20 Mart 2013 Çarşamba

Cartier – Santos (1981)



Cartier – Santos (1981)  Cartier’in klasikler arasında yer alan erkek parfümü.

Bu öyle bir adamın hikayesi ki, inanmak zor. Hatta Parfüm Merakı sitesinin en ilginç konuklarından birisine şahit olacağız. Bu adam kim mi? Biraz merak edin bakalım.

1873 yılında doğan bir adamın hikayesi bu. Aslen Brezilyalı. Babası Brezilya'nın en büyük kahve üreticilerinden birisi. Erken ölen babası sayesinde çok büyük bir servete sahip olarak buluyor kendisini. Fakat Brezilya'da yaşamak onu tatmin etmiyor çünkü gözü Avrupa'da. Yirminci yüzyılın başlarında Fransa ve başkenti Paris adeta ışıl ışıl parlıyor. Dünyanın çekim merkezlerinden birisi. Belki de en önemli şehri. Bugün Newyork nasıl dünyanın başkenti kabul ediliyorsa Paris'te o zamanın cazibe merkezi. Herkes Paris'te yaşamak istiyor veya en azından Fransızca öğrenmeyi düşünüyor. Bahsettiğim kişinin de ilk yaptığı şeylerden birisi Brezilya'yı bırakıp, Paris'e gelmek oluyor. En ufak maddi sıkıntısı yok nasıl olsa. Ve Paris sosyetesine hızlı bir giriş yapıyor.

Sting'in seslendirdiği ve dinlemekten bıkmadığım o harika parçası "Englishman in New York"a bir gönderme yapayım. Brezilyalı adam Pariste... Peki bu adamı böylesine çekici ve ilginç yapan ne? Her zaman çizgili, koyu renk takım elbise giyen, onu tamamlayan ayakkabı, kolalı gömlek ve Panama şapka takan bu beyefendi, Paris sosyetisinin düzenlediği partilere katılmaktan da geri kalmıyordu. Parisli erkekler onun giydiği kıyafetlerin aynısını alıyorlar, pantalon paçalarını onun gibi kıvırıyorlardı. Adeta fenomene dönüşmüştü renkli kişiliği ile.


Arkadaş çevresi o kadar genişti ki dönemin süper zenginlerinden Rockefeller'la yemek yiyip, ünlü yazar Jules Verne ile gece geç saatlere kadar muhabbetlere dalıyor, telefonun mucidi Graham Bell ile teknoloji üzerine söyleşiler yapıyordu. Fakat bu adamın çok daha ilginç bir özelliği vardı. O da havacılığa, pilotluğa ve uçmaya olan tutkusuydu. Henüz uçak teknolojisinin olmadığı 1900'lü yılların başında aklına koymuştu uçmayı. Ve bu inadı sayesinde bir balona sahip oldu. Hatta 1901 yılında bir gün herkesin şaşkın bakışları arasında balonuyla havalandı ve  Eiffel Kulesi'nin etrafında tur atıp tekrar yere başarıyla indi. Artık Paris'te herkes onu konuşuyordu.

Hatta işi biraz daha abartıp, balonunu gezmeye giderken bile kullanıyordu. Her akşam Champs-Elysees'deki evinden Maxim'e balonla gidiyor, gündüzleri alışverişe ve dostlarını ziyarete de balonla uçuyordu. Evinin önündeki lamba direğine bağlı duran balonu Maxim'in önünde atların yanına park ediyordu.

Aynı zamanda mucit olan bu çılgın Brezilyalı, 1906 yılında dünyanın ilk uçak prototiplerinden olan "14 bis" isimli makinesini icat edip, kullanıma hazır hale getirmişti. Üstelik bu küçük ve basit uçağıyla yaptığı ilk uçuş deneyimi başarılı olmuştu. Muhtemelen farkında olmadan tarihe geçmişti bu uçuşu ile Alberto Santos-Dumont.


Bir rivayete göre cep saatine bakmaya üşendiğinden, bir rivayete göre uçuşları sırasında cep saatine bakmanın güvenli olmadığını ve uçağın kontrolünü kaybedebileceğini düşünerek arkadaşı Cartier markasının sahibi Louis Cartier'e şikayette bulunmuştu. Bu yakınmalar üzerine Louis Cartier onun ismini verdiği bir saat tasarladı. 1904 yılında tasarlanan bu saat Cartier'in de ilk kol saatiydi. Malum o zamana kadar hep cep saatleri kullanılıyordu. Yani bu ilginç Brezilyalı yine farkında olmadan kol saatlerinin doğuşuna ön ayak olmuştu.

Bu anlatılanlar daha sürer gider. Biz konumuz olan parfümlere  geçelim artık. Alberto Santos-Dumont'un hikayesini anlatmamın sebebi anlaşıldı sanırım. Cartier'in en eski saat koleksiyonlarından olan Santos'un ismi, bu çılgın Brezilyalıdan geliyor. 1981 yılında çıkardıkları parfüme de Santos ismi verilmiş. Daha önce incelemesini verdiğim Cartier'in diğer parfümlerinden Pasha'nın ismi de yine markanın saat koleksiyonundan geliyor. Anlaşılan, Cartier, parfümlerine isim verirken ünlü saat serilerini kullanıyor.

Santos de Cartier, kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış: "Fesleğenin ferahlığı, adaçayının ambersi notaları ve sedir ağacının şıklığı... Odunsu amber ile aromatik ferahlığın karışımı."

