5 Şubat 2016 Cuma

Blaise Cendrars ile Söyleşi (Alıntı)

Fransız edebiyatının önemli yazarlarından Blaise Cendrars ile yapılmış söyleşiyi okumaktan büyük zevk aldığım için kaynağını vererek, alıntı yapıyorum. Blaise Cendrars’ın söyleşisine neden yer verdiğimi, bir sonraki parfüm incelememde anlayacaksınız 🙂

Tüm yazarlar yazdıklarının kısıtlayıcılığından ve zorluğundan şikayet ederler.
Seslerini ilginç kılmak için abartırlar. Ayrıcalıklılarından ve sanatlarını icra ederek hayatlarını kazandıklarını için ne kadar şanslı olduklarından daha çok bahsetmeliler. Şahsen hoşlanmadığım bir icra, bu doğru, ancak aynı zamanda soylu bir ayrıcalık, hele bir makinenin parçası gibi yaşayarak toplumun anlamsız çarkının dönüşünü hızlandırmaya yarayan çoğu insanla kıyaslandığında. Tüm kalbimle acırım onlara. Paris’e döndüğümden beri, penceremden izlediğim, metroların düzenli saatlerde içine çektiği ya da dışarıya boşalttığı isimsiz kalabalıklar daha önce olmadığı kadar üzüyor beni. Gerçekten, hayat bu değil. İnsan bu değil. Bir yerde durmak zorunda. Kölelik bu…basit ve fakir insanlar için değil sadece, hayatın genel saçmalığı bu.

Peki çalışma alışkanlıklarınız? Bir yerlerde şafak sökerken uyandığınızı ve saatlerce çalıştığınızı söylemiştiniz.
Çalışmanın bir lanet olduğunu hiç unutmadım, bu yüzden asla alışkanlık yapmadım onu. Kuşkusuz, diğer herkes gibi olmak için, nihayet belli bir saatten belli bir saate dek çalışmak istedim ben de. 55 yaşın üzerindeyim ve sırayla dört kitap bitirmek istedim. Sona erdi ama bu düşünce, arkamda yeterince kitap var. Bir çalışma yöntemim yok. Birini denedim, çalıştı, ancak kalan hayatımda sadece bunu uygulamamın hiç gereği yok. Hayatta kitap yazmaktan öte yapılacak şeyler de var.

Benim gibi modern hayata inancı olan, tüm bu güzelim fabrikalara, dahi makinelere hayran, sıradan bir kişilik, nereye gittiğimizi düşünmekten vazgeçmişse, kınamaktan başka elinden bir şey gelmez çünkü hakikaten hiç yüreklendirici değil bu.

blaise-cendrars-1917 yen

Bir yazar ne kadar görkemli olursa olsun manzara karşısında asla yerini hazırlamamalı. Saint Jerome gibi kendi hücresinde çalışmalı. Geçmişe dönün. Yazmak ruhuna bakıştır. “Dünya benim tasvirimdir.” İnsanlık kurgusunda yaşar. Bu nedenledir ki kâşifler her zaman dünyanın görünen yüzünü kendi görünümlerine çevirirler. Bugün ben bile aynaların üzerini örtüyorum.

Remy de Gourmont’un çalışma odası bir avlunun içindeydi, 71 numara, Paris’te Saints-Pères sokağında. 202 numara, Saint-Germain caddesinde, Guillaume Apollinaire, ki kendisinin geniş odalarla dolu, taraçalı, çatıda terasıyla muazzam bir apartmanı vardı, kendi tercihiyle mutfağında yazıyordu, küçücük bir oyun masasında, oldukça rahatsız bir durumda, arada bir masasını kapatıp daha da küçültmesi gerekiyordu ki aradan kayıp çatıdaki pencereden çıkabilsin ve orası da yine bir avlunun içindeydi. Edouard Peisson’un Aix-en-Provence yakınlarında çok hoş, ufak bir evi vardı ancak vadideki ışık oyunlarının şahane manzarasını izleyebileceği öndeki odaların birinde çalışmak yerine, arkaya inşa edilmiş, penceresi leylaklarla kaplı bir duvara açılan ufacık kütüphane köşesinde çalışmayı tercih ediyordu. Ve ben kendim, kırsalda, Tremblay-sur-Mauldre’daki evimde çalışırdım. Asla yukarı katta, orkidelere bakan odalarda çalışmadım, tercihim hep ahırın ardındaki çıkmaz sokağa ve bahçemi kapatan duvara bakan aşağıdaki odaydı.

