23 Haziran 2013 Pazar

Mancera – Cedrat Boise (2011)



Mancera – Cedrat Boise (2011)  Markanın yeni parfümlerinden.

Hava sıcak ve daha da sıcak olacağa benziyor. Yok, pop müzik sanatçısı arkadaşlara özenmedim. Ama meteoroloji biliminin son yıllarda kat ettiği gelişme kayda değer. Neyseki bir haftalık hava tahminleri bile artık iyi kötü doğru çıkıyor. 20 Haziran tarihinden bir hafta sonra sıcaklıkların daha da artacağı malumunuz. Demek ki artık yaz mevsimine uygun parfümlere geçme zamanımız gelmiş. Her ne kadar ara sıra sonbahar-kış mevsimine yakın parfümleri yazacak olsam da genel olarak ferah kokular üzerine çalışacağım bu aralar.

Yaz parfümleri... Limon, turunçgil, meyveler, ferah çiçekler, deniz kokusu ve yosun. Ferahlığı, rahatlığı, salaşlığı hatırlatan her nota, yaz parfümlerinin öznesi olabiliyor. Sıcak yaz günleri için beklettiğim bir parfüme yer vermem gerektiğini düşünüyorum artık. Fransız niş parfüm evi Mancera'nın popüler parfümlerinden birisi karşımızda. Cedrat Boise, Fragrantica'da aromatik turunçgil olarak sınıflandırılmış. Uniseks kullanıma uygun olduğu belirtilmiş. Geçelim detaylara.

Cedrat Boise’i ilk sıktığımda ferah turunçgiller (bergamot) ile bir parça limon karşıma çıkıyor. Güzel ve doğal bir karışım olduğunu söyleyebilirim. Bergamot modern kullanılmış neyseki. Limon ile bir parça yumuşatılmış. Bence hoş olmuş açılışı. Orta kısma geçildiğinde bu sefer meyveler devreye giriyor. Daha çok ananas ve metalik turunçgiller karışımı. Bana meyve sularını hatırlattı. Meyvelerde biraz metalik-yapay taraf var. Orta kısım için eh işte diyebilirim. Son kısımda odunsu notaların ağırlığı hissediliyor. Ananas benzeri meyvemsilik eşlik ediyor erkeksi odunsu notalara. Böylece de tenden ayrılıyor.

Cedrat Boise, sıcak yaz günleri için güzel sonuçlar verebilecek yapıda. Ferah, yumuşak, kullanımı kolay, basit bir formüle sahip. Turunçgiller, meyveler ve odunsu notalar. Hepsi bu. Tabiki parfümün ana öğesi meyveler. Fakat bol tatlı ve sıkıcı değil. Pürüzsüz ama neredeyse doğal kokan, marketlerde satılan ananas-elma sularına benziyor. Eğer bu tür meyveli parfümlerle aranız iyiyse denemenizde fayda var.


Hafiften metalik yapaylık hissettiğim meyveler, yüksek kaliteli değil. Yani bir Serge Lutens parfümündeki o nefis meyve kullanımı burada yok. Daha şeffaf ve tekdüze. Derin yada detaylı değil. Fakat kötü ve vasat da değil. Bence ortalama değerlerde. Eğer yüksek sayılabilecek fiyatı sizin için önemli değilse düşünülebilir. Ama uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilir bu basit koku. Benden söylemesi. Ayrıca başından sonuna kadar büyük değişimler geçirmiyor. Aynı çizgide ilerliyor.

Cedrat Boise, bence herkesin sevebileceği gibi. Onu kullanan kişilerin nefret etmeyeceklerini sanıyorum. Bu anlamda genel beğeniye hitap ettiği söylenebilir. Hatta bu parfümü üzerinizde koklayanlardan güzel övgüler alabilirsiniz.

Mancera, niş parfüm evi. Onun için ana akım markalardan daha başarılı işler beklemek hakkımız. Bu anlamda Cedrat Boise harikalar yaratmıyor. Çok büyük uyumsuzluk yaşanmayan kokusu belli bir seviyenin üzerinde. Ama muhteşem de değil. Yani o kadar abartılacak yanı yok.

Hatta rakiplerinden birisine şaşırtıcı derece de benziyor. Creed'in büyük ilgi gören yeni parfümlerinden Aventus'u andırdığı aşikar. Hatta özellikle bu yönünü merak etmiştim. Aventus'u çok başarılı bulmadığımı her zaman söylüyorum. Bence Cedrat Boise hem koku güzelliği ile hem de kalite anlamında Aventus'tan biraz daha başarılı. Aventus'u sevenlere rahatlıkla tavsiye ederim.


