5 Ocak 2013 Cumartesi

Bond No.9 – Chinatown (2005)



Bond No.9 – Chinatown (2005)  Markanın popüler parfümlerinden.

Şu bir gerçek ki 21. yüzyılın uyuyan devi Çin, 22. yüzyılda hiç de uyumaya niyeti olmadığını her fırsatta gösteriyor. Gerek dünyanın en büyük nüfusuna sahip olması, gerekse son yıllarda yakaladığı müthiş ekonomik gelişme hızı ile artık küresel güç diyebiliriz Çin için.

Tarihi çok eskilere giden bu önemli uygarlığın ilginç de bir özelliği var. Dünyanın birçok ülkesinde Çin mahalleleri bulunması gibi. İngiltere, Avustralya, Arjantin, Brezilya, Singapur, ABD gibi ülkelerde Çin’den göç etmiş insanların oluşturdukları mahalleler sinema dünyasının bile ilgisini çekmiş. Ünlü yönetmen Roman Polonski tarafından 1974 yılında çekilen ve baş rollerinde Jack Nicholson ve Faye Dunaway bulunan Chinatown filmi, bu ismin tüm dünyada daha da tanınmasını sağladı kuşkusuz. Buna Hollywood’un gücü de diyebiliriz.


Newyork'a turist olarak gittiğinizi düşünün. İlk defa geliyorsunuz. Önce nereleri görmek istersiniz. Soho, Central Park, Brooklyn Köprüsü, Wall Street, Özgürlük Anıtı, Empire State binası, Times Square... Peki kötü koktuğu söylenen, küçücük restoranlar, açık balık pazarları (kötü kokunun kaynağı) ve sevimli hediyelik eşya dükkanlarıyla (çoğu ürünlerin kaçak olduğu söyleniyor) dolu Chinatown ilginizi çekmez mi?

Chinatown, Manhattan’ın aşağı ve doğu kısımlarında, Canal Street çevresinde yer alıyormuş. Çin mahallesi olarak da bilinen bu semt, Çin dışındaki şehirlerde bulunan Çin mahallelerine verilen isimmiş aslında. Özellikle yoğun göç alan New York ve San Francisco gibi şehirlerde büyük Çin mahalleleri bulunuyor.


Genellikle Çin'den yeni gelen göçmenler buralara yerleşiyorlar. Fakat buradaki Çin mahallesi teriminin bir de sembolik anlamı var muhtemelen. Çin mahallesi terimi aynı zamanda etnik yerleşim bölgesi de demek olabilir. Yani bir bakıma bugün çok popüler olan “öteki” kavramının karşılığı olarak düşünüyorum.

Neredeyse bütün tabelaların Çince olduğu, hatta dükkanları işletenlerin uzun yıllardır Amerika’da yaşadıkları halde İngilizce’yi zar zor konuşabilmeleri, çok dost canlısı olmadıkları bilinen esnafı, sokak standlarında özel baharatlar, tropikal meyveler, şekerlemeler ve doğu kültürüne ait tuhaf etlerin olduğu bir dünya hayal edin. Ve oranın bir parfüme ilham vermesini…


Newyork merkezli niche parfüm evi Bond No.9’ın şehrin simgelerinden olan Çin mahallesi ismi ile bir parfüm üretmesi hiç şaşırtıcı değil. Newyork’un bir çok caddesinin hatta parklarının bile isimlerini parfümlerinde kullandı Bond No.9. Şimdi de sıra Chinatown’da.

Chinatown ilgimi çeken Bond No.9 parfümlerinden birisiydi. Zaten markanın en popüler parfümlerinden kendisi. Uzun süredir denemek istiyordum ama nedense elim bir türlü ona gitmiyordu. Sanırım artık kendimi ona hazır hissediyorum. Ve bakalım beni nerelere götürecek bu parfüm.

Chinatown oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Açılışı tatlı meyveler ile gerçekleşiyor. Açıklanan üst notalarında şeftali çiçeği var. Muhtemelen oradan geliyor meyvemsilik. Hatta kırmızı meyveler bile diyesim var. Belki de kiraz. Üst notalar biraz kadınsı, tatlı, modern, lezzetli meyveler şeklinde. Bence kötü değil.


Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aynı tatlımsı meyveler hala yerlerini koruyorlar. Şeftali-kiraz benzeri meyvelere biraz yumuşak çiçeklerde ve tatlı baharatlar ekleniyor. Hatta biraz pudramsılık. Sanki iris de (süsen) var. Pudramsılık zaman zaman “makyaj malzemesi” gibi algılanabiliyor. Bu andan itibaren epey kadınsı bir kokuya dönüşüyor. Son kısımda ise meyvemsi-çiçeksi his hala var. Burada yumuşak odunsu notalar, metalik amber ve biraz da misk ekleniyor. Son kısım biraz sulandırılmış/seyreltilmiş hissi veriyor nedense. Bence son kısım en vasat yeri.

Rahatlıkla söyleyebilirim ki Chinatown çiçeksi-meyveli yapıda. Meyveler oldukça tatlı. Hatta başlangıçta karamelize edilmiş gibi. Üst notalarını sevdim diyebilirim. Lezzetli ve ağız sulandıran meyveler güzel işlenmiş. Sonrasındaki çiçekler kadın parfümü hissi vermiş. Oysaki uniseks olarak piyasaya sunulmuş. Fakat parfümün şişesinin rengi bile bize ipucu veriyor içindeki koku hakkında. Bu parfümün kokusunu bir renge benzetin deseler kesinlikle ya kırmızı yada pembeyle ilişkilendirirdim.


