13 Eylül 2012 Perşembe

Yves Saint Laurent – Jazz (1988)



Yves Saint Laurent – Jazz (1988)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

1989 yılının, eylül ayının ikinci haftası yaşanıyordu. Güneşli, pırıl pırıl bir gündü. Amma da yorgun kalkmıştı bu sabah. Oysaki gece erken yatmıştı. Önce anlayamadı bu yorgunluğun sebebini. 40’lı yaşlarının ortalarına gelmek üzereydi. “Artık 20 yaşında değilim” diye düşünerek kendisini kandırmaya çalıştı. Sonrasında biraz daha uykunun mahmurluğundan kurtuldukça aklına geliyordu dün gece. Yine içkiyi fazla kaçırmıştı.

Fransa meclisinin kendi halinde, etliye sütlüye fazla karışmayan bir milletvekili, Paris belediye başkan yardımcısı ve Amerikalı bir yatırım şirketinin yöneticileri ile akşam yemeğindeydi. Kendisini ise Fransa yabancı yatırımcılar dairesinin başkanı olması sebebiyle davet etmişlerdi. Aslında pek gitmek istememiş hatta bir bahane bulup kaytarmaya karar vermişti. Ama konunun önemli olduğunu ısrarla vurgulamıştı bağlı bulunduğu bakanlık. Üst kademe bir bürokrat olarak yemeğe katılmaktan başka şansı kalmamıştı.

Yataktan kalkmadan saatine uzandı. ”11 olmuş haa” diyerek ne kadar çok uyuduğuna hayret etti. Neyseki bugün cumartesiydi. İşe gitmeyecekti. Yavaş yavaş yataktan kalkarak odasının kapısını açıp, ev ve temizlik işlerinde yardımcı olarak çalışan Anette’e seslendi. Oturduğu iki katlı lüks sayılabilecek ev, bir çok devlet memuru için hayal gibiydi adeta.

“Hay aksi nerede bu kadın. Saat onda gelmesi gerekirdi” diye düşünürken alt katta zayıf ve uzaktan bir ses “buradayım” diyerek cevap verdi. “Kahvaltınız hazır. Gelebilirsiniz.”

Adam acele etmeden traşını oldu. On dakika sonra aşağıya indi ve pek de mutlu olmayan bir yüz ifadesi ile masaya oturdu. Anette bir buçuk yıldır yanında çalıştığı bu yüksek kademedeki ve yüksek maaşlı bürokratın artık yüz ifadesinden nasıl olduğunu anlayacak hale gelmişti. Anlaşılan pek keyfi yoktu bu sabah.


Anette bu sabah küçük bir sürpriz yaparak hemen arka sokaktaki çiçekçiden bir buket yaptırmıştı. Masada güzel kristal bir vazoda duran çiçekler yeni kesilmiş olmalıydılar. Mis gibi kokuyorlardı. Adam gazeteleri karıştırmaya başlayacakken dikkatini içeriye yayılan kokulara verdi. Ne kadar tanıdık diye düşündü. Vazoda lavanta baskın karakteri ile kendisini hissettiriyordu. Arada sanki biraz fesleğen ya da artemisia. Fakat karar veremedi. Kokularla arası zaten hiçbir zaman iyi olmamıştı. Jazz’ın başlangıcı da erkesi ve eski denilebilecek bergamot, lavanta ve baharatlarla gerçekleşiyor. Baharat derken öyle günümüzdeki gibi bol tatlı, şekerli baharatlar gibi değil. Derinlerden de hayvansal bir koku geliyor adeta. Civet olabilir. Erkeksi, olgun, kolonyamsı, biraz eski ve neredeyse tozlu. Tam 1980 ve 1990’larda piyasaya sürülen fujerlara benziyor. Jazz’ın ilk kısmını gayet başarılı buldum. Ki bu tür eski kokan parfümlere her zaman tereddütle yaklaşan birisi olarak. Çok doğal, kaliteli, ilginç ve erkeksi. Baharat kullanımı ise çok iyi. Fazla laubali değil. Biraz resmi. Hatta “benimle fazla muhatap olmanızı istemiyorum” diyen bir aristokrat gibi.

Kahvaltısını yaptıktan sonra geniş oturma odasına geçip bugün ne yapacağını yazdığı not defterine bir göz attı. Artık her şeyi yazıyordu. Yoksa hemen unutuyordu. Notları arasında en hoşuna giden ise on beş günde bir şehir kulübünde düzenledikleri briç turnuvalarıydı. Bugün de vardı işte. Aynı kendisi gibi Paris’in üst düzey bürokratları ile saatlerce briç oynayıp, siyasetçilerin dedikodularını yapacaklardı. Daha ne istesin ki.


Dışarı çıkmak için acelesi yoktu. Acaba hangi kıyafeti giyeyim diye düşünürken, oldukça vakit geçirmişti. Yine karar veremiyordu. İmdada bir kadın gözüyle Anette yetişecekti. Dışarı çıkacakken artık son bir iş kalmıştı. Parfümü. Etrafındaki herkes o yılların modası olan Aramis Classic ya da Chanel Pour Monsieur kullanıyordu. O ise farklı olmayı seviyordu. Parfümünü bolca sıkıp dışarı çıktı.

Araba kullanmayı pek sevmezdi. Zaten gideceği şehir kulübü evine çok yakındı. Paris’in kalbur üstü semtlerinden birindeki kulübün girişinde kapı görevlisi yaşlı Albert yine iş başındaydı. Albert’in kısaca hatırını sorup içeriye girdiğinde karşısına sinir olduğu insanlardan olan İçişleri Bakanlığı müsteşar yardımcısı çıkmıştı. Sahte ve abartılı bir selamlaşma ile ana hole geçti.

Büyük salona açılan holde duraksamadan hızlı adımlarla içeriye girdi. Ne de olsa iyi bir masa bulmak gerekiyordu briç için. Bazen çok güçlü rakiplerle karşılaşıyor, ilk turda eleniyordu. Tabiki sonrasında diğer arkadaşlarının inceden dalga geçmeleriyle devam eden bir gün yaşıyordu. Neyseki iki tane acemi olduğunu düşündüğü rakibinin masasına oturdu. Yanında ise daha önce hiç görmediği genç sayılabilecek birisi vardı. “Sanırım yeni atanmış bir bürokrat” diye düşündü. Bu masadan birinci çıkacağı garanti gibiydi.