Cedrat Boise, markanın diğer parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP) formunda. Başlangıcı oldukça dolgun ve fark edilir. İlerleyen dakikalarda tene yakın kalıyor. Kalıcılığı gayet iyi.

Parfümü markanın diğer eserlerine imza atmış Pierre Mancera tasarlamış. Uniseks olarak görünse de bence erkek kullanımına daha yakın. Genel olarak erkeksi yapıda diyebilirim. Özellikle sonlardaki odunsu vurgu bu durumun sebebi. Meyveler de oldukça erkeksi kullanılmış. Tam bir yaz parfümü. Soğuk kış günlerinde nasıl tepki verir bilemiyorum. Genç arkadaşları hedefliyor gibi. 18-30 yaş arası için uygun olabilir. Denemeden almamak gerek.

Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Kalıcılığı fena değil.
+ Genel olarak herkesin sevebileceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Meyveler biraz metalik/yapay gibi.
- Düz çizgide ilerliyor. Sürpriz yapmıyor.
- Fark edilirliği zayıf oldu tenimde.

Koku Güzelliği:10/6.5

19 Haziran 2013 Çarşamba

Versace – The Dreamer (1996)



Versace – The Dreamer (1996)  Markanın popüler erkek parfümü.

Karayipleri hatırlatan bembeyaz plajı ile South Beach, Amerika'nın en bilinen turistik yerlerinden birisi muhtemelen. 5.5 milyonu aşan nüfusu ile ABD’nin beşinci büyük metropollerinden olan Miami ve çevresi, finans, turizm, medya, eğlence, sanat ve uluslararası ticaret alanlarında da iddialı. Dünyaca ünlü bir çok ismin de bu bölgede evi var. Merhum Gianni Versace mesela.

Ünlü modacı Versace için her zamanki günlerden birisiydi belki de. Temmuz ayının on dördüydü. Yine sıcak bir Miami sabahıydı. Erkenden uyanmış sabah yürüyüşünü yapmıştı. 08.45 civarında News Cafe isimli mekandan çıkıp evine doğru yürüyordu. Üzerinde 1.200 dolarlık bir şort, koyu renk tişört ve sandaletleri vardı. Tam evinin kapısında, bir süredir onu bekleyen eşcinsel jigolo Andrew Cunanan tarafından başına iki el ateş edilerek öldürülecekti.

Gianni Versace gibi moda sektörünün en bilinen isimlerden birisinin öldürülmesi, dünyada çok büyük yankı yaratmıştı. Haftalarca yapılan yayınlarda türlü türlü teoriler üretiliyordu. İlk şaşkınlık atıldıktan sonra moda sektörünün çok büyük bir kayıp yaşadığı anlaşılmaya başlanıyordu. Sıfırdan yarattığı dev moda imparatorluğu göz kamaştırıcıydı. Tasarımlarında abartıdan uzak şıklığa yer vermesi ile biliniyordu. Aristokrat bir şıklıktı onun eserleri. Ölümünden sonra başa geçen kız kardeşi ise daha farklı tasarımlar yapacaktı ilerleyen yıllarda.


1997 yılında gerçekleşen bu trajik ölümden sadece bir sene önce Versace markası, Dreamer isimli parfümünü piyasaya sürmüştü. İlerleyen yıllarda çok başarılı olacak ve önemli satış rakamlarına ulaşacaktı. Anlaşılacağı üzere 1990'lı yılların ortalarından çıkıp gelmiş bu şöhretli arakadaşla tanışacağız bugün.

Fragrantica'da oryantal fujer olarak sınıflandırılmış Dreamer. Üzerime sıktığımda aromatik Akdeniz otları, buruk lavanta biraz da tatlımsı baharatlar karşıma çıktı. Oldukça güzel buldum açılışını. Geçeyim orta kısma. Bu bölümde kokusu oldukça değişiyor. Algıladığım kokular tatlımsı yapay erkeksi çiçekler ve tatlımsı yapay baharatlar. Sevdiğimi söyleyemem. Son kısımda orta notaların devamı gibi. Büyük değişim olmuyor. Yapay odunsu notalar ve yapay vanilya etkili alt notalarda. En sevmediğim tarafının alt notalar olduğunu söyleyebilirim. Böylece de tenden ayrılıyor.