Chinatown ilginç bir isme sahip. Koku anlamında esinlendiği Çin kültürü ile pek bir bağ kuramadım. Ama genel olarak kokusunu beğendim. Başlangıcı harika olmasa da yüksek kaliteli. Orta kısmındaki pudramsı çiçekler ve tatlı baharatlar çok ilginç bir aura katıyor kokusuna. Tek sevmediğim tarafı ise sonları. Hele ki yapay/metalik amber. Biraz baştan savma bir hali var alt notaların.

Chinatown kim ne derse desin kadın kullanımına daha yakın. Egzotik, çekici, pembe, kadınsal ve duygusal. Sakin ve baştan çıkarıcı. Eğer kaliteli çiçeksi-meyveli bir parfüm arıyorsanız ve yüksek fiyat etiketini dert etmeyecekseniz tavsiye ederim. Onun dışında “mutlaka alın” listenizde yer alacak kadar üst düzey bir parfüm değil.

Parfümün tasarımını Robert Piquet, Comme des Garcons, Versace, Nina Ricci, Kenzo, Jean Paul Gaultier, İssey Miyake, Davidoff, Azzaro gibi markalara parfümler hazırlamış olan Aurelien Guichard yapmış.


Parfüm yazarı Luca Turin, Chinatown’ı gourmand şipre olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en yüksek not ile ödüllendirmiş. Ve şunları söylemiş:

“Sevgili ve cesur Bond No.9 firması ilk ve açık ara ile şaheserini üretti. Jean Roure'un oğlu olan genç Aurelien Guichard tarafından oluşturulmuştur. O da şu ilk koklayışta hemencecik, karşı konulamaz şekilde harika olduğunu düşündüğünüz kokulardandır. Chinatown ilk anda çok tanıdık ve sürprizlidir. Sanki en sevdiğiniz aşk şarkısındaki bir sözün yeniden şiire dönüşmesi gibi, etkileyici ama aynı zamanda yazarı için bile planlamamış hissi verir. Bir diğer yandan da Chinatown; Cabochard, Givenchy III ve ilk Scherrer gibi mağrur yeşil şiprelere yani klasiklere geri dönmektedir. Bir diğer yandan da sıradışı hatta neredeyse ilacımsı bir nota olan kurutulmuş meyve kokusuna sahip olan Prunolu anımsatmaktadır ki bu baz şu an mevcut olmayan De Laire firması için Edmond Roudnitska tarafından ilk olarak oluşturulmuştur. Bu kombinasyon tehlikeli gibi görünse de mesafeli (soğuk) ile tatlılık arasında ikna edici bir denge kurmuştur tıpkı ilk bakışta cazibeli bir kişinin düşündürttüğü hoşluk ve onu tanımanın korkutucu olması gibi. Bazı kişiler onu çok tatlı bulur. Bana göre yaz mevsiminde küçük bir Fransız manavındaymışcasına yer cilası ile olgun şeftalillerin birleştiği bir nokta gibi. Güzel bir şişede, bir hazine.”


Chinatown diğer Bond No.9 parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP). Bir erkeğin üzerinde nasıl durur emin değilim. Yine de denemekten zarar gelmez.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Orta kısmı da başarılı.
+ Cazibeli ve seksi yapısı.

Eksileri:
- Sonlarını sevmedim.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5

1 Ocak 2013 Salı

Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Soir (2010)



Maison Francis Kurkdjian – Absolue Pour Le Soir (2010)  Markanın uniseks olarak piyasaya sunulan parfümü.

Serge Lutens – Muscs Koublai Khan
Frederic Malle  - Musc Ravageur
L’Artisan Parfumeur – Dzing!
Amouage – Gold Man
Parfumerie Generale – L’Ombre Fauve
Mazzolari – Lui
Yves Saint Laurent – Kouros
Emanuel Ungaro – Ungaro II
Givenchy – Gentleman

On binlerce yıldır insanlar ile hayvanlar arasında karşılıklı bir bağ olduğunu düşünmek mümkün. İnsan ırkı zekasını kullanabilme yeteneği ile bütün doğayı ve hayvanları egemenliği altına alabilmiştir. Yakın zamanın fikirleri en çok tartışılan düşünürlerinden Charles Darwin’de insanlar ile hayvanlar arasındaki ilişkilere geniş yer ayırmış kitaplarında. Ama en ilginç değerlendirme ise Newyork Times gazetesinden gelmiş: “İnsanlar ile hayvanlar arasındaki sevgi hem karmaşık hem de değişken. Hayvanlar bizim en yakın dostlarımız ancak aynı zamanda laboratuar deneklerimiz ve akşam yemeklerimiz.”

İnsanoğlu hayvanlarla olan ilişkisini her zaman yakın tutuyor gördüğüm kadarıyla. Kedi-köpek besleyen ne kadar çok insan vardır kim bilir. Peki insanlar hayvanlara özgü kokuları severler mi? Bu tür parfümleri kullanmaya sıcak bakarlar mı?

Parfüm dünyası ile biraz yakından ilgilenenler değişik tanımlarla karşılaşacaklardır. Bu terimler kokuları daha iyi anlama ve anlatmak için gerekli kimi zaman. Mesela baharatlı parfümler, meyveli parfümler, çiçeksi parfümler yada hayvansal parfümler…

Hayvansal parfümler demek aynı zamanda hayvansal kokan parfümler demek ile eş anlamlı. Peki bir parfüm nasıl hayvansı olabilir. Değişen bir şey yok. Parfümün içine hayvanlardan alınıp da konulan bir içerik değil bahsedilen. Yine laboratuar ortamında oluşturulmuş içeriklerin hayvansal kokular vermesini sağlamak basitçe.

