat o yöreye yaptığı seyahatten çok etkilenmiş ve parfümünde bu yörenin adını yaşatmak istemiş. Creed ailesinin altıncı nesil temsilcisi Olivier Creed, baş parfümör olarak yeni bir çok popüler parfümün de arkasındaki isim. Mesela Green Irish Tweed, Millesime Imperial, Silver Mountain Water, Spring Flower, Original Vetiver, Love in White, Original Santal, Virgin Island Water, Love In Black, Acqua Fiorentina, Sublime Vanille, Aventus, Royal Oud ve White Flowers.

Kendi sitelerinde ferah/odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlhamını Himalaya dağlarının, karla kaplı erişilmesi zor zirvelerindeki ihtişamı ve sonsuz güzelliğinden almış. Şişesinin metalik gri olmasının sebebi de o dağlardaki buzlardan etkilenilmesiymiş.

Parfümü ilk sıktığımda karşıma ferah ve serin turunçgiller çıkıyor. Greyfurt ve bergamot çok başarılı kullanılmış. Doğal, temiz, rafine ve müthiş. Himalaya'nın açılışı harika. Uzun zamandır karşıma çıkan en iyi turunçgil kokusu diyebilirim rahatlıkla. İlerleyen dakikalarda parfümün karakteri radikal şekilde değişiyor. Serin turunçgiller neredeyse hiç hissedilmiyor. Onun yerine oldukça tatlı sabunsuluk, yumuşak baharatlar ve misk geliyor. Başlangıcı ile pek benzeşmiyor orta kısım. Oldukça tatlılaşıyor denebilir. Üst notaları kadar ferah ve etkileyici değil orta kısım. Yine de belli kalitenin üzerinde. Son kısımlarda Creed'in bir çok parfümünde karşılaştığım ambergris etkin. Tabiki tatlımsı odunsu notaları da unutmamak lazım. Muhtemelen ambergristen kaynaklanan yapaylık dikkatimi çekti. Bence en başarısız kısmı sonları. Böylece tenden ayrılıyor.


Himalaya'yı iki kısma ayırmak gerek. İlk kısım ferahlatıcı turunçgillerden oluşuyor. İkinci kısım ise tatlımsı sabunsu notaların önderliğinde ambergris ve misk teması üzerine inşa edilmiş. Yani başı ile sonu pek benzemiyor. Ferah başlangıç, neredeyse bir kış parfümü kadar tatlımsı odunsu-amber olarak sona eriyor.

Himalaya, Creed'in en popüler ve çok satan eserlerinden birisi. Bir çok yorumcu Himalaya'nın ferah ve yaz mevsimine uygun kokulardan olduğunu belirtmiş. Bence başlangıcı dışında çok ferah değil. Belki de dört mevsim kullanılabilmesi için parfümör böyle bir yol izlemiştir. Kimileri de yoğun sabunsuluktan bahsetmiş. Deneme sürecinde öyle yoğun sabunsuluk ile karşılaşmasam da temizlik hissi veren sabun-pudra kokusu özellikle orta notaların başlangıcında etkili. Sonrasında oldukça azalıyor etkinliği.

Genel olarak denediğim bazı Creed'lerden kalite anlamında daha başarılı. Bazılarından ise daha alt düzeyde. Yani benim için ortalama bir Creed parfümü oldu. Fakat ana akım bir parfümden daha yüksek kalite hissiyatı verdiğini kabul etmek lazım. O anlamda Olivier bey fena iş çıkartmamış. Hayatınızın parfümü olacak kadar etkileyici mi? Pek sanmıyorum.

İsmi ve şişesinin rengi dolayısıyla daha ferah, serin hatta soğuk dağ havası gibi koku beklerken, karşıma tam anlamıyla öyle bir arkadaş çıkmadı. Daha sıcak ve tatlımsı odunsulukla karşılaştım. Sonları dışında yapaylık hissedilmemesi ise sevindirici oldu.