Santos'un açılışı eskilerden kalma limon, bergamot, biraz lavanta ve aromatik otlar ile gerçekleşiyor. Santos daha ilk saniyelerinde 1980'li yılların başlarına ait olduğunu size deklare ediyor. Ferah sayılabilecek üst notalar tozlu ve biraz limonsu. Ama aromatik otların da hakkını yememek lazım. Nostaljik ama güzel ve doğal. Açılışını sevdim. Santos'un ilerleyen dakikalarda kokusu değişiyor. Aromatik otlar ve tozlu turuçgillerin ağırlığı azalıyor. Orta notalarından itibaren yumuşak ve tatlımsı baharatlar (muhtemelen karanfil, tarçın), yumuşak erkeksi çiçekler (sardunya olabilir) ve bir parça hayvansal sayılabilecek vanilya algılıyorum. Son kısım ise orta notalar ile paralel gidiyor. Çok değişim göstermiyor. Alt notalarında yumuşak tatlımsı odunsular, silhat ve eskilerin değişmez kokusu meşe yosunu ekleniyor sadece. Böylece de tenden ayrılıyor.


Santos'un 1981 yılında üretildiğini düşünürsek, o dönemin sert ve acımasız şiprelerine benzeyeceğini düşünebilirsiniz. Evet ilk saniyelerde Eau Sauvage benzeri yapı ile karşılaşacağımı zannettim. Üst notalarındaki eski/nostaljik/tozlu aromatik otlar ve bergamot tam bir 1980'ler parfümü gibi. Fakat şipre havaları estiren başlangıcı dışında aromatik fujerlara daha yakın kokusu. Bir kere yumuşak ve kullanımı kolay bir parfüm. Dikkat ederseniz sıkça tatlılık vurgusu yaptım. Buradaki tatlılık bal/vanilya ikilisi ile sağlanmış diyebilirim. Ayrıca aşırı kullanılmamış. Tam ayarında tatlılık oranı.

Genel itibariyle kremsi baharatlar ve odunsu tarzında diyebilirim. Parfümün en ilgimi çeken kısmı ise zaman zaman size kendisini hissettiren hayvansallık. Çok az olsa da sanki bir parça vanilya ile birlikte kullanılmış bu hayvansallık. Rahatsız edecek kadar değil. Bence hoş bir süpriz olmuş.

Santos'da herhangi bir yapaylığa yada zorlama yanına rastlamadım. Gayet efendi, erkeksi, sakin, yumuşak, tatlımsı, herkesin sevebileceği gibi bir arkadaş. Şisesinin siyah olmasına bakmayın. Hiç de öyle karanlık ve zor bir kokusu yok. En azından benim için. Başlangıcı güzel, orta notaları çok ilgi çekici değil, son kısmı ise gayet başarılı.

Şu bir gerçek ki Santos, eski tarz parfüm klasiklerinden birisi. Dönemim ilgi çeken kokularından birisine sahipti muhtemelen. Şimdi bu tür eski tarz parfümlerin sorunu koku karakterlerinin günümüzden çok uzak olmaları ve kolay kolay insanların kabul edemeyeceği gibi olması. Yani modası geçmiş, köhne ve eski moda olma riski var. Fakat Santos'un başlangıcını saymazsak hiç de öyle eski tarz bir kokusu yok. Ben hiç yadırgamadım. Bu anlamda oldukça ileri görüşlü parfümmüş diyebiliriz. Rahatlıkla, günlük kullanımda, belli bir yaşın üzerindeki erkeklere (30 yaş ve üzeri) tavsiye edebilirim. Şık ve kaliteli yapısı memnun edici. Oldukça beğendiğim 1980'li yıllar parfümlerinden birisi oldu Santos.


"İyi de hiç mi başarısız yönü yok Santos'un" dediğinizi duyar gibiyim. Kusursuz bir güzellik olamayacağı açık. Santos'un başlangıcına bir şey söylemem mümkün değil. Çok güzel. Fakat orta notalarından itibaren sanki biraz sulandırılmış/seyreltilmiş hissi verdi. Zaten bazı yorumcular da bu durumdan şikayet etmişler. Bunun sebebi büyük ihtimalle geçirdiği reformülasyonlar. Santos'un daha önce iki kere formülasyonunun değiştiğine dair bilgiye rastladım. Sanırım ilk ve orijinal halini deneseydim çok daha beğenecek belki de aşık olacaktım. Bu hali de fena değil ama sanki parfümden bir şeyler alıp götürmüşler. Çok rafine ve niş parfüm seviyesinde olduğunu söylemem zor. Yine de güzel bir tecrübe oldu Santos. Büyük şişesi alınacak kadar ilginç ve başarılı dersem doğru olmayacaktır. 

Luca Turin'in kitabında Santos odunsu oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden iki yıldız vermiş. Ayrıca şunları söylemiş Turin:

"İhtiyarlamış tuhaf bir yaratık. Tatlı ve odunsu oryantal. Paco Rabanne Pour Homme'un kıllı göğüslü erkek kardeşi gibi. Ne çok orijinal ne de çok başarılı. Eğer Santos'u beğendiysen Caron - Yatagan'ı al." (Luca Turin) Bu konuda da Turin'e pek katılamayacağım. Eğer Santos ile Yatagan arasında kalsam tercihim kesinlikle Santos olurdu.

Tam bir sonbahar-kış parfümü. 30 yaşın üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Her zaman dediğim gibi denemeden almayınız.

Artıları:
+ Başlangıcındaki nostaljik yapıyı sevdim.
+ Hafif tatlılık barındıran tarzı çok hoş.
+ Zaman zaman ortaya çıkan hayvansallık ilgi çekici.

Eksileri:
- Başlangıcını birçok kişi sevmeyebilir.
- Orta notaları daha güzel ve kaliteli olabilirmiş.

Koku Güzelliği:10/7

17 Mart 2013 Pazar

Le Labo – Vetiver 46 (2006)



Le Labo – Vetiver 46 (2006)  Markanın başarılı parfümü.