Hayvansallık hissi veren parfümlerde iki önemli koku kullanımı öne çıkıyor. Birisi deri diğeri de misk. Bu iki element hayvansal kokan parfümlerin en çok başvurdukları yardımcılar denebilir. Yani genellikle “pis, zaman zaman idrar kokan, hatta dışkı gibi kokan” parfümler çok sık tasarlanmıyor. Ama üreticiler seyrek de olsa bu tür uç ve marjinal parfümlere imza atıyorlar. Örnek olarak, bildiğiniz ahır gibi kokan L’Artisan Parfumeur’un Dzing’i, Yves Saint Laurent’in edepsiz kült parfümü Kouros, hayvani kokan Givenchy – Gentleman ve diğerleri… “Bir insan neden dışkı, idrar yada kirli iç çamaşırı gibi kokmak ister” dediğinizi duyar gibiyim. Ama zevk bu. Dior Homme’u da sever Kouros’u da.


Yazımın en başında ismi geçen hayvansal veya pis koktuğu düşünülen parfümlere 2010 yılında ciddi bir rakip geldi. Hem de başarılı bir parfümör olan Francis Kurkdjian’dan. Kendi niche markası ile adından oldukça söz ettiriyor Kurkdjian. Fakat şimdiye kadar denediğim farklı temalardaki parfümlerini başarılı bulmamıştım. Daha doğrusu çok yüksek fiyat etiketlerini hak edecek kadar ilgi çekici olduklarını düşünmüyorum. Bugün ise parfüm platformlarında çok daha fazla konuşulan ve tartışılan bir arkadaşa yer vereceğim. Bakalım anlaşabilecek miyiz kendsiyle?

Absolue Pour Le Soir oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığımda burnuma gelen kokuyu çözmekte zorlanıyorum. Bir taraftan tanıdık gelirken, diğer taraftan yabancılık hissediyorum. Sanırım keskin baharatlar (tarçın, kimyon veya karabiber), otlar ve miskin sıra dışı birlikteliği denebilir. Baharatlar ve misk ön planda. Fakat büyük bir sürpriz beni karşılıyor daha başlangıçta. Yoğun bir hayvansallık. Evet neredeyse uzun zamandır yıkanmamış kirli iç çamaşırı kokusu misk sayesinde verilmiş. Çok sevdiğimi söyleyemem. Ama saygı duyuyorum.


Absolue Pour Le Soir’in ikinci kısmına geçeyim. Uzun süren hayvansal misk ilerleyen saatlerde usulca ortadan kayboluyor. Ortaya tatlı modern baharatlar, vanilyamsı amber (bu tür amber kullanımını çok seviyorum), yumuşak odunsu notalar çıkıyor. Ve böylece devam ediyor. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki en sevdiğim kısım ikinci bölümü. Nefis olmuş alt notalar.

Parfümün başlangıcı olan ve 2-3 saate yakın devam eden hayvansal misk algıları zorlayan, kabul etmesi ve sevmesi zor, kafa karıştırıcı, sıra dışı. Benzerine çok rastlanacak gibi değil. Oldukça rahatsız edici olduğu bir gerçek. Fakat yurt dışındaki parfüm severlerin bu tür kokulara çok ilgili olmalarını anlayamıyorum. Evet cesur bir karar böylesi parfüme imza atmak. Zaten niche markalar dışında kimsenin uğraşmayacağı aşikar. Ama yine de başlangıcı ile orta notaları benim için fazla pis ve fazla sıra dışı. Bazı yorumcuların bu kısmı kokarcaya benzettiklerini küçük bir not olarak vereyim. Kimileri de kokusunu çok erotik ve seksi bulmuş.


Daha güvenli olan son kısım ise bence harika. Çok iyi harmanlanmış yumuşak baharatlar ve vanilyamsı amber baş rolde. Hafif tatlılık hissediliyor. Bu durum bal ile sağlanmış. Ne çok şekerli ne de çok baygın. Tam olması gerektiği gibi. Genel olarak zengin ve derin bir parfüm. İlerici ve sanatsal. Soyut ve şaşırtıcı. Bu parfümü oldukça beğendiğimi söylemem lazım. Yoksa haksızlık etmiş olurum. Hatta şimdiye kadar denediğim en iyi Maison Francis Kurkdjian parfümü oluyor rahatlıkla.

Absolue Pour Le Soir ilginç bir parfüm. Başlangıcındaki yoğun hayvansallık zaman zaman 1980 öncesinin şipreleri gibi davranıyor. Eski bir parfüm kokluyormuşsunuz hissi uyandırıyor. Ama sonları ise tamamen değişiyor. Ve çok modern bir Fransız niche parfüm kokluyor izlenimi veriyor. Kibar, asil ve rafine. Francis Kurkdjian’ın diğer parfümleri gibi. Aynı parfüm 3-4 saat arayla sizi iki farklı dünyaya götürüyor. Adeta zaman yolculuğuna çıkarıyor. Boyut değiştirmenizi sağlıyor. Ah o başlardaki kısım yok mu. Ona tahammül edebilirseniz sonlarda sizi müthiş bir sürpriz bekliyor.


Absolue Pour Le Soir uniseks olarak satışa sunulmuş. Bence de hem kadınlara hem de erkeklere uyacaktır. Fakat yoğun hayvansallık, erkek kullanımına daha mı yakın olur sorusunu aklıma getiriyor. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Başlangıcı keskin ve yoğun. Sonrasında tene yakın hale geliyor. Tam bir sonbahar-kış kokusu. Denemeden almanızı tavsiye etmem. Herkesin sevebileceği bir yapısı yok.