Himalaya'nın kokusunu, markanın diğer popüler parfümü Silver Mountain Water'a biraz benzettim. Oysaki çoğu kişi Paco Rabanne'in XS'ine benzetmişler. Aslında haklılar. Fakat XS'den daha rafine ve başarılı genel yapısı.


Himalaya'nın, kendi sitelerindeki açıklamalarında erkek kullanımına daha uygun olduğu belirtilmiş. Fakat bazı kaynaklarda uniseks olarak değerlendirilmiş. Bence de erkek kullanımına yakın. Özellikle baskın odunsu notalar pek kadınlara uyacak gibi değil.

Luca Turin, Himalaya'yı sabunsu biber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş Turin. Diğer bir çok Creed gibi Millesime konsantrasyonuna sahip. Dört mevsim kullanılabilir. Otuz beş yaş ve altındaki arkadaşlar için daha uygun seçim olabilir. Kalıcılık ve fark edilirlik anlamında oldukça sınırlı. Zaten diğer kullanıcılarda zaman zaman şikayet etmişler bu durumdan. Ve tabiki altın kuralımız: "Denemeden almayın, pişman olmayın."

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı çok başarılı.
+ Genel kalitesi tatmin edici.

Eksileri:
- Son kısmı pek başarılı değil.
- Eşsiz ve benzersiz değil.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği düşük.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği: 10/7

8 Ağustos 2013 Perşembe

Cartier – Roadster (2008)



Cartier – Roadster (2008)  Markanın erkek parfümü.

Nedense küçüklüğümden itibaren saat takma alışkanlığım olamadı. Bileğime taktığım o saat, sanki beni sınırlandıran ve boyunduruğu altına alan pranga gibi gelir. Neyseki cep telefonları yaygınlaştı da saat takmak gibi zorunluluğum kalmadı. Ama saat ile ilgili aklıma gelen en matrak isim Hürriyet gazatesi yazarı Kanat Atkaya.

O da benim gibi saat ile arası iyi olmayanlardan. Cep telefonları da henüz yaygın değilken, saati öğrenmek için önünden geçtiği dükkanların içindeki duvarlara bakar ve orada bir saat görürse öyle öğrenirmiş saati. Bu hallerini esprili şekilde anlatırdı yazılarında. Şöyle bir düşündüğümde hiç de fena fikir değilmiş hani.

Malum, yaş biraz ilerleyince insanların neden saat taktıklarını yavaş yavaş anlamaya başladım. Evet ilk amaç zamanı öğrenmek olabilir. Son yüzyılın en önemli bilim insanlarından olan Albert Einstein’in geliştirdiği Genel Görecelik Kuramına göre zamanın evrenin farklı noktalarında farklı hızlarla aktığı, hatta durabildiğini göstererek, mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu ispatlıyor. Aslında saatlerinize baktığınız zaman, gerçek zaman olmayabilir. Buyrun çıkın çıkabilirseniz işin içinden!

Sadece bilimsel anlamda değil, insanın kendisini toplum içinde konumlandırmasıyla da ilgili sanırım saat kullanma kavramı. Burada tabiki çok yüksek fiyatlara satılan lüks saatlerden bahsediyorum. Mesela Tag Heuer, Vacheron, Rolex veya Cartier. Yüksek fiyatlı saatin, girilen sosyal ortamlarda dikkat çekmesi gerekiyor belki de. Bu anlamda aslında parfümler ile saatler arasında bağ kurabiliriz. İkisi de sizi mutlu ediyor, ikisi de size statü sağlıyor, ikisi de bireyselliğinizi okşuyor, ikisi de size "özel" olduğunuzu hissettiriyor.


Cartier'in, insanların bu iki haz nesnesine yönelik ürünleri doğal olarak radarımıza takılıyor pafüm severler olarak. İlhamını Cartier'in aynı isimli saat serisinden almış Roadster. Bu anlamda Cartier'in diğer parfümleri ile aynı yol izlenmiş isim konusunda. Yeni sayılabilecek parfümlerden. Kendi sitelerinde fujer ailesine yakın olduğu belirtilmiş. Daha önce duymadığım mineral-fujer akorundan da bahsedilmiş. Bakalım nasıl bir arkadaş çıkacak karşımıza.