İlk el dağıtılmıştı. Bugün ikinci kez aklı yine kokulara gitmişti. Çünkü yanındaki adamın parfümü ister istemez onun burnuna kadar geliyordu. Baharat mı dese, çiçekler mi dese karar veremedi. Jazz’ın orta kısmından sonlarına kadar kokusu çok büyük değişim göstermeden devam ediyor. Ana hatlarıyla, aromatik, yeşil erkeksi çiçekler (fesleğen, eğrelti otu, sardunya, azcık gül), reçinemsi tuhaf bir deri ve gücü zayıflamış baharatlar. Odunsu notalar, misk, amber ve sandal ağacını da unutmayalım. Deri biraz daha ön planda diyebilirim.

Jazz bana Ralph Lauren’in ünlü klasiklerinden Safari’yi hatırlattı. Biraz da Guy Laroche – Drakkar Noir. Özellikle orta notalardan itibaren ortaya çıkan o reçinemsi aromatik tuhaf deri kısmı ile. Jazz’ın benzeri arkadaşları olarak Van Cleef & Arpels – Tsar, Lacoste Original, Zino Davidoff, Azzaro Pour Homme, Paco Rabanne Pour Homme, Cartier – Pasha sayılabilir.


Jazz tam bir eski kokan, tozlu, maço, erkeksi, zengin harmana sahip aromatik fujer diyebilirim. Birazda iyi ayarlanmış tatlılık mevcut. Bu tatlılık günümüz parfümlerindeki bol şekerli gibi değil. Muhtemelen tatlılık tonka fasulyesi ile sağlanmış. Günümüzün parfüm trendlerine çok uzak. Benim bu tür parfümlere olan yaklaşımım belli. Onun için övgüler yağdırmayacağım tabiki. Fakat bu tür parfümleri sevenler için güzel bir seçenek olacaktır. Yine de şuna eminim ki 1980’li yılları yaşadık ve gitti. Bir daha yaşamak istediğimi sanmıyorum!

El sona erdiğinde tanımadığı genç adam tarafından elenmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Oysa karşısındaki Fransa’nın önemli briç oyuncularından birisiydi aynı zamanda. Hem içinden kızarak hem de somurtarak bara geçti ve bir içki söyledi. Fırsatı kaçırmak istemeyen bir arkadaşı ise inceden gülümseyerek dalgasını geçiyordu ilk turda elenen arkadaşı için. Zaten bugün pek havasında değildi. İkinci içkisini içtikten sonra ise Paris’in tanınmış caz kulüplerinden birisine gitmek üzere kapıdan çıktı. Hava eylül ayının serinliğindeydi. Adımlarını sıklaştırdı ve ikinci sokağın köşesini dönüp gözden kayboldu.


Jazz aynı Safari ya da Zino Davidoff gibi bir klasik. Bu konuda şüphe yok. Döneminin başarılı ve önemli parfümlerinden birisiydi. Fakat artık ne kadar geçerlidir kokusu şüpheliyim. Almadan önce mutlaka denenmesi gerekiyor. Uyarmadı demeyin.

Bu parfüm bence sadece belli bir yaşın ve statünün üzerindeki erkeklerin girebildiği kulüplere mensup kişilerin kullanabileceği gibi. Mesela bir golf ya da atçılık kulübüne üye erkeler olabilir. Ya da entelektüel bir bilgi paylaşım kuruluşunun yöneticileri. Yani günlük kullanımda sıkıp da etrafta dolaşayım derseniz pek uygun olacağını sanmıyorum. Daha özel bir kullanım alanı olmalı.

Jazz, markanın Pour Homme ve Kouros gibi eski dönem klasiklerinden birisi. Yani özellikle son yıllarda öne çıkardıkları M7, L’Homme, La Nuit de L’Homme, Body Kouros gibi modern kokuya sahip parfümlerinden değil Jazz. Bu anlamda eski kanadı temsil ediyor diyebilirim.


Parfümün tasarımını, pek ismi duyulmamış ve başarılı işlere imza atamamış Jean-Francois Latty yapmış. Bu sıcak günlerde bile bende bir sıkıntı yaratmadı. Oysaki bolca baharatlar mevcut içinde. Buradan yola çıkarak dört mevsim kullanılabilecek bir kokusu olduğunu düşünüyorum. Ama yine de aşırı kullanımda çok sıcak yaz günlerine uymayabilir. Benim gibi az sıkarak bu küçük problemi aşabilirsiniz.

Luca Turin kitabında Jazz’a beş üzerinden dört yıldız vermiş. “Ferah Fujer” olarak sınıflandırmış. Anlaşılan epey beğenmiş. Luca Turin ile yine bir parfümde anlaşamıyoruz demek ki.


Jazz kesinlikle genç arkadaşlara göre değil. Yaşı otuz beş hatta kırkın üzerindeki erkeklerin kolonyası olabilir. Biraz olgunluk, görmüş geçirmişlik istiyor. Yine bir ayrıntı vereyim. Jazz artık bir çok parfümün başına geldiği gibi geçtiğimiz yıllarda reformülasyona uğramış. Benim denediğim muhtemelen yeni formülasyonu. Ve her zamanki gibi eski formülü daha çok beğeniliyor. Sanırım siyah-beyaz plastik şişedeki versiyonu eski formülü. Eğer bulabilirseniz onu almanız daha mantıklı gibi görünüyor. Şeffaf şişeler yeni formül olmalı.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Parfüm dünyasının klasiklerinden. Ayrıca yurtdışındaki sitelerde çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.
+ Artık pek kalmayan orta yaşlı erkeklere uygun parfümlerden birisi.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ilgi çekici bir yanı yok.
- Eski ve modası geçmiş gibi duran kokusu.
- Riskli sayılabilecek bir arkadaş. Birisine hediye vermek için güvenli bir seçenek değil.

Koku Güzelliği:10/5.5

10 Eylül 2012 Pazartesi

Tom Ford – Azure Lime (2010)



Tom Ford – Azure Lime (2010)  Markanın “Private Blend” serisine mensup uniseks kullanıma uygun parfümü.

Hey gidi kocaaa yaz mevsimi. Yavaş yavaş yerini sonbahara bırakacak anlaşılan. Oysa ne güzel kemiklerimiz daha yeni ısınmıştı. Sıcacık havaların o değişmez şort-terlik ikilisi, en özleyeceğim şeyler olacak sanırım. Hiç kış mevsimi yaşanmayan, sürekli yaz mevsiminin yaşandığı bir yerde hayatımı sürdürsem keşke. Sanırım ben yaz mevsimi insanıyım.

Eylülün ikinci haftasına girdiğimiz şu günlerde neyseki havalar hala sıcak. Onun için de elimde kalan az sayıdaki yaz mevsimine uygun parfümleri yazıyorum ki, sonbahara hazırlık yapalım değil mi? Kadınlar nasıl sonbahar temizliği yaparlar yaz biterken. Bende öyle bir şey yapıyorum diyebilirim.