İki adam düşünün. İşlerinin tam anlamıyla uzmanı. Newyork’ta dünyanın en iyi parfümörlerini bir araya getirmeye karar versinler. Ve onlara şöyle bir görev versinler: "Fevkalade parfümler meydana getirin. Fiyatını ise düşünmeyin. Amacınız insanların duyularını şok edebilecek parfümler yaratmak olsun."

Bir marka düşünün. Parfüm mağazalarında satılan fabrika yapımı kokuları elinin tersiyle itsin. Onları reddetsin. Ve parfümleri sadece “Newyork parfümeri laboratuarı” ismini verdikleri atölyelerinde üretilsin.

Bir marka düşünün. Onların laboratuarları halka açık olsun. Ayrılmayı istemeyeceğiniz sihirli bir yer adeta. Burada dokunun, dinleyin, görün ve koklayın. Parfüm yapım sanatlarını öğrenin. Kokuları keşfedin ve onların arasında seyahate çıkın.


Bir marka düşünün. Bütün çalışanlarının mutlu olduğu ve şevkle çalıştıkları. Markanın kurucularının amacının, parfüm dünyasının en yaratıcı kokularını tasarlamak olduğu bir ütopya. Herhangi patronluk hiyerarşisinin olmadığı bir marka. Laboratuar görevlisinden stajyere kadar her çalışanın tamamen bağımsız olduğu ve risk almakta özgür olduğu bir marka. İşte Le Labo’nun niş parfüm sektöründeki devrim manifestosunun kısa bir özeti. Amacı parfüm dünyasında devrim yapmak olan markanın böyle bir manifestosu olması gayet normal.

Fabrice Penot ve Edouard Roschi tarafından 2006 yılında kurulmuş niche parfüm evi Le Labo. İki kurucusu da daha önceden Giorgio Armani’nin parfümlerinin oluşturulmasında katkıda bulunmuşlar. Sanılanın aksine Fransa değil Amerika/Newyork merkezli Le Labo. Hatta Newyork’ta “Parfüm Laboratuarı” ismini verdikleri yerde parfümlerini üretiyorlar. 2006 yılında on parfüm birden piyasaya sürerek hızlı bir başlangıç yapmışlar. Bugün inceleyeceğim Vetiver 46'da markanın ilk çıkardığı parfümlerden.


İsmindeki 46 sayısı, içeriğinde kullanılan esans adetinden geliyormuş. Vetiver'de hepimizin bildiği ve parfümlerde sık kullanılan bir sabitleyici olan kabe samanı. Le Labo'nun bütün parfümlerinin isimleri bu şekilde. Önce parfümün temasına ait koku (Iris, Gaiac, Rose vb). Sonra da bir rakam. Kendi sitelerinde tam bir erkek parfümü olduğu açıkça vurgulanmış. Hatta bütün Le Labo koleksiyonu içindeki en fazla erkeksi parfümün Vetiver 46 olduğu belirtilmiş. Zaten daha başlangıcında hissediyorsunuz bu durumu. İlk sıktığımda oldukça çekimser bir yapı ile karşılaştım. Kendisini göstermeye hevesli olmayan bu koku için kalın ve dolgun ağaçsılık diyebilirim. Vetiver 46'nın başlangıcı çok başarılı olmayan odunsu notalar ile gerçekleşiyor. Açıklanan notalarında Gaiac Ağacı var. Oradan geliyor olabilir. Sonrasında kokusu biraz değişiyor. Aynı sağlam odunsu kokuya bu sefer tütsü ve baharatlar ekleniyor. Bol bol tütsü yakılmış odaya girdiğinizde hissetiğinize benzer bir koku. Baharat olarak da karabiber ağırlıkta. Orta notaları odunsu notalar, tütsü ve baharatların işbirliğinin en güzel örneklerinden birisini size sergiliyor. Bu kısım çok güzel. Alt notalara geçelim. Ağaçsı his değişmeden devam ediyor. Sonunda parfüme ismini veren vetiver (kabe samanı) ile karşılaşıyoruz. Çok başarılı bir vetiver kullanımı var son kısımda. Ağaçsı vetiver tenden ayrılana kadar devam ediyor.

Vetiver 46, çok başarılı bir odunsu-baharatlı tütsü parfümü. Başından sonuna kadar hiç azalmıyor odunsuların ağırlığı. Parfümün ana aksını oluşturuyor. Bu odunsu notalara orta notalarda eklenen tütsü ile baharatlar ve alt notalarda eklenen vetiver yardımcı oyuncu gibiler. Yani ismine bakıp da yoğun bir vetiver kullanımı beklemeyin.

Lüks, şık, kaliteli, yapaylık barındırmayan, uyumsuzluk hissedilmeyen, üzerinde çalışılmış ve ciddiyetle uğraşılmış bir kokuya sahip. Böyle yoğun odunsu kokularla çok aram olmasa da bu parfümü çok sevdim ve saygı duydum. Hatta uzun zamandır denediğim en başarılı odunsu parfüm dersem abartmış olmam. İşte bu tür tütsü ve ağaçsı kokuları seviyorum. Tam olması gerektiği gibi. Biraz karanlık, gerçekçi, modern ve abartısız. Karşımızda eski tip tozlu kokan bir parfüm yok. Her ne kadar Le Labo markası Amerika kökenli olmasına rağmen Vetiver 46 gayet modern, gayet Avrupalı, gayet Fransız...


Kokusu bana üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme'u hatırlattı. Biraz Lalique'in karanlık ve tozlu parfümü Encre Noir'i bile çağrıştırdı. Hatta bir yorumcunun Terre d'Hermes'e benzetmesini bile haklı buldum. Özellikle alt notalar Terre d'Hermes'in portakal akorunu çıkardıktan sonraki halini çağrıştırıyor. Fakat bu üç parfümden de daha başarılı.