Dreamer'ın başlangıcını çoğu kişi beğenmemiş. Fakat terslik bende mi bilemiyorum ama en başarılı kısmı olarak üst notalarını görüyorum. Bence oldukça karakterli. Orta notalardan itibaren tatlılık da yapaylık da artıyor. Ve ne yazık ki kalite hissiyatı düşüyor bu ucuz yapaylık sayesinde. Buradaki yapaylık tenimde plastiğimsilik olarak gerçekleşti. Plastiğimsi tatlı çiçekler ve plastiğimsi tatlı odunsular. Ve sonlarda vasat vanilya. İşte Dreamer'dan aklımda kalanlar.

Parfümü iki kısma ayırabilirim. Başlangıcı ile orta-alt notalar işbirliği. Bir çok kişi orta notalardan itibaren tütünden bahsetmişler. Ben öyle çok yoğun tütün hissetmedim. Varsa bile odunsu notaların ve baharatların gerisinde kalmış. Hele ki bazı yorumcuların Dolce Gabbana Pour Homme'a benzetmelerini pek anlayamadım. Öyle yakınlıkları yok iki parfümün. Le Male'ye benzeten yorumculara ise artık birşey söylemeye gerek görmüyorum. Dreamer nere Le Male nere.


Bana kalırsa bu plastiğimsi yapaylıktan dolayı Joop Homme, Fleur du Male yada Xeryus Rouge'a daha yakın duruyor. Fakat onlardan biraz daha baharatlı ve tütünsü. Özellikle ilk kullandığım günlerde Joop Homme'u çağrıştırması ilginç oldu benim için. Yapaylık kıyafet üzerinde bariz hissediliyor. Ten üzerinde daha az yapaylık hissediliyor. Orta kısımdan itibaren tatlılığın oldukça arttığına şahit oluyorsunuz. Bu tatlılık tonka fasulyesinden geliyor olabilir. Keşke biraz daha az kullanılsaymış tatlılık.

Dreamer yüksek kaliteli ve rafine değil. Zaten hedefi de sanat eseri olmak değil. Herkesin sevebileceği ve büyük satış rakamlarına ulaşılabilecek, günlük kullanıma uygun, kolay kullanılabilir bir parfüm oluşturmak istemişler. Görünen o ki başarılı olmuşlar. Fakat benim için kesinlikle yeterli değil. İstediği kadar popüler olsun hiç fark etmez. Başarısız parfüm başarısız parfümdür. Markası ve fiyat etiketi ne olursa olsun.

Dreamer'ın üretiminin bitirildiğini bir kaç yerde okudum. Kendi sitelerinde de bilgiye rastlayamadım. Eğer üretimi bitirilmişse çok üzüleceğimi sanmıyorum. Ayrıca aradan geçen on yedi yılın ardından formülasyonunda ufak tefek değişiklikler olduğunu kabul etmek lazım. Belki de ilk formülasyonunu denesem bu kadar olumsuz düşüncelere sahip olmazdım.

Anlayamadığım şeylerden birisi de ünlü parfüm yazarlarından Chandler Burr'un favori on parfümünden birisi olması. Burr acaba benim göremediğim neyi görmüş de bu kadar beğenmiş Dreamer'ı. Keşke karşımda olsa da sorabilsem.


Genç arkadaşları hedefleyen tarzı ile 17-30 yaş arasındaki erkeklere uygun olacağını düşünüyorum. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir. Sıcak yaz mevsiminde bıktırıcı olacaktır. Kimi yorumcular kadınlarında rahatlıkla kullanabileceklerini söylemiş. Bence o kadar da feminen tınılar yok. Erkek kullanımına daha yakın. Parfümün tasarımcısı ise çok bilinmeyen isimlerden Jean Pierre Bethouart.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcını beğendim.
+ Kalıcılığı iyi.
+ Genel beğeniye uyabilecek yapısı.

Eksileri:
- Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan yapaylığı sevmedim.
- Kalite hissiyatı düşük.
- Fark edilirliği zayıf oldu bende.

Koku Güzelliği:10/6

15 Haziran 2013 Cumartesi

Frederic Malle – L’eau d’Hiver (2003)



Frederic Malle – L’eau d’Hiver (2003)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

1906 senesinin, dünya siyasi yada ekonomik tarihinde önemi var mı bilemiyorum ama parfüm dünyasında büyük ses getiren bir yıl olduğunu düşünüyorum. Henüz geleneksel yöntemlerle parfümler yapılmaya çalışılıyordu. Fakat parfümlerde yapay elementlerin kullanılmasına çoktan başlanmıştı. O yılların iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan parfüm üreticilerinden belki de en bilineniydi Guerlain. Aile şirketi olarak başlayan bu serüven, 1900'lü yılların başında Jacques Guerlain tarafından temsil ediliyordu. Belki de ilerleyen yıllarda dünyanın en önemli parfüm markası olacaklarını hissediyordu Guerlain ailesi. 1906 yılında öyle bir parfüm çıkardılar ki kendilerinden bekleneni sonunda gerçekleştirmişlerdi.