Zaten yaz mevsimine uygun parfümlerin yapısı genel olarak belli. Çok fazla seçenek olmuyor. Turunçgiller her zaman başrolde. Mesela portakal, greyfurt, bergamot, limon yada yabancıların lime dedikleri misket limonu/yeşil limon.


Misket limonu ise gerek ülkemizde gerekse Avrupa kıtasında çok kullanılmıyor bildiğim kadarıyla. Bu coğrafyada limon daha sık karşımıza çıkıyor. Bunun sebebi ise misket limonunun ağırlıklı olarak Güney Amerika kıtasında yetişmesi olabilir. Belki de oralarda da bizim limonu çok bilmiyorlar veya kullanmıyorlar. Sonuçta her coğrafyanın kendi gerçekleri var. Nasıl ki Güney Doğu Asya’da yetişen tropikal meyveleri pek bilmiyorsak ve onların yerine bu ülkede yetişen meyveleri yiyorsak aynı durum onlar için de geçerli olacaktır.

Konuyu dağıtmadan gideyim. Misket limonu ülkemizde çok sık kullanılan bir meyve değil. İçki kokteyllerinin kenarlarını süslediğini görüyorum daha çok. Dış kabuğu yeşil renkli bir meyve. Olmamış mandalinaya benziyor. Zaten hepsi aynı aileden geliyor. Kokusu limona pek benzemiyor. Daha buruk ve sanki limon kabuğu gibi kokuyor. Limondaki o yoğun ekşimsi-asidimsi koku pek yok. Her ne kadar isminde limon geçse de bence misket limonu kokusu bergamota daha yakın duruyor.

Parfüm sektöründe çok sık kullanılmıyor anladığım kadarıyla misket limonu. Fakat onun fazla kullanılmaması, kokusunun güzel olmadığı anlamını doğurmamalı. Belki de parfüm üreticileri henüz misket limonunu tam olarak keşfedememiş olabilir. Oysaki artık hep aynı kokular üzerinde bir kısır döngü yaşayan yaz mevsimine uygun parfümler için farklı çıkış yolları bulunabilir. Misket limonu, normal limon, hindistan cevizi, kırmızı meyveler yaz parfümlerinde keşke daha çok kullanılsa. Bakalım bu dileklerimiz ilerleyen yıllarda gerçekleşecek mi?


Tom Ford abimizin artık parfüm sayısını takip etmekte zorlandığımız “Private Blend” serisi ise misket limonuna el atmış anlaşılan. Azure Lime, Tom Ford’un Black Orchid ya da Tom Ford For Men gibi normal mağaza parfümlerinden değil. Daha önce de değindiğim gibi Private Blend, markanın sadece kendi butiklerinde, çok lüks büyük mağazalarda ve özel internet sitelerinde satılan parfümlerinin genel ismi. Şişelerinin hepsi antik Roma sütunu gibi tasarlanmış. Çoğunluğu da simsiyah renkteler. Oysaki eski uygarlıkların mimari öğelerinde hiç siyah renkli sütuna rastlamadım. Her neyse.

Tom Ford’un çok yüksek fiyatlara satılan özel serisini niche parfümlere rakip olarak da görebiliriz. Zaten gerek fiyatları gerekse satış şekli bize bir niche parfüm serisi olduğunu düşündürüyor. Bildiğim kadarıyla hepsi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Azure Lime’da bu geleneği bozmuyor. Fragrantica’da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Aslında doğru bir tanım. Bu üç öğede bulunuyor içeriğinde.


Azure Lime’ın açılışı ferah, doğal, canlı ve insanı mutlu eden bir limon-turunçgil ikilisi ile gerçekleşiyor. Limon derken misket limonu da diyebilirim. Üst notaları gayet güzel. İşte keyfim yerine geliyor. İyi bir parfüm olacak diye düşünürken yine orta notalar beni şaşırtıyor. O pozitif ve güzel limon-turunçgil oldukça geri çekiliyor Yerine erkeksi sayılabilecek menekşe-fesleğen geliyor. Evet orta notalar için rahatlıkla yeşil kokan çiçeksilik hakim diyebilirim. Fakat öyle kadınsı ve baygın çiçekler değil. Menekşenin etkisiyle erkesi sayılabilecek buruk çiçekler. Bu kısmı pek kendime yakın bulamadım. Son bölümde ise yine büyük bir değişim geçiriyor. Erkeksi çiçekler ortadan kayboluyor. Bu sefer karşıma yumuşak, hafif tatlı, kremsi baharatlar, misk ve odunsu notalar çıkıyor. Baharatlar ve misk ön planda. Baharat derken keskin ve rahatsız edici değil. Çok yumuşak, tatlımsı hatta ferah bile diyebilirim. Sanki kremsi turunçgiller ile özellikle harmanlanmış. Bana tuhaf bir şekilde Calvin Klein – Obsession For Men’i hatırlattı alt notaları. Bu bölümü çok sevdiğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Parfümün en güzel kısmı bile diyeceğim.

Azure Lime gerek ismi gerekse konsepti ile yaz mevsimine uygun, ferah, kullanımı kolay, herkesin sevebileceği tarzda, doğal kokan bir niche parfüm olmak gibi bir yol izlemiş gördüğüm kadarıyla. Bence sınırlı da olsa başarmış. Neden sınırlı. Çünkü çok ilginç ya da yaratıcı bir tarafı yok. Parfüm sektörüne yeni bir şey katmıyor. Eskilerin modern, kaliteli ve rafine bir tekrarı adeta. Bu sözlerim hem eleştiri gibi hem de övgü gibi anlaşılmalı. Yani bir taraftan orta kısmını saymazsak çok güzel bir ferah yaz parfümü. Diğer taraftan ise sizi heyecanlandıran, “işte budur” diyerek en sevdiğiniz parfümlerden birisi olacak gibi de değil. Ahh o orta notalardaki yeşil kokan çiçekler. O bölümün yerine başka bir koku konulsaydı muhtemelen favori yaz parfümlerimden birisi olacaktı.


2010 yılında piyasaya çıktığını düşünürsek kokusu gayet modern. Genç arkadaşlara da uyacaktır. Orta yaşlılara da. Bu anlamda başarılı. Uniseks olarak piyasaya sunulsada bana erkek kullanımına daha yakın geldi. Özellikle alt notaları. Bazı kullanıcılar kokusunu Giorgio Armani – Acqua di Gio’ya benzetmişler. Başlangıcı ve orta kısımdaki ferah ekşilik insanlarda bu hissi yaratmış olabilir. Ama çok büyük benzerlikler yok aralarında.