Vetiver 46 koku güzelliği, rafinelik ve kalite anlamında, üst notaları dışında kusursuz. Çok dengeli, kararlı, kimleri hedeflediğini bilen, aklı bir karış havalarda gezmeyen, popüler olayım kaygısı gütmeyen gizli hazinelerden birisi. Sevindirici taraflarından birisi fazla tatlılık barındırmaması. Yani günümüzün modern odunsu parfümlerindeki gibi şekerli, plastiğimsi bir tarzı yok. Daha ciddi, üst yaş gruplarına hitap eden, zaman zaman resmi bir hali var.

                                     Le Labo'nun kurucularından Fabrice Penot ile yapılmış kısa söyleşi.

Eleştirebileceğim tek yanı parfümün açılışı ve başından sonuna kadar çok büyük değişim göstermemesi. Bu kadar yüksek fiyatlara satılan bir parfümün üst-orta-alt notalar ayırımlarını keskin ve belirgin yapması bence hoş olurdu. Çok düz çizgide ilerliyor. Sizi şaşırtmıyor. Keşke biraz ilginç olabilseymiş. O zaman biraz hayal dünyama dalayım. Bana şu hisleri veriyor Vetiver 46:

"İstanbul'daki Kapalıçarşı'da geziniyorum. Bu devasa ve onlarca birbirine bağlı sokaktan oluşan çarşı, Avrupalı turistler gibi bende de gizemli duygular uyandırıyor. Çarşının tenha bir sokağına geliyorum ister istemez. Ne aradığımı veya ne istediğimi bilmeksizin. Belki de amacım sadece kaybolup gitmek. Birden küçük ve kendi halinde bir dükkan ilgimi çekiyor. Ne bir tabela var, ne de kapısının önünde bir sergi. Kapıyı yavaşca açıyorum. İçeriden kısık bir müzik sesi geliyor. Jay Jay Johanson'un hüzünlü parçası I Want Some Fun çalıyor. Etrafa bakınıyorum. Loş sayılabilecek dükkanda eski halılar, antika sayılabilecek eşyalar, rengarenk lambalar, nargileler, ahşap konsollar var. Burada zaman durmuş adeta. Ve burnuma gelen yeni yakılmış tütsü kokusu ile kendime geliyorum. Burası dünyanın en güzel dükkanı olmalı..."

Vetiver 46'yı ünlü ve tecrübeli burunlardan Mark Buxton tasarlamış. Bir de parfüm platformlarında çok konuşulan konuya değineyim. Bu parfüm, Comme des Garcons'un başarılı ve popüler parfümü 2 Man'a benzetilmiş. Bence de andırıyor ama aralarında çok büyük bir benzerlik var diyemem. 2004 yılında Comme des Garcons için tütsü temalı 2 Man'i tasarlayan Mark Buxton'ın, 2006 yılında yine benzer kokuya sahip Vetiver 46'ya imza atması ilginç olmuş.


Parfüm kritikçisi Luca Turin, Vetiver 46'yı kilise tütsüsü olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden iki yıldız vermiş. Ayrıca yorumunda kokusunu yer cilasına ve soğuk tütsüye benzetmiş. İki yıldız bence oldukça düşük bir not olmuş. Onun not verme şekli ile en az dört yıldızı hak ediyor bence.

Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Fakat melankolik tarzı ile sonbahar ayları için harika olacaktır. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Bence tam bir erkek parfümü. Kadınlara yakışacağını sanmıyorum. Otuz yaşın üzerindeki erkeklere tavsiye ederim. Çok yüksek fiyatına istinaden denemeden almayınız. 

Artıları:
+ Orta kısmı çok güzel.
+ Sonları da başarılı.
+ Lüks, gerçekçi, modern ve şık bir odunsu-baharatlı tütsü kokusu arıyorsanız işte buldunuz!

Eksileri:
- Başlangıcı çok daha iyi olabilirmiş.
- Fazla değişmeyen, düz çizgide ilerleyen süprizsiz kokusu.

Koku Güzelliği:10/8.5

13 Mart 2013 Çarşamba

Parfumerie Generale - Cadjmere (2007)



Parfumerie Generale - Cadjmere (2007)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

"Fonksiyonel bulduğum günümüzün parfüm endüstrisini sıkıcı buluyorum. Parfümlerim ile bir hikaye anlatmak istiyorum. Aynı bir film yada resim gibi. Benim parfümümü kullanan birisi, yaratıcı vaadime ve anlattığım hikayeye ortak olur. Gül kokan bir kadın, nane kokan bir erkek, ne budalaca...

Bir çok parfümörün müzikten ilham aldıklarını görüyorum. Ben daha görsel öğelerden ilham alıyorum. Mesela resim, fotoğraf, sinema, mekanlar..."

Yukarıdaki sözler genç bir kimyagere ait. Pierre Guillaume aynı Andy Tauer gibi kimyagerliği bırakıp, parfümör olan isimlerden. Yine Andy Tauer'e benzer şekilde kendi niş parfüm markasını hayata geçiriyor. 2002 yılında kurduğu markası ile şimdiye kadar (2013 yılı başları) 40 civarında parfüme imza atmış. Parfumerie Generale isimli markası ile biraz geri planda kalmayı seviyor belki de. Diğer provakatif ve iddialı niş markalar kadar ortalarda değil. Hatta kendisi de entellektüel ve kullanması zor parfümler tasarımı yapmamaya özen gösterdiğini deklare ediyor.

                                              Parfumerie Generale'nin kurucusu Pierre Guillaume.