Apres L'Ondee isimli bu parfüm, 107 yaşında olmasına rağmen hala üretimi devam eden bir gelenek haline geldi. Guerlain'in eski dönem görkemli klasiklerinden olan Apres L'Ondee'i, Jacques Guerlain bizzat tasarlamıştı. Ve takvimin yaprakları 2003 yılını gösterdiğinde bir başka parfüm üstadı Jean Claude Ellena, çok saygı duyulacak bir fikire imza attı. Neredeyse bir asır sonra, ünlü klasik Apres L'Ondee'den esinlendiği bir esere yelken açtı. Fransız niş parfüm evi Frederic Malle için L'Eau d'hiver'ı tasarlayan Ellena, Apres L'Ondee'den ilhamını almıştı bu parfüm için. Ben bu durumu, büyük bir usta olan Ellena'nın, başka bir usta Jacques Guerlain'e saygı duruşu olarak değerlendiriyorum. Bakalım ortaya nasıl bir sonuç çıkmış.


L'eau d'Hiver'ın tanıtımı şöyle: "Temiz, berrak aynı zamanda sıcak. Güven veren sonsuz bir kaynak. Beyaz kediotu, süsen ve balın nazik kompozisyonu ile suyun şeffaflığını birleştirir. Jean Claude Ellena, geleneksel minimalist sınırlarının ötesinde ilk "Eau Chaude" kokusunu oluşturmak için yola çıktı. O, yeni bir tür kırılgan koku ile koku yelpazesinin iki ucunu harmanlar.

Fragrantica'da odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı kremsi yeşil çiçekler ile gerçekleşiyor. Çiçek derken muhtemelen kedi otu. Çiçeklere biraz da turunçgiller eşlik ediyor. Pürüzsüz ve yeşil üst notalar. Hafif kadınsı ve yüksek kaliteli. Sakin ve anlayışlı. Başlangıcı bana yakın gelmedi. Orta kısma geçildiğinde radikal değişiklikler olmuyor. Turunçgiller hala hissettiriyor kendisini. Yeşil kokan çiçeklerin yerine beyaz çiçekler geliyor adeta. Süsen kendisini gösteriyor. Arkalarda yaseminde olabilir. Tabiki hissedilir derecede badem kokusunu unutmamak gerek. Hatta badem zaman zaman çiçeklerden daha öne çıkıyor. Bu kısmdaki en belirgin özellik, sabunsuluğun artması. Neredeyse pudralı kokuyor. Fakat yüksek kaliteli ve çok kadınsı değil. Denge iyi kurulmuş. Orta notalar için pudralı, hafif tatlımsı, turunçgil destekli beyaz çiçekler diyebilirim. Bu bölümünü daha sevilebilir buldum. Son kısımda da yine tatlımsı beyaz çiçeklerin etkisi var. Sabunsuluk azalıyor. Onun yerine misk geliyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümler konusundaki kabuslarımdan birisi de sabunsuluk-pudralılık diyebilirim. Bu tür parfümleri oldum olası kendime yakın bulmam. Aslında sabunsu kokular, insanlarda temizlik hissi uyandırdığı için ilgi çekici geliyor. Özellikle kadın parfümlerinde rastlanıyor bu tür kullanımlara. Burada da hatırı sayılır derece sabunsu yapı ile karşı karşıyayız. Fakat Jean Claude Ellena faktörünü de göz ardı etmemek lazım. Bir kere orta kısımdan itibaren ortaya çıkan sabunsuluk, tasarımcının sihirli dokunuşları ile çok rahatsız edici olmaktan uzak. Burada benim gördüğüm gerçek ile hayal arasında "şeffaf" bir form yaratmaya çalışmış Ellena. Evet zaman zaman kadınsı tarafı ağır basıyor. Buna sebep tabiki beyaz çiçekler. Ama şöyle bir geneline baktığımda erkek kullanımı için kapıyı kapatmamak lazım. Zaten uniseks olarak piyasaya sunulmuş.