Şimdi parfümün eleştiri konusu olan iki yönüne bakalım. Birincisi çok yüksek fiyat etiketini hak ediyor mu sorusu. Evet Private Blend serisinin fiyatları absürd denebilecek seviyede. 50 ml.’lik şişeleri yurtdışında 200 dolar civarında, ülkemizde ise sanırım 450-550 TL seviyelerinde. 50 ml.’lik parfüm için anormal sayılabilecek bir durum. Bunu Eau de Parfum olması ile dahi açıklayamaz Tom Ford. Fakat her malın bir alıcısının bulunduğunu da unutmayalım. Kimi gelir seviyesindeki bir insan için 550 TL çerez parası olabilir. Yani olaya bu açıdan bakarsak fiyatını hak ediyor mu? Kendi kıstasları içinde evet.


İkinci eleştiri konusu ise kalıcılığının az olması. Bir çok kişi madem bu kadar para veriyoruz bari kalıcılığı yüksek olsun diye düşünebilir. Fakat hiçbir marka size bunu garanti etmiyor ki. Bir markanın bazı parfümleri çok kalıcı olabiliyorken, kimileri de zayıf kalabiliyor tende. Bunu da çok yadırgamamak gerek. Benim test sürecinde Azure Lime’ın kalıcılığı çok yüksek olmadı. Ama söylendiği gibi iki saat kadar da değil. Başlangıcı biraz keskin. Sonlarında ise epey zayıflıyor kokusu. Yani o güzelim alt notalarını çok fazla hissedemiyorsunuz. Bu da en yadırgadığım yanı oldu.

Azure Lime sonuçta doğal kokan, yapaylık barındırmayan, belli bir kalitenin üzerindeki harmanı, sonlarındaki güzel sürprizi ile başarılı bir kokuya sahip. Kötü bir kokusu olduğunu söylemek en hafif tabirle ayıp olur. Fakat orta notalarındaki çiçekleri bir türlü sevemedim. Bu parfümün notunu kırmamın sebebi de ne yazık ki orta kısmı. Yazın günlük kullanımda, şort-parmak arası terlik ikilisi ile, plajda, tatil kasabalarında veya ofiste kullanmak için çok uygun.

Artıları:
+ Başlangıcı başarılı.
+ Son kısmı nefis.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmındaki menekşe-fesleğen benzeri çiçekleri sevemedim.
- Kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

7 Eylül 2012 Cuma

Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)



Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Türkiye, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Fas, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan…

Akdeniz’e kıyısı olan ve şu anda aklıma gelen ülkelerden bahsediyorum. Bu birbirinden farklı ülkeler dünyanın en ilgi çeken coğrafyalarından birisinde bulunuyor diyebiliriz. Nasıl olmasın ki.

Mısır’ın kutsal kitaplarda bile bahsedilen binlerce yıllık müthiş tarihi ve hala gizemi tam olarak çözülememiş geçmişi kimin ilgisini çekmez? Libya’nın simgesi haline gelmiş uçsuz bucaksız çölleri ve oralarda yüzyıllardır yaşayan bedeviler hangimizin aklını başından almaz ki? Fas’ın egzotik, dar sokaklarında saatlerce dolaşıp kaybolmayı istemeyenimiz olabilir mi? Ya da İspanya’nın hem Avrupa hem de Endülüs döneminden beslenip harmanlanmış kültürünü ve mimarisini görmezden gelebilir miyiz? Peki Fransa’nın dünya jet sosyetesinin gözdesi olan Mallorca ve Monaco gibi sayfiye yerlerinin başka örneği var mı? Komşumuz Yunanistan’ın şehir devletlerine kadar uzanan tarihi ve bugün bile fikirlerinden faydalanılan antik dönemde yaşamış filozoflarını nereye koyabiliriz?

İnsanlık tarihinin en önemli ve kalbi sayılabilecek coğrafyası olan Orta Doğu bölgesinin hem çok yakınında aynı zamanda da uzağındaki Akdeniz’in parfümlere ilham kaynağı olmaması tabiki düşünülemez.

Hermes’in “Jardin” (bahçe) serisinin ilk parfümü olan Un Jardin en Mediterranee tam da iki Akdeniz kökenli insanı bir araya getirmesi açısından da ilginç. Birisi dünyaca ünlü parfümör ve Hermes’in baş parfüm tasarımcısı Jean Claude Ellena. Diğeri ise Hermes’in yine dünyaca ünlü vitrin tasarım yöneticisi Leile Menchari. Bu isim de kim diyebilirsiniz. Haklısınız. Onu dünya çapındaki Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımını yapan beyin olarak tanıtabilirim size.


Aslen Tunuslu. Hermes’de 30 yıldan fazla zamandır çalışıyor. 2012 yılı itibariyle 80 yaşını aşmış olsa da hala görevinin başında. Belki hatırlayanlar olacaktır. 2009 yılında İznik çinilerini dünyaya tanıtmak amacıyla, Fransa’nın en önemli markalarının bulunduğu ünlü caddesi Faubourg Saint-Honore’da bulunan Hermes’in merkez mağazasının vitrinlerinde çiniler sergilenmişti. Böylesine önemli ve binlerce insanın, turistin ilgi odağı olduğu Hermes’in merkez mağazasındaki sunumu Leila Menchari hazırlamıştı. Yani Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımları ondan soruluyor. Ve onun Tunus’un Hammamet’teki bahçesinden esinlenmiş bir parfüm Un Jardin en Mediterranee. Zaten parfümün ismini Türkçeye “Bir Akdeniz Bahçesi” olarak çevirebiliriz.