Artıları:
+ Sonlarında ortaya çıkan koku nefis.
+ Farklı ve sanatsal kompozisyonu etkileyici.
+ Sadece deneyim olması bakımından bile denenmeli.

Eksileri:
- Başlangıçtaki yoğun hayvansallık biraz fazla geldi bana.
- Çok yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/8

28 Aralık 2012 Cuma

Hugo Boss – Number One (1985)



Hugo Boss – Number One (1985)  Markanın eski erkeksi klasiklerinden.

Kabul etmek gerekir ki Hugo Boss’un parfümleri geniş kitleler tarafından seviliyor ve ilgi görüyor. Çok satılan listelerine giriyor. Beni en çok şaşırtan ise geçtiğimiz aylarda almış olduğum Hugo Boss – Boss Bottled’ın gördüğü ilgi oldu. Her ne kadar çok etrafa yayılan bir koku olmasa da kadınların oldukça beğenisini kazanmıştı. Ben ise kokusunu sinir bozucu ve gıcık bulduğum için elimden çıkarmıştım. Bir türlü neden bu kadar başarılı olduğunu ve çok sattığını anlayamamıştım.

Denemesem de Hugo Boss’un, Hugo (mataralı şişe olarak biliniyor), Boss in Motion, Hugo Energize, Hugo XY ilgi çeken parfümlerdi. Bu saydıklarım daha çok Hugo Boss’un yeni nesil modern parfümlerini simgeliyor. Çok satma amacı olan, pazarlama faaliyetleri iyi yürütülen, geniş kitlelerin seveceği gibi kokuya sahip parfümler diyebilirim.

Fakat Hugo Boss’un bir de çok bilinmeyen, eski, klasik parfümleri mevcut. Mesela Boss Spirit, Boss Sport ve Number One. Bu üç arkadaş Hugo Boss’un, popüler olmayan, sadece parfüm severler tarafından tanınan, eskilerde kalmış, üretimi sonlandırılmış klasikleri. Bu durumu Gucci Pour Homme II’yi bir çok kişi bilirken, Gucci Nobile’ı çok az kişinin tanıyor olmasına benzetebiliriz.

Hugo Boss’un Number One’ı tam bir 1980’ler parfümü. Zaten 1985 yılında piyasaya sürülmüş. Hiç merak etmeyin döneminin bütün özelliklerini bünyesinde barındırıyor. O zaman geçelim detaylara.


Number One’ın üretimi bitirildiği için hakkında çok fazla bilgi yok. Fragrantica’da aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı yine çok tanıdık. Eskilerden kalma bergamot, nostaljik turunçgiller, aromatik otlar (artemisia) ve ardıç baş rolde. Neden tanıdık dediğimi soracak olursanız. Eski tip erkeksi maço parfümlerin neredeyse aynı üst notaları. Mesela Yves Saint Laurent – Jazz veya Safari, Gucci – Nobile, Karl Lagerfeld – Photo ve daha onlarcası… Açılışında tipik 1980’lerin eski kokan erkeksi yapısı mevcut.

Sonrasında ikinci kısma geliyoruz. Burada neyseki biraz daha yumuşuyor ve sakinleşiyor kokusu. Şimdi ise yine nostaljik bir koku bizi karşılıyor. Hafif tatlı ve yumuşak baharatlar (muhtemelen tarçın), erkeksi çiçekler (yasemin, biraz lavanta, sardunya), azıcık gül. Görüleceği üzere orta kısım erkeksi çiçeklerin hakimiyetinde. Hala ciddi, olgun ve maço. Son kısımda çok büyük değişiklik göstermiyor. Belki biraz misk ve meşe yosunu ekleniyor diyebilirim. Orta ve alt notalar birbirine çok yakın. Böylece de tenden ayrılıyor.


Number One, 1980’li yıllardan ışınlanmış bir erkek figürü sanki. Günümüzün modern parfümlerine hiç benzemiyor. Eski kokan, çok erkeksi, kolonyamsı his veren, nostaljik bir arkadaş. Kokusu bana Tom Cruise’un ünlü Top Gun filmini hatırlattı nedense. Yada Bruce Willis’ın Mavi Ay’ını.

Number One benim pek hoşlanmadığım eski tip çok erkeksi aromatik fujerlardan. Benim için sevmesi ve giymesi zor. Sıkıcı, insanı bunalıma sokma eğilimli, lavanta kolonyamsı gibi. Daha çok olgun erkekleri hedefliyor gibime geldi. Babanız için düşünebilirsiniz. Takım elbise ile daha iyi uyum sağlayabilir.

Eğer erkeksi, eski tip erkek kolonyalarını seviyor ve özlem duyuyorsanız tavsiye ederim. Türkiye’de hala bazı internet sitelerinde satılıyor. Ama denemeden kesinlikle alınmaması gereken parfümlerden. Çünkü güvenli bir kokusu yok. Herkesin sevebileceği gibi değil.


Number One, dozajı iyi ayarlanırsa dört mevsimde kullanılabilecek yapıda. 30 hatta 35 yaş üzerindeki erkek arkadaşlarıma tavsiye ederim. Genç işi değil. Benden söylemesi.

Artıları:
+ Eğer birbirinin aynı tatlı ve şekerli modern parfümlerden bıktıysanız deneyebilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevmedim.
- Orta ve alt notalarına da hayran olduğum söylenemez.
- Benim için fazla erkeksi, fazla nostaljik, fazla kolonyamsı.

Koku Güzelliği:10/5.5

25 Aralık 2012 Salı

Serge Lutens – Borneo 1834 (2005)



Serge Lutens – Borneo 1834 (2005)  Markanın uniseks olarak sunulan parfümü.