Bugün deneyeceğim Cadjmere, 2007 yılında piyasaya sürülmüş ve hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği belirtilmiş. Kendi sitelerinde kremsi odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı oldukça tatlı hatta şekerli diyebileceğim turunçgiller-meyveler ile gerçekleşiyor. Bana hemen çocukken çok sevdiğimiz şekerli sakızları hatırlattı. Azıcık da yeşil çiçekler hissediyorum. Üst notaları harika değil ama kötü de değil. Orta notalarına geçildiğinde parfümün asıl karakteri ortaya çıkıyor. Tatlılık-şekerlilik biraz azalsa da devam ediyor. Bu andan itibaren yumuşak kremsi baharatlar, odunsu notalar (sandal ağacı olabilir) ve biraz hindistan cevizi hissediyorum. Orta kısım en zengin ve detaylı yeri. Neredeyse tropikal bir his veriyor. Fakat ferah yapıda değil. Son olarak da ortaya yine kremsi vanilya çıkıyor. Bu vanilyaya bir tutam amber ve odunsu notalar eşlik ediyor. Alt notalar harika olmasa da yine de idare eder.

Cadjmere, genel olarak çok yumuşak hindistan cevizli, odunsu vanilya parfümü. Zaman zaman egzotik ve tropikal his veriyor. Bunu da muhtemelen hindistan cevizi sağlıyor. Çok kibar, sakin ve güvenli. Eğer vanilya seviyorsanız bu parfümü oldukça beğeneceksiniz. Orta kısmını çok beğendim. Fakat sonları biraz sıradan kalmış. Ayrıca başlangıcı da etkileyici değil. Yine de olumsuz yönde değil düşüncelerim.

Hindistan cevizi bilindiği gibi tropikal bir meyve. Daha çok yaz mevsimine uygun parfümlerde kullanılıyor. Fakat Cadjmere öyle ferah ve yaz mevsimine yakın bir arkadaş değil. Özellikle dolgun vanilya ve baharatlar, onu sıcak yaz günlerinde kullanmanın zor olduğunu gösteriyor.


Pozitif, sıcak, insana mutluluk veren, hoş, lezzetli ve sevimli bir parfüm. Ama harika koktuğunu söyleyemem. Neden mi? Biraz detaya gireyim. Öncelikle kokusu çok rafine ve pürüzsüz değil. Biraz basit ve uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olma ihtimali var. Kimi yorumcular süte benzetmişler. Haksız değiller. O kremsi hindistan cevizli vanilya size süt hissi verebiliyor. Süte benzemesi sorun değil tabiki. Ama hindistan cevizli süt gibi kokmak ister misiniz bilemiyorum. Ayrıca çok az da olsa uyumsuzluk var sanki. Gönül rahatlığıyla "işte budur" diyemiyorum. Sanki bir şeyler eksik. Her ne kadar yoğun bir yapaylık hissedilmese de üst düzey bir kalite düzeyine sahip değil. Bazen ortalama kalitedeki ana akım parfümü gibi düşünmenize sebep oluyor.

Kullanması ve sevmesi kolay yapısı var. Bu tip parfümler genellikle kadın kullanımına uygundur diye genel bir düşünce hakim. Evet hafiften kadınsılık barındırıyor. Ama içeriğindeki odunsu notalar erkeksi kullanıma da uyacağını bize gösteriyor adeta.

Cadjmere tuhaf isimli, sıradışı sayılamayacak, konforlu, güzel, sakin, modern ve yumuşak bir arkadaş. Evet bu parfümü tek kelimeyle anlatmaya kalksam "Yumuşak" derim. Otuz yaşın altındaki genç arkadaşlara tavsiye edebilirim. Zaman zaman tatlılık biraz rahatsız ediyor. Eğer parfümlerde tatlılıktan hoşlanmıyorsanız ilginizi çekemeyebilir.


Luca Turin'in kitabında Cadjmere, odunsu hindistan cevizi olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Bir çok niş marka Eau de Parfum (EDP) olarak ürünlerini piyasaya sürerken, Cadjmere EDT konsantrasyonunda. Kalıcılığı çok iyi değil. Sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Küçük bir not ekleyeyim. Cadjmere parfümüne, marka, 18 numarasını vermiş. Yani kimi yerlerde ismi Cadjmere 18 olarak da geçebilir. Kafanızı karıştırmasın.

Artıları:
+ Orta kısmını beğendim.
+ Genel beğeniye uyacak başarılı kokusu.
+ Modern bir hindistan cevizi-vanilya kokusu arıyorsanız tavsiye edebilirim.

Eksileri:
- Sonları biraz basit kaçmış.
- Yüksek kaliteli bir niş parfüm hissiyatı veremiyor.
- Kalıcılığı tatmin edici değil.

Koku Güzelliği:10/7

9 Mart 2013 Cumartesi

Tom Ford – Tuscan Leather (2007)



Tom Ford – Tuscan Leather (2007)  Markanın Private Blend serisine mensup parfümü.

"Şarabın ve Rönesansın vatanı" tabiri çok hoşuma gitti. Etkileyici sanatsal geçmişi, güzel doğası ve her gidenin hayran kaldığı sevimli köyleri ile Toskana bölgesi, İtalya'nın en güzel yerlerinden birisi denebilir. Sadece doğal güzellikleri ile değil, çok zengin tarihi ile de dikkat çekiyor Toskana.