Fragrantica’da çiçeksi-akuatik olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle çok doğru bir tanımlama. Başlangıcında sizi gerçekten bir bahçeye götürüyor kokusu. Biraz pudramsı-yağlı diyebileceğim yapraklar ile açılışı yapıyor. Azcık da turunçgiller var geri planda. Ama belli belirsiz. Üst notalarının oldukça “yeşil ve yaprağımsı” koktuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda bana Diptyque’in Philosykos’unu hatırlattı yaprağımsılık. Fakat buradaki kullanımı biraz daha pudramsı ve kadınsı. Ve bence daha güzel. Orta kısma geçelim bakalım. Burada o yeşil yaprağımsı koku geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya portakal çiçeği ve biraz da soğuk-serin bir etki veren nane geliyor. Yani orta notalar daha çiçeksi. Fakat kadınsılık daha az. Bu andan itibaren uniseks kullanıma yakın diyebilirim. Nane diyorum ama muhtemelen yapay bir kimyasal olan “Calone” kullanılmış. Çünkü başka akuatik parfümlerde de aynen bu hissi almışlığım olmuştu. Son kısımda ise bir akuatik parfümde çoğunlukla rastladığımız misk ve odunsu notalar var. Büyük ihtimalle sedir ağacı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Un Jardin en Mediterranee aynı ismi gibi bir parfüm. Yani bu anlamda sunulan konsepte aykırı durmuyor. Yeşil ağaç yaprakları, portakal çiçeğinden gelen turunçgilimsi his size bir bahçede dolaştığınızı hatırlatıyor adeta. Diğer taraftan da Akdeniz temasına uygun olarak akuatik yönü de var. Onu da nanemsi ve soğuk bir kullanım ile “Calone” sağlamış gibi görünüyor. ‘Su” teması ise çok bariz kullanılmamış. Ağırlık çiçeklerde. Yani tam bir “Akdeniz kenarındaki çiçek bahçesi” imajı çiziyor kokusu.

Efendim tam da bu noktada parfümün yaratıcısı ünlü burun Ellena’nın bir söyleşisinde kendi eseri hakkında neler söylemiş bakalım:

“ Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır. Problem kelimelerin seçimidir, onları bir araya getirip bir düzene sokmak ve çoklukla yazmak istediğiniz ifadeye varmak. Fikir mevcuttur fakat onu tamamlamak zaman alabilir. Veya bazen sadece kısacık bir sürede üç günde de olabilir. İşte, bu tam da Leile Menchari'nin Tunus Hammamet'teki bahçesinde gerçekleşmiş olandır. "Un Jardin en Mediterranee" adlı bir parfümü yaratmak durumundaydım. Kurtulmak zorunda olduğum klişeler vardı - yasemin ve portakal çiçeği- ve kendimi uykusuz gecelerde ve tereddütler içinde, boş beyaz sayfalara bakarken buldum. Bir tek Giono'nun yazısı vardı, aşina olduğum bir arkadaş, huzursuzluğa karşı bir tılsım ve yaptığım herşeyde kullandığım bir örneklem, o yardımsever bir baba gibiydi. O süreç çok rahatsız edicidir ancak birşeyler bulmak için de gerekli, bir anlam ifade eden kokuya özgü işaret, Akdeniz'i akla getiren birşey. O gün, genç bir kız bir bardak şampanyanın içinde, gülümseyerek incir yaprağı ezer ve aniden işte işaret oradadır. Bu koku güçlü sembolik bir işarettir ve bir anlamı vardır. İncir ağaçları bütün Akdeniz’de bulunur ve onun kokusu tüm erkekleri bir araya getirir. Gidecek bir yön bulunca, sadece anlatacak bir hikayeye ihtiyacım kalmıştı. Bir kompozitör veya bir ressam ile mukayese edildiğinde kendimi bir nevi parfüm yazarı gibi hissettim ve bu bana daha doğru gibi geldi. Koku sözlüğünde on bin molekül vardır; müzik sadece yedi nota ister, ressam üç ana üç ara renge gerek duyar.”

                                                                     Jean Claude Ellena.

Bu etkileyici sözler ve düşünce şekli Ellena’nın sadece kokuları bir araya getirip parfüm yapan bir kimya teknikeri değil, aynı zamanda önemli bir entelektüel olduğunun kanıtı gibi. Hele ki söyleşinin başındaki o çok anlamlı sözü: “Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır.”

Böylece bir parfümörün yaratım sürecinin kısa bir kesitine bakmış olduk. Tabiki kendisine verilen işi bir sanat gibi yapmanın peşinde koşan tutkulu insanların dünyası bu. Verdiği eserler ile binlerce belki de onbinlerce insanın kokladığı ve mutlu olduğu parfümleri yapmanın hazzını hangimiz anlayabiliriz ki? Bir sürü kimyasal molekülü birbiri ile karıştırmak mı parfüm tasarımcılığı? Hiç sanmıyorum. Yüzden fazla farklı molekülü bir araya getirip ona bir ruh vermek de görevlerinden birisi değil mi parfüm üstadının? Televizyonlarda yayınlanan bir otomobil reklamında dediği gibi “ruhumuz olmadan aslında bizler birer makine değil miyiz?” Aynı güzel sözü parfümlere de uyarlayabilir miyiz? Ya da aklıma gelen şu hale çevirebilir miyiz: “Ruhu olmayan bir parfüm sadece kimyasal elementlerden oluşan kokulu su değil de nedir?”


Şimdi özellikle son 4-5 yıldır bu tür çiçeksi-akutik diyebileceğimiz parfümlerde bir artış görüyorum. Ana akım denilen markalarda değil de niche segmentinde var bu rekabet. Belkide bu çiçeksi-akutik kavramının oluşmasında önemli bir yere sahip oldu bu parfüm. İlgimi çeken ise Ineke – Derring-Do, Maison Francis Kurkdjian – Acqua Universalis ve Cologne Pour Le Matin, By Kilian – Water Calligraphy bu tarza yakın parfümler. Yani ana hatlarıyla uniseks çiçekler, portakal çiçeği, biraz sabunsu-pudramsılık, temiz, pürüzsüz, sakin, berrak, steril ve mis gibi doğal kokmayan parfümler. Ha tabi bir de bu kompozisyona eklenmiş “su” teması.

Özellike niche markaların yeni parfümleri bu konsepte uygun çıkarması aklıma yeni rekabet alanının burası olacağını getiriyor. Tam da bu noktada önemli bir sorun var. O da tasarladığınız parfümün kokusunun bir çok yorumcunun dediği gibi “banyo temizleyicisi jellere, çamaşır deterjanlarına, araba kokularına veya kolonyalı mendillere benzeme olasılığı.


İyi de bu nasıl olur derseniz gayet basit. Günümüzdeki parfüm üreticileri artık çoğunlukla yapay kokular kullanıyorlar. Yani saf olarak damıtılmış bir gram gülün fiyatının ne kadar yüksek olacağını sizde tahmin edebilirsiniz. Eğer o doğal esanslar kullanılsa parfümlerin fiyatlarının 1.000-2.000 liralar seviyesinde olması gerekir. Bu da çok mantıklı olmadığından büyük kimya şirketlerinde üretilen yapay elementler parfümlerde kullanılıyor. Onların yanında doğada var olmayan ve tamamen sonradan üretilmiş “Calone, Iso E Super” gibi sentetik kokular parfümlerde maliyetleri düşürmek için sıkça kullanılıyor. Fakat işin komik tarafı “Calone” kokusu aynı zamanda kimya sanayisinde de sıkça kullanılıyor. Mesela kolonyalı mendillere güzel koku vermek için, çamaşır deterjanları kıyafetlere güzel kokular versin diyerekten kullanılıyor. Traş köpükleri, kozmetik ürünleri, saç spreyleri ve daha onlarca şeyin içinde.