Her ne kadar lisans eğitimimi tarih alanında yapmasam da özellikle yakın dönem Avrupa tarihine meraklıyım diyebilirim. Çünkü günümüzde yaşadığımız ve dünyayı şekillendiren olayların tamamının sebeplerini yakın tarihte bulabiliriz. Sadece bulmak da yetmez. Olayları inceleyip, analizini de yapmalıyız. Ancak bu şekilde anlamlı sonuçlara ulaşabiliriz.

Rönesans ve reform hareketleri, pusulanın keşfi, uzun yolculuklara dayanıklı gemilerin yapılması ile Avrupa devletlerinin dünyaya açılmaları, yeni sömürge alanları aramaları yakın dönem tarihinin kırılma noktaları diyebiliriz. Yeni bulunan kıtalar ve coğrafi keşifler, Avrupa ülkelerinin buraları sömürgeler haline getirmeleri ile sonuçlanmıştı. Bu bakir ve el değmemiş coğrafyalardan Avrupa’ya akan değerli madenler (altın, gümüş, bakır, bronz), ipek, baharatlar büyük bir zenginleşme ve sermaye birikimi meydana getiriyordu. Avrupa artık kabına sığmıyordu. Şu bir gerçek ki on dokuzuncu yüzyıl, Avrupa kıtasının çok öne çıktığı bir zaman dilimiydi.

Bu zenginleşmeyle birlikte dünya ticareti Avrupalı ülkelerin eline geçmeye başlamış ve özellikle Güney Doğu Asya ile yoğunlaşmıştır. 1800’lü yılların başında Asya’dan Avrupa kıtasına bir çok ticaret malı geliyordu. Bunların en önemlileri ise ipek, şal, halı ve kilimlerdi. Daha önce bu kadar yüksek kaliteli tekstil ürünleri ile karşılaşmayan Avrupa aristokrasisi tarafından adeta kapışılıyordu ipek. 1834 yılında ise rastgele gelişen ilginç olay, dünya parfüm endüstrisinin de dönüm noktalarından birisi olacaktı.

Ticaret yapmak amacıyla Doğu Hindistan taraflarına giden Avrupalı gemiciler, buralardan aldıkları yüksek kaliteli ipekleri, zengin müşterilere satmak için geri dönüş yapıyorlardı. Fakat ortada büyük bir sorun vardı. Bu değerli kumaşlar uzun gemi yolculukları sırasında, rutubetli gemi depolarında güveler ve diğer haşereler tarafından yenilip, kullanılamaz hale geliyordu. Bu soruna Asyalılar basit bir çözüm buldular. Uzun yıllardır bildikleri ve kullandıkları bir bitki olan paçuli (silhat/tefarik) sorunu halledivermişti. İpek, kaşmir, halı, kilim gibi ürünlerin içlerine paçuli yaprakları koyuyorlar yada paçuli yağı sürüyorlardı. Hatta bu sebeple İngiltere’de paçuli kokmayan şal, halı, kilimler yerli üretim oldukları gerekçesiyle ciddiye alınmaz, muhakkak paçuli kokan Asya kumaşları tercih edilirdi.

                                                                            Paçuli yaprakları.

Paçuli yağı keskin, tuhaf kokusu ile böcek ve haşereleri kumaşlardan uzak tutuyordu. İşin ilginç kısmına gelelim. Avrupa kıtası paçuli bitkisi ve paçuli kokusu ile ilk defa bu şekilde tanışmış oldu. Bugün bir çok parfümde sabitleyici olarak kullanılan paçulinin kokusu tozlu, küflü ve sevmesi zor diyebilirim.

“İyi de bu bilgileri bize neden verdin Parfüm Merakı” derseniz cevabı sanırım anladınız. Çünkü bugün inceleyeceğim Serge Lutens parfümü, 1834 yılında Avrupa kıtası ile ilk defa buluşan paçuliye bir gönderme. Zaten kokusu ağırlıklı olarak paçuli etkisi altında Borneo 1834’ün.

Uzun zamandır merak ettiğim parfümlerden birisiydi Borneo 1834. Yurt dışı kaynaklı parfüm platformlarında hakkında çokça konuşulan, övgüler yağdırılan, tavsiye edilen bir arkadaş. Anlaşılacağı üzere bu durum benim merakımı biraz daha kamçıladı. Serge Lutens markasına özel ilgimin de olduğunu düşünürsek, mutlaka denemem gereken parfümlerden birisiydi Borneo 1834. Ve yine şanslıyım ki bu parfümü buldum ve kullanıyorum.


Parfümümüz markanın resmi sitesinde “La Peau du Bois / A Touch of Wood” serisinin bir üyesi olarak lanse edilmiş. Fragrantica’da ise odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Borneo 1834’ün başlangıcı anlatması zor bir koku ile gerçekleşiyor. Hemen karar vermek istemiyorum. Bekliyorum. Orta notalara geçene kadar düşünüyorum. Neye benziyor, neye benziyor… Sanırım hiçbir fikrim yok. Parfümün üst notaları karanlık sayılabilecek bir yapıda. Zihnimde eşleştirebildiğim tek benzer koku ıslak veya rutubetli bir tütün. Ama tütün ne resmi açıklanan notalarında var, ne de parfüm hakkında yazılanlarda mevcut değil. Belki kakule. Yada kafur. İsim koymak zor. Üst notalar benim için gizemini koruyor. Şimdiye kadar rastladığım bir koku değil. Fakat hoşuma gittiğini söyleyemem.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. İşte karşılaşma şerefine nail oluyorum paçuliyle. Malum Borneo 1834 bir paçuli parfümü. En azından bize öyle sunuluyor. Buradaki paçuli oldukça tozlu hatta kirli bile diyebilirim. Çok alışık olunmayan bir kullanım. Thierry Mugler – A Men’deki gibi bol tatlılık barındıran bir paçuli değil. Gayet efendi, ciddi, resmi. Tatlılık neredeyse yok. Hatta küflü bir his bile veriyor zaman zaman. Sanki küflenmeye yüz tutmuş bir ağaç gibi. Açıkçası paçuli kokusu ile aram çok iyi değil. Fakat buradaki kullanımı başarılı.