İlk sıktığımda nane-mentol ile kabe samanı karşıma çıkıyor. Ağırlık nane de. Kabe samanı geri planda. Sanki biraz biber de var. Fena değil başlangıcı. İlerleyen dakikalarda nane etkisini devam ettirirken yapaylık sınırında dolaşan odunsu notalar kendisini göstermeye başlıyor. Bu kısım başlangıcına göre daha tatlı. Sanki biraz aromatik otlar veya baharatlar da var. Orta notalar genel beğeniye uyacak gibi. Sonlarda ise vanilya hissediyorum hatırı sayılır derece de. Ona odunsu notalar eşlik ediyor. Güzel diyebilirim alt notaları için.

Roadster, ferah başlıyor, tatlılaşarak devam ediyor ve neredeyse oryantal gibi sona eriyor. Bir çok kişi kokusunun ferah olduğundan bahsediyor. Bunun sebebi şüphesiz önemli oranda kullanılmış nane aroması. Zaman zaman serinlik hissettiren bu naneyi bazıları diş macunlarına benzetmiş. Bence öyle yoğun bir diş macunu efekti yok.

Genel itibariyle ortalamanın biraz üzerinde kaliteye sahip. Başlangıcında yapaylığa rastlanmıyor. Oldukça pürüzsüz diyebilirim. Orta kısımda ise yapaylık odunsu notalardan geliyor. Muhtemelen sedir. Hatta bir parça Iso E Super kullanılmış. Anlaşılan bana rahatsızlık veren aktör o. Sonlarında ise güzel bir vanilyayla teninize veda ediyor.


Modern, parlak, pozitif, herkesin sevebileceği gibi kurgulanmış ana akım parfüm olarak görüyorum Roadster'ı. Harikalar yaratmıyor. Niş parfüm kalitesinde değil. Ama nane kokusunu sevenler için az sayıdaki örnekten birisi. Öyle bir şişesinin peşinden koşulacak kadar başarılı bulmadım. Bende pek iz bırakmadıysa da kötü parfüm olduğunu söylemek mümkün değil. Cartier'in diğer denediğim parfümlerindeki dikkat ve özen burada da gösterilmiş. Açıkçası benim için "Eh işte" güzelliğinde.

Nane ile ilgili duruşum biraz farklı. Normalde bitki halindeki naneyi çok severim ve kokusunun da dünyanın en nefis rahiyalarından birisi olduğunu düşünürüm. Hatta markete veya manava gittiysem özellikle taze nane bitkisini koklarım. Fakat o güzelim nane kokusu parfümlerde kullanılınca bir türlü sevemiyorum. Bitkisinin o doğal, mis gibi kokusunu veremiyor parfümörler. O gerçekçiliği denediğim hiç bir nane temalı parfümde bulamadım. Bu anlamda çok ilginç bir bitki.

Bu haliyle genç yaştaki arkadaşları hedeflediğini düşünüyorum Cartier'in. Zaten parfümün ilk çıktığı yıl olan 2008 yılındaki bir basın bülteninde genç erkeklere yönelik düşünüldüğü bilgisine rastladım.

İlk kullandığım zamanlarda oldukça beğendiğim kokusu, zamanla biraz sıradan gelmeye başladı. Sanrım bir parfümü 4-5 günden fazla kullanınca sıkılmaya başlıyorum. Bu da benim için ciddi bir tehlike. Haydi hayırlısı.


Neredeyse bütün işlerini Cartier için yapmış olan Mathilde Laurent tasarlamış kokusunu. Dört mevsim kullanmaya uygun yapısı memnun edici.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Herkesin sevebileceği kokusu.

Eksileri:
- Orta kısmında yapaylık hissediliyor.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olabilir.
- Rakiplerine göre biraz yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5