Buradaki risk (sağlık anlamında değil tabiki), oluşturulan parfümün kokusunun marketlerde 2 liraya satılan kolonyalı mendillere benzeme olasılığı. Eğer dünyanın parasını verip aldığınız niche markaya ait bir çiçeksi-akuatik parfümün kokusunu, size 2 liralık bir kolonyalı mendil verebilecekse bundan daha büyük bir anlamsızlık olamaz. Haa burada demiyorum ki her çiçeksi-akuatik parfüm kolonyalı mendillere ya da çamaşır deterjanlarına benziyor. Ama Un Jardin en Mediterranee’de dikkatimi çeken orta notalarındaki o yapaylık sınırında dolaşan nane benzeri koku. Açıklanan notalarında nane görünmüyor. Muhtemelen bu hissi veren “Calone”. Nereden mi anlıyorum. Daha önceki deneyimlerimden. Mesela buradaki gibi soğuk bir his veren nanemsi ferah kullanıma Versace Pour Homme, Givenchy Pour Homme, Salvatore Ferragamo Pour Homme’u örnek verebilirim. Anlaşılan ilerleyen yıllarda daha çok karşımıza çıkacak bu tür yapay kokular.
 

Konumuza dönelim hemen. Un Jardin en Mediterranee’de orta notalardan itibaren hafif bir yapaylık hissediyorum. Başlangıcı ise ilginç. Hatta parfümün en güzel yeri. Çok yeşil kokuyor açılışı. Ki böyle bol yeşil kokan parfümler ilgimi çekmese de oldukça hoşuma gitti. Ama herkesin sevebileceği gibi de değil. Genel olarak uniseks kullanıma uygun çiçeksilik hakim. Kimi yorumcular erkek kullanımına daha yakın bulmuşlar. Ben pek katılamayacağım. Hem erkek hem de kadın kullanımı için uygun diyebilirim. Başlangıcından itibaren hafif bir tatlılığa sahip. Zaman zaman ayarı kaçmış gibi hissettim. Fakat parfümün hafif yapısından dolayı rahatsız edici değil.

Ferah, başlangıcı keskin, sonrasında tene yakın kalan, sonlara doğru biraz sabunsu, sakin, yumuşak, barışçı bir kokusu var. Fakat “yeşil” kokan parfümleri sevmiyorsanız pek tercih etmeyin diyebilirim. Yani denemeden almak pek iyi bir fikir değil. Bir baş yapıt olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.


Şimdi Hermes’in Jardin serisinin ilk üç parfümünü (yeni çıkan Un Jardin Sur Le Toit’i henüz denemedim.) test etmiş birisi olarak en iyi listesini şöyle yapabilirim:

1) Un Jardin Sur Le Nil (Şiddetle tavsiye ederim)
2) Un Jardin en Mediterranee (Eh işte. Yeşil-çiçeksi kokan parfümleri sevenlere tavsiye ederim)
3) Un Jardin Apres La Mousson (Başlangıcı dışında pek bir özelliği yok. Tavsiye etmem.)

O zaman birde ünlü parfüm kritikçilerine bakalım neler söylemişler bu parfüm ile ilgili. Önce Chandler Burr: “ Kristal gibi parlak, temiz, şeffaf ve son derece güzel. Denizin kokusu, bir Akdeniz bahçesindeki incir ve palmiye ağaçlarının kokusuna karışmışçasına. İnsanı kendinden geçiriyor.” demiş. Ayrıca okyanus-deniz hissi veren en iyi parfümlerden birisi olarak herkese tavsiye etmiş. Luca Turin ise kokusunu “domates sapına” benzetmiş ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Anlaşılacağı üzere ilkbahar-yaz kullanımına daha uygun. Belki ılık sonbahar günleri için de olabilir. Ama kış mevsiminde pek iyi sonuç vermeyebilir.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet ilginç.
+ Eğer yeşil, yaprağımsı, çiçeksi kokuları seviyorsanız, niche parfümlere o kadar para vermenize gerek kalmadı.

Eksileri:
- Orta notalarını pek kendime yakın bulamadım.
- Bir şişesi alınacak kadar özel olduğunu düşünmüyorum.
- Rakibi ana akım markaların parfümlerine göre biraz yüksek fiyatı var.

Koku Güzelliği:10/7

1 Eylül 2012 Cumartesi

Sonia Rykiel Homme (1999)


Sonia Rykiel Homme (1999)  Markanın erkek parfümlerinden.

1930 yılında Paris’te doğmuş bir kadın. 5 kız kardeşin en büyüğü olarak, Rus anne ve Romen babadan dünyaya gelmiş. Henüz 17 yaşında Paris’teki bir tekstil dükkanında çalışmaya başlamış. 23 yaşında ise şık kıyafetler satan bir butiğin sahibi olan Sam Rykiel ile evlenmiş. 32 yaşında ise başına gelen ilginç bir olay belki de kaderini değiştirmiş.

Hamileliği sırasında üzerine uygun hırka bir türlü bulamıyormuş. Bunun üzerine ilerleyen yıllarda aklına bu tür kadınların ihtiyacına cevap verebilecek hırkaları neden ben tasarlamıyorum diyerek, kocasının hazır markası ile bu hırkaları piyasaya sürmüşler. Ayrıca “Poor Boy Sweater” olarak adlandırılan yeni bir konsept ile ünlü ELLE dergisi tarafından keşfedilince, Sonia Rykiel Amerika çapında çoktan ünlü olmuştu. Böylece dünya çapında bir marka olmanın yolu açılmış oldu. Ve aradan geçen yıllar Sonia Rykiel’in hayallerini gerçekleştirdiğini bize anlatıyor adeta.

                                                          Markanın kurucusu Sonia Rykiel. 

Artık değişmez bir kural sanırım moda markalarının parfümler alanında eserler vermesi. Aslına bakılırsa Sonia Rykiel’in parfüm endüstrisinde çok fazla iddialı oyuncusu yok. Biraz geri planda kalmış gibi. Bugün inceleyeceğim Sonia Rykiel Homme, kısa kollu erkek tişörtü formlu şişesiyle, markanın en bilinen erkek parfümü diyebilirim. Ayrıca ürettikleri ilk erkek parfümü aynı zamanda. Zaten toplam üç tane erkek parfümleri var. Ağırlıklı olarak kadın parfümü piyasaya sürmüşler.