Son kısımda ise benim için bomba patlıyor. Kocaman bir sürpriz var. Orta kısımdaki tozlu-küflü paçuli neredeyse kayboluyor. Onun yerine oldukça tatlımsı bir paçuli, neredeyse hayvansal bir vanilya (tuhaf bir şekilde Guerlain – Jicky’e benzettim.), karamelize edilmiş ve yumuşatılmış bir kakao geliyor. Aman Allah’ım. Ne harika, ne enfes bir kapanış. Bu parfümü birçok kişinin çikolata ile özdeşleştirmesini şimdi anlıyorum. Fakat buradaki çikolatamsı his, çok rafine, saygılı, asla zıpır değil. Kendinden emin ve lüks. Rahatlıkla söyleyebilirim ki parfümün en güzel yeri alt notalar benim için.

Serge Lutens – Christopher Sheldrake parfümü olan Borneo 1834’ü değerlendirmek için bir kere denemek asla yeterli olmaz. Bizi yanlış yollara sürükleyebilir. Onun için bu parfümü incelerken her şeyimle ona konsantre oldum. Aklıma yazmaya çalıştım. Zihnimi ona açtım. Ve farklı denemelerim sonucunda ilginç bir durumla karşılaştım.           

İlk denememde gerek başlangıcındaki o garip kokuyu, gerek orta notalarındaki sevmesi zor paçuliyi hiç beğenmedim. Son kısmını kendime daha yakın buldum. Yani genel olarak olumsuz bir izlenim bıraktı bende. Fakat böylesi iki büyük üstadın parfümünün içine girmeye çalıştım. Onu anlamaya, alt metinlerini okumaya gayret ettim. Serge Lutens gibi bir filozof, bu parfümle bize ne anlatmaya çalışmış diye düşündüm. Ama bir sonuca varamadım.


Farklı günlerdeki diğer denemelerimden sonra ne durumdayım diye kendimi geri çekip sorgulama yaptım. Başlangıcını hala sevemedim/kabul edemedim. Orta notalarındaki tozlu paçuliye saygı duydum. Alt notalarındaki kakao-çikolata-vanilyamsı tatlı paçuliye ise hayran kaldım. İşte benim için özet bu.

Öncelikle teknik açıdan bakalım ve analizi derinleştirelim. Borneo 1834 kompleks bir yapıya sahip. Modern parfümlerin sahip olmaları gereken “Üst-orta-alt notalar” kuralını çok iyi yerine getiriyor. Üç katmanlı bir parfüm. Her katman kendi içinde farklı ve muhtemelen bize bir şey anlatıyor. Yani tek düze bir kokuya sahip değil. Her an değişime uğramaya hazır. Bu anlamda başarılı.

Diğer yanı ise akor geçişleri sorunsuz. Rahatsız edici bir yanına rastlamadım üst notaları dışında. Hiçbir koku öne çıkmaya çalışmıyor. Uyumlu, sakin, karanlık, ne mesaj vermek istediğini biliyor. Saldırgan değil.

Başka bir konu ise notaların kullanımı. Üst notalarındaki ıslak tütün-küflü baharatlar benzeri kokuyu bir çok kişinin sevebileceğini düşünmüyorum. Ama yine de benzerine rastlamak zor. Orta notalarındaki tozlu paçuli izlenimi veren koku ise 2005 yılında ortaya çıkarılmış bir parfüm için eskilere gönderme gibi. Çok modern bir tarzı yok paçulinin. Tatlılık barındırmaması ise şaşkınlık verici. Böylesi algıları zorlayan paçuli kullanımı cesaret ister. Serge Lutens – Christopher Sheldrake ikilisi bu anlamda risk almışlar. İyiki de böyle yapmışlar. Son kısımdaki tatlı kakao-çikolata kokusu biraz Thierry Mugler – A Men’in başındaki koyu çikolatamsılığı hatırlatıyor. Ama çok benzemiyor. Tamamen kendine özgü ve şık.


Serge Lutens’in denediğim en etkileyici parfümleri sırasıyla Chergui, Fille en Aiguilles ve Ambre Sultan üçlüsü. Fakat Borneo 1834 çok sevdiğim Lutens’ler arasına girecek kadar ilgimi çekmedi. Zaten genel olarak sevmesi ve kabullenilmesi zor bir yapıya sahip. Onun için denemeden almak bence büyük risk.

Bazı yorumcular Borneo 1834’ü “Ya sev ya nefret et” tarzında demişler. Fakat bende tam tersi bir his uyandırdı. Bu parfüme ne aşık oldum, ne de nefret ettim. Sanırım “Araf”’ta kaldım. Çünkü başlangıcındaki garip kokuyu ve normalde hiçbir zaman tercih etmeyeceğim orta kısmındaki paçuliyi aklıma getiriyorum. Son kısmını ise müthiş bulduğumu saklayacak değilim. Buyurun siz karar verin bakalım.