Petrarch, Dante, Boccaccio, Botticelli, Michelangelo, Niccolò Macchiavelli, Leonardo da Vinci, Galileo Galilei, Amerigo Vespucci, Luca Pacioli, Amedeo Modigliani ve Giacomo Puccini. E daha kim olsun. Avrupa ve dünya sanatında yeni bir sayfa açan Rönesansın çıkış yeri olarak kabul edilen Floransa, Toskana bölgesinin başkentiymiş. Eğik duran Pisa Kulesi, Roma Konut Mimarisine (Toskana düzeni) katkısı, Floransa'daki tarihi yapıları, Toskana bölgesinin diğer güzellikleri olarak sıralanabilir.

İşin ilginci bu güzel coğrafyanın parfümlere de ismini vermesi. Aramis'in klasiklerinden Tuscany, Estee Lauder'in Tuscany Per Donna'sı, Salvatore Ferragamo'nun Tuscan Soul'u, Il Profumi di Firenze'in Tuscania'sı, Acqua di Parma'nın Cipresso di Toscana'sı ve diğerleri. İtalya'nın bu bölgesinin bir çok parfüme isim babalığı yapması gayet anlaşılabilir. Hatta bir parfüm var ki belki de son yılların en popüler Toskana isimli kokusu. Tahmin edebileceğiniz gibi Tom Ford'un Tuscan Leather'ından bahsediyorum.


Markanın "Private Blend" serisine ait Tuscan Leather, yurt dışındaki parfüm platformlarında en çok konuşulan ve tartışılan eserlerden birisi olarak göze çarpıyor. Yani Private Blend'in ilgi çeken popüler parfümlerinden kendisi.

Parfümün ismini "Toskana derisi" olarak çevirebiliriz sanırım. Burada Toskana bölgesindeki deri işleri yapımına bir gönderme olduğunu düşünüyorum. Yoksa Toskana ve İtalya temalı bir parfümün daha çok Akdeniz otları ağırlıklı olması beklenir. Ama burada deri öne çıkarılmış. Bize de parfümü koklamak ve düşüncelerimizi söylemek kalıyor geriye.

Tuscan Leather, Fragrantica'da deri olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı tozlu garip bir meyve ile başlıyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Ahududu görünüyor. Bir çok kez ahududu yemiş olmama rağmen bu açılış ile ahududu meyvesi arasında bir bağ kuramadım. Bence üst notaları tozlu-kirli paçuli benzeri meyveler ile gerçekleşiyor. Fakat meyvelerin rolü az diyebilirim. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. Orta notalarında parfüme ismini veren deri kendisini gösteriyor. Başlangıçtaki tozlu his azalıyor. Onun yerine aromatik otsu diyebileceğim yapı ile deri işbirliği var gibi. Ama biraz eski kokan, garip ve yapay. Kimi yorumcular buradaki kokuyu kültabağına benzetmişler. Haksız da sayılmazlar. Orta kısmını da pek sevdiğimi söyleyemem. Son kısımda ise yine deri baş rolde. Burada deriye karanlık sayılabilecek tütsü eşlik ediyor. Böylece de tenden ayrılıyor.


Tuscan Leather, açıkcası pek beklediğim gibi çıkmadı. Normalde deri parfümlerini severim ve ilgi çekici bulurum. Fakat Tuscan Leather'deki gibi eski, tozlu, yapay kokan, plastiğimsi deriye hiç tahammülüm yok. Kimi yorumcular mobilya boyasına kimi yorumcular ayakkabı boyasına benzetmiş. Şimdilerde pek kalmayan ayakkabı tamircilerinin o küçük atölyelerine girdiğinizde burnunuza gelen kokuya benziyor. Yada lostra salonlarında yeni boyanan bir deri ayakkabı. Hatta bir yorumcunun Fahrenheit'teki gibi mazot kokan deriye bezetmesi ise çok ilginçti. Fahrenheit'ı da andırıyor sanki o yapay karanlık deri kullanımı ile. Genel olarak çok tatlılık barındırmıyor. Bu anlamda günümüzün modern deri parfümlerinden ayrılıyor.

Tuscan Leather, ne yazık ki hiç hazetmediğim şekilde deriyi kullanmış. Oldukça erkeksi izlenimi veren deriye eklenmiş diğer unsurlarda parfümü sevmeme yol açamadı. Benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Acaba eski tarz şipre deri kokularına mı gönderme yapılmaya çalışılmış anlayamadım. Oysa parfüm 2007 yılında piyasaya sürülmüş. "Neden eski parfümleri taklit edeceğine yeni ve devrimci bir kokuya imza atmaya çalışılmamış" diye düşünürken, kendi sitelerindeki kısa açıklama ile aydınlandım. Orada eski klasik bir deri kullanımından ve şipre karışımından söz ediyordu. Evet şimdi her şey net benim için.

Parfümü biraz Maitre Parfumeur et Gantier – Parfum d’Habit'in başlangıcına benzettim. Zaman zaman kültabağı, mazot, ayakkabı boyası yada mobilya cilalarını andıran tarzıyla Tuscan Leather hiç bana göre değil. Düz çizgide ilerleyen ve fazla değişmeyen kokusu bu kadar yüksek fiyat etiketini hakediyor mu şüpheliyim. Denemeden almak ciddi bir risk. Çok tuhaf ve zor bir kokusu var.


Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Tuscan Leather "yeni araba" kokusuna benzetilmiş ve beş üzerinden iki yıldız verilmiş.

Tuscan Leather hem erkeklerin hem de kadınların kullanabileceği gibi uniseks olarak sınıflandırılmış. Fakat bence tam bir erkek parfümü. Kadınlar için çok uygun olduğunu düşünmüyorum. Kalın, dolgun, sert, erkeksi ve eski kokan tarzıyla üst yaş grubundaki erkekleri hedeflediği açık. 20'li yaşlarındaki genç aradaşlar için uygun olmayacaktır. Diğer Private Blend eserleri gibi Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Parfümün tasarımcısı ise Harry Fremont.     