Fragrantica’da aromatik olarak sınıflandırılmış. Pek anlam ifade etmeyen bir tanımlama olmuş. Bence genel olarak turunçgil, menekşe ve odunsu notalar ağırlıklı. Başlangıcı yumuşak, metalik, ferah ve yapaylık sınırında dolaşan portakal-greyfurt aroması ile gerçekleşiyor. Hafiften plastiğimsi bir havası var bu parlak ve steril turunçgilin. Çok sevdiğimi söyleyemem. Daha sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgillere erkeksi, buruk bir menekşe ekleniyor. Bu andan itibaren menekşe baş role geçiyor. Biraz da nane var sanki. Fakat menekşe en sevmediğim çiçek kokularından birisi ne yazık ki. Orta kısım belirgin şekilde yeşil kokuyor. Yani pek bana göre değil. Alt notalarında ise yine değişim görülüyor. Menekşeden pek eser kalmazken ortaya bütün heybetiyle amber çıkıyor. Yan rollerde ise odunsu notalar var. Yani şöyle özetleyebilirim: Başlangıcı steril, ferah ve biraz yapay turunçgiller, orta kısımda bolca erkeksi menekşe ve sonlarda amber. Evet parfümün özeti bu şekilde diyebilirim.


Çok fazla olmasa da Sonia Rykiel Homme ile ilgili olarak okuduğunuz kullanıcı yorumlarında genellikle beğenilmiş. “Hay Allah” dedim kendi kendime. Yine çoğunluğun beğendiği bir parfümü daha beğenmiyorum. Ya bende bir terslik var (ki kuvvetle muhtemel) ya da diğer kullanıcılarda. Madem öyle beğenmeme sebeplerine geçeyim.

Öncelikle başlangıcındaki turunçgil aroması hiç de bahsedildiği gibi çok başarılı değil. Çünkü portakal-greyfurt ilk başlarda plastiğimsi bir his veriyor dikkat edilirse. İkinci olarak da bence mis gibi doğal bir turunçgil kokusu yok Yukarıda da söylediğim gibi steril ve kalite anlamında da vasat. Eğer bu parfümdeki turunçgil kullanımına çok güzel diyeceksek, o zaman Hermes – Un Jardin Sur Le Nil’deki nefis portakal-greyfurta ne diyeceğiz. Benim tercihim her zaman Nil tarzındaki turunçgil kullanımından yana. Onun için Sonai Rykiel Homme’daki gibi bir portakal-greyfurtla yıldızımız barışmadı.


Orta kısma geçelim. Zaten eminim ki bu parfümün böylesine övgüler almasında orta notalarında kullanılan bariz menekşenin rolü var. Daha önce Christian Dior – Fahrenheit’ta nefret etmiştim menekşeden. Sanırım orada yaşadığım travma hala devam ediyor. Sevmiyorum arkadaş menekşeyi ve Fahrenheit’ı zorla mı yahu. Zaten baskın menekşe kokusunu alınca bu arkadaş ile ayrı dünyaların insanları olduğumuzu hemencecik anladım.

Geleyim son kısma. Şimdi bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Yani parlak, yapay ve portakalımsı bir his veren ambere. Yahu şu Serge Lutens’in amber kullanımını parfüm markaları niye kendilerine örnek almıyorlar hala anlayabilmiş değilim. Bir şey daha var ki o da önemli. Parfümün genelini düşünürsek bence kalite anlamında hiç de başarılı bir sınav vermiyor. Orta notaları dışında yapaylık hafifte olsa hissediliyor. Yani bahsedildiği gibi temiz kokmuyor. Ya da ben bir çok kaliteli niche parfüm denediğim için vasat ana akım parfümlerin standardını şaşırmış durumdayım. Sanırım bu gibi parfümleri yine kendi segmentinde ve kalitesindeki parfümlerle kıyaslama yapmak lazım. Tabiki başka sorunlarda çıkacaktır böyle bir uygulamada. Her neyse.


Sonia Rykiel Homme ferah, erkeksi, günlük kullanıma uygun, aromatik fujer sularında yüzen, vasat kalitede ve çok büyük bir özelliği olmayan parfüm bence. Sanırım 1990’ların sonunda üretilmesi onun biraz “eski” bir hava yaymasına yol açmış. Yani çok modern bir kokusu yok bence. Kötü mü? Yok o kadar da acımasız olmayayım ama büyük boy şişesini almayacağımdan eminim. Genel koku karakteri benim zevklerime uymuyor diyebilirim.

Parfümün tasarımcısı daha önce ismini hiç duymadığım Jean-Marie Santantoni. Sonia Rykiel Homme’un ilginç bir yönü ise anladığım kadarıyla Eau de Parfum (EDP) olması. Ana akım markalarda çok rastlamadığımız bu durumun böylesine iddiasız bir markada olması şaşırttı beni. Kalıcılığının neden yüksek olduğu da böylece anlaşılmış oluyor. Genel olarak ferah ve yumuşak yapısından dolayı soğuk kış ayları dışında her zaman kullanılabilir. 35 yaş ve altındaki erkek arkadaşlara daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta kısımdaki menekşe hiç bana göre değil.
- Sonlardaki amberde bence başarılı olmamış.
- Genel olarak herkesin sevebileceği gibi değil diyebilirim.
- Vasat kalite hissiyatı veriyor.

Koku Güzelliği:10/5.5

28 Ağustos 2012 Salı

Ineke – Field Notes From Paris (2009)



Ineke – Field Notes From Paris (2009)  Markanın ilginç parfümü.

İstanbul için yazılmış şiirler, çekilmiş filmler, yapılmış besteler çok fazla mıdır acaba? Ya “dünyanın başkenti” denilen Newyork için durum nasıldır ki? Peki Londra’nın içinde bulunduğu modern sanat eserleri var mı ki? Muhtemelen bir sürüdür. Hatta Berlin’in isminin geçtiği edebiyat eserleri. İkinci dünya savaşının çıkmasının en büyük nedeni olan Almanlar’ın en şöhretli şehri Berlin’in anlatıldığı kim bilir kaç tane roman vardır. Hatta yeğenim sayesinde konusu Berlin’de geçen yeni nesil bir Sniper temalı bilgisayar oyunu oynamışlığım bile var.