L'eau d'Hiver, çok kaliteli parfüm. Yapaylık hissedilmiyor. Başlangıcı dışında uyumsuzluk yok. İlk 1-2 kullanımda beğenmeyebilirsiniz. Biraz zaman tanıyıp, anlamaya çalışırsanız daha çok seveceğinizi düşünüyorum. Çünkü bende ilk denememde çok basit ve sıradan bir kokusunun olduğunu düşündüm. Kimi yorumcular bir çok defa kullandıktan sonra da öyle düşünebilirler. Fakat bu tarz parfümleri çok sevmeyen birisi olarak, orta kısımdan itibaren tuhaf bir çekiciliğinin olduğunu söyleyeblirim. Bir türlü kötü yada sıradan diyemiyorsunuz.


Oysaki çok basit yapıda. Biraz turunçgil, beyaz sabunsu çiçekler, badem ve misk. Başından sonuna büyük değişimler geçirmiyor. Zaten parfümün eleştirilen taraflarından birisi de bu. Böylesine yüksek fiyatlara satılan parfüm, bu kadar basit olabilir mi? Evet olabilir. Çünkü niş markalar bize her seferinde süper derin kokular ve bol katmanlı, macera yaşatacak deneyimler vaat etmiyor. Onlar işin sanat kısmını öne çıkarmaya çalışıyorlar. Ve unutulmasın ki minimalist sanat parfümü rahatalıkla olabilir.

Jean Claude Ellena'nın diğer parfümlerine pek benzemiyor L'eau d'Hiver. O meşhur mineral notası yok. Onun yerine tatlımsı badem gelmiş adeta. Fakat diğer kompozisyonları gibi minimal ve modern. Zaten ondan başka türlü işler beklemiyor hiç kimse.

Dikkatimi çeken tarafı başlangıçtan itibaren hafif tatlılık hissedilmesi. Orta kısımdan itibaren tatlılık biraz daha artıyor. Ama hiç bir zaman ayarı kaçırılmamış. Buradaki tatlılık muhtemelen baldan geliyor.  

L'eau d'Hiver'in Türkçe anlamı "Kış Suyu" olarak karşıma çıktı. Fakat gördüğüm kadarıyla hiç de öyle yoğun ve ağdalı bir kış parfümü değil. Çok sakin, çok yumuşak, ipeksi, sabunsu, çiçeksi, bademli neredeyse akuatik olabilecek yapıda. Bu haliyle dört mevsimde de kullanmaya uygun diyebilirim. Tene yakın kalıyor. Fazla ortaya çıkmaya çalışmıyor. Zaten ihtiyacı da yok.

L'eau d'Hiver çok yüksek enerjiye sahip, pozitif ve canlı bir parfüm değil. Romantik, hüzünlü ve dramatik. Bana Manic Street Preachers'in The Everlasting şarkısının fonda olduğu bir göl kenarını hatırlatıyor. Üzerinde bembeyaz ve uçuşan elbisesi ile yürüyen bir kadın hayal ediyorum. Bakışları gölün minik dalgalarının üzerinden ayrılmıyor. Hafifçe esen serin sonbahar rüzgarı saçlarını okşuyor. Ayakkabılarını eline almış. Sararmaya yüz tutmuş çimenlerin üzerinde yürüyor. Zihninde yüzlerce şey var. Omuzlarında 33 yıllık yaşanmışlıkların ağırlığı. Hayatını sorguluyor, yaşadığı aşkları sorguluyor, dünyanın acımasızlığını sorguluyor, mutluluğun ne olduğunu sorguluyor. Oysa yanıtlar, her zaman için sorulardan daha zordur. Ve çoğu zaman o yanıtlar acıtıcı olduğu için görmezden gelinir. Beynin ücra kıvrımlarından birisine süpürülür. Belki de en iyisi böyle yapmaktır.


Markanın kurucusu Frederic Malle'in de favori minimalist parfümüymüş L'eau d'Hiver. Kısaca şunları söylemiş hakkında: "Benim bildiğim en minimalist parfüm. O sadece bir kaç nota üzerinden oluşturuldu. (Beyaz kedi otu, süsen (iris) ve bal.) Luca Turin'in kitabında ise solgun bademler olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız verilmiş.

Sonuç olarak evet temiz, masum ve saf bir parfüm. Yüksek kaliteli ve rafine. Fakat yine de bence büyük boy şişesi alınacak kadar sofistike yada ilginç değil. Hele ki oldukça yüksek fiyat etiketi düşünülürse...

Eau de Parfum konsantrasyonunda. Kadın kullanımına biraz daha yakın. Diğer niş markalardan bir seviye daha pahalı satılıyor Malle'in parfümleri. Onun içindir ki denemeden almak iyi fikir değil.

Artıları:
+ Hoş, kibar, asil karakteri.
+ Lüks hissi veren kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Başlangıcına ısınamadım.
- Farkedilirliği biraz zayıf.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

11 Haziran 2013 Salı

Guy Laroche – Fidji (1966)



Guy Laroche – Fidji (1966) Markanın klasikler arasında yer alan kadın parfümü.

Tarihi M.Ö. 1000 yılına kadar gittiği tahmin ediliyor Fiji’de yaşamın. 17. yüzyılda Avrupalı kaşiflerin dikkatini çekiyor burası. 19. yüzyıldan itibaren İngiliz sömürgesi haline gelmiş. 1970 yılında ise bağımsızlığını ilan etmiş.

Fiji Adaları Cumhuriyeti, Pasifik okyanusunun güneyinde bulunan toplam 522 adacıktan oluşuyor. Bu adaların 106'sında yaşam olmadığı biliniyor. Viti Levu, bu adaların en büyüklerinden birisi. Hatta Fiji'nin isminin Viti Levu'nun telaffuzundan türetildiği söyleniyor. Türkiyenin ortalama bir şehri kadar yüz ölçümüne sahip Fiji'nin en büyük gelir kaynağı ise tahmin edileceği gibi turizm. Hatta Avrupalı turistlerin en önemli balayı lokasyonlarından olduğu görülüyor.

Fransız moda tasarım evi Guy Laroche'un ilk parfümüne de ismini vermiş bu tropikal adalar. 1966 yılında çıkarılan Fidji isimli kadın parfümü, dönemin önemli klasiklerinden olmayı başarmıştı. 1960'lı yılların önemli kadın klasiklerine rakip olarak düşünebiliriz Fidji'yi. Mesela Hermes - Caleche, Yves Saint Laurent - Y, Madame Rochas, Christian Dior - Diorling, Nina Ricci - Capricci, Shiseido - Zen Original.


Fidji, çiçeklerin ve şiprenin kontrolünde bir parfüm. Anladığım kadarıyla üç versiyonu var. EDC, EDT ve EDP formları mevcut. Benim denediğim EDT versiyonu. Diğer konsantrasyonları ise denemedim.

Parfümün açılışında kuru beyaz çiçekler ve tozlu bergamot dikkat çekiyor. Muhtemelen sümbülteber, yasemin veya ylang ylang. Üst notalar oldukça kadınsı ve eski kokuyor. Sevdiğimi söyleyemem. Orta notalarda büyük değişiklik olmuyor. Hatta parfüm daha da sabunsu hale geliyor. Bu andan itibaren, pudralı-sabunsu kadınsı çiçekler yoğunluk kazanıyor. Biraz amber ekleniyor sadece. Başlangıçtaki aynı eski/nostaljik tavır devam ediyor. Son kısımda ise sandal ağacı, tatlımsı reçineler ve yumuşak odunsu notalar en sevdiğim yanı oluyor Fidji'nin. Böylece de tenden ayrılıyor.

Fidji, 1960'lı yılların ve sonrasındaki on yılın en popüler ve önemli kadın parfüm klasiklerinden birisiydi. Dönemin koku karakterine uygun yapısı olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Bol sabunsu-pudralı çiçeklerden oluşan Fidji, günümüzün modern parfümlerine çok benzemiyor. Tatlılık neredeyse yok. Onun yerine pudramsı bir kuruluk var. Hatta bebek pudralarına bile benzetilebilir. Yada Nivea'nın el kremlerine. Eski kokan tarzından dolayı, üst yaş gruplarının kullanımına uyacağını düşünüyorum.


Parfümü ilk denememden itibaren bir parfüme çok bezettiğimi farkettim. Sonunda bir yorumcu yardımıma yetişti. Robert Piquet'in Fracas'ına benzettim genel yapısını. Tabiki Fracas kadar yüksek kaliteli ve rafine değil Fidji. Aynı onun gibi bol çiçeksi ve sabunsu bir şipre. Frapan, kadınsı, nostaljik ve temiz. Yapaylığa rastlanmıyor.

Fiji, yukarıda da belirttiğim gibi tropikal adalardan oluşan bir ülke. Böyle düşünüce Fidji'nin tropikal esintiler veren bir parfüm olması beklenir. Mesela lezzetli tropikal meyveler veya egzotik çiçekler ilk aklıma gelenler. Fakat denediğim Fidji EDT, hiç de öyle izlenim vermedi bana. Meyvemsi bir aromaya sahip değil. Daha çok 1960'lı yıllarda, Paris'te bir davete katılmış şık giyimli kadınların kullanacağı gibi dersem yanlış olmaz.

Sonuç olarak pek sevemediğim parfümlerden oldu Fidji. Ne o eski ve tozlu kokusu ne de sabunsu-pudramsı yapısını ilginç bulmadım. Belki 50'li yaşlarındaki bir kadın için uygun olabilir. Ama kendi adıma çok kullanılabilir olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat Fidji'nin bir çok defa reformülasyon geçirdiğini düşünürsek, ilk versiyonlarının çok daha güzel olduğunu tahmin ediyorum. Özellikle çok zor bulunan EDP versiyonu övgüler alıyor. Eğer bulabilirseniz onu denemek daha anlamlı olacak gibi.


Parfümün tasarımını çok az işe imza atmış Josephine Catapano yapmış. Dozajı iyi ayarlanırsa dört mevsimde de kullanılabilir. Muhtemelen üretimi bitirildi. Denemeden almak iyi bir fikir değil.

Artıları:
+ Sonları fena değil.

Eksileri:
- Başlangıcı ile orta notalarını kendime yakın bulmadım.
- Çok eski hatta modası geçmiş tarzı.
- Fazla sabunsu.

Koku Güzelliği: 10/5

8 Haziran 2013 Cumartesi

Histoires de Parfums – 1804 (2001)



Histoires de Parfums – 1804 (2001)  Markanın kadın parfümü olarak sunulan kokusu.

Asıl ismi Amantine Aurore Lucile Dupin olan bir kadın. Paris'te doğmuş. Babasının atalarının Polonya krallığına kadar gittiği söyleniyor. Çocukluğunu babanesi ile geçirmiş. Daha sonra manastıra gitmiş. 19 yaşında ilk evliliğini yapmış. İki de çocuğu olmuş. Fakat bu hayatın onun hayal ettiği hayat olmadığını anlaması uzun sürmemiş. Tekrardan Paris'e taşınmış. Burada dönemin sanat ve fikir hayatı onu çok etkilemiş. Önemli fikir insanları ile tanışmış. Bu arada da Le Figaro'ya yazılar yazmaya başlamış. Daha sonrasında ilk romanını çıkarmış. Arkasından onlarca kitap, hikaye, masal, tiyatro eserleri ve edebiyat eleştirileri yazmış. Paris'in edebiyat alanında en önemli isimlerinden olmuş. Fakat onun asıl ilgi çekici olan yanı genellikle özel hayatı olmuş. Çünkü takma isim olarak George Sand'i kullanıyordu.

Sadece yaşadığı dönemi değil, kendinden sonra gelenleri de etkileyen George Sand, çağının çok önünde giden bir kadındı. Birçok eser vermesine rağmen edebiyat dünyasında eserlerinden çok, yaşam biçimi ile ünlenen bir isim oldu. Erkek ismi kullanması, pantolan giymesi, kalabalık yerlerde elinde sigarası ile dolaşması, romanlar yazması, siyasette aktif olarak yer alması, evlilik dışı ilişkilerini çok rahat yaşaması, 1800’lü yıllar için devrim niteliğindeydi. Ünlü müzisyen Chopin ile yaşadığı tutkulu aşkı sanırım bilmeyen azdır sanatla ilgilenen kişiler arasında. Hatta Chopin'in bu kadar büyük bir sanatçı olmasında, onun aşkının etkisi olduğunu düşünenler bile var.

Sevgilisi olan bütün erkeklere büyük aşklar yaşatmış, onlara çoğu zaman anaç duygularla yaklaşmış George Sand. Dönemin en önemli şairlerinden Alfred de Musset'de onun sevgilisi olmuştu. Fakat bir doktor için rahatlıkla onu terk etmişti George Sand. Hayatını sadece kendi istediği gibi yaşayan bir kadındı o.


1876 yılında öldüğünde cenazesine sanat camiasının en büyük isimleri katılmıştı. Gustave Flaubert onun için şöyle demişti: "Gömüldüğünde bir çocuk gibi ağladım. Bu çok değerli insanın içinde ne denli müthiş bir kadınlık duygusu; ve bu dehanın içinde ne müthiş bir şefkat olduğunu bilmek için onu benim tanıdığım gibi tanımak gerekir." Sadece Flaubert değil Victor Hugo bile ona olan hayranlığını şöyle dile getiriyordu: "Ölen bir insan için ağlarken ölümsüz bir insanı selamlıyorum. Onu sevdim, ona saygı duydum, ona hayran oldum."

Histoires de Parfums, yine parfümüne tarihi bir şahsiyetin ismini vermiş anlaşılacağı üzere. 1804 yılında doğan George Sand'ın anısına ithaf edilmiş bugün inceleyeceğim parfüm. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış 1804:

"O yılın 1 Haziranında, Paris Meslay sokağı 15 numarada, ileride Dudevant Baronesi olacak Amantine Aurore Lucile Dupin doğdu. George Sand takma adı ile çok ünlü olacaktı. Dahiyane bir yazar, harika bir aşık ve adanmışlığın ilk canlı örneğiydi. Sand'in çağdaş mirasçıları için bu parfüm onun duygusallığını ve cömertliğini yansıtır. George Sand'i doğa ile birleştirip bağ kuran amber çiçeği buketi, kuvvetli baharatlar ile ısıtılmış ve tatlı meyveler ile renklendirilmiştir."

1804, kendi sitelerinde oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Baharatlı ananasa benzetilmiş. Zaten parfümün başlangıcı yoğun meyvelerin hakimiyetinde gerçekleşiyor. Modern bir meyvemsilik. Şeftali, erik ve ananas. 1804'ün üst notaları meyve şöleni gibi. Orta kısımda şeftali-ananasa yumuşak baharatlar ekleniyor. Küçük hindistan cevizi olabilir. Hafiften de gül hissediyorum. Ayrıca çiçeklerde kendisini gösteriyor. Ama çok kadınsı değil neyseki çiçekler. Yapaylık sınırında dolaşan amber alttan alta sürekli destek veriyor. Son kısma geçeyim. Burada meyvemsilik azalıyor. Ortaya çok güzel kremsi paçuli çıkıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

1804, genelini düşündüğümde kremsi meyveli-çiçeksi yapıda ilerliyor. Yardımcı öğeler olarak yumuşak baharatlar, amber ve misk var. Markanın denediğim diğer parfümleri gibi üst-orta-alt notalar belirgin. Bu anlamda kompleks yapıda diyebilirim. Fakat orta notalarında ortaya çıkan yapay ambere neden gerek duyulmuş anlayamadım. Bu durum, parfümün genel kalite hissiyatını düşürüyor. Kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Denemelerim sırasında 1804'ün en sevmediğim tarafı orta notaları oldu. Ayrıca baharatlar ile amberin ciddi uyumsuzluğu var. Biraz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü markanın diğer parfümlerindeki yüksek kalite memnun ediciydi. 1804 çok çarpıcı yada etkileyici gelmedi bana.


Fakat hakkını yememek lazım. Günümüzün birbirine benzeyen sıradan meyveli-çiçeksi parfümlerinden kalite olarak hala çok iyi. Özellikle başlangıcı başarılı. Sonlarındaki güzel kullanılmış paçuli hoş bir sürpriz yapmış. Thierry Mugler – Angel (kadın) tarzındaki paçuli, parfümün açık ara en sevdiğim kısmı diyebilirim. Genel olarak herkesin sevebileceğini düşündüğüm, kullanması kolay bir eser. Etrafınızdan olumlu tepkiler alacağınızı düşünüyorum. Neşeli, canlı ve parlak yapıya sahip. Karanlık ve iç sıkıcı değil.

1804, baş yapıt değil. Parfümün karakteri ile ithaf edilen yazar George Sand arasında nasıl bir bağ kurulabilir diye düşünüyorum. Böylesi erkeksi tavırları olan bir kadın romancının, eğer yaşasaydı meyveli-çiçeksi bir parfüm kullanacağını hiç sanmıyorum. Tamam kadınsı bir parfüm değil genel olarak. Erkeksi vurgular var. Ama yine de isim-parfüm uyumsuzluğu mevcut bence.

1804, kendi sitelerinde kadın parfümü olarak nitelenmiş. Aslında çok feminen tarafı yok. Erkeklerin kullanımına da uyacak gibi. Hatta kadın parfümü olarak piyasaya sunulduğunu öğrendiğimde biraz şaşırdım. Uniseks kullanıma daha yakın diyebilirim.

Luca Turin'in kitabında beş üzerinden dört yıldız verilerek oldukça başarılı bulunmuş ve baharatlı-çiçeksi olarak sınıflandırılmış.


Eau de Parfum formunda 1804. Dört mevsimde de kullanmaya müsait. Fakat sıcak yaz günlerinde çok sıkılırsa biraz boğucu olacağını düşünüyorum. Günlük kullanıma uyabilecek tarzı memnunluk verici.  

Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Sonlarını da sevdim.
+ Genel beğeniye uygun tarzı var.

Eksileri:
- Orta kısmını sevmedim.
- Çok yaratıcı yada çarpıcı değil kokusu.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7