Artıları:
+ Son kısmı nispeten iyi.
+ Kalıcılığı çok iyi.
+ Eski tarz deri parfümü arayanlar deneyebilirler.

Eksileri:
- Başlangıcını sevmedim.
- Orta notaları da bana yakın değil.
- Yapaylık hissedilen garip ve tozlu deri herkesin sevebileceği gibi değil.

Koku Güzelliği:10/5.5

6 Mart 2013 Çarşamba

Bond No.9 – Andy Warhol (2011)



Bond No.9 – Andy Warhol (2011)  Ünlü sanatçı Andy Warhol’a ithaf edilmiş parfüm.

Nazi Almanyasının orduları, 1940 yılında, Avrupa’nın neredeyse tamamını işgal etmeye başladıklarında, kuşkusuz sanata da büyük darbe vurmuştu. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarından olan İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa kıtasındaki bir çok sanatçı, artık yaşanamaz hale gelen bu coğrafyadan ayrılmışlardı. Okyanusun ötesinde ve savaşın hiç bir etkisi hissedilmeyen Amerika, en güvenli limandı. 1950'li yıllar bu anlamda sanatın Amerika'da yükselişine tanıklık ediyordu. Bu sanatçı akımı yeni sanat yorumlarına neden olacaktı. Hatta soyut dışavurumculuğa tepki olarak doğacak bir sanat akımı, popüler kültüre göndermeler yaparak müthiş bir ilgi odağı haline gelecekti. "Pop Art" denilen yeni bir sanat akımının doğumuna tanıklık ediliyordu 1950'li yılların sonlarında.

Aslında herşey İngiltere'de başladı denilebilir. 1956 yılında sanatçı Richard Hamilton, "Just what is that makes today's homes so different, so appealing?" isimli kolaj çalışmasını gerçekleştirmişti. Türkçeye "Günümüz evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?" olarak çevirilebilecek bu eser, büyük merak uyandırmıştı sanat çevrelerinde. Bu tuhaf kolajın merkezinde şişirilmiş kasları ile duran bir erkek figürü vardı. Elinde tuttuğu kocaman lolipop, geri planda zamanın popüler kültür öğelerine yaptığı göndermeler (elektrik süpürgesi ile temizlik yapan kadın, duvarda asılı duran çizgi roman, bir tiyatronun giriş bölümü ve kafasında abajur olan çıplak kadın) ilk bakışta hiç bir anlam ifade etmiyordu. Oysa kolajdaki herşey o yılların kültür öğeleri ile alay ediyordu ve çok ironikti. Bu kolaj çalışması adeta bir işaret fişeğiydi.

                                       Pop Art akımının başlangıcı kabul edilen Richard Hamilton'un absürd kolajı.

Cevap fazla gecikmeden Amerika'da yaşayan sanatçılardan geldi. 1960'lı yıllarda Amerika adeta dünya sanatına yön veriyordu. Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi sanatçılar her türlü popüler kültür öğesini sanatlarında kullanmaya başladılar. Neler yoktu ki bu nesnelerin içinde. Coca Cola şişeleri, Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri, arabalar, konserve kutuları, pizza, patlamış mısır, hazır çorba ve ketçap kutuları sanat eserlerine konu ve nesne oluyordu.

İngilizce "Popular Art" kelimelerinden geldiği düşünülen Pop Art, şüphesiz 20. yüzyılın en sıradışı sanat akımıdır. Bu akımın en önemli isimlerinden birisi hatta en popüler olanı sanatçı Andy Warhol'dur. 1928 yılında Pennsylvania'da doğan Andy Warhol'un gerçek ismi Andrew Warhola'ymış. Babası Andrej Warhola Rus, annesi Julia Warhola ise Slovak kökenliydi ve Rusya'dan Amerika'ya göç etmişlerdi. İnşaat işçisi olan babası daha sonraları maden işçisi olarak çalışmıştı. Warhol ilkokul üçüncü sınıfta ömrü boyunca etkilerinden kurtulamayacağı bir hastalığa yakalandı. Sinir sistemini zedeleyen, bazen istem dışı hareketler yapmasına neden olan bu hastalık yüzünden Warhol zaman zaman yatağa bağlı yaşıyordu. Bu süreç içinde hastalık hastası olan, hastanelerden ve doktorlardan korkmaya başlayan Warhol'un dehasını annesinin keşfetmesi uzun sürmedi. Ve onu "Aman üniversite okusunda devlet memuru olsun" demeyerek genç yaşında sanata yönlendirdi. Warhol daha sonra Newyork'a taşındı ve burada da sanat çevrelerinin dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Seri üretim nesnelerinin sıkça kullanılması temeline dayanan sanatında Warhol, resimlerini afiş tekniği ile çoğalttı. Baskılama tekniğiyle çoğaltma, Warhol’un önderliğinde Pop Art’ın en önemli tekniği olarak öne çıkmıştı. Bu tekniği kullanarak yaptığı Marilyn Monroe tablosu sanatçının en çok bilinen işlerinden birisi.


Amerikan popüler kültürünün öne çıkan imajlarını kullanmayı seven Warhol, çalışmalarında günlük hayatta herkesin kullandığı nesneleri temel alıyordu. Para, ayakkabı, yiyecek, ünlüler ve gazete küpürlerini figür olarak işleyen sanatçı, sıradan ürünleri ya da markaları işlerinde kullanmasını ise şu şekilde açıklıyordu: "Bu ülkenin (Amerika'nın) başlattığı en güzel gelenek zenginin ve fakirin aynı şeyi tüketmesi. Televizyon izleyip Coca Cola içebilirsin ve bilirsin ki Amerikan Başkanı'da Liz Taylor'da bunu içiyor. Cola, Coladır ve hiçbir zaman daha çok para ile daha iyi bir Cola alamazsın. Bütün Colalar aynıdır ve güzeldir, bunu Amerikan Başkanı da bilir Liz Taylor da bilir, dilenci de bilir, sen de bilirsin."