Yoook. Unuttum sanmayın Paris’i. Kimilerine göre aşıklar şehri kimilerine göre romantizmin başkenti. Bazıları sıkıcı buluyor. Bir başkası da fazla abartıldığından bahsediyor Paris’in. Hiç düşündünüz mü neden acaba modern dünyada şehirler böylesine kutsanıyor? Onlara böylesi özellikler atfediliyor. Nedir şehirleri böylesine çekici kılan? Niye herkes Paris’in, Newyork’un ya da Londra’nın hayalini kuruyor. Yoksa buraların kendilerine özgü cazibesine mi kanıyor insanlar. Televizyonlarda sürekli gördükleri bu ışıl ışıl şehirlere ulaşamamak daha da mı arzularını kamçılıyor insanların.

Parfümlerinde Newyork’un değişik semtlerinin isimlerini kullanan Bond  No.9 niche parfüm evini biliyoruz. Şimdi de Paris düşünülerek, daha doğrusu Paris’ten esinlenerek ortaya çıkarılmış bir parfüm var karşımızda. Geçtiğimiz haftalarda incelediğim Ineke parfüm evinin en popüler kokusu olan Derring-Do’dan sonra, en çok övgü alan eser diyebiliriz Field Notes From Paris için.


Tam da şimdi küçük bir ayrıntı vereyim Ineke ile ilgili. Çıkardığı parfümleri alfabetik olarak sıralayarak piyasaya sürüyorlar. Mesela ilk parfümleri “A” harfi ile başlayan “After My Own Heart”. İkinci parfümleri ise “B” harfinden “Balmy Days & Sundays”. Yani parfümlerini harf sırasına göre isimlendiriyor. Bugün inceleyceğim ise markanın altıncı parfümü “F: Field Notes From Paris.” Hatta bu harfleri parfümlerin kutularının üstüne büyükçe yazıyorlar. Yani bir çeşit gelenek anladığım kadarıyla. Hatırlarsanız Tauer parfüm evi de kokularına numaralar veriyordu.

“Tatlı kokan Paris öğleden sonraları, hayat kahve kaşıklarıyla ölçülür” manasına geldiğini tahmin ettiğim bir tanıtımla karşımıza çıkıyor bu parfüm. Şimdi burada sanırım Paris’in çokça kahve içilen meşhur ve sokaklara taşan “café”lerine bir vurgu var. Zaten markanın kurucusu Ineke Rühland’ın Paris’e ilk geldiği yıllarda oldukça etkilendiği bu hayat biçiminden esinlendiği ve bu parfümü böylesi bir imgelemin ardına sığdırdığını düşünebiliriz.


Kendi sitelerinde parfümlerini odunsu-oryantal olarak sınıflandırmışlar. Başlangıcında portakal aroması ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Fakat baharat darken öyle keskin ve boğucu değil. Gayet yumuşak ve portakal ile güzel bir işbirliği yapmış halde. Açıklanan üst notalarına baktığımda kişniş ve portakal çiçeği görüyorum. Anlaşılan bu ikili baş rolde açılışta. Fakat portakal çiçeğinin o kadınsı ve çiçeksi hali pek yok. Daha erkeksi ve daha portakal kabuğu gibi. İyiki de böyle yapmış Ineke. Bence üst notaları gayet güzel. Orta notalara doğru portakal etkisi devam ederken, baharatlar geri çekiliyor. Onun yerine ferah ve yumuşak sayılabilecek tütün ve deri geçiyor. Deri biraz daha geri planda. Ağırlık pipo tütünü gibi kokmayan tütünde diyebilirim. Bu kısmı başları kadar kendime yakın bulamadım. Oysaki tam bir tütün kokusu sever olmama rağmen. Alt notalarında ise portakal aroması oldukça etkisini kaybediyor. Parfümün sonlarında süpriz bir şekilde gül, silhat ve odunsu notaları hissediyorum. Fena bir kapanış değil.

Bazı yorumcuların dediği gibi Field Notes From Paris özellikle portakal aromasının etkisiyle birazcık “ekşi” kokuyor. Özellikle başlangıcında. Orta notalarda da bu ekşilik meyvemsi bir his verebiliyor. Hatta biraz meyve suyu kıvamı bile denebilir. Onun dışında zengin bir aromaya sahip. Hatta biraz karmaşık. Çözmeniz zaman alabilir. Onun için 1-2 kere deneyip karar vermeyin derim.


Şimdi parfümümüz genel olarak yapaylık barındırmıyor. Kalite anlamında sizi tatmin edecektir. Hüzünlü mü desem, belli şeyleri aşmış mı desem karar veremedim. Bana garip bir şekilde eskileri hatırlattı kokusu. Aslında çok modern bir yapısı var genel olarak. Sanki belli yaşın üzerindekiler için daha uygun olacakmış gibi bir hisse kapıldım. Belki 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilere uyacak gibime geliyor.

İsmini Paris’ten alan bir parfümün Paris gibi kokması gereker mi? Ya da Paris nasıl kokar? Bu güzel şehre hiç gitmediğim için yorum yapamayacağım. İyi de her şehrin kendine özgü bir kokusu olabilir mi? Bence hem olabilir hem de olamaz. Eğer Paris bir kokuya benzetilseydi ne olabilirdi diye düşünüyorum. Belki romantizminden dolayı modern bir gül gibi olmalı. Ya da ünlü cafélerinde içilen kahvelerin etkisiyle biraz kahve kokmalı. Buradan yola çıkarak Field Notes From Paris, aynı ismi gibi Paris kokuyor dersek sanırım yanılmış oluruz. Ya da böyle bir genelleme zorlama olacaktır.
   

Field Notes From Paris güzel bir parfüm ama harika ya da çok özel değil bence. Yani bir niche marka olduğunu düşünürsek ve fiyatının da ortalamanın üzerinde olacağını varsayarsak büyük boy şişesini almak için çok iyi bir seçenek mi emin değilim.

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığına çok büyük bir etki yapmamış anlaşılan. Bazı yerlerde kadın parfümü olarak geçse de bence uniseks kullanıma daha yakın. Hatta erkek parfümü olarak satsanız kimse sesini çıkarmaz. Bu arada parfümün şişesindeki Paris haritası da güzel bir detay olarak yerini almış.


Bu sıcak Ağustos günlerinde denemekle hata mı yaptım bilmiyorum. Çünkü genel hali ile biraz serin havaları istiyor sanki. Fakat sıcak yaz günlerinde de performansı fena değildi. Çok boğucu ya da keskin olmadı. Yani sıcaklarda kullanmak beni rahatsız etmedi. Fakat daha ilkbahar-sonbahar kullanımına yakın bir hali var diyebilirim. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu ve sahibi Ineke Rühland.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Sonlardaki gül ilginç bir süpriz olmuş.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmını pek beğenemedim.
- Çok çarpıcı ya da harika bir kokusu yok. Bir şişesini almaya değer mi şüpheliyim.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı da biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7