1 Eylül 2012 Cumartesi

Sonia Rykiel Homme (1999)


Sonia Rykiel Homme (1999)  Markanın erkek parfümlerinden.

1930 yılında Paris’te doğmuş bir kadın. 5 kız kardeşin en büyüğü olarak, Rus anne ve Romen babadan dünyaya gelmiş. Henüz 17 yaşında Paris’teki bir tekstil dükkanında çalışmaya başlamış. 23 yaşında ise şık kıyafetler satan bir butiğin sahibi olan Sam Rykiel ile evlenmiş. 32 yaşında ise başına gelen ilginç bir olay belki de kaderini değiştirmiş.

Hamileliği sırasında üzerine uygun hırka bir türlü bulamıyormuş. Bunun üzerine ilerleyen yıllarda aklına bu tür kadınların ihtiyacına cevap verebilecek hırkaları neden ben tasarlamıyorum diyerek, kocasının hazır markası ile bu hırkaları piyasaya sürmüşler. Ayrıca “Poor Boy Sweater” olarak adlandırılan yeni bir konsept ile ünlü ELLE dergisi tarafından keşfedilince, Sonia Rykiel Amerika çapında çoktan ünlü olmuştu. Böylece dünya çapında bir marka olmanın yolu açılmış oldu. Ve aradan geçen yıllar Sonia Rykiel’in hayallerini gerçekleştirdiğini bize anlatıyor adeta.

                                                          Markanın kurucusu Sonia Rykiel. 

Artık değişmez bir kural sanırım moda markalarının parfümler alanında eserler vermesi. Aslına bakılırsa Sonia Rykiel’in parfüm endüstrisinde çok fazla iddialı oyuncusu yok. Biraz geri planda kalmış gibi. Bugün inceleyeceğim Sonia Rykiel Homme, kısa kollu erkek tişörtü formlu şişesiyle, markanın en bilinen erkek parfümü diyebilirim. Ayrıca ürettikleri ilk erkek parfümü aynı zamanda. Zaten toplam üç tane erkek parfümleri var. Ağırlıklı olarak kadın parfümü piyasaya sürmüşler.

Fragrantica’da aromatik olarak sınıflandırılmış. Pek anlam ifade etmeyen bir tanımlama olmuş. Bence genel olarak turunçgil, menekşe ve odunsu notalar ağırlıklı. Başlangıcı yumuşak, metalik, ferah ve yapaylık sınırında dolaşan portakal-greyfurt aroması ile gerçekleşiyor. Hafiften plastiğimsi bir havası var bu parlak ve steril turunçgilin. Çok sevdiğimi söyleyemem. Daha sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgillere erkeksi, buruk bir menekşe ekleniyor. Bu andan itibaren menekşe baş role geçiyor. Biraz da nane var sanki. Fakat menekşe en sevmediğim çiçek kokularından birisi ne yazık ki. Orta kısım belirgin şekilde yeşil kokuyor. Yani pek bana göre değil. Alt notalarında ise yine değişim görülüyor. Menekşeden pek eser kalmazken ortaya bütün heybetiyle amber çıkıyor. Yan rollerde ise odunsu notalar var. Yani şöyle özetleyebilirim: Başlangıcı steril, ferah ve biraz yapay turunçgiller, orta kısımda bolca erkeksi menekşe ve sonlarda amber. Evet parfümün özeti bu şekilde diyebilirim.


Çok fazla olmasa da Sonia Rykiel Homme ile ilgili olarak okuduğunuz kullanıcı yorumlarında genellikle beğenilmiş. “Hay Allah” dedim kendi kendime. Yine çoğunluğun beğendiği bir parfümü daha beğenmiyorum. Ya bende bir terslik var (ki kuvvetle muhtemel) ya da diğer kullanıcılarda. Madem öyle beğenmeme sebeplerine geçeyim.

Öncelikle başlangıcındaki turunçgil aroması hiç de bahsedildiği gibi çok başarılı değil. Çünkü portakal-greyfurt ilk başlarda plastiğimsi bir his veriyor dikkat edilirse. İkinci olarak da bence mis gibi doğal bir turunçgil kokusu yok Yukarıda da söylediğim gibi steril ve kalite anlamında da vasat. Eğer bu parfümdeki turunçgil kullanımına çok güzel diyeceksek, o zaman Hermes – Un Jardin Sur Le Nil’deki nefis portakal-greyfurta ne diyeceğiz. Benim tercihim her zaman Nil tarzındaki turunçgil kullanımından yana. Onun için Sonai Rykiel Homme’daki gibi bir portakal-greyfurtla yıldızımız barışmadı.


Orta kısma geçelim. Zaten eminim ki bu parfümün böylesine övgüler almasında orta notalarında kullanılan bariz menekşenin rolü var. Daha önce Christian Dior – Fahrenheit’ta nefret etmiştim menekşeden. Sanırım orada yaşadığım travma hala devam ediyor. Sevmiyorum arkadaş menekşeyi ve Fahrenheit’ı zorla mı yahu. Zaten baskın menekşe kokusunu alınca bu arkadaş ile ayrı dünyaların insanları olduğumuzu hemencecik anladım.

Geleyim son kısma. Şimdi bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Yani parlak, yapay ve portakalımsı bir his veren ambere. Yahu şu Serge Lutens’in amber kullanımını parfüm markaları niye kendilerine örnek almıyorlar hala anlayabilmiş değilim. Bir şey daha var ki o da önemli. Parfümün genelini düşünürsek bence kalite anlamında hiç de başarılı bir sınav vermiyor. Orta notaları dışında yapaylık hafifte olsa hissediliyor. Yani bahsedildiği gibi temiz kokmuyor. Ya da ben bir çok kaliteli niche parfüm denediğim için vasat ana akım parfümlerin standardını şaşırmış durumdayım. Sanırım bu gibi parfümleri yine kendi segmentinde ve kalitesindeki parfümlerle kıyaslama yapmak lazım. Tabiki başka sorunlarda çıkacaktır böyle bir uygulamada. Her neyse.


Sonia Rykiel Homme ferah, erkeksi, günlük kullanıma uygun, aromatik fujer sularında yüzen, vasat kalitede ve çok büyük bir özelliği olmayan parfüm bence. Sanırım 1990’ların sonunda üretilmesi onun biraz “eski” bir hava yaymasına yol açmış. Yani çok modern bir kokusu yok bence. Kötü mü? Yok o kadar da acımasız olmayayım ama büyük boy şişesini almayacağımdan eminim. Genel koku karakteri benim zevklerime uymuyor diyebilirim.

Parfümün tasarımcısı daha önce ismini hiç duymadığım Jean-Marie Santantoni. Sonia Rykiel Homme’un ilginç bir yönü ise anladığım kadarıyla Eau de Parfum (EDP) olması. Ana akım markalarda çok rastlamadığımız bu durumun böylesine iddiasız bir markada olması şaşırttı beni. Kalıcılığının neden yüksek olduğu da böylece anlaşılmış oluyor. Genel olarak ferah ve yumuşak yapısından dolayı soğuk kış ayları dışında her zaman kullanılabilir. 35 yaş ve altındaki erkek arkadaşlara daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta kısımdaki menekşe hiç bana göre değil.
- Sonlardaki amberde bence başarılı olmamış.
- Genel olarak herkesin sevebileceği gibi değil diyebilirim.
- Vasat kalite hissiyatı veriyor.

Koku Güzelliği:10/5.5

28 Ağustos 2012 Salı

Ineke – Field Notes From Paris (2009)



Ineke – Field Notes From Paris (2009)  Markanın ilginç parfümü.

İstanbul için yazılmış şiirler, çekilmiş filmler, yapılmış besteler çok fazla mıdır acaba? Ya “dünyanın başkenti” denilen Newyork için durum nasıldır ki? Peki Londra’nın içinde bulunduğu modern sanat eserleri var mı ki? Muhtemelen bir sürüdür. Hatta Berlin’in isminin geçtiği edebiyat eserleri. İkinci dünya savaşının çıkmasının en büyük nedeni olan Almanlar’ın en şöhretli şehri Berlin’in anlatıldığı kim bilir kaç tane roman vardır. Hatta yeğenim sayesinde konusu Berlin’de geçen yeni nesil bir Sniper temalı bilgisayar oyunu oynamışlığım bile var.

Yoook. Unuttum sanmayın Paris’i. Kimilerine göre aşıklar şehri kimilerine göre romantizmin başkenti. Bazıları sıkıcı buluyor. Bir başkası da fazla abartıldığından bahsediyor Paris’in. Hiç düşündünüz mü neden acaba modern dünyada şehirler böylesine kutsanıyor? Onlara böylesi özellikler atfediliyor. Nedir şehirleri böylesine çekici kılan? Niye herkes Paris’in, Newyork’un ya da Londra’nın hayalini kuruyor. Yoksa buraların kendilerine özgü cazibesine mi kanıyor insanlar. Televizyonlarda sürekli gördükleri bu ışıl ışıl şehirlere ulaşamamak daha da mı arzularını kamçılıyor insanların.

Parfümlerinde Newyork’un değişik semtlerinin isimlerini kullanan Bond  No.9 niche parfüm evini biliyoruz. Şimdi de Paris düşünülerek, daha doğrusu Paris’ten esinlenerek ortaya çıkarılmış bir parfüm var karşımızda. Geçtiğimiz haftalarda incelediğim Ineke parfüm evinin en popüler kokusu olan Derring-Do’dan sonra, en çok övgü alan eser diyebiliriz Field Notes From Paris için.


Tam da şimdi küçük bir ayrıntı vereyim Ineke ile ilgili. Çıkardığı parfümleri alfabetik olarak sıralayarak piyasaya sürüyorlar. Mesela ilk parfümleri “A” harfi ile başlayan “After My Own Heart”. İkinci parfümleri ise “B” harfinden “Balmy Days & Sundays”. Yani parfümlerini harf sırasına göre isimlendiriyor. Bugün inceleyceğim ise markanın altıncı parfümü “F: Field Notes From Paris.” Hatta bu harfleri parfümlerin kutularının üstüne büyükçe yazıyorlar. Yani bir çeşit gelenek anladığım kadarıyla. Hatırlarsanız Tauer parfüm evi de kokularına numaralar veriyordu.

“Tatlı kokan Paris öğleden sonraları, hayat kahve kaşıklarıyla ölçülür” manasına geldiğini tahmin ettiğim bir tanıtımla karşımıza çıkıyor bu parfüm. Şimdi burada sanırım Paris’in çokça kahve içilen meşhur ve sokaklara taşan “café”lerine bir vurgu var. Zaten markanın kurucusu Ineke Rühland’ın Paris’e ilk geldiği yıllarda oldukça etkilendiği bu hayat biçiminden esinlendiği ve bu parfümü böylesi bir imgelemin ardına sığdırdığını düşünebiliriz.


Kendi sitelerinde parfümlerini odunsu-oryantal olarak sınıflandırmışlar. Başlangıcında portakal aroması ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Fakat baharat darken öyle keskin ve boğucu değil. Gayet yumuşak ve portakal ile güzel bir işbirliği yapmış halde. Açıklanan üst notalarına baktığımda kişniş ve portakal çiçeği görüyorum. Anlaşılan bu ikili baş rolde açılışta. Fakat portakal çiçeğinin o kadınsı ve çiçeksi hali pek yok. Daha erkeksi ve daha portakal kabuğu gibi. İyiki de böyle yapmış Ineke. Bence üst notaları gayet güzel. Orta notalara doğru portakal etkisi devam ederken, baharatlar geri çekiliyor. Onun yerine ferah ve yumuşak sayılabilecek tütün ve deri geçiyor. Deri biraz daha geri planda. Ağırlık pipo tütünü gibi kokmayan tütünde diyebilirim. Bu kısmı başları kadar kendime yakın bulamadım. Oysaki tam bir tütün kokusu sever olmama rağmen. Alt notalarında ise portakal aroması oldukça etkisini kaybediyor. Parfümün sonlarında süpriz bir şekilde gül, silhat ve odunsu notaları hissediyorum. Fena bir kapanış değil.

Bazı yorumcuların dediği gibi Field Notes From Paris özellikle portakal aromasının etkisiyle birazcık “ekşi” kokuyor. Özellikle başlangıcında. Orta notalarda da bu ekşilik meyvemsi bir his verebiliyor. Hatta biraz meyve suyu kıvamı bile denebilir. Onun dışında zengin bir aromaya sahip. Hatta biraz karmaşık. Çözmeniz zaman alabilir. Onun için 1-2 kere deneyip karar vermeyin derim.


Şimdi parfümümüz genel olarak yapaylık barındırmıyor. Kalite anlamında sizi tatmin edecektir. Hüzünlü mü desem, belli şeyleri aşmış mı desem karar veremedim. Bana garip bir şekilde eskileri hatırlattı kokusu. Aslında çok modern bir yapısı var genel olarak. Sanki belli yaşın üzerindekiler için daha uygun olacakmış gibi bir hisse kapıldım. Belki 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilere uyacak gibime geliyor.

İsmini Paris’ten alan bir parfümün Paris gibi kokması gereker mi? Ya da Paris nasıl kokar? Bu güzel şehre hiç gitmediğim için yorum yapamayacağım. İyi de her şehrin kendine özgü bir kokusu olabilir mi? Bence hem olabilir hem de olamaz. Eğer Paris bir kokuya benzetilseydi ne olabilirdi diye düşünüyorum. Belki romantizminden dolayı modern bir gül gibi olmalı. Ya da ünlü cafélerinde içilen kahvelerin etkisiyle biraz kahve kokmalı. Buradan yola çıkarak Field Notes From Paris, aynı ismi gibi Paris kokuyor dersek sanırım yanılmış oluruz. Ya da böyle bir genelleme zorlama olacaktır.
   

Field Notes From Paris güzel bir parfüm ama harika ya da çok özel değil bence. Yani bir niche marka olduğunu düşünürsek ve fiyatının da ortalamanın üzerinde olacağını varsayarsak büyük boy şişesini almak için çok iyi bir seçenek mi emin değilim.

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığına çok büyük bir etki yapmamış anlaşılan. Bazı yerlerde kadın parfümü olarak geçse de bence uniseks kullanıma daha yakın. Hatta erkek parfümü olarak satsanız kimse sesini çıkarmaz. Bu arada parfümün şişesindeki Paris haritası da güzel bir detay olarak yerini almış.


Bu sıcak Ağustos günlerinde denemekle hata mı yaptım bilmiyorum. Çünkü genel hali ile biraz serin havaları istiyor sanki. Fakat sıcak yaz günlerinde de performansı fena değildi. Çok boğucu ya da keskin olmadı. Yani sıcaklarda kullanmak beni rahatsız etmedi. Fakat daha ilkbahar-sonbahar kullanımına yakın bir hali var diyebilirim. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu ve sahibi Ineke Rühland.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Sonlardaki gül ilginç bir süpriz olmuş.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmını pek beğenemedim.
- Çok çarpıcı ya da harika bir kokusu yok. Bir şişesini almaya değer mi şüpheliyim.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı da biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)



Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

Yaşım itibariyle 1970’li yılları bilmeme imkan yok ne yazık ki. Hatta Parfüm Merakı blogunun okuyucuları arasında da çok azdır 1970’leri bilenler. Yani yaşı 50 civarı olan pek okuyanım olduğunu sanmıyorum. Varsa da tek tüktür. İyi de neden acaba?

Parfüm bloglarının takipçileri kaç yaş aralığındadır diye bir istatistik var mı bilmiyorum. En azından ülkemizde böyle bir istatistik yapıldığına rastlamadım. Mutlaka yurtdışında bu soruyu merak edip araştıran ve sonuçlarını yayınlayanlar vardır. Fakat uzun süredir yurtdışı merkezli bir çok parfüm blogunu takip eden birisi olarak genel yaş ortalamasının genç olduğunu hissediyorum. Bana ulaşan parfüm severlerin de genel olarak 15-35 yaş arasında olduğunu gözlemliyorum. Tabiki istisnalar olacaktır.

Bu noktada aklıma yine başka sorular geliyor. Mesela yaşı 40 ve üzerindeki insanlar parfümlere gençler kadar ilgi göstermiyorlar mı? Gösteriyorlarsa neden aktif olarak görünür değiller? Yoksa hayatın olgunluk çağını yaşayan bu insanlar, parfümleri gereksiz olarak mı görüyorlar? Parfüm kullanmak onları genç insanlar kadar ilgilendirmiyor mu? Ya da sırtlarındaki sorumluluk küfesinin ağırlığı diğer daha az önemli şeylere dikkat etmelerini mi engelliyor? Belki de “Günlük yaşamın koşuşturması arasında bir de parfümlerle mi uğraşalım” diyorlar. Neden olmasın ki?

Parfüm markalarının da son yıllarda büyük genç  kitleye yönelik parfümler üretmeleri bir tesadüf olamaz sanırım. Zaten çok satan ve popüler parfümlerin alıcıları genç nüfus değil mi? Mesela 40 yaşlarında bir erkeğin Rochas Men ya da Yves Saint Laurent – La Nuit de l’homme kullanma şansı var mı? Bence yok. İyide yaşı belli sınırın üzerindeki insanlar (kadın yada erkek fark etmez) için tasarlanan parfümlerde gözle görünür bir azalma dikkatinizi çekmiyor mu? Peki ne yapacak bu yaşlardaki insanlar?

Aslında cevap basit. 2000 yılı ve öncesinde üretilmiş parfümlere yönelecekler. Mesela Christian Dior – Eau Sauvage, Ralph Lauren - Safari ya da Givenchy – Gentleman. Örnekler arttırılabilir. Neyseki bugün yaşı belli bir olgunluğa ulaşmış erkekler için uygun bir parfüm yazacağım. E her zaman genç işi zıpır parfümlere bakacak değiliz.


Pierre Cardin ismi zihnimde şık ve Fransız bir havası olan erkek takım elbise markası olarak kodlanmış. Dünya çapında faaliyet gösteren bir moda markası olarak da düşünebiliriz. Normal olarak böylesi bir isim parfüm işine de el atmış.

Pierre Cardin Pour Monsiuer markanın ülkemizde çok bilinmeyen eski parfümlerinden birisi. Hatta markanın ürettiği ilk parfümmüş. Zaten 1972 yılında piyasaya sürüldüğünü daha ilk saniyelerde yüzünüze vurmaktan hiç gocunmuyor. Fragrantica’da odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı eski kokan ve kolonya hissi veren limon, turunçgiller ve aromatik otlar ile gerçekleşiyor. Valla bu açılışa hiç şaşırmadım. Hatta bekliyordum. Çünkü karşımda 1970’lerin başlarında üretilmiş bir arkadaş var. Bence gayet başarılı, erkeksi ve rafine ilk kısım. Hmm. Keyfim yerine geliyor hemen. “Sanırım güzel bir parfümle karşı karşıyayım” düşünceleri içinde orta notalarına odaklanıyorum. Ama o da ne. Olamaz. Üst notalarındaki rafine ve eski kokan turunçgil-limon ikilisine tuhaf ve anlamsız bir deri ekleniyor. Deri mi ondan da emin değilim. Belki sardunya çiçeği, belki benzoin, belki silhat. Ama benim hiç sevmediğim tarzda. Bir yorumcunun “terlemiş deri ayakkabı” benzetmesi sanırım doğru. Orta kısmını hiç sevmedim. Tabiki hemen de keyfim kaçıyor başlangıçtaki kısa güzellikten sonra. Neyseki alt notalarda bu tuhaf deri artık hissedilmiyor. Ortaya hafif tatlı baharatlar, güzel bir deri ve tonka fasulyesi çıkıyor. Son kısmı gayet güzel, konforlu ve şık. Tam bir 1980’ler erkek parfümü sonu adeta. Yani sonuç olarak başlangıcı gayet güzel, orta notaları başarısız ve sonları etkileyici.


Pierre Cardin Pour Monsieur, genel olarak hafif tatlı bir kokuya sahip. Bu tatlılığı muhtemelen bal ile sağlamışlar. Fakat çok iyi ayarlanmış. En dikkat çeken özelliği ise erkeksi yapısı. Zaten döneminin diğer erkek parfümleri gibi maço, erkeksi, keskin ve olgun havasını yeterince taşıyor. Karşımızda tam bir erkek parfümü var. Hemde her şeyiyle.

Parfümümüz dönemiminin eski klasiklerini hatırlatıyor. Biraz Christian Dior – Eau Sauvage var sanki karşımda. Biraz Calvin Klein – Obsession For Men esintileri, hafiften Yves Saint Laurent Pour Homme benzerliği. Ama hiçbirine tam olarak benzemiyor. Sanki hepsinden birer parça almış gibi. Pierre Cardin Pour Monsieur, yaşı 35 hatta 40 ve üzerindeki erkekler için uygun fiyatlı bir seçenek olarak görünüyor. Amaaa…


Şimdi bence parfümümüzün orta notaları oyun bozan kısmı. Yani bazı yorumcularında dediği gibi sulandırılmış deri gibi bir havası var. Benim bu parfümün notunu en çok kıracağım yeri burası olacak. Çünkü o tuhaf ve sinir bozucu orta kısım yüzünden bence bu parfüm tercih edilmemeli. Çünkü neredeyse kokusunun büyük kısmında etkisini gösteriyor. Zaten alt notalarında çok zayıflıyor kokusu. Neredeyse zor hissediliyor. Bence Yves Saint Laurent Pour Homme ve Obsession For Men varken bu parfümün pek isminin geçmemesi gayet normal.

Diğer bir konu ise parfümün anladığım kadarıyla iki versiyonu var. Daha doğrusu iki farklı üreticisi. Bu da markanın telif hakları ile ilgili olabilir. Benim denediğim orijinal ilk sürümü olduğunu tahmin ediyorum. Bir de “Aladdin Fragrance” tarafından üretilen versiyonu varmış. İkiside aynı parfüm. Sanırım reformulasyon gibi bir durumu olmuş. Yeni versiyonundan her zamanki gibi kimse memnun değil. Eğer bulabilirseniz eski sürümünü denemenizde fayda var.


Parfümümüz Eau de Toilette konsantrasyonunda. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın gibi duruyor. Genç arkadaşların denemesini pek tavsiye etmem. Herkesin sevebileceği gibi bir kokusu yok. Aman dikkat.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Sonları çok güzel.
+ Eğer yurtdışında yaşıyorsanız çok uygun fiyatlara alabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta notalarındaki sulandırılmış deri benzeri koku hiç hoş olmamış.

Koku Güzelliği:10/6.5 

22 Ağustos 2012 Çarşamba

Le Labo – Rose 31 (2006)



Le Labo – Rose 31 (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

“Devrim.”

Bu kelimeyi her duyduğumda ya da bir yerlerde okuduğumda aklıma Ernesto “Che” Guevara veya Fidel Castro geliyor. İdealleri ve inandığı davası için ölüme koşan ya da ölümden zerrece korkmayan insanlar. Dünyaya meydan okumayı sıradan bir işmiş gibi gören. Ve bunu belki de mutlulukla yapan. Bence devrim, işlemeyen, çürümüş, sakat bir sistemi yıkarak, yerine daha iyisini ve doğrusunu inşa etme isteği ve amacı. Bu tanımı tamamen kendi kafamdan veriyorum. Herhangi bir sözlüğe bakmış değilim. Zihnimde böyle şeyler uyanır devrim kelimesi ile ilgili.

Devrim deyince aklıma hemen devletlerin siyasi tarihi geliyor. Mesela İngiltere’nin monarşiden kurtulup demokrasiye geçişi. Fransız devrimi. Çarlık Rusyası’nın yıkılarak iktidara Bolşevik’lerin geçmesi. Ve tabiki Osmanlı Devleti’nin parçalanıp ortaya Türkiye Cumhuriyeti’nin çıkması. Yani ülkemizin kuruluşu da bir devrim sonucundaydı. Buradan bakarsak Mustafa Kemal de tam bir devrimciydi.

Peki devrim sadece ülkelerde mi olur? Yoksa hayatın başka alanları da devrim fikrine açık mı? Tabiki, elbette ve neden olmasın. Mesela internet bir devrim değil mi? Ya da cep telefonları, otomobil, elektrik, petrolün bulunması ve kullanılması, uçaklar, atomun parçalanması hatta sanayi devrimi. Bu gelişmeler hayatımızı kökünden ve derinden sarsmadı mı?

Şimdi siz Parfüm Merakı okuyucularına bir niche markanın parfüm sektöründe devrim yapmak için yola çıktığını söylesem ne düşünürsünüz. Muhtemelen “Yok artık. Kolay mı kocaaa parfüm endüstrisinde devrim yapmak” diyebilirsiniz. Fakat Amerika/Newyork merkezli henüz çok yeni bir niche parfüm evi olan Le Labo’nun amacı parfüm dünyasında küçük çaplı bir devrim yapmak anladığım kadarıyla. Bunu nereden mi anlıyorum. Bizzat kendi internet sitesinden. Hatta sitede neredeyse devrimin manifestosu olabilecek ifadeler bile var. Derseniz ki “Yahu parfüm merakı sende amma safsın. Oradaki amaç devrim yapmak değil farklı bir pazarlama taktiği. İnanma bu numaralara.” Valla ben Le Labo’nun yalancısıyım. Elçiye zeval olmaz.


Özellike son 1-2 yıldır yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda sıkça ismi geçen bir marka haline geldi Le Labo. Parfümlerinin isimleri ve şişe tasarımı oldukça farklı. Rose 31, Vetiver 46, Bergamote 22, Santal 33, Oud 27, Iris 39 gibi isimler kullanıyorlar. Yani önce parfümün ana teması sonrasında da bir rakam. Şimdi anladığım kadarıyla buradaki rakamlar parfümlerin içeriğindeki maddelerin sayısını gösteriyormuş. Şişeleri ise ayrı bir ilginç. Bana eski ilaç ya da şurup şişelerini hatırlatıyor. Bugün Le Labo’nun en sevilen, en popüler ve en çok tartışılan parfümü Rose 31’i inceleyeceğim. Hatta bu parfüm için markanın “gözbebeği” bile diyebiliriz.

“Erkek için bir gül parfümü!” İşte sonunda bir marka bu işe el attı. Neden hep gül kokusu kadın parfümlerinde kullanılıyor? Erkeklerin başı kel mi? Böylesine güzel bir çiçeğin kokusu neden erkek parfümlerine de ilham vermesin? Hepimizin bildiği gibi gül genellikle kadın parfümlerinde ve oldukça da kadınsı bir formda sunuluyor. İşte sorun da burada başlıyor.

Gül gibi kokmak isteyen erkekler genellikle kadın parfümlerine yöneliyorlar. Yani “erkek için gül” temasına çok fazla rastlanmıyor. Bakalım Rose 31 erkeklerin gül parfümü özlemini giderebilecek kadar başarılı mı?


Rose 31 odunsu, çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında güzel, tatlımsı gül ile size merhaba diyor. Buradaki gül biraz pudralı gibi diyebilirim. Fakat zarif, rafine ve sakin. Alıştığımız üzere kadınsı bir gül kokusu değil. Daha nötr. Yani erkek kullanımı için çok daha konforlu. Başlangıcını sevdim.

Orta notalara gelindiğinde kokusu değişiklik gösteriyor. Gül kendisini geri plana çekiyor. Bu sefer karşımıza hafif ve yumuşak baharatlar çıkıyor. Açıklanan notalarına baktığımda kimyon gördüm. Ondan geliyor olabilir. Hatta tarçın-karanfil ikilisi de olsa şaşırmam. Buradaki baharatlar geri plandaki gül ile gayet güzel harmanlamış. Orta notalarda hakimiyet baharatlarda diyebilirim. Fakat çok keskin ve boğucu değiller hiçbir zaman.  Parfümün en sevdiğim yeri diyebilirim burası için. Baharatlar çok derin ve lüks kokuyor. Tabiki gül de alttan alta destek veriyor baharatlara. Çok başarılı orta notaları da.


Son kısımlarda yine küçük bir değişim gösteriyor kokusu. Baharatlar etkisini kaybederken ortaya odunsu notalar ve misk çıkıyor. Kabe samanını da unutmayayım. Fakat ağırlık odunsu notalar ve sulandırılmış hissi veren miskte. Yine açıklanan alt notalarına baktığımda gaiac ağacı, öd ağacı, sedir ağacı, misk ve kabe samanı var. Fakat kokusunun en vasat yeri alt notaları diyebilirim. Tam bir hayal kırıklığı. Yapay ve düşük kaliteli bir son hiç yakışmıyor böylesi güzel devam eden bir parfüme. Yazık olmuş.

Rose 31 anladığım kadarıyla erkeksi gül parfümü ortaya çıkarmak için yola çıkılmış bir eser. Bence hiç de fena bir fikir değil. Çünkü gerek ana akım gerekse niche markaların çok sayıda erkeklere hitap eden gül parfümü yok. Aklıma gelen örneklerden Burberry – Brit ve nichelerden Maison Francis Kurkdjian – Lumeir Noir Pour Homme ve Czech Speake – No.88 gösterilebilir. Peki Rose 31 aynı ismi ve konsepti gibi yoğun bir gül kullanımına sahip mi?

Bence başından sonuna kadar ana oyuncu gül değil. Özellikle başlangıcında çok etkili ve baskın gül teması. Fakat sonrasında yavaş yavaş geçen saatlerin ardından gül eski gücünü korumuyor. Orta notalarda yerini biraz baharatlara bırakıyor. Alt notalarda da odunsu notalara. Ama bence geri planda her zaman bir hayalet gibi kendisini hissettiriyor gül.


Madem öyle bu popüler arkadaşın biraz daha detayına inelim. Şimdi başlangıcındaki yüksek kaliteli gül kokusu bence çok başarılı. Tam olması gerektiği gibi. Montale’nin o hacı yağı efektine sahip Black Aoud’u gibi kesinlikle değil. İyiki de ona benzememiş. Yani başlangıcının kullanımı kolay ve herkesin sevebileceği gibi tasarlanması hoş olmuş. Orta notalardaki baharat kullanımı da genel konsepte uygun. Yumuşak, kibar ve ölçülü. Hiçbir eleman ben buradayım diye öne çıkmaya çalışmıyor. Herkes yerini biliyor. Yani gayet uyumlu orta notalara kadar. Fakat alt notalarda iş biraz bozuluyor. Bu kısıma kadar gayet güzel gelen kokusu sonlarda biraz deformasyona uğruyor. Kalite hissiyatı düşüyor. Bana sıradan bir ana akım parfümün sonunu hatırlattı. Odunsu notalar ve sulandırılmış misk bence vasat. Yani parfümün son kısmı bence en sorunlu tarafı. Rahatlıkla hoşuma gitmediğini ve çok yadırgadığımı belirtmeliyim. Neden mi?

Çünkü Le Labo’nun parfümleri niche kategorisinde. Hatta normal niche parfümlerden bile daha pahalı fiyata satılıyorlar. Ve kendi sitelerinde ise bol bol övünme var parfüm devrimi yapıyoruz diye. Ama bu kadar popüler olma ihtimali olan bir parfümünüzün alt notalarını böylesine sıradan bırakamazsınız. Buna hakkınız yok. Onu da parfümün genel kalitesine ve rafineliğinin düzeyine çekmelisiniz. Yoksa bir çuval inciri berbat edebilirsiniz. Yani ben başlangıcını ve orta notalarını çok güzel yapayım, sonlarına nasıl olsa kimse dikkat etmez dersen senin Calvin Klein yada Hugo Boss’dan bir farkın kalmaz. Ve bu kadar iddialı bir niche markaya da bu durum yakışmaz.
     

Yukarıda da bahsettiğim üzere Rose 31 markanın en popüler parfümü. Bunun içinde bir çok şey yazılıp çiziliyor yurtdışındaki parfüm platformlarında. Şimdi böyle ilgi çeken parfümleri bazı kullanıcılar çok fazla abartabilirler ve gereğinden fazla övebilirler. Acaba Rose 31 için durum nedir diye düşünüyorum. Benim hayatımın parfümü olmayacağı çok açık. Daha önce Serge Lutens deneyimi olan birisi olarak söylüyorum. Harika ya da sizi alıp başka diyarlara bırakabilecek bir arkadaş olduğunu düşünmüyorum. Sonlarını saymazsam konforlu, rafine ve başarılı bir “baharatlı, odunsu gül” parfümü diyebilirim. İşte benim sınıflandırmam da böyle.

Kimi kullanıcılar Rose 31’i pek beğenmezken, bazıları şimdiye kadar kullandıkları en iyi parfüm diyerek övgüye boğuyorlar. Bazı yorumcular ise onun bir gül parfümü olmadığını, gül kokusunu çok fazla algılayamadıklarını söylemişler. Ben bu arkadaşlara pek katılamayacağım. Her ne kadar sonlarında gül teması baskın olmasa da, başlangıcı ve kısmen orta notaları gül etkisinde.

Rose 31 Eau de Parfum (EDP) olarak piyasaya sürülmüş. Tartışma konularından birisi de bu bir erkek parfümü mü? Le Labo erkek kullanımını öne çıkarsa da bence uniseks uygulamaya daha yakın. Yani kadınlarda deneyebilirler. Ağustos ayının bu sıcaklarında denediğim Rose 31 bende rahatsızlık yaratmadı. Yani ilkbahar-yaz kullanımına uyacak gibi görünüyor. Ayrıca içeriğindeki baharatlar ve odunsu notalar sayesinde de kış mevsiminde de kullanılabilir tahminimce. Aslında bir de kışın denemek lazım. O zaman kokusunun nasıl bir tepki vereceğini ölçmek için. Ofis içinde ya da evinizde kullanmak çok daha etkileyici sonuçlar verebilir. Günlük hayatta ya da dışarıda kullanmak için bence çok uygun değil. Yani parfümün değeri pek anlaşılamayabilir. Yumuşak ve asil tarzından dolayı böyle bir uyarı yapma ihtiyacı hissediyorum.
 

Parfüm kritikçisi Luca Turin Rose 31’i “havuç suyuna” benzetmiş. Onun böyle değişik benzetmelerine alışığız ama ben pek havuç suyuna benzetemedim kokusunu. Kitabında ise beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Anlaşılan pek beğenmemiş üstat. Parfümün tasarımcısı ise pek ismi duyulmamış bir burun olan Daphne Bugey’miş.

Eğer Le Labo’nun ilginç parfümü Rose 31’i denemeye niyetiniz varsa o zaman “gelin ve devrime sizde katılın!”

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları şahane.
+ Genel olarak rafine ve yüksek kaliteli tarzı sevindirici.

Eksileri:
- Sonlarında ortaya çıkan koku böylesine bir niche markaya yakışmıyor.
- Fiyatı çok pahalı. Hatta biraz abartılı.

Koku Güzelliği:10/7.5