"Birisinin yazdığı kitabı okumaktansa, kendine iç çamaşır alışını seyretmeyi tercih ederim" diyecek kadar alaycı, "Bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa ünlü olacaktır" diyecek kadar da ileri görüşlü sanatçı için Newyork merkezli parfüm evi Bond No.9'nın parfüm üretmemesi düşünülemezdi. Parfümlerinde Newyork'un simgelerini kullanan Bond No.9, Andy Warhol gibi Amerikan sanatını dünyaya tanıtmış bir ikona, vefa örneği göstermiş. Hem de ne vefa. 2013 yılının mart ayı itibariyle altı tane Andy Warhol isimli parfüme imza atmış Bond No.9. Bugün inceleyeceğim 2011 çıkışlı yeni bir parfüm. İsmi sadece Andy Warhol bu parfümün.


Andy Warhol, markanın Uptown serisine ait. Fragrantica'da aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. Bana kalsa meyveli, çiçeksi odunsu tarafı daha ağır basıyor. Parfümü ilk sıktığımda karşıma tatlı meyveler çıkıyor. Açıklanan notalarında erik var. Muhtemelen erik-şeftali ve kırmızı meyveler (kiraz, vişne) karışımı. Biraz tatlı, çok modern ve çok güzel. Evet basit ama aynı zamanda ilgi çekici ve sevilesi. Açılışını sevdim Andy Warhol'un. Sonrasında aynı tatlımsı meyveler devam ediyor. Bu lezzetli meyvelere tatlı ve yumuşak gül eşlik diyor. Bir parça da tatlımsı baharatlar mevcut. Ama keskin ve rahatsız edici değil. Orta kısım da gayet güzel. Son kısımda ise odunsu notaların hakimiyeti var. Kimi yorumcular öd ağacından bahsetmişler. Evet haklı olabilirler. Muhtemelen öd ağacı, bu gül benzeri odunsu notalar.

Şimdi böylesine önemli ve sıradışı bir sanatçının adına yapılmış parfüm nasıl olmalı. Onun gibi farklı mı olmalı yoksa genel beğeniye hizmet eden popüler bir yol mu izlemeli. Bu noktada Bond No.9 ikinci şıkkı seçmiş anlaşılan. Çünkü Andy Warhol, çok tanıdık, çok basit, çok güzel ve çok kaliteli. Niş parfüm standartlarını size veriyor. Yapaylığa rastlanmıyor.

Andy Warhol acaba fazla mı basit diye içimden geçirmiyor değilim. Başından sonuna kadar büyük değişimler geçirmiyor kokusu. Düz çizgide ilerliyor. Meyveli-çiçeksi yapı baştan sona etkin. Meyve kullanımı hoşuma gitti. Her ne kadar biraz genç işi olsa da uyduruk meyveli ana akım parfümlerinden çok önde. Belli özen gösterilmiş açılışına. Hatta en sevdiğim yanı başlangıcı oldu. Sonrasında çok değişmeyen meyveler ile gül benzeri çiçeklerin karışımı çok hoş. Azıcık da yumuşak baharatlar hareket katmış kokusuna. Sanırım en sıradan bulduğum tarafı alt notaları. Son kısım çok ilginç yada etkileyici değil. Standart bir sonlanışı var. Yine de kötü diyemem.


Evet Andy Warhol harikalar yaratmıyor. Hayatınızın parfümü de olamayacaktır. Fakat ortalama üzerindeki kalitesi, herkesin beğenmesi muhtemel güvenli kokusu, eğlenceli, pozitif tarzıyla bence hiç de fena bir seçenek değil. Eğer otuz yaşın altındaysanız mutlaka deneyin. Günlük kullanıma ve spor giyime uyacaktır. Genel olarak biraz tatlılık barındırıyor. Ama hiç bir zaman bol şekerli yada bıktırıcı değil. Oldukça modern ve yeni bir kokusu var.

Özellikle başlangıcını Costum National Homme'a biraz benzettim. Hatta geçtiğimiz haftalarda yazdığım Robert Piquet - Visa'yı oldukça andırıyor üst notaları. Orta notalarından itibaren ise By Kilian - Incense Oud'e benziyor. Onun daha meyvelisi diyebilirim. Tabiki Incense Oud kadar etkileyici ve çarpıcı değil. Yani başlangıcı biraz Visa'yı devamı ise Incense Oud'u andırıyor.  

Şişesi ise ayrı ilginç. Parfümün şişesinin üzerinde Andy Warhol'un resmi var. 35 yaşındaki Warhol burada güneş gözlüklü, yeni kesilmiş saçları, trench coat'u, beyaz tişörtü ve kravatı ile farklı bir yönden ele alınmış. Şimdiye kadar bir parfümün üzerinde ithaf edilen kişinin resmini hiç görmemiştim. Bu anlamda Andy Warhol'un kendisi gibi sıradışı şişe tasarımına imza atılmış.


Çok sıcak yaz mevsimi dışında her dönemde kullanılabilir. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Üst yaş grupları için uygun olacağını sanmıyorum. Daha genç işi sanki. Eğer arkadaşınıza hediye etmek isterseniz iyi bir seçim olacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta kısmıda güzel.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği hoş kokusu.

Eksileri:
- Sonları daha iyi olabilir miydi acaba?
- Çok değişmeyen, düz çizgide ilerleyen yapısı.

Koku Güzelliği:10/7.5