2 Temmuz 2015 Perşembe

Hermes – Un Jardin Sur Le Nil (2005)


Hermes – Un Jardin Sur Le Nil (2005)

Bu hikaye, Hermes'in o zamanki başkanı Jean Louis Dumas'ın kafasındaki stratejiyi hayata geçirmek istemesiyle başlar. 2000'li yılların başlarında her alanda rekabet ettiği en güçlü rakibi Chanel'in gerisinde kaldıklarını görür bay Dumas. Hermes'in Chanel karşısında gerilemesini önlemek en büyük arzusudur. Chanel, özellikle No.5'in itici gücüyle, büyük gelir sağlıyordu parfümlerinden. Hermes ise önemli klasikleri olmasına rağmen, Chanel'in ulaştığı satış rakamlarını yakalayamıyordu. O yıllarda Hermes'in sahibi olan Hermes ailesi, daha cesur yönetim anlayışına yönelmeye karar verdi. Chanel ve diğer iddialı rakipleriyle mücadele edebilecek parfümler piyasaya sürmeyi artık ciddi ciddi düşünüyorlardı.

İlk iş olarak 2000'li yılların başında ünlü parfümör Jean Claude Ellena'yı, Hermes'in kadrolu baş parfümörü olarak atadılar. İkinci iş olarak rakiplerle mücadele edebilecek ve ses getirecek parfümler meydana getirmek için yola koyuldular. Bu bağlamda Hermes'in ünlü "Jardin" serisi hayata geçirildi. İlk Jardin parfümü Un Jardin En Mediterranee olarak kayıtlara geçti. Beklenen ilgiyi görmediği söylenebilir bu parfümün. Çok geçmeden Jardin serisine ikinci üyeyi kazandırmak için çalışmalara başladılar.

Hermes'in parfüm birimi yöneticileri Jardin serisinin ikinci üyesinin Nil nehrinden esinlenmesini istediler. Çünkü o yıl Hermes markasının ana teması nehirlerdi. Önce Amazon nehrini düşündüler. En son Nil nehrinde karar kıldılar. Böylece parfümün ismi ve konsepti aşağı yukarı belirlenmişti. Bundan sonrası ilginç bir Mısır seyahatiydi.


Hermes parfüm bölümü yöneticileri Veronique Gautier ve Helene Dubrule, bir gün Ellena'ya sürpriz haberi verdiler: "Mısır'a gidiyoruz ve siz de bizimle geliyorsunuz!" Jean Claude Ellena bu durumdan şöyle yakınmıştı o zaman: "Ne zaman yeni bir parfüm tasarlamak için çalışmaya karar versem, nereden başlayacağımı asla bilmem. Onların bana 'Bizimle birlikte Nil'e geliyorsun' dediklerinde acı duydum. Çünkü benim evrenimi sınırlandırabilirlerdi."

Mısır'a vardıklarında, Jean Claude Ellena ağır tütsü, yasemin ve dumansı odunsu kokular ile karşılaşacağını düşünürken oldukça şaşırır. Çünkü Mısır hiç de beklediği gibi kokmaz. Mısır'ın farklı yerlerini dolaşırlar. Amaçları "Nil nehrini çağrıştıran bir koku" bulmaktır. Bunun için Nil nehrinin kıyısında gezinirler. Mısır'ın güneyinde bulunan ve hemen Nil'in kıyısındaki Asvan kentini dolaşırlar. Fakat Asvan şehrinde dolaşırken Ellena'nın burnuna çöl kokusundan başka bir şey gelmez. Ellena şaşkın ve gergindir.

Ertesi sabah Kitchener adasına giderler. Orada birkaç çiçek kokusuyla karşılaşır Ellena. Tropikal meyveler ve muz kokusu da algılar ama aradığı bu değildir. Ellena, Gautier ve Dubrule hayal kırıklığına uğrar ama vazgeçmezler. Ertesi gün bir bota binip, Nil nehrinin kıyısında dolaşırlar. Nehir gezintisine bir yerde ara vermek isterler ve Nubian isimli köye uğrarlar. Yürüyüş sırasında etraftaki ağaçlarda asılı gibi duran dolgun yeşil mangoları görürler. Mangonun o egzotik kokusunu üçü de bol bol içlerine çeker ve Ellena'nın zihninde yeni parfümünün ilham kaynağı belirivermiştir: Mango.


Un Jardin Sur Le Nil ismini alacak parfümün doğumu böyle bir süreç sayesinde gerçekleşir. Hermes'in "Jardin" serisine ait bu eser, çoğu parfüm sever tarafından en çok övgüye mazhar olan Jardin parfümü olarak dikkat çekiyor. İsminin ve bizzat kokusunun Nil nehrinden ilhamını alması, onun egzotik tarafını öne çıkarıyor. Benim de yıllar önce kullandığım ve çok sevdiğim Un Jardin Sur Le Nil'i yeniden ve arkasındaki hikayeyi de detaylı olarak anlatmak istedim.

Un Jardin Sur Le Nil'in açılışı ekşi, tuzlu, canlı ve doğal greyfurtla gerçekleşiyor. Hafiften de limon var sanki. Fakat greyfurt çok daha baskın. Başlangıçtaki lezzetli meyvemsilik olabilecek en güzel haliyle verilmiş. Harika bir açılışı var. Orta kısımda mango devreye giriyor. Başlangıçtaki meyvemsi yapı orta bölümde de devam ediyor. Bu sefer portakal-greyfurttan ziyade leziz tropikal meyveler başrole geçiyor. Mangoya orta bölümde kadınsı sayılamayacak çiçekler eşlik ediyor. Sarmaşık ya da lotus çiçeği olduğu vurgulanan çiçeklerle meyvelerin uyumu görülmeye değer. Orta bölüm şahane. Geleyim son kısma. Alt notalarda meyvelerin yerini yumuşacık misk, ferah odunsular, Ellena'ya özgü dünyasal mineral yapı alıyor. Son kısım üst ve orta notalar kadar gösterişli ve canlı olmasa da yine de kötü demek insafsızlık olur.

Un Jardin Sur Le Nil, yeşil, ferah meyve-çiçek kombinasyonuna sahip. Başlangıçtan itibaren kendisini hissettiren tatlılık, neyse ki aşırı değil. Yine de epey tatlı kokusu olduğunu söyleyebilirim. Başlangıçtaki çok ferah ve temiz yapı, orta kısımda da devam ediyor. Evet o her şeyiyle ilkbahar-yaz kokusu. Canlı, neşeli, masum, naif, pozitif enerji kaynağı adeta. Onu kullanıp da mutsuz olacak kişi azdır. Etraftan güzel övgüler alacağınızı tahmin ediyorum onu kullandığınızda.


Başlangıçtaki ferah, yeşil, taze meyvelerin tuzluluk barındırdığını düşünüyorum. Yosun kokan akutikler gelmesin aklınıza. Buradaki tuzluluk mis gibi ferah meyvenin doğal aroması gibi. İnsanı şaşırtacak denli gerçekçi verilen notalarda yapaylığa rastlanmıyor. Meyvelerle çiçeklerin uyumu muazzam. Onun kötü ya da başarısız tarafını yazayım diye düşünüyorum ama aklıma hiç bir şey gelmiyor. Belki son kısmın biraz ortalama olduğu söylenebilir.

Karşımda muhtemelen şimdiye kadar yapılmış en iyi modern meyveli-çiçeksi kombinasyon var. Bir gün karşıma çok daha iyisi çıkar mı bilinmez, ama daha iyisi yapılana kadar benim için en iyi ferah yazlıklardan birisi Un Jardin Sur Le Nil. Sıcak günlerde güneş teninize vurduğunda daha bir tuzlu tuzlu kokuyor ki, onu sevmemek gerçekten zor. Bilemiyorum belki de ben bu tür yeşil, ferah ve lezzetli kokuları sevdiğim için böylesine ilgimi çekti. Eğer bu tarz parfümleri sevmiyorsanız benim hissettiklerimi yaşayamayabilirsiniz.

Kimi kaynaklarda kadın parfümü olarak sınıflandırılıyor. Hatta bazı mağazalarda kadın bölümünde satılıyor. Siz hiç aldırmayın. Un Jardin Sur Le Nil, kesinlikle uniseks bir parfüm. Erkekler rahatlıkla kullanabilir ve onun tadını çıkarabilir. Zaten Hermes'in Jardin serisinin tamamı uniseks olarak sunuluyor.


EDT konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı yeterli. Fark edilirliği ortalama. Böylesi ferah bir parfümden performans anlamında harikalar beklemek yerinde olmayabilir. O, kendisine verilen görevi zaten başarıyla yerine getiriyor. Yaş olarak bence kırk ve altındaki herkese uyacaktır. Üst yaş gurupları için biraz "genç işi" kaçabilir.

Parfüm eleştirmeni Luca Turin'in kitabında odunsu ferah olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan almış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8.5

29 Haziran 2015 Pazartesi

Montale – Royal Aoud


Montale – Royal Aoud

Derviş: Hasan, seni bekliyordum.
Hasan: Beni mi bekliyordun?
Derviş: Evet, ölümüme şahit olman için.
Hasan: Neden ben? Ölümden öyle çok korkarım ki.
Derviş: Biliyorum. "Anne rahminin karanlığındaki bebeğe dışarıda aydınlık dünya var deseler... Yüce dağları, çağlayan ırmakları, muntazam denizleri, engebeli düzlükleri, çiçek açan muhteşem bahçeleri, yıldızlarla dolu semayı ve parlayan güneşiyle tüm bu güzellikleri bildiğin halde karanlıkta kapalı kalmaya devam etmek ister misin? desen. Dünyanın tüm bu muhteşemliğine rağmen, sen burada karanlıklar arasındasın… ” desen. Doğmamış çocuk, bu ihtişam hakkında hiçbir şey bilmez, duysa da hiçbirine inanmazdı. Tıpkı bizim yaşarken, ölümü anlayamayacağımız gibi. İşte bu yüzden ölümden korkarız. Gitmeyi istemeyiz, ne olacağını bilmeyiz. Ama günü gelince hepimiz gideceğiz.
Hasan: Ama ölüm aydınlık olamaz. Çünkü o her şeyin sonu.
Derviş: Ölüm nasıl olur da başlangıcı olmayan bir şeyin sonu olabilir. Hasan, güzel oğlum. Düğün gecemde kederli olma.
Hasan: Düğün gecen mi?
Derviş: Evet, nihayet ebediyetle evleniyorum. Şimdi beni yalnız bırak. Dönünce üstümü kumla örtersin.

Saatin gece yarısına yaklaştığı dakikalarda, arkamdaki azıcık ışık veren gece lambasının eşliğinde izliyordum Bab'Aziz filmini. Yukarıdaki replikler, filmin son sahnesine aitti. Uçsuz bucaksız çölde, nerede olacağı bilinmeyen dervişlerin toplantısına gitmeye çalışan kör bir derviş ve onun küçük torunuyla yaptığı yolculuğu anlatıyor film. Aslında hepimizin hayatının doksan altı dakikalık bir özeti Bab'Aziz filmi. Bir yerlere gitmiyor muyuz ömür yolculuğumuzda? Gittiğimiz yollar farklı olsa da ulaşacağımız yer aynı olmayacak mı?


Tunuslu ünlü yönetmen Nacer Khemir'in sinema tarihine adını yazdırdığı bu film, aslında bir üçlemenin sonuncusu. Patavatsızlık yaparak bu üçlemenin son filminden başlıyorum izlemeye. Tabii filmin asıl önemli tarafı tasavvuf düşüncesinin işlenmesiydi. Son yıllarda ismi şiddetle anılan ve aslında barış dini olan İslam'ın mistik ve derin tarafını sunuyordu Bab'Aziz bize.

Bu ilginç filmi seyrederken, üzerimden filmin uhreviliğe benzer bir koku yayılıyordu. Karanlık, koyu, zıtlıkların buluşması gibi bir koku. İsminde kraliyet vurgusu olan bir parfüm. Ayrıca Arapların kadim öd ağacına vurgu yapan bir deneme. Montale'in Royal Aoud'undan bahsediyorum dostlar.

Filmler ile parfümler arasında nasıl bir ilişki kurulabilir emin değilim. Sinema dünyasının, parfüm evreniyle azıcık da olsa ilgisini bulmak, şüphesiz kuramcıların işi. Fakat Bab'Aziz filmini izlerken, üzerimdeki Royal Aoud'den yayılan gizemli ve soyut koku, kendimi o filmin setinde gibi hissetmemi sağladı. Zaten Montale'in amacı bu değil mi? Arap ve Orta Doğu merkezli kokuları tecrübe etmemizi, ruhumuzun derinliklerinde hissetmemizi sağlamak olamaz mı?


Royal Aoud, markanın "Around the Aoud" serisinin üyesi olarak sunulmuş. Kamkat (Kumqat), greyfurt, ferah Andira ağacı, Hindistan baharatları ve öd notalarından oluştuğu vurgulanmış. Royal Aoud'un başlangıcı şimdiye kadar karşılaştığım en garip turunçgil kullanımına sahip. Tozlu, topraksı neredeyse paçuli tadında turunçgillere muhtemelen kamkat meyvesi eşlik ediyor. İlk kullandığım zaman zihnimi allak bulak eden bu turunçgilleri oralete benzetmiştim. Artık geri planda tozlu meyveleri algılıyorum. Çok ferah turunçgillerden bahsettiğimi sanmayın. Ferah değil ama serin hatta soğuk turunçgil-egzotik meyve kullanıma sahip. İlk seferler alışamadığım üst notaları ilerleyen günlerde sevdim. Orta kısma geçildiğinde değişim büyük. Orta bölümde geriden adeta kara delik gibi gelen koyu, kasvetli ve hayvansallık sınırında dolaşan deri, algıları epey zorluyor. Sert ve vahşi deri, açıklanan notalarında görünmese de eminim var. Karşılaşabileceğiniz en kuru, acımasız deri kullanımlarından birisine sahip. Kimi zaman ayakkabı boyalarını bile hatırlatıyor. Deriye tozlu sayılabilecek öd destek veriyor ama başrolde değil çoğu zaman. Sevmesi zor orta bölüm gizemli ve uçlarda. Sonlar kısımda biraz yumuşuyor kokusu. Misk destekli odunsu notalar var sanki. Ama alt notalarda koku silikleşiyor ve neredeyse hissedilemiyor. Orta kısma göre çok daha kabul edilebilir kapanışa sahip. Karanlık taraf devam ediyor. Anlatması zor, kuru, neredeyse sabunsu yapı nostaljik klasikleri andırıyor.

Royal Aoud, fazlasıyla sıra dışı kompozisyona sahip. Diyeceksiniz ki hangi Montale parfümü sıradan? Evet haklısınız ama Montale parfümlerinde alıştığımız o ilaç/hastane gibi verilen öd-gül, burada pek kendisini göstermiyor. Onun yerini çok acayip turunçgiller, tozlu tropik meyveler ve zorlayıcı deri almış. Parfümün isminde öd var ama genel resimde büyük yer tutmuyor. Royal Aoud'un etrafa yaydığı koku daha çok buruk, soğuk oralet ve karanlık uhrevi derinin anlamsız birleşimi şeklinde gerçekleşiyor.

Parfümün çok katmalı olduğunu düşünüyorum. Üst-orta-alt nota ayrımları bariz. Bu anlamda diğer tekdüze ilerleyen Montale’lerden farklı. Ayrıca genel olarak gül-öd teması üzerinden giden Montale, Royal Aoud’da, arabik esintilere pek yer vermemiş. Daha çok eski tarz tatlılık olmayan deri parfümlerini düşündürtüyor. Kokuları çok benzemese de Bandit veya Aromatics Elixir’in tarzını andırıyor. 1980’li yıllardan önceki “Avrupalı” deri parfümlerinden esinlemiş sanki. Neredeyse deri-şipre sınıfına sokacağım. İç bayıcı gül-öd kullanımı yok neyse ki Royal Aoud’da.


Sanırım ana hatlarıyla gayet uyumsuz forma sahip olduğu söylenebilir. Üst notalardan orta kısma geçiş gayet çarpıcı ve irkiltici. Son kısımsa sürpriz şekilde kendi halinde. Royal Aoud, sadece Montale'ler içinde değil diğer kullandığım parfümler arasındaki en farklı eserlerden. Kullanması zor ve anlaşılması güç karakteriyle nasıl bir mesaj verilmek istendiğini pek anlayamadım. Belki de Pierre Montale'in hiç böyle amacı yok.

Denemeden almak için çok riskli kokuya sahip. İlk kullandığınızda muhtemelen beğenmeyeceksiniz. Tanımak için zaman gerektiren parfümlerden birisi. Zaten ya seversiniz ya da nefret edersiniz. Ben arafta kalmış gibiyim. Orta kısımdaki sert yapı benim için fazla. Fakat başlangıcı hiç fena değil. Günlük kullanıma uymayacak, fazlasıyla tematik tarzı, Royal Aoud'u diğer Montale'lere yaklaştırıyor ama ortalama parfüm kullanıcısından uzaklaştırıyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Başlangıcı güçlüyken, ilerleyen saatlerde sakinleşiyor. Kalıcılığı iyi, fark edilirliği ortalama. Kaynaklarda uniseks olarak görülse de erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun. Sıcak günlerde rahatsız edici olabilir.


Her Montale parfümünde olduğu gibi kokusunun tasarımına Pierre Montale imza atmış.

Koku Güzelliği:10/6.5

28 Haziran 2015 Pazar


Bu dünyadaki insanlar mum alevinin önündeki üç kelebek gibidirler.
İlk kelebek aleve yaklaşır ve şöyle der: Ben aşkı biliyorum.
İkincisi aleve iyice yaklaşır, kanadı aleve değer ve der ki: Ben aşkın ateşinin nasıl yaktığını bilirim.
Üçüncü kelebek kendini hiç tereddüt etmeden ateşin içine atar ve ateş onu eritir. İşte gerçek aşkı sadece o kelebek bilir.

26 Haziran 2015 Cuma

Dsquared² - He Wood (2007)


Dsquared² - He Wood (2007)

Çok klişe olacak ama söylemek zorundayım: Yıllar ne kadar çabuk geçiyor. 18-19 yaşlarında insan bir an önce çalışmaya başlayıp hayatın içine girmek istiyor. Fakat otuzlu yaşlarına gelince o hevesle istenen hayatın, aslında çok matah bir şey olmadığını anlıyor. İnsanları tanıyor, hayatı anlıyor ve yaşamın aslında Musa Eroğlu’nun türküsünde söylediği gibi "Yalan Dünya" olduğunu görüveriyor. Bu "görmek" eylemi çoğu kişide derin hayal kırıklıklarına sebