22 Nisan 2013 Pazartesi

L’Artisan Parfumeur – Al Oudh (2009)



L’Artisan Parfumeur – Al Oudh (2009)  Markanın “Seyahat” serisine mensup parfümü.

"5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 125. Maddesi:

1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi için fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur."

Evet sevgili parfüm severler. Hukuk alanına merak salmadım şimdi de. Benim için fazla detaylı ve karışık hukuk bilimi. Fakat kendi düşüncelerini internet blogu aracılığıyla özgürce yazan bir kişiye yapılan her türlü küfür ve hakaretin hukuk alanında mutlaka bir karşılığı olacağını sanırım çoğu insan bilmiyordu. Böylece öğrenmiş olacaklardır. 

Fakat işin daha farklı boyutundan bakmak istiyorum çoğu zaman yapmaya çalıştığım gibi. Benim kişisel fikirlerimi yazdığım Parfüm Merakı sitesine kimlerin olduğunu gayet iyi bildiğim ve neden yaptıklarını da tahmin ettiğim 3-5 kişilik küçük bir grup belirli aralıklarla hakaret ve küfürler yazıp, değerli okuyucuların keyfini kaçırmaya çalışıyorlar.

Anladığım kadarıyla bu durumun toplumsal psikoloji hatta sosyolojiyle ilgili güçlü bağları var. Hayatı ruh hastalığı boyutlarında yaşayan ve internetten gizli kimliklerle başkalarına ait bloglara girip, küfür eden arkadaşlara sadece üzülüyorum. Kendini hakaret ve küfürle ifade etmek hangi psikolojik rahatsızlığın belirtisidir acaba? Öncelikle küfrü eden insanın yaşantısını incelemekte fayda var belki de. Kabalık, terbiyesizlik, bastırılmışlık, kendini ezik hissetme, baskın gelme çabası, çocukken yaşanan travmalar, ego tatmini çabası. Kim bilir sebebi ne, karşısındaki insana çok normal bir şey gibi kimliğini gizleyerek küfür etmek. Psikolog değilim ama mutlaka bir yeri vardır bu alanın içinde. Bu zihin yapısını anlayabilmek için internette biraz gezindim. Ve bakın bir tıp sitesinde ne buldum:

"Paranoid Kişilik Bozukluğu: Bu hastalığın temelinde başkalarına karşı duyulan güvensizlik ve kuşkuculuk yatar. Kişi kuşkularını, tartışarak, şikayet ederek yada agresiflik ile ifade eder. Paranoid kişiler görüntüde soğuk, objektif ve mantıklı gibi görünebilirler ama genelde saldırgan, inatçı ve sarkastik davranırlar. Başkaları hakkında negatif yargılar geliştirebilir ve kendileri gibi paranoid inançların paylaşıldığı gruplara üye olabilirler.

Belirtileri: Kuşkuculuk, kıskançlık, çekememezlik. Kızmaya, öfkelenmeye ve agresifleşmeye hazır olma. Ukalalık, kendine aşırı güven, herkesten üstün olduğuna inanmak."

Ne kadar da tanıdık geliyor değil mi bu tavırlar? Sanki dün görmüş gibiyim :) Fakat bu şekilde bana hakaret ederek kendisini mutlu hisseden arkadaşlara bir kaç kelam edeyim. Şuna emin olun ki bana ettiğiniz küfürler ile ben ne değersizleşirim ne de yazdıklarım önemsizleşir. Eğer benim düşüncelerime katılmıyorsanız bunu, altı mantıklı gerekçelerle doldurulmuş fikirlerinizle ifade etmeniz gerekir. Yanlışlarım varsa düzeltmeye her zaman hazırım. Ki yazılarımda gözümden kaçan bazı yanlışlarım için beni uyaran arkadaşların haklı oldukları yanları hemen düzeltiyorum. Bunun bir çok örneğini verebilirim. Hatasızlık sadece Allah'a mahsustur. Ama "ben şu parfümü seviyorum sen nasıl sevmezsin ve eleştirebilirsin” yada “sen parfümden anlamazsın" gibi anlamsız düşünce kalıplarına cevap vermeye bile gerek duymam. Çünkü boşa kürek çekeceğimi bilirim.

Herkesin istediği parfümü sevip, istediği parfümü sevmeme hakkının/özgürlüğünün olduğunu, insanların fikirlerine ve beğenilerine maksimum derecede saygı duyulması gerektiğini, parfümler gibi subjektif bir alanda mutlak doğru olamayacağını yüzlerce defa anlatsam da anlamayacaklar çünkü. Ama hem bunları anlayamayıp, hem de durduk yerde sitemize gelip bana küfür etmeye kalkarsanız her zaman kaybeden olursunuz. Çünkü sadece haksızlar ve suçlular hakaret edip, sesini yükselterek üste çıkmaya çalışırlar. Bana edilen hakaretler ise bende en ufak bir etki yaratmaz. Vız gelir tırıs gider. Gerekirse mutlulukla ve eğlenerek cevabını veririm. Çünkü neden böyle davrandıklarını çok iyi bildiğim için ciddiye almam. Hatta daha da motive eder beni. Doğru yolda olduğumu anlarım.

Parfüm Merakı blogunun yazarı olarak böyle sağa sola küfür ederek rahatlayan arkadaşların (ne yazık ki bu kişilerin içinde aklı başında olduğunu sandığım üniversite mezunu kişiler de var) mümkünse blogumu okumamalarını, yorum yazmamalarını ve tek amacı parfümlerle ilgili konuları konuşmak olan değerli parfüm severleri rahatsız etmemelerini öneriyorum. Bu arkadaşlar kendi forumlarında bütün gün birbirlerine küfür edip güzel saatler geçirebilirler. Yada başkalarının fikirlerine saygı duyamayacak olgunluğa ve hoş görüye sahip olamayan küfürbaz kardeşlerimiz kendilerine farklı hobiler bulabilirler. Mesela puzzle ile uğraşmak, uçurtma uçurmak, oyuncak arabalar ile oynamak, kartondan gemi yapmak gibi. Nasıl ki ben, başkalarının kişisel bloglarına yada sitelerine girip, onlara küfürler etmiyorsam, aynı tavrı kendim içinde istemek sanırım hakkım. Sizlerin Parfüm Merakı'nı okumamaları ve yorum yazmamaları bizim için bir mutluluk kaynağıdır. Parfüm Merakı’nın değerli okuyucuları, sizlerin çirkin küfürlü yorumlarınızı okumak ve muhatap olmak zorunda değil. Daha söyleyecek çok şey olmasına rağmen fazla uzatmadan bu konuyu noktalayıp çabucak gelelim ilgi alanımıza.

Artık moda oldu niş markalar arasında Oud (Öd ağacı) temalı kokulara imza atmak. Nereden ve neden geldiğini bilmediğim bu öd merakı niş markaları adeta kasıp kavuruyor. Bir çok niş marka öd merkezli kokular çıkarıyor. By Kilian'dan Maison Francis Kurkdjian'a, M. Micallef'den Montale'e, Bond No.9'dan Byredo'a, Creed'den Amouage'a.


Bu gidişle öd temalı parfüme sahip olmayan niş marka kalmayacak. Doğal olarak da Fransız niş markası L'Artisan Parfumeur bu akıma kayıtsız kalamamış ve 2009 yılında öd temalı kokuya imza atmış. Hem de çok ünlü bir burun olan Bertrand Duchaufour'a tasarlatmış Al Oudh'u.

Al Oudh, kendi sitelerinde oryantal olarak sınıflandırılmış. Timbuktu, Dzongkha ve Fleur de Liane gibi markanın "Seyahat" serisine mensup. Yine kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Arap odunlarının kuvvetli iksiri. Arap yarımadasının ilk koku örneğidir. Öd ağacı yüzyıllardır erkek ve kadınların güzellik ritüellerinde, ten ve saçlarında kullanılan yoğun dumansı kokudur. Al Oudh'daki deri, baharat, is kokusu; portakal çiçeği ve gülün zarif aranjesi ayrıca kurutulmuş meyvelerin ilavesiyle yumuşatılmıştır. Al Oudh'u duyguların iksiri olarak tanımlayan; misk, paçuli ve tonka fasulyesinin hipnotize edici dokunuşudur. Tek nota halindeki öd ağacının, sihirli, antik ve dumansı-derimsi çarpıcılığı, Binbir Gece Masalları'ındaki gibi hissettiriyor."
    

Al Oudh'un başlangıcı karanlık sayılabilecek şekilde gerçekleşiyor. Hastane gibi kokan baharatlar (kimyon, tarçın), bir parça meyve dokunuşu (hurma veya erik) ve garip içki teması (neredeyse viski hatta şarap gibi) ile üst notalar size merhaba diyor. Başlangıç derin ve gizemli. Sevmesi ve çözmesi zor. Çok beğenmesem de benzersiz bir açılışı var. Fena değil diyelim. Geçeyim orta notalarına. Burada parfüme ismini veren öd ağacı kendisini gösteriyor. Ona biraz gül ve safran eşlik ediyor. Kimyasal his azalıyor. Onun yerine biraz hayvansallık hissediliyor. Azıcık da deri. Baharatlar hala etkili. Orta kısım bence parfümün en başarılı tarafı. Son kısım ise hiç güzel olmamış. Yapay ve sulandırılmış hissi veren misk çok sıradan. Ayrıca bariz yapaylık hissedilen odunsu notalar da neyin nesi? Sedir ağacı değil mi bu? Acaba nasıl böylesine vasat kullanılmış. Anlamak zor.

Al Oudh, isminden de anlaşılacağı üzere öd ağacı temasına sahip. Başlangıcından itibaren kendisini hissettiriyor Öd. Orta notalarda ise adeta dümeni ele geçiriyor. Parfümün ikinci nirengi noktasını tatlımsı baharatlar oluşturuyor. Kimyon-karanfil-tarçın efekti veren baharatlar geri planda gibi görünse de önemli ölçüde kokunun karakterine yön veriyor. Gül de iyiden iyiye kendisini hatırlatıyor. Ama karanlık, soğuk ve koyu bir gül kokusu diyebilirim. Hatta biraz kirli ve kimyasal.

Parfümün genel karakteri karanlık, derin, tuhaf öd ağacı-baharat tarzında. Gül de var fark edilir oranda. Kullanması kolay bir koku değil. En azından bende öyle bir izlenim bıraktı. Herkesin sevebileceği gibi güvenli olmayabilir. Daha deneysel bir kokuya sahip. Fakat çok çarpıcı değil açıkçası. Hatta bana biraz basit geldi. Büyük boy şişesini aldıracak kadar ilginç ve etkileyici gelmedi. Evet başlangıcı farklı. Orta kısım gayet iyi. Ama sadece o kadar. Bu kötü bir kokuya sahip olduğu anlamına gelmiyor. Sadece yeterince ilgimi çekemedi.


Parfümün tasarımcısı dünyaca ünlü Bertrand Duchaufour. Açıkçası onun ismini gördüğümde merakım bir kat daha artmıştı. Ne de olsa bir çok niş ve ana akım markaya başarılı parfümler tasarlamış bir isim. Ama onun imzası bile bu parfümü çok sevmemi sağlayamadı.

Al Oudh, uniseks olarak tasarlanmış. Bence erkek kullanımına daha yakın gibi duruyor. Ama içeriğindeki gül kadınlarında ilgisini çekecek gibi. Eau de Parfum (EDP) formunda satılıyor. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Çok genç yaşlardaki arkadaşların kullanmasını tavsiye etmem. Denemeden almayınız çünkü hoşunuza gitmeyebilir. Özellikle başlangıcı pek alışıldık değil. 

Artıları:
+ Son kısmı dışında derinliği ve kalitesi memnun edici.
+ Yer yer hayvansallık barındıran farklı bir baharatlı öd ağacı kompozisyonu arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Eksileri:
- Sonlarını beğenmedim.
- Yer yer kimyasal-hastane kokan yapısı herkesin hoşuna gitmeyecektir.
- Çok çarpıcı yada aşık olunacak tarafına rastlamadım.

Koku Güzelliği:10/6.5

19 Nisan 2013 Cuma

Viktor&Rolf – Spicebomb (2012)



Viktor&Rolf – Spicebomb (2012)  Markanın erkek parfümü.

Viktor Horsting ve Rolf Snoeren isimli iki gencin yolu, Hollanda'daki Arnhem Sanat ve Tasarım Akademisi'nde kesişmiş. Hayat da zaten çoğu zaman rastlantılarla şekillenmez mi? 1969 doğumlu bu iki genç tanışıp, arkadaş oluverirler. Arkadaşlıkları okulun bitimine kadar sürer. Ve okul bitince iş hayatına atılmaya karar verirler. Henüz yirmili yaşların başındaki iki arkadaş beraber kıyafet tasarımları yaparlar. Bakarlar ki memleketleri olan Hollanda, meslekleri için uygun yer değildir. Onlar modanın kalbi sayılan Paris'e gitmeye karar verirler. Ve ilk kreasyonlarını 1992-1993 yıllarında görücüye çıkarırlar. Bu tarihler onların markalarının da temellerinin atıldığı yıllar olur.

Viktor&Rolf, moda sektörüne hizmet veren hazır giyim markası. Hatta Hollanda'nın bu alanda gururu bile denilebilir. İki genç adam, 2005 yılında markalarına parfüm koleksiyonu da eklemeye karar verirler. İlk parfümleri kadınlara yönelik olarak çıkan Flowerbomb olur. Şimdiye kadar on sekiz kadar parfüme imza atmışlar. Anlaşılan parfüm işini fazlasıyla sevmişler. Viktor&Rolf, 2012 yılında oldukça ilgi çeken bir erkek parfümüne imza attı. Güçlü bir pazarlama kampanyasıyla satışa sunulan Spicebomb, hem ismi hem de farklı şişesiyle amaçladığı ilgiyi yakaladı. Bir süredir yurt dışındaki parfüm platformlarında en çok ismi geçen arkadaşlardan olan Spicebomb, bugünkü konuğum.

                                                              Viktor Horsting ve Rolf Snoeren.

Fragrantica'da odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış Spicebomb. Parfümü ilk sıktığımda modern tatlı turunçgiller (portakal yada mandalina olabilir), tatlımsı yumuşak baharatlar (tarçın, biber veya küçük hindistan cevizi) ve tatlımsı modern meyveler (kiraz, vişne veya erik) ile size merhaba diyor. Başlangıcı çok modern ve sevilesi. Fena değil üst notalar. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Burada tatlımsı baharatlar daha da kendisini gösteriyor. Baharatlara yapay-yeşil tütün ve kabe samanı (vetiver) ekleniyor. Orta kısım hayal kırıklığı. Geçelim sonlara. Alt notalarda büyük değişikliğe uğramıyor kokusu. Aynı yapay-yeşil tütün ve kabe samanına bir parça deri ve odunsu notalar ekleniyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Spicebomb'ı uzun zamandır kullanıyorum. Gerek soğuk günlerde gerek dışarıda gerekse ten üzerinde defalarca deneme şansım oldu. Bu parfümü iki kısma ayırıyorum kendimce. İlk kısım başlangıcı. Günümüzün modern tatlı baharatlı parfümlerine çok benziyor üst notalar. Tatlı turunçgiller çok ilginç değil. Aynı şekilde tatlı baharatlar da ayrıcalıklı kokmuyor. Fakat yine de güzel bir başlangıç. Canlı, enerjik, neşeli ve pozitif. Açılışını sevdim.

Geleyim ikinci kısma. Başlangıçtaki tatlı turunçgiller burada kayboluyor. Bir tek tatlımsı modern baharatlar kalıyor. Ona çok yapay yeşil tütün-kabe samanı benzeri koku ekleniyor. Evet Spicebomb orta notalarından itibaren güçlü yeşil tonlar barındırıyor. Ama yeşil çiçekler gibi değil. Yapay kabe samanı yeşilliği gibi. Açıklanan notalarında safran görünüyor. Belki ondan geliyor bu tuhaf his. Zaten parfümden soğumamın, tahammül edilmez bulmamın sebebi de burası. Spicebomb orta kısımdan itibaren çok vasat ve yapay kokuyor. Hatta L'Artisan Parfumeur'un Tea for Two'suna biraz benziyor orta kısmı. Ama ondan daha kötü. Açıkçası şaşkınım. Bu mu böylesine hakkında konuşulan ve övgüler alan parfüm? Bu bir şaka mı? Bu kadar yapaylığa ve sinir bozucu kokuya nasıl dayanılır bilemiyorum. Belki de doktara gidip antidepresan alarak mümkün olur. Çünkü Spicebomb gerçekten de başarısız genel anlamda.


Spicebomb, ismi ile çelişkiye düşmüyor. Ciddi oranda baharatlı bir koku. Modern baharatlar kimi zaman öyle tatlanıyor ki neredeye şekerli hale geliyor. Can sıkıcı taraflarından birisi de bu şekerlilik. Benim gibi parfümlerde tatlılığı seven birisine bile aşırı geldi. Ayarı kaçırmış Olivier Polge ne yazık ki. Yeşil tütün yaprakları-çay-odunsu notalar karışımı, benim hiç de beklediğim gibi sonuçlar vermiyor anlaşılan.

Bu parfümün neden piyasaya sürüldüğü çok açık. Herkesin sevebileceği ve popüler olma ihtimali yüksek tarzda. Ortalama parfüm kullanıcısı için olabilir ama Parfüm Merakı'nın karşısına böyle bir parfümle çıkmak hiç de iyi fikir değil. Bir parça Paco Rabanne - 1 Million, bir parça Yves Saint Laurent - La Nuit de L'Homme, azıcık Gucci Pour Homme II, hatta Van Cleef&Arpels - Midnight in Paris ve diğer modern-yapay baharatlı popüler parfümlere öykünmüş. Hiç bir yaratıcı ve yenilikçi yönü yok. Bol bol satılıp, yüksek karlar sağlanması amaçlanmış. Tamamen ticari, derinlikten yoksun ve kötü bir taklitten öteye gidebilmesi zor.

Yine aynı oyun. Parfümün başlangıcını modern ve güzel baharatlar-turunçgiller ile süsle. İnsanlar mağazalarda kollarına bir kere sıkıp, başlangıcına mest olsunlar. Ve hemen parfümü alsınlar. Fakat 3-4 gün kullandıktan sonra "bu ne biçim koku yahu" diyerek ellerindeki şişeye bakakalsınlar. Ve dolaplarının ücra köşesine atsınlar. Olacak olan budur sevgili parfüm severler.


Sizlere tavsiyem bu parfümün başlangıcındaki güzelliğe aldanıp, satın alma kararı vermeyin. Yoksa pişman olabilirsiniz. Çünkü bu pazarlama oyunu can sıkıcı olmaya başladı. Bir çok marka bu işlere merak sardı. Hatta Yves Saint Laurent ve Gucci bile yeni parfümlerinde bu uyanıklığı sıkça yapar oldular. Ne yazık ki parfüm sektörünün gittiği yer kocaman bir uçurum. Umarım markalar bu yaptıkları yanlışlardan dönüp, doğru düzgün kokular tasarlama başlarlar. Çünkü artık yeni çıkan çoğu parfüm banyolarda yada odalarda havaya sıkmak için bile yeterli güzellikte değil. Mutlaka 2-3 defa farklı zamanlarda deneyin almadan önce. Sadece başlangıcındaki kokuyu değil, 1-2 saat sonra ortaya çıkan kokuyu da dikkatlice değerlendirin. Paranıza yazık etmeyin.

Spicebomb'un hedef kitlesi belli. 15-25 yaş arası fazla parfüm deneyimi olmayan gençler, ilginç şişesine ve ismine bakıp alacaklardır muhtemelen. Fakat Parfüm Merakı okuyucularının bu hataya düşmeyeceğine adım gibi eminim.

Bir başka konu ise bu parfümün Tom Ford'un nefis parfümü Tobacco Vanille ile karşılaştırılması. Yurt dışındaki bazı parfüm platformlarında Spicebomb ile Tobacco Vanille birbirine çok benzetilmiş. Hatta Tobacco Vanille'ye alternatif olarak gösterilmiş. Aslında biraz ağır konuşacaktım ama yine kendimi tutayım. Spicebomb ile Tobacco Vanille'yi karşılaştırmak en hafif tabiriyle ayıptır. Tobacco Vanille'nin o müthiş kalitesini, rafineliğini ve cazibeli yapısını, böylesine vasat, sıradan ve yapay parfümle kıyaslamak abesle iştigal değil de ne. Herkesin anlayabileceği şu örneği vererek konuyu uzatmayayım: Eğer Tobacco Vanille BMW M5 ise Spicebomb Toyota Corolla'dır. Benim açımdan durum bu kadar net ve berrak. Spicebomb için benim alternatif isim önerim şudur "Syntheticbomb".

İşin acı tarafı bu kadar sıradan bir parfümü Dior Homme gibi şahesere imza atmış Olivier Polge'nin tasarlamış olması. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun. Yaz mevsiminde boğucu ve bıktırıcı olacaktır. Denemeden almayın alana da mani olun.


Spicebomb'un belki de en başarılı tarafı şişesi. El bombasına benzeyen bu ilginç şişe tam koleksiyonluk. Bu farklı şişeyi Fabien Baron tasarlamış.

Artıları:
+ Başlangıcı güzel.

Eksileri:
- Orta notalarını sevmedim.
- Son kısmı da başarısız.
- Yapaylık can sıkıcı ve sinir bozucu.
- Hiç bir yeni tarafı olmayan, piyasadaki rakiplerini taklit etmekten öte gidemeyen kokusu.

Koku Güzelliği:10/4.5

14 Nisan 2013 Pazar

Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)



Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Bu hikaye belki de ilk insanlar kadar eskidir. Adem ile Havva'ya uzanır muhtemelen. Havva'nın, ilk insan olan Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığına inanır Hristiyan mitolojisi. Bu sahneyi resmetmiş bir çok ünlü ressamın tablosunu bulabiliriz. Olaylara tamamen farklı açılardan bakan iki cinsiyet. Kadın ve erkek. Binlerce yıldır beraber yaşıyorlar. Binlerce yıldır birbirlerine tahammül ediyorlar. Çünkü binlerce yıldır birbirlerine muhtaçlar.

Bazen insanların hayatlarına şekil veren yegane şeyin menfaat olduğunu düşünüyorum. Her insan, nefsi gereği bencil, çıkarcı ve gözü doymaz bir yaratıktır aslında. Ne kadar zengin olursa olsun hep daha fazlasını ister. En güzel kadına sahip olsa bile başkasındadır gözü. Çok mutlu olsa bile diğerinin mutluluğunu kıskanır. Zaten bütün dinler de insanların bu hırslarını ve hatalarını göstermek, o yanlışlarını düzeltmelerini sağlamak için gönderilmemiş midir?

Çoğu zaman evlilikler bile karşılıklı çıkarlar için oluşturuluyor. Çünkü insan aslında çok zayıf karakterli. İnsan aslında çok çabuk yoldan çıkmaya müsait. İnsan aslında çok nankör. Kadın ile erkek arasında binlerce yıldır süregelen hukuk, ana hatlarıyla da olsa çok değişmiyor. Erkeğin çıkarları ve ihtiyaçları ile kadının çıkarları ve ihtiyaçları karşılıklı olarak uyumlu hale gelince yaşanıyor evilikler. Aşk mı? Tutku mu? Sevgi mi? Sizce artık var mı bu duygular?

Her zaman için kadınların erkeklerden bazı üstün yanlarının olduğunu düşünürüm. Ayrıntılardaki farkları görme yetenekleri, olayların başını görüp sonunun nereye varabileceğini anlayabilme, çok güçlü altıncı hisleri, algılamadaki hızları beni her zaman şaşırtır ve hayran kalmamı sağlar kadınlara. Sanırım kadınların yaratılış bilmecesi böyle birşey. Erkeklerin çoğunlukla anlamayamadığı gizemler taşıyor kadınlar.

Peki bir kadına yaratılış anlamında verilmiş bazı üstünlükler yeter mi? Tabiki yetmez. Bir kadın her zaman daha iyisini ve fazlasını ister. Hatta bazen neyi tutkuyla istediğini bile bilemez. Ama yine de ister. Arzulanan kadın olmak, beğenilen kadın olmak, kendisinden bahsedilen kadın olmak, acı çeken kadın olmak, acı çektiren kadın olmak, mutlu olmak, huzurlu olmak ve daha onlarcası. Peki bunların hepsini bir parfüm verebilir denilse sizce bir kadın ne düşünecektir. Tabiki ona sahip olmak isteyecektir.


Bugün karşımızda 1990'lı yılların sonlarında üretilmesine rağmen, klasik olmaya aday parfümlerden Hypnotic Poison var. Şu bir gerçek ki bu parfüm ilk piyasaya sürüldüğünde küçük çaplı bir deprem yaşanmıştı. Çünkü kokusu öylesine etkileyici ve seksiydi ki yüzbinlerce kadın bu parfüme sahip olmak için birbiriyle yarıştı. Ve Christian Dior'un en çok satan parfümlerinden birisi olmayı başardı. Aradan geçen on beş yıl ise Hypnotic Poison'un popülaritesini ve kadınlar için arzu nesnesi olma durumunu değiştiremedi. Hala dünyanın en çok satan kadın parfümlerinden birisi. Hatta o kadar başarılı oldu ki, ismini aldığı serinin ilk parfümü Poison'ın bile önüne geçti. Onu ikinci plana attı.

Dahi parfümör Annick Menardo'nun kadınlara armağanı olan Hypnotic Poison, oryantal vanilya olarak sınıflandırılmış bir çok yerde. İlk sıktığımda karşıma yapay pudramsı vanilya ve acı badem çıkıyor. Sanki biraz da tatlı kırmızı meyveler var. Başlangıcı ilginç ama yapay. Orta notalara geçildiğinde koku karakteri büyük değişikliğe uğramıyor. Aynı acı bademli vanilya devam ediyor. Farklı olarak tatlımsı modern çiçekler ve baharatlar ekleniyor. Muhtemelen yasemin ve biraz sümbülteber. Fakat çok baskın değil çiçekler. Adeta vanilyaya boyun eğmiş durumdalar. Son kısım da ise biraz odunsu notalar, biraz paçuli ve yine kirli sayılabilecek vanilya var. Fakat başlangıçtaki gibi yapay değil. Bana göre parfümün en güzel yeri alt notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümün resmi tanıtımı şöyle yapılmış: "Dior'un efsanevi yasak meyvesinin gizemi ile kadınsı bir cüretkarlığın, sihirli ve modern aşk iksirinin karışımı. Bu parfüm dört zıt yöne sahiptir. İnsanı kendinden geçiren acı badem ve kimyon tohumu, gösterişli yasemin, gizemli Jacarandra (mavi tropikal bir çiçek) ve şehvetli vanilya ve misk. Sarhoş edici ve abartılı."

Parfümün ana eksenini çok rafine olmayan vanilya oluşturuyor. Biraz tozlu, biraz yapay, biraz pudralı ve biraz yağlı vanilya. Yani çok temiz ve pürüzsüz değil. Parfümün bence ikinci unsuru tatlımsı modern meyveler. Açıklanan notalarında erik, kayısı ve hindistan cevizi var. Zaman zaman hindistan cevizi aromasını hissediyorsunuz. Fakat genellikle yaz mevsimine uygun parfümlerde rastladığımız gibi ferah kullanılmamış hindistan cevizi. Sonrasında ise plastiğimsi çiçekler var tabiki. Fleur du Male’deki kadar rahatsız edici değilse de dikkatli bir kullanıcı algılayacaktır yapaylığı.
  

Hypnotic Poison'u ilk sıktığımda nedense bocalıyorum. Bu nasıl bir koku? Ne anlatmak istiyor bana? Yoksa tam tersi mi? Benim mi bir şeyler söylememi istiyor? Onun ruhunu okşamamı, ona ilgi göstermemi, onu iltifatlara boğmamı mı bekliyor? Hayır bana sadece bakıyor. Bende ona dikkatlice bakıyorum. Onu tanımaya, ruhunu anlamaya çalışıyorum. Fakat işimin zor olduğunu daha ilk saniyelerde fark ediyorum. Çünkü karşımda güçlü ve baskın karakteri olan bir koku var.

Şu isme bakar mısınız? Hypnotic Poison. Böylesine iddialı bir ismi kim kolay kolay parfümüne verebilir. Sanırım bir parfümün ismi ile kokusu ancak bu kadar uyumlu olabilir. Hele ki o kırmızı ve şehveti hatırlatan yuvarlak şişesi. Kadın bedeninin yuvarlak hatlarından ilham almış sanki. Bu zehiri ilk sıktığınızda adeta vücudunuza iğne yoluyla değil de koklayarak alıyorsunuz öldürmeyecek kadar az zehiri. Koku molekülleri ilk önce burnun içindeki sinirleri uyarıyor. “Daha önce rastlamadığımız bir tür” diye alarm veriyor bağışıklık sistemi. Bu aşık eden zehir, yavaş yavaş etkisine alıyor sizi. Ne öldürüyor ne de eski ve monoton hayatınıza geri dönmenizi sağlıyor. Sizinle oyun oynuyor belli ki.

Hypnotic Poison bana neyi hatırlatıyor derseniz işte cevabım: Camdan bir zindanın içindesiniz adeta. Dışarı çıkış için hiç bir yol yok. Ne bir kapı ne bir pencere. Sadece hava almanız için küçük delikler. Ve bir anda kapkaranlık odanın ışıkları yakılıyor. Karşımda son derece cazibeli, kırmızı bir elbise giymiş kadın oturuyor. Bacak bacak üstüne atmış. Kendimi "Temel İçgüdü" filminin karakteri gibi hissediyorum. Sharon Stone bütün etkileyiciliği ile karşımda oturuyor sanki. Gözlerini ise gözlerime dikmiş. Hiç konuşmuyoruz. "Bazen susmak da çok şey anlatmaktır" derler. İşte karşımda oturan kırmızılı kadın gözleri ile aslında herşeyi anlatıyor. İsmini, kaç yaşında olduğunu, neden orada oturduğunu ve benden ne istediğini...


O kesinlikle ikonik bir kokuya sahip. Öylesine bir parfüm ki hakkında çokça efsaneler anlatılıyor. Mesela bazı Arap ülkelerinde cazibeli ve etkileyici kokusu olduğu için yasakladığından tutun da hava yollarında çalışan hosteslerin bu parfümü kullanmamaları yönünde sürekli uyarı aldıkları gibi. Etrafında dönen bu söylentiler hiç kuşkusuz ona olan ilgiyi daha arttırıyor ve insanların daha da merak etmelerini sağlıyor.

Yapaylık barındıran vanilya, hastane odası gibi kokan çiçekler, çok rafine olmayan badem. Genel olarak çok büyük değişimler göstermiyor kokusu. Biraz düz çizgide ilerliyor. Bu söylediklerimin her birisi parfümün rahatlıkla eleştirilebilecek yönleri. Ki hepsi de sonuna kadar haklı. Parfümün genelinde yapaylık hissediliyor. Bu anlamda yine böyle yapay bir klasik olan Gucci - Rush'a benzettim yapısını. Koku anlamında büyük benzerlikleri olmasa da yapay-modern-cazibeli parfüm olmaları anlamında paralellik kuruyorum. Hatta ikisininde şişesinin renginin kırmızı olması ve Rush'ın, Hypnotic Poison'dan sadece bir yıl sonra çıkarılması tesadüf olamayacak kadar ilginç geldi bana. Size garip gelebilir ama Hypnotic Poison ile Thierry Muler'in çığır açan parfümü Angel (kadın versiyonu) arasında görünmez ve ince bir bağ var sanki. Yada bana öyle geliyor.

Hypnotic Poison, “kadın parfümü nasıl olmalı” ismi ile uygulamalı ders veriyor adeta. Her şey gözünüzün ve burnunuz önünde gerçekleşiyor. Şüpheye mahal yok. Çünkü o kadar iyi biliyor ki ne yapmak istediğini. Bu parfümü sıkıp da bir mekana giren kadının etrafta koparacağı fırtınayı hayal etmek zor değil. Yüzler ve burunlar size çevrilecek muhtemelen. Çünkü öylesine iddialı ki diğer kokuları bastıracak kadar hırslı ve güçlü. "Koridor yada asansör" kokusu denilebilir rahatlıkla. Arkanızda iz bırakacağınız bir eser o.

Eğer bir kadın istediği erkeği elde etmek istiyorsa, bunun yollarından birisi de Hypnotic Poison bence. Bu parfümü koklayıp da o kadının peşinden gitmeyecek erkeği, dünyada hiç bir şey avucunuza almanızı sağlayamayacaktır. Buna emin olabilirsiniz.


Bu sefer soruyu tersten sorayım. Bu parfümü nerelerde kullanmak uygundur değil de, nerelerde kullanılmamalı sorusuna cevap arayalım. Kesinlikle iş görüşmelerinde kullanılmamalı. Sevgilinizin ailesi ile ilk tanışma yemeğinde de kullanılmamalı mesela. Pazar günü gidilen sinemada, romantik bir komedi filmi izlemek için de iyi fikir değil Hypnotic Poison. Hele ki Gotik Metal çalınan bir Rock Bar'da kullanmayı düşünmeyin. Yada spor salonuna giderken olacak şey değil bu kokuyu sürmek.

Kırmızı şişesinin içindeki sıvı kesinlikle mütevazi yada mülayim değil. Agresif, cesur, frapan, meydan okuyan, rekabete hazır, kendisine güvenen ve umursamaz bir tarzı var. Onun hiç kimsiye ihtiyacı yok. Fakat ona öylesine çok kişinin ihtiyacı var ki.  

Can alıcı sorulardan birisi de bu parfümü erkekler kullanabilir mi? Okuduğum kadarıyla yurt dışında bu parfümün çok fazla erkek kullananı var. Benim gibi kadın-erkek parfümü gibi ayrımlara inanmayan birisi için sorunun cevabı basit. Rahatlıkla kullanılabilir. Hatta bazı yorumcular uniseks olarak bahsediyorlar. Ben o kadar ileri gidemeyeceğim. Her ne kadar bu ayrıma katılmasam da onun genlerinde dişilik yattığını hissediyorum. Bunu da göz ardı edemem. Fakat bu güzelliği yaşamak isteyen erkekler ise hiç düşünmesinler. Dolaplarında durmalı bir şişesi.

Hypnotic Poison'un geçtiğimiz yıllarda reformülasyona uğradığından bahsediliyor. İlk versiyonunun çok daha güzel olduğu söyleniyor. Bende eski anılarımda müthiş bir parfüm olarak hatırlıyorum bu zehiri. Fakat deneme sürecinde sanki parfümün içinden bir şeyler eksilmiş. Anlatması zor. Daha basite indirgenmiş gibi geldi bana. Sanki o derinlik kaybolmuş. Yada zihnimin oynadığı bir oyun bu. Kim bilir.


Luca Turin bu parfümü bademli oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek çok başarılı bulmuş.

Otuz yaş üstü kadınlara uyacağını düşünüyorum. On sekiz yaşındaki bir genç kız için fazla iddialı olacaktır kokusu. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Eau de Toilette (EDT) olmasına rağmen, hem kalıcılığı hem de fark edilirliği çok iyi. Bu anlamda sizi üzmeyeceğine emin olabilirsiniz.

Ve son sözü bizzat Christian Dior söylesin. Kendi parfümünü kısaca şöyle anlatmış ünlü modacı: "Bu parfümü tutkusunun peşinden giden her kadının kullanması için yarattım."

Artıları:
+ Cazibeli ve kışkırtıcı kokusu.
+ Dikkat çekmek isteyen kadınlar. İşte en kısa yolu buldunuz.
+ Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi.

Eksileri:
- Başlangıcındaki yapaylığı pek sevmedim.
- Çok popüler olması sebebiyle başkalarıyla pişti olma durumunuz var.

Koku Güzelliği:10/7.5

11 Nisan 2013 Perşembe

Amouage – Opus II (2010)



Amouage – Opus II (2010)  Opus serisinin ikinci parfümü.

Kâbus bin Seyd El Ebu Seyd. 2013 yılı itibariyle küçük Orta Doğu ülkesi Umman'ın sultanı. Bir çok Arap prensi gibi eğitimini İngiltere'de tamamlamış. Ülkesine döndükten sonra ise babası Seyid İbn Tabur'a darbe yaparak onu tahttan indirmiş ve başa geçmiş. Ne kadar da tanıdık olaylar bir Orta Doğu ülkesi için. İnsanın şaşırası gelmiyor.

Ülkesinin kalkınmasına önem veren Sultan Kabus, bir çok büyük yatırıma imza atmış anlaşılan. Hatta dünyanın en büyük camisini yaptıracak kadar da önem vermiş kalkınmaya. Sultan Kabus'un bizi ilgilendiren tarafı ise dünya çapında bir parfüm markası yarattırmış olması. Ve bu markayı "Kraliyet Ailesinin" koruması altına alması.

Amouage, Arap parfüm sanatının en nadide eserlerini vermeye çalışırken, çok yüksek kaliteli malzeme kullanarak, dünya koku sektörünün dikkatini çekmeyi başardı. Son yıllarda ise çok daha fazla parfüm çıkarmaya başladı. Özellikle "Opus" serisi aldı başını gidiyor. Şimdiye kadar altı parfüme imza atılan bu serinin resmi tanıtımı şöyle yapılmış:
 

"Opus serisi Amouage'ın kreatif direktörü Christopher Chong tarafından düşünülmüştür. Bu altı kokunun ilhamı yolculuğumuz boyunca elde edilen bölümler ve anlardır ki bu müşterek bölümler bir büyük cilt gibi anıları temsil etmektedir. Koleksiyonun adı bir kütüphanedeki saklı hazinelerin nosyonu düşünülerek oluşturulmuştur ki bu nosyon bizlerin öğrenme, keşfetme arzusunu ateşlemektedir.
  
Tüm bu Kütüphane Koleksiyonu, yaşam sanatına şiirsel bir saygı duruştur. Her kokuya bir kod verilmiş, bir Opus numarası, ki bu da tamamlanmış büyük koleksiyon içerisinde onun statüsünü yansıtmaktadır. Bu kokular sınıflandırmaya kafa tutar, cinsiyetlerin ötesinde, kullanıcısına kendi benzersiz öykülerini yaratmalarına izin verir. Bunlar zamansız klasikler olup, yüksek düzey parfümeri sanatının eski döneminde doğmuşlardır. Bu parfümlerin evriminde, bilginin aranmasıyla başlayan hac yolculuğundan esinlenilmiştir."

2010 yılında çıkarılmaya başlanan Opus isimli parfümler aslında "Library Collection" serisine ait. Bugün yazacağım Opus II ise bu serinin denediğim ilk parfümü. Kendi sitelerinde kısaca, "Opus II, büyük bir kütüphanenin rafine atmosferinden ilhamını almış görkemli fujerdir" denilmiş.


Parfümün açılışı erkeksi çiçekler, keskin odunsu notalar ve otsular ile gerçekleşiyor. Modern sayılabilecek keskin lavanta hemen kendisini gösteriyor. Arka planda hafiften aromatik otlar var. Yoğun ağaçsı his ise en öne çıkan tarafı üst notaların. Açıklanan üst notalarında pelin otu da var. Ondan da geliyor olabilir bu his. Çok emin değilim. Üst kısım oldukça yeşil kokuyor diyebilirim. Orta kısma geçildiğinde lavanta neredeyse hissedilmiyor. Onun yerine baharatlar geçiyor. Kakule, tarçın ve biber ana ekseni oluşturuyor. Parfümün fujer karakteri ise orta kısımda karşımıza çıkıyor. Hatta azıcık da deri algılıyorum. Son kısımda ise odunsuluk hissediliyor. Amouage parfümlerinin vazgeçemediği tütsü-günlük ağacı teması ise yine kendisini gösteriyor. Misk ise bariz şekilde ortaya çıkıyor. Harika değil ama kötü de değil.

Opus II için baharatlı-odunsu bir fujer diyebilirim. Hatta şimdiye kadar denediğim en yeşil ve en bariz odunsu parfümü Amouage'ın. Bol yeşillik içeren lavanta-aromatik otlar ikilisi bana göre değil. Onun için başlangıcını beğenmedim. Orta kısmından itibaren ise fujer tarafı çok öne çıkıyor. Baharatlar etkili. Kimi yorumcuların "berber dükkanına" benzettikleri orta notalar bence parfümün en güzel tarafı. Çok doğal ve güzel kullanılmış baharatlar, ilk şoku atlatmamı sağlıyor neyseki. Son kısım ise tam bir Amouage klasiği gibi. Yine lüks tütsü-günlük ağacı teması.

Opus II biraz eski tarz keskin yeşil şipreleri andırıyor başlangıcında. Sanki hafiften Loewe – Esencia Pour Homme esintileri var. Yüksek kaliteli bir ana akım parfümü hatırlatıyor. Amouage'lardaki "hacı yağı" efekti neredeyse yok. Çok yaratıcı tarafı olmayan kokusu Amouage gibi iddialı bir markaya yakışmamış. Kendisini çok üst segmente koyan ve pazarlamasını böyle yapan bir marka, daha ilginç ve benzersiz eserlere imza atmalı bence. Diğer markalara benzeyecekse Amouage isminin ne önemi kalıyor ki.


Parfümün yüksek malzeme kalitesi tatmin edici. Fakat bir şişesine 325 dolar verilecek kadar mı işte orada şüphelerim var. Belki de benim sevmediğim bir tarzda olduğu için Opus II'ye yeterince ısınamadım. Eğer bu tür oryantal fujerları seven arkadaşlar varsa, beğenme ihtimalleri yüksek. Ama benim için küçük çaplı bir hayal kırıklığı oldu.

Opus II'nin şikayet edilen taraflarından birisi de hem kalıcılığının hem de fark edilirliğinin sınırlı olması. Amouage'ın çok güçlü ve kalıcı parfümlerine alışkın olduğumdan biraz yadırgadım bu durumu. Tene yakın kalıyor. Kalıcılığı ise çok fazla değil.

Opus II uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Fakat bence erkeksi yönü ağır basıyor. Onun için kadınlarda çok hoş duracağını tahmin etmiyorum. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun görünüyor.  Parfümün tasarımını ise sektörün popüler olmayan burunlarından Michele Saramito yapmış.

Koku Güzelliği:10/7

8 Nisan 2013 Pazartesi

Robert Piguet – Bandit (1944)



Robert Piguet – Bandit (1944)  Markanın klasikler arasında yer alan parfümü.

“Kışkırtıcı ve tuzlu. Bu şipre, egzotik deri, odun, baharat ve çiçeksi notaların keskin kombinasyonundan oluşur. Dumansı ve deri tonlarının birleştirildiği ilk kadın şipre parfümü. Bandit, kim olduğu belirsiz ve hafiften çift cinsiyetli, haylaz ve cesur kadınlar tarafından seviliyor. O provakatörlerin parfümü."

Yıllar sonra yeniden ortaya çıkarılan hazine gibi Robert Piguet parfümleri. Asıl formüllerine büyük oranda sadık kalınarak unutulmaya yüz tutmuş eserleri adeta renove etmişler. Bandit, markanın "Klasik Koleksiyon" serisine ait. Romantik deniz yolculuklarından ve korsanlardan ilhamını almış. Kendi sitelerinde şipre olduğu vurgulanmış. Parfümün açılışı küçük bir tokat atıyor önce burnuma, saniyeler sonra da beynime. Hatta algılarıma, hayata bakışıma, eski anılarıma, yaşadığım ve dolaştığım şehirlere, mekanlara, durumlara...

Herşey bir anda allak bullak oluyor. Karnıma hafiften bir ekşimsilik yerleşiyor. Zihnim ise kontrolümden çıkıyor belki de. Uyur gezer mi oldum acaba otuz yaşımdan sonra. Bu durumun tıbbi bir karşılığı var mıdır? Keşke doktor olsaydım da cevap verebilseydim. Sahi terzi kendi söküğünü dikemezse, doktorlar da kendilerini iyileştirmekten aciz midirler? Acaba Bandit'i kokladıktan sonra karnıma yerleşen ekşimsilik psikolojik mi patalojik mi? Yoksa deliriyor muyum? Oysa kendimi normal hissediyorum. Her zamanki günlerden birisini yaşıyorum.


Yukarıdaki şeyleri bana düşündüren bir parfümün başlangıcı sevgili parfüm severler. Bandit'in o nostaljik üst notaları anlatılmaz. Sanki yüzlerce yıl öncesinden yolunu kaybedip 2013 yılına düşmüş kayıp bir ruhla karşı karşıyayım. Tozlu lavanta, aromatik otalar, karanlık bergamot, mükemmel limon. Başka söze gerek yok diyerek geçmem lazım. Ama yapamıyorum. Bandit'in başlangıcı çok çok eskilerden gelen, adeta antika değeri taşıyan bir parfümün kokması gerektiği gibi. 1980'lerin sert, keskin ve acımasız, kavgacı, ödün vermez şiprelerinden birisi olarak yüzünü gösteriyor. Soğuk, ciddi, mesafeli biraz hırçın ve bohem. Aynı zamanda çok şık, çok lüks, çok pürüzsüz, çok rafine ve çok herkesin sevemeyeceği gibi. Evet bugün kelimeleri farklı, cümleleri devrik kullanıyorum. Farkındayım. Ama elimde değil. Sanırım Bandit ruhumu ele geçirdi ve klavyeye basan parmaklarıma hükmediyor. Gözlerim yarı kapalı. Belki de ne düşeneceğimi bilmiyorum. Hayır aslında çok iyi biliyorum. Anılar, anılar anılar... Onlarcası, yüzlercesi zihnimin içinde uçuşuyor. Bunları bana sadece bir parfüm mü yapıyor. Sanırım evet.

Orta notalara geçeyim. Orta notalar mı? Geçmek mi? Hala Bandit'in ne demek istediğini anlayabilmiş değilim sanırım. Yoksa böyle basit anlatım cümlelerini nasıl kurabilirim. Bütün cesaretimi topluyorum. Saygımı kaybetmeden Bandit ile konuşmaya devam ediyorum. Daha doğrusu Bandit anlatıyor ben dinliyorum. Benim gibi zavallı bir fani Bandit'e ne anlatabilir ki. Onun nasıl ilgisini çekebilirim? Kendime gülerken yakalıyorum kendimi. Ama o bana kendisini anlatmakta kararlı. Neyseki biraz taviz veriyor. Ruhumun iplerini hafiften serbest bırakıyor. Bende biraz rahatlıyorum. Nefes alabiliyorum. Başımı kaldırıp etrafa bakabiliyorum. Bu kısım başlangıca göre daha hayata yakın. İnsan fıtratına uygun. Doğa kanunlarına paralel. Bir parça eski deri ile turunçgil-şipre birlikteliği karşımızda şimdi de. Şipremsi turunçgiller ve aromatik otlar daha baskın. Hala rafine, hala pürüzsüz, hala eski, hala aristokrat, hala derin, hala Bandit.

Alt notalar mı? O da ne? Bandit'in ruhuma vurduğu son bir kamçı darbesiyle irkiliyorum. Yok hayır sadistçe fantezilerim olmadı hiç bir zaman. Yada kendimi öyle olmadığına inandırıyorum. Ama tenimde hala Bandit varken, kendimden bahsetmeyi kesiyorum bıçak gibi. Acaba bıçaklanan bir insan ne hisseder? Ucu çok keskin, soğuk bir metalin vücudun içine yavaş yavaş girmesi, nasıl hayatın geri kalanında sürekli hatırlanacak bir duygu ise Bandit'in alt notaları da sanırım bundan sonraki hayatımda övgüyle göstereceğim bıçak yarası/gönül yarası olarak zihnimdeki yerini alıyor. Devam eden şipremsi aromatik otlar, kabe samanı, (hani pek aram yoktu vetiver ile. E niye burada çok sevdim kullanımını?) eski parfümlerin vazgeçilmez üyesi meşe yosunu ve olabilecek en iyi paçulilerden birisi.


Onu nasıl tanımlasam mutlu olurum? Onu nasıl tanımlasam ayıp etmiş olmam? Onu nasıl tanımlasam bana kızmaz? Onu nasıl tanımlasam kendime olan saygımı kaybetmem? Onu nasıl tanımlasam bir şeyleri atlamış olmanın utancını yaşamam? Onu nasıl tanımlasam girdiğim bu işin içinden sıyrılabilirim? Artık çok geç. Ok yaydan çıktı. Ve ben bir şeyler söylemek zorundayım. Peki buraya kadar söylediklerim "bir şey" değil mi? Yoksa Mevlana'nın o enfes şiirinde dediği gibi "Ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım."    

Peki ne söyleyeyim yeniye dair. Çünkü karşımda yeni yok. Eski var. Ama kime göre. 2013 yılındaki dünyayı ve hayatı algılamamıza göre evet Bandit nostaljik kokan ve tarihin sayfalarında eskimeye mahkum olan satırlardan birisi. İyi de bu parfümün ilk çıkarıldığı yıl olan 1944'teki Paris'i düşündüğümüzde ne diyeceğiz. O zaman için belki de devrim niteliğindeydi Bandit. Yada İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında üretilmiş bu parfüm, acaba Avrupa kıtasının geneline hakim olan karamsarlığı mı yansıtıyordu. Neden olmasın. Bu tozlu yeşil, şipre-deri-meşe yosunu-paçuli işbirliği bir toplumun hislerine tercüman mı oluyordu? Belki de...

Bandit kadın parfümü olarak görünse de bir erkek rahatlıkla kullanabilir. Hatta bu parfümde çok güçlü erkeksilik mesajları alıyorum. Buradan her gün spora giden ve aklını kolundaki kasları geliştirmekle bozmuş şişme erkeklerden bahsetmiyorum. Gerçek bir beyefendiden. Kadınına saygı duyan. Kadınını destekleyen. Kadınına aşık olan. Kadınına hayran olan erkeklerden. Yoksa erkekliğin kitabını yazdığını iddia eden, çakma kabadayı, hafiften maganda, kendilerini çok delikanlı sanan, kirli sakallı türkücü kardeşlerimizden dem vurmadığım çok açık.


Bandit'in Eau de Parfum (EDP) olduğunu bilmenin kısa veya uzun vadede sizlere nasıl bir katkısı olacağını bilemiyorum ama yine de yazayım. Bir de "Parfum" versiyonu var. Muhtemelen en yoğun konsantrasyon olan "Pure Parfum" versiyonu. Parfümün arkasındaki burun ise  Germaine Cellier.

Luca Turin, Bandit'e beş üzerinden beş yıldız vermiş. Kim takar yıldızları. Aslolan aşk değil midir?

Derin, karanlık, gotik, eski ve sert tarzıyla sonbahar-kış aylarında en güzel dostunuz olabilir. Yada size hükmedebilir. Orası sizin ile Bandit'in arasındaki ilişkiye bağlı. Eğer 35 yaş civarındaysanız ve yolun yarısına geldiğinizi düşünüyorsanız Bandit sizi bekliyor. Alt yaş grupları ise diğer parfümler ile oyalanabilir. Çünkü henüz Bandit yaşınız gelmemiş. Üzgünüm…

Koku Güzelliği:10/8