İnceleme fırsatı bulduğum çok az yazarın arasında sadece biri, Napolyon’a olan çılgın tutkusuyla meşhur, manzara karşısında yerini hazırlardı, çalışma odası penceresinden Arc de Triomphe’un eksiksiz manzarası izlenebilirdi. Ancak bu pencere genellikle kapalıydı, çünkü büyük adamının zaferinin canlı görünümü ona ilham vermekten uzaktı, kanatlarını koparırdı. Kapısının ötesinden çalışırkenki gelgitleri duyulabilirdi, böğrüne vurur, kelimelerini kükrer, ifadesini ve ses uyumunu düzeltir, inler, sızlanır, eserlerini yüksek sesle okuyan hasta Flaubert gibi haykırır. Karısı hizmetlilere seslenir, Dikkat etmeyin, Beyefendi stilini cezalandırıyor.

Hayatınız boyunca çok okumuş olmalısınız?
Aşırı derecede okudum. Tutkumdu bu. Her yerde, bütün koşullarda ve her çeşit kitap. Elimin altına düşen her şeyi silip süpürdüm.

blaise_cendrars cat yen

Okumak sizin için, dediğiniz gibi, zamanda veya boşlukta yolculuk anlamına gelmiyor, daha çok, pek güç harcamadan karakterin derinliklerine nüfus etmenin bir yolu. Hayır, okumak benim için bir uyuşturucudur. Yazıcının mürekkebi uyuşturur beni.

Bazı alışık olmayan okumalarınızdan bahsedebilir misiniz?
Captain Lacroix eski bir denizcidir ve kitapları canavar gibidir. Onla karşılaşacak kadar şanslı olamadım hiç. Saint-Nazaire, Nantes’da aradım onu. Seksenlerinde olduğu ve halen bırakmak istemediği söylenmişti bana. Gemi yolculuklarına çıkamayacak hale geldiğinde bile deniz kuvvetleri sigortacısı olmuş ve görünen o ki teknelerinin durumunu görmek için gerektiğinde dalgıç kıyafetleri giymekte tereddüt etmemiş. Onun yaşında, takdir edilesi. Hayal ediyorum ki şömine başında kış geceleri uzun görünüyordu ona, denizden gelen rüzgar Loire-Inférieure’daki köyüne doğru estiğinde ve bacasını tüttürdüğünde, sanırım onun gibi yedi denizi de görmüş, mümkün olan ve düşleyebileceğiniz her çeşit gemiyi idare etmiş birisi için bu kitapları yazmak zaman öldürmek gibiydi. Kalın kitaplardı bunlar, sağlam inşa edilmiş, güvenilir belgelerle dolu, bazen biraz ağır ama neredeyse her zaman taze, böylece sıkıcı da değil, bu yaşlı deniz adamı resimli kartpostalları, ve gençliğinden kalma eğlenceli limanlara dair fotoğrafları araştırıp buluyordu. Her şeyi olduğu gibi aktarıyordu; deneyimleri, Boynuz Burnu’ndan Çin Denizi’ne, Tazmania’dan Ushant’a gördükleri, öğrendikleri, her şeyden bahsederdi, deniz fenerleri, akıntılar, rüzgar, sığ kayalıklar, fırtınalar, mürettebat, trafik, gemi enkazları, balık ve kuşlar, kutsal fenomenler ve deniz kıyısındaki felaketler, tarih, gelenekler, milletler, denizin insanları, birbirine bağlı binlerce mahrem veya dramatik anekdotlar, dürüst denizcinin tüm hayatı suyun hareketiyle taşınmış ve gemilere dair özel aşkı tarafından hakim olunmuştur. Ah, tabii ki bir edebi eser olmanın ötesindedir. Kalemi kaveladır ve her sayfası önünüze bir şeyler sunar ve on cilttir! Olabildiğince hareketli ve güzel bir sabah kadar basittir. Tek kelimeyle mucizevidir. Birisi parmağıyla küreye dokunur.