Borneo 1834’ün kokusu bana şunları hatırlatıyor: 19 yüzyılın ortalarında kocaman yelkenlerini açmış ve rüzgarı tam arkasına almış, Doğu Hindistan kıyılarına yanaşan İngiliz Kraliyet ailesine ait geminin depolarını hayal ediyorum. Karanlık, rutubetli, tozlu ve pis kokulu. İngiliz mürettebat yol boyuncu içki içmekten hafif çakırkeyif. Geminin kaptanı gece saatlerinde yaklaşmakta oldukları bu ülkeyi düşünüyor güvertede. “Ne işim var burada” derken buluyor kendisini. Ama bu seferden kazanacağı binlerce sterlin aklına geliyor hemen. Tam bir İngiliz soğukkanlılığı ile yarın teslim alacağı ipek kumaşları düşünüyor. Hiçbir şeyin ters gitmemesini umuyor.


Parfüm yazarı Luca Turin Borneo 1834’ü “sanal çikolata” olarak tanımlamış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Parfümün tasarımını ünlü parfümör Christopher Sheldrake yapmış. Genel olarak bir çok kişi kokusunu Chanel – Coromandel’e benzetmiş. Bunu da küçük bir not olarak ekleyeyim.

Eau de Parfum (EDP) konsatrasyonuna sahip. Uniseks olarak piyasaya sunulsa da bence erkek kullanımına biraz daha yakın. Koyu, derin ve karanlık tarzı sonbahar-kış kullanımının daha uygun olacağını bize fısıldıyor. 25 hatta 30 yaş üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.

Artıları:
+ Son kısmı nefis.
+ Eğer kakaolu paçuli kokusu arıyorsanız mutlaka deneyin.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcı da ne öyle!
- Sevmesi zor, riskli bir parfüm.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği: 10/7

21 Aralık 2012 Cuma

Lolita Lempicka – Lolita Lempicka (1997)



Lolita Lempicka – Lolita Lempicka (1997)  Markanın ilk ve en popüler kadın parfümü.

1954 yılında Fransa-Bordeux’da dünya geldi Josiane Maryse Pividal. Henüz altı yaşında oynadığı Barbie bebeklerine küçük kıyafetler yapmaya başladı. Genç yaşında evde annesinden pantolon dikmeyi öğrendi. 1970’li yıllarda ikinci el kıyafetleri yeni ve özgün görünmeleri için tekrardan tasarlıyordu. 1984 yılında ise en büyük hayaline kavuştu. Kocası ile beraber Paris’te ilk kıyafet butiklerini açtılar. Fakat tam bu noktada ilginç bir şeye imza attılar.

                                                                   Josiane Maryse Pividal

Moda dünyasında iş yapan tasarımcıların neredeyse tamamı, markalarının isimlerini kendi isimlerinden oluştururlar. Mesela Giorgio Armani, Roberto Cavalli, Thierry Mugler gibi. Josiane Maryse Pividal ise oluşturduğu yeni markanın ismini koyarken farklı bir yol izlemiş.

Lolita ismi Vladimir Nabokov’un 20. yüzyılın en tartışılan romanlarından olan “Lolita”dan gelmiş. Bu roman daha sonra da Stanley Kubrick tarafından aynı isimle beyaz perdeye de uyarlanmış. Lempicka ismi ise Art-deco akımının ünlü ressamlarından Tamara de Lempicka’dan geliyor. Yani Lolita ismi bir romandan, Lempicka ismi ise bir ressamın soyadından geliyor. İkisinin birleşiminden Lolita Lempicka ismi çıkmış.


Kıyafet tasarımlarında sık sık 1940’lı yıllardan esinlenmesine rağmen, modernlik ile nostaljiyi bir araya getirmesi markanın da başarı olmasının sebeplerinden olarak gösteriliyor. Lolita Lempicka, 1997 yılında parfüm pazarına girme kararı almış ve ilk parfümlerini bu tarihte piyasaya sürmüşler. Bugün yazacağım Lolita Lempicka ilk parfümleri. Belki de en popüler ve başarılı olanı. Evet o bir kadın parfümü olarak pazarlanıyor.      

Lolita Lempicka, Fragrantica’da çiçeksi, meyveli gourmand olarak sınıflandırılmış. Bence de çok doğru bir tanımlama. Zaten daha parfümü sıktığınız ilk anlardan itibaren bu üç öğe bir araya geliyor. Başlangıcında tatlı meyveler (muhtemelen kiraz, vişne), tatlı baharatlar ile size merhaba diyor. Üst notaları çok modern ve tatlı. Bence herkesin sevebileceği gibi. Güvenli sayılabilecek açılışı var Lolita’nın. Sonrasında bu meyveli baharatlı kombinasyona ballı badem ekleniyor. Biraz da yapay kremsi odunsu notalar. Ve tabiki meyan kökü. Lolita Lempicka aslında ağırlıklı olarak meyan kökü hissi veren bir kokuya sahip. Bazı kişilerin bu parfümü anasona benzetmesinin sebebi de büyük ihtimalle bu. Meyan kökünü çok sevdiğim söylenemez. Onun için orta notalar bana göre değil.


Son kısım ise klasik gourmand efekti ile kendisini gösteriyor. Yumuşak kremsi odunsu notalara bolca vanilya eşlik ediyor. Kendi sitelerinde praline’den söz etmişler. Sanırım vanilyaya destek veriyor praline. Tabiki miski de unutmayalım alt notalarda.

Lolita Lempicka’yı deneyen yada kullanan bir çok kişi Thierry Mugler’in başarılı parfümü Angel’a benzetmiş. Hatta kimileri de Chopard – Wish’le bağlantı kurmuşlar. İki parfümüde denemediğim için bir şey söylemem doğru olmaz. Anladığım kadarıyla Lolita Lempicka koku karakteri anlamında Angel’ın açtığı yoldan yürümüş.


Lolita Lempicka, tatlı meyveler, tatlı baharatlar, biraz badem, tatlı çiçekler ve vanilya üzerine kurulmuş. Dikkatinizi çektiyse sürekli tatlılıktan bahsediyorum. Günümüzün bir çok modern parfümü gibi Lolita’da oldukça tatlı hatta şekerlilik sınırında dolaşan bir arkadaş. Bu tatlılığı tonka fasulyesi veriyor olabilir. Kendi sitelerinde de bu yönde vurgular var.

Bence başlangıcı güzel. Tatlımsı meyveler ve baharatlardan çok az kişi nefret edecektir. Üst notaları güvenli diyebilirim. Orta kısımdaki yapay odunsular ve meyan kökü hoşuma gitmedi. Onun için bence en başarısız kısmı orta notaları. Sonları ise klasik hafif pudralı-kadınsı bir vanilya ile son buluyor. Eh işte diyebilirim. Çok ilginç değil. Kötü de değil.


Şimdi Lolita Lempicka benzersiz bir parfüm mü? Değil. Sanat eseri mi? Değil. Aklınızı başınızdan alabilecek yapıda mı? Bence değil. Peki neden bu kadar başarılı oldu? Cevabı basit. Lolita özellikle kadınların çok sevebileceği akorları bir araya getirmiş. Ve bunları iyi harmanlamış. Bir çok kadının çok cazibeli bulacağı bir koku ortaya çıkmış. İşte bence Lolita’nın başarısının sırrı burada.

Lolita’da kalite hissiyatı yüksek değil. Ortalama bir ana akım parfümü olduğunu düşünmenizi sağlıyor. Bu anlamda çok başarılı bulamadım. Ama genel konsept olarak oldukça giyilebilir ve sevilebilir buldum. Ne yazık ki bende her kullandığımda baş ağrısı yaptı. Sanırım bu arkadaş ile yıldızımız barışamayacak. Lolita Lempicka’yı sevdiğimi söyleyemem. Bence başarısız bir kokuya sahip.


Parfümümüz kadınlar için piyasaya sunulmuş. Fakat bazı yorumcular erkeklerinde kullanabileceğini söylemişler. Bence de kadın kullanımına daha yakın. Ama bir erkek olarak 3-4 gündür bu parfümü kullanıyorum. Eğer koku güzelliği hoşuma gitseydi sanırım kullanmaya devam ederdim. Şu haliyle uzun süreli olarak severek kullanacağımı sanmıyorum.

Parfüm yazarı Luca Turin’in kitabı yine beni şaşırttı. Lolita Lempicka’yı “Otsu Angel” olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en sevdiği parfümlerden birisi ilan etmiş Tania Sanchez. Ve bakın şunları yazmış Tania Sanchez Lolita ile ilgili:

"Thierry Mugler'ın Angel'ına dayanan pek çok kokuyu ilk defa kokladığınızda düşündüğünüz ilk şey "Merhaba Angel" demek olur. Ama bu sefer değil. Parfümcü Annick Menardo'nun bulduğu taban varyasyonu tamamen kendine özgüdür. Angel'da yoğun meyvemsi çiçeklerden yasemin, mango ve siyah frenk üzümünün tıpkı birbirine bağlı trompetliler grubu gibi uyumları farkedilir. Aynı zamanda silhatın (paçuli) merkezinde yer alan maskulen tatlı odunumsu bölüm de desteklenmiş olur. Birlikte boğuk sesli bir şarkı söylerler. Lolita Lempicka, Angel ve sonrasında gelenlerden farklı ilk ve en iyisidir. Tatlı odunumsu kısmı korurken, taze anasonumsu melodilerle oynar ve  tuzlu meyankökünde başlar ve çeşitli yapraksı değişikliklerle tazeleyici misket limonu gazozu gibi hafifler, tıpkı Peggy Lee'nin meleğinde oynayan Doris Day gibi. Bu koku şık ve akıllı. Bunun yanısıra Menardo'un Bulgari için yaptığı Black gibi, bu da akıllı bir erkeğin de kolaylıkla kullanabileceği gibi akıllıca hazırlanmış kadınsı bir örnektir. Hatta bir keresinde; genç şeker bir adam bu parfümün bulutu içinde metrodan inmişti. Eğer bu koku kız arkadaşına ait ise umarım parfümü ondan aşıracak kadar akıllıdır. Ayrıca şişesine de bayıldım."


Parfümün en güzel taraflarından birisi de şişesi. Küçük, mavi elma şeklindeki şişesi çok yaratıcı. Eğer parfüm şişesi koleksiyonu yapıyorsanız bir tane edinmelisiniz.

Lolita Lempicka’yı Bulgari – Black, YSL – Body Kouros, Lancome – Hypnose, Givenchy – Xeryus Rouge, Hugo Boss – Boss Bottled gibi çok satan parfümlere imza atmış Annick Menardo tasarlamış.

Parfümümüz Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bir de EDT versiyonu çıkmış sanırım. Onu denemedim. Sonbahar-kış için kullanmak daha uygun olacaktır. 30 yaş ve altındaki hanımlara tavsiye ederim. Daha üst yaş grubu için uygun değil bence. Bu parfümde “genç kız” havası seziyorum.

Not: Bu parfümün bana ulaşmasını sağlayan www.siparis.im sitesinin çalışanlarına ve Levent beye teşekkürü borç bilirim.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Genel olarak seksi ve cazibeli kokusu.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta kısmındaki yapaylığı sevmedim.
- Her kullandığımda baş ağrısına sebep oldu.
- Kaliteli bir parfüm hissiyatı vermiyor.

Koku Güzelliği:10/5