Ayrıca Nostradamus’un kehanetsel dörtlükleri var. Beni eğlendiren, azametli bir dille yazılmıştır, her ne kadar çözülemez kalmışlarsa da. 40 yıldır okurum onları, gargara yapıyorum onlarla, kendime ziyafet çekiyorum, bayılıyorum ama hiçbirini anlamıyorum. Asla şifreleri için araştırma yapmadım, basılı tüm şifrelerinin neredeyse tamamını okudum, her iki veya üç yıldan beri birileri kilidi kıpırdatmaktan acil yeni bir mekanizma icat ettiğinden beri hepsi saçma ve yanlış. Ancak, dev bir Fransız şair olarak, Nostradamus en büyüklerdendir. Derleyebilirsem Fransız şairleri antolojime girmeye hazır. Muhafazakar bir dilden yaratılmış tüm o doğaçlama sözleri, Dada’nın yalnızlığının da, sürrealistlerin otomatikleşmiş metinlerinin de ve Apollinaire’in Calligrammes adlı çıkartmalarının da uzak ara önündedir.

Ondan beridir ne keşfettiniz? Neler okursunuz bu aralar?
Son keşfettiğim kitap Gelenekler İdare’sinin büyük sözlüğü. Sonradan maliye bakanı olmuş Vincent Auriol’un bir fermanına borçluyuz bu kitabı. Répertoire général du tarif olarak adlandırıldı ve 1937’de ortaya çıktı. İki adet dörtlü cilt ve elli kilo ağırlığında. Her yere yanımda götürürüm onu çünkü La Carissima ‘yı yazmaya başladığımda bir gün mutlaka ihtiyacım olacak. İsa’yı ağlatabilmiş tek kadın, Meryem Ana’yı anlatacağım kitapta.

cendrars yen

Bu kitabı yazmak için gelenekler dizinine mi ihtiyacınız var?
Sevgili bayım, bu bir dil meselesi. Yıllar boyu, bir kitabı yazmaya hazırlandığımda ilk yaptığım kullanacağım sözlük hazinesini belirlemek oldu. Böylelikle, L’Homme foudroyé için üç bin kelimelik bir listem oldu ve hepsini kullandım. Zaman kazanmama sebep oldu ve eserime keskin bir parıltı kattı. Bu yöntemi kullandığım ilk seferdi. Nasıl keşfettim onu bilmiyorum… Bu bir dil sorunu. Dil beni ayartan şeydir. Dil beni kışkırtır. Dil beni şekillendirmiştir. Dil beni yeniden şekillendirmiştir. Bu yüzden bir şairim ben, muhtemelen dile karşı çok hassas olduğum için, doğru veya yanlış, göz yumarım buna. Ölümün eşiğindeki dilbilgisini görmezden gelir ve küçümserim ama ben sözlüklerin iflah olmaz bir okuyucusuyumdur aynı zamanda ve imlam çok kendine güvenmiyorsa eğer bunun sebebi telaffuza karşı çok nazik olmam, yaşayan dilin bu mizacı. Başlangıçta kelimeler yoktu ama ifade vardı, bir geçiş. Kuşların şarkılarına kulak verin!

Dil, o zaman, diyorsunuz ki, ölü değil, donmuş ama hareket halinde, kaçak, yaşama ve gerçekliğe tutunmuş.
Ondan dolayı gelenekler idaresinin bu büyük sözlüğü bu kadar cezbediyor beni. Mesela, ribbon kelimesini ele alalım. Hayretler içinde fark ettim ki işaret ettiği tüm anlamlar ve bunların ötesinde ultramodern endüstriyel kullanımları yirmi bir sayfa tutuyor!

Kaynak: http://cansykan.blogspot.com.tr/2012/10/blaise-cendrars-kurmaca-sanat.html

4 Şubat 2016 Perşembe

Versace Pour Homme Oud Noir (2013)

2012 yılında bir koleksiyoncunun, Umman sultanı Kabus için hazırlanan ve sadece yarım çay kaşığı kadar olan, yüzyıllık öd ağacından elde edilen yağa yedi bin dolar ödemesi çok şeyi anlatıyor. Yarım çay kaşığı öd ağacı yağı için yedi bin dolar!

Orta Doğu uygarlığının önemli koku sembollerinden öd ağacının, kötü kokuları maskelemekten öteye, kültürel, tıbbi ve dini alanlarda kullanıldığını biliyoruz. Bana abartılı gelen “Sultanların kullandığı en güçlü afrodizyak kokusu” söylencesi, mitolojik anlamda kulağa hoş geliyor olsa da, pek gerçekçi değil.

2013 yılında Orta Doğu pazarına yönelik hazırlandığı söylenen Versace Pour Homme Oud Noir, markanın 2008 çıkışlı Versace Pour Homme’unun devam parfümü olarak değerlendirilmiş. Gerçi Versace Pour Homme ferah, sucul ve yazlık bir kokuyken, Oud Noir, oldukça koyu, karanlık ve sıcak yapıya sahip. Versace Pour Homme ile Oud Noir’in şişelerinin, renkleri dışında aynı olması da devam parfümü iddiasını güçlendiriyor.

Parfümün başlangıcı ferah olmayan bergamot, koyu aromatik otlar ve paçulinin birleşimiyle gerçekleşiyor. Olgun ve derin bergamot daha önce hiç böyle karşıma çıkmamıştı. Aromatik otlarla uyumu harika bergamotun. Başlangıçtaki tozlu hissiyat yüksek ihtimalle paçuliden geliyor. Üst notaları nefis. Orta kısma geçildiğinde koyu hava devam ediyor. Bu kısımda parfüme ismini veren öd ağacı ortaya çıkıyor. Ona geri planda kuru ve tatlı olmayan deri eşlik ediyor. Başlangıcı kadar güzel olmasa da fena değil orta bölüm. Son kısımda yine değişim var. Alt notalarda odunsuluk bariz. Sedir ağacına benzettiğim ağaçsılık, rafine ve ilginç değil. Hatta yapaylık sınırında. Vasat kapanışı hayal kırıklığı yaşatıyor ne yazık ki.

Versace-pour-femme-oud yen

Versace Pour Homme Oud Noir, üst ve orta kısımda gayet mesafeli, karanlık ve koyu. Siyah şişesinin hakkını verircesine depresif. Sevmesi zaman isteyen esere benziyor. İlk kullanımlarda çözemediğim karakterini, zamanla anlamaya başladım. Bu anlamda 1-2 defa kullanmakla karar verilmemesi gerekiyor. Biraz şans tanıyın ona.

Kimi öd parfümlerinde rastladığımız gül, neyse ki Oud Noir’de yok. Buradaki öd kullanımı kuru deri, azıcık baharatlar ve aromatik otlarla desteklenmiş. Öd ağacının bu tür kullanımını daha sevilebilir buluyorum. Başlangıcı ve orta kısmı hakkında düşüncelerim gayet olumluyken, son bölümde işler pek istediğim gibi gitmiyor. Yine de ana akım markaların içinde kendisine rahatlıkla yer bulabilir.

Keşke başlangıcındaki gibi devam etseymiş Oud Noir. Tozlu paçulinin ve derin otsuların karışımı açık ara parfümün en sevdiğim kısmı oluyor. Aslına bakılırsa ismindeki oud, parfümün genelinde büyük yer tutmuyor. Öd notası, orta kısımda kendisini gösteriyor ve kapanışta yerini ağaçlara bırakıyor. Bu anlamda çok yoğun öd kullanımına sahip değil.

Sonuç olarak geneli değerlendirdiğimde harika olmasa da biraz Montale havası var kokusunda. Oud Noir’de, kimilerinin ilaç-hastane ikilisine benzettiği öd, bence o kadar rahatsız edici değil. Derinin öd ile uyumu orta kısımda parfüme farklı hava katıyor. Bence son kısmı dışında başarılı bir deneme Oud Noir.

Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği düşük. İlk patlamadan 15-20 dakika sonra tene oldukça yaklaşıyor kokusu. Kıyafette de sonuç değişmedi. Bu anlamda performansı biraz sorunlu. Tam bir kış kokusu. Yaş olaraksa yirmi beş ve üzerindeki arkadaşlara önerebilirim.

versace_oud_noir yen

Parfümün tasarımını Domitille Bertier yapmış. Bertier hanım daha önce Burberry, Cacharel, Lancome, Lanvin, Roberto Cavalli gibi bilinen markalara parfümler tasarlamış. Şişesinin Thierry de Baschmakoff tarafından tasarlandığı söyleniyor, umarım doğrudur.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

31 Ocak 2016 Pazar

By Kilian – Sacred Wood (2014)

“Ne de olsa ipeğin, sandal ağacının ve tütsünün merkezi burası…

Mysore’da gezecek yer çok! Şehrin merkezindeki Deveraja Pazarı, Tipu Sultan döneminden kalma, kıpır kıpır bir baharat-çiçek-meyve-sebze pazarı. Taze çiçekler, bindi için kullanılan rengarenk pudralar (kumkum) ve koku çeşitleri baş döndürücü.

Deveraja’da çiçek ve ağaç özleri kokularını satanlar da var. Bazıları sulandırılmış versiyonları, dikkat. Ama günümüzde en ünlü markalar, bu esanslardan parfüm yapıyor. “Jean Paul Gaultier” veya “Hugo Boss” diyerek şişeleri burnunuza uzatacaklar. Haksız da değiller; lotus, yasemin, kavun, sedir, dilediğiniz her koku burada bulunur.”

Milliyet gazetesinin internet sitesinde, bu alıntının çok daha fazlası mevcut. Hindistan’ın Mysore isimli şehrini anlatan bu gezi yazısının en ilgimi çeken kısmı, yukarıdaki bölümdü. Gezginlerin en sevdiği ülkelerin başında gelen Hindistan’ın, Mysore şehrinden gelen sandal ağacının, niş parfüm evi By Kilian’ın Sacred Wood isimli eserinde kullanılması şaşırtıcı değil. Hindistan’da bile artık çok azalmış durumdaki sandal ağacı üretimini düşündüğümüzde, Kilian Hennessy’in yeni “Asian Tales” serisindeki parfümünde Asya’dan gelen içeriğe yer vermesi kendi içinde tutarlı.

cicekli

 

Aslına bakılırsa çok merak ettiğim bir seri değil Kilian’ın Asian Tales. Yine de parfümün arkasındaki Calice Becker’in hatırına şans verilmeli belki de. Sacred Wood’un başlangıcı kremsi odunsularla gerçekleşiyor. Sürpriz yapmıyor ilk saniyelerde ve pürüzsüz yüksek kaliteli sandal ağacı sizi karşılıyor. Harika veya çarpıcı değil başlangıcı. Orta kısımda fazla alışıldık olmadığımız bir koku var: Süt. Evet, markanın sitesinde süt vurgusu yapılmış. Bence de haklılar. Hatta incire de benziyor bu sütsülük. Orta bölümde süte benzer yapı, sandal ağacıyla birleşiyor. Kulağa hoş gelmediğini tahmin ediyorum ama pratikte o kadar da kötü sonuç vermemiş sütlü sandal ağacı. Son kısımda süt ve sandal ağacının dansı devam ederken kuru tütsüyle karşılaşıyorum ki, bu duruma seviniyorum. Gerçi tütsünün ana kompozisyona büyük etkisi yok. İkincil planda kalmayı seçmiş.

Sizi bilmem ama bu parfümde şu üç kokuya rastladım: sandal ağacı, süt ve tütsü. Bu üçü dışında başka da bir eleman algılayamadım. Görünüşe göre çok basit bir formülasyona benziyor Sacred Wood. Neredeyse hiç değişmiyor, abartılmamış süt teması dışında şaşırtmıyor. Her daim sandal ağacının o baskın kokusunu öne çıkarıyor. Kremsi, yumuşacık ve belki de hafiften vanilyamsı sandal ağacı. Tatlılık hissedilir oranda mevcut. Eski ve köhne kokmuyor Sacred Wood. “Basit modern” belki de onun mottosu.

Sacred Wood ismini duyunca daha ağaçsı yapı beklerken, pamuk gibi, çıkıntılı yanı olmayan, rahatsız etmeyen, iyi huylu sandal ağacıyla karşılaştım. Tabii ki sandal ağacı da ismine binaen, ağaçsı kokular arasında gösterilebilir. Dediğim gibi Sacred Wood, bildiğiniz anlamda çamsı, sedir ağaçlı, bol tütsülü, dumansı değil.

Yine tesadüf eseri arka arkaya iki sandal ağacı temalı parfümü denemiş oldum. Geçen hafta kullandığım Samsara çok daha gösterişli, zengin, derin ve detaylıyken, Sacred Wood, daha sakin, uysal, mütevazi, yenilikçi değil ve derinlikten uzak. By Kilian gibi parfümlerini oldukça yüksek fiyatlara satan markadan, bu kadar basit kompozisyon gelmesi nasıl açıklanabilir bilemiyorum. Bu açıklamayı Kilian Hennessy veya Calice Becker’e bırakmak daha doğru olacaktır.

set refil yen

Açıkçası beni çok etkileyemedi, fark yaratamadı ve çarpıcı olamadı. Ortalama kremsi sandal ağacı parfümü olarak düşünülebilir Sacred Wood. Sandal ağacının çok popüler ve sevilebilen nota olmadığını düşündüğüm için denemeden almamanızı önemle belirtmek isterim. Eğer sandal ağacı kokusuna meraklıysanız deneme listenize bir an önce almanızı öneririm.

Parfümün tasarımcısının Calice Becker olduğunu bir kere daha tekrar edeyim. Eau de Parfum (EDP) formunda. Kalıcılığı diğer Kilian’lar gibi harika. Fark edilirliği diğer Kilian’lar gibi ortalamanın altında. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacaktır. Erkek ve kadınlar rahatlıkla kullanabilir. Ne çok kadınsı ne çok erkeksi. Bu anlamda başarılı dengede duruyor Sacred Wood.

Koku Güzelliği:10/6.5

27 Ocak 2016 Çarşamba

Guerlain – Samsara (1989)

Sanskrit dilinde hayatın döngüsü anlamına geldiği söyleniyor Samsara kelimesinin. Genellikle doğu dinleri olarak nitelediğimiz Hinduizm ve Budizm inanışında yeniden doğum anlamına da geliyormuş Samsara. Yani kelimenin kökü düşünüldüğünde, soyut ve inanç anlamında bir yere denk geliyor Samsara. Konunun uzmanı olmasam da okuduğum kadarıyla hayatın sonsuz döngüsünü simgelediği söylenebilir Samsara’nın.

Jean Paul Guerlain, 1989 yılında hangi düşünceye istinaden yeni parfümünün ismini Samsara koydu bilemiyorum. Bir kaç kaynakta rastladığım kadarıyla Jean Paul Guerlain, 1980’lerin ortalarında Decia de Pauw isimli bir kadınla tanışır. Bu kadın, atçılık sporuna tutkuyla bağlıdır. Eğer yanlış kişi değilse, bu kadın 1942 doğumlu profesyonel bir at binicisidir. Birçok turnuvaya katılan bu başarılı kadına Jean Paul Guerlain aşık olmuş. Ve ona aşkını sunmak için en güzel hediyelerden birisini vermek istemiş: Onun için parfüm yaratmak. Decia de Pauw’un en sevdiği iki kokunun sandal ağacı ve yasemin olduğunu öğrenmiş ve Samsara’yı bu iki nota üzerine inşa etmiş. Yani Guerlain’ın ünlü klasiği Samsara, markanın en başarılı baş parfömörünün aşkına karşılık dünyaya getirilmiş.

Arkasındaki duygusal hikayeden midir yoksa kokusunun güzelliğinden midir bilinmez ama Samsara, parfümler tarihinin önemli eserlerinden birisi. 1980’li yılların sonlarında piyasaya sürülmesine rağmen, deneme sürecinde onun hiç de modası geçmiş kokmadığını fark ettim. Bu da onun neden zamansız klasik olduğunu bize açıklıyor.

Samsara’nın başlangıcını tanımlamakta zorlanıyorum. Sanırım meyvelerden bahsedebilirim. Ferah olmayan tatlı, olgun meyveler. Aklıma ilk gelen kayısı ve şeftali oluyor. Açıklanan notalarında şeftali var. Muhtemelen şeftaliden geliyor olgun meyvemsilik. Başlangıcı fena değil. Orta kısımda artık karakterini göstermeye başlıyor. İlk hissedilen çiçeklerin hakimiyeti ele almaları oluyor. Pudralı beyaz çiçeklerden bahsedebilirim. Yasemin, iris, ylang ylang ve gül, orta bölümü domine ediyorlar. Buradaki çiçekler kremsi ve tatlı. Olgun ve ağırbaşlı hava orta kısımda da devam ediyor. Ha unutmadan sandal ağacı da kendisini göstermeye başlıyor orta bölümde. Geleyim kapanışa. Uzak ara en sevdiğim yeri alt notalar. Harika vanilya sahneye çıkıyor. Kimilerinin hindistan cevizine kimilerinin muza benzettikleri bölüm muhtemelen son kısım. Gerçekten de tropikal bir egzotiklik var sonlarda. Leziz ve kremsi vanilyayla uyumlu harika çiçekleri koklamaya doyamıyorsunuz.

samsara old yen

Hindistan cevizi mi? Muz mu? Yok, yok doğru parfümden bahsediyoruz. Oysa Jean Paul Guerlain, Samsara’yı yasemin ve sandal ağacı üzerine kurguladığını kendisi söylemiş. Evet, doğru, Samsara, kremsi çiçeklerin, pudralı sandal ağacının ve enfes vanilyanın gösterişli ve sıcak karışımı. Bu yazının anahtar kelimesi “gösterişli” olabilir mi? Neden olmasın. Kimilerinin onun kokusunu cazibeli hatta erotik bulması ise yadırganmamalı. İyi de sandal ağacını merkeze alan parfüm, ne kadar cazibeli olabilir ki?

Olur olur. Bence Samsara, cazibeden ziyade lezzet, sıcaklık, tarih ve eski günleri yansıtıyor. Baştan sona abartılmamış kadınsılık, ustaca araya yerleştirilmiş ve yine abartılmamış pudra onun hakkında size küçük fikir verebilir. Zengin, detaylı, görgülü, şık ve asil bir parfüm Samsara. Kırmızılara bürünmüş bir kadın adeta.

Bu zamana kadar kullandığım parfümlerde sandal ağacı notasını çok sevemediğimi fark ettim. Nefret etmiyorum sandal ağacı kokusundan ama pek aramız yok gibi. Buradaki sandal ağacı çok baskın değil. Böyle olması, parfüme daha olumlu yaklaşmamı sağladı. Tatlılığın biraz fazla verildiği ve pudralı yapılarla çok uyuşamadığım için Samsara’ya aşkla bağlanamayacağım. Eğer sandal ağacı notasını seviyorsanız ve kremsi, vanilyalı kombinasyon arıyorsanız, doğru adres Samsara.

Bazı kullanıcıları tarafından “Guerlain’ın görkemli tarihinin son büyük klasiği” olarak değerlendirilen Samsara’yı, yukarıda da bahsettiğim gibi ailenin önemli üyesi Jean Paul Guerlain tasarlamış. Benim kullandığım EDT olanıydı. Kalıcılığı çok iyi. Fark edilirliği normalin biraz altında. Karlı ve çok soğuk günlerde kullandığım Samsara, tam da bu günlerin parfümü. Üst yaş guruplarına uyacağını düşünüyorum. En az otuz beş hatta kırk yaş üzeri kadınlara öneririm.

samsara angle yen

Luca Turin’in kitabında Samsara sandal ağacı-yasemin olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puanı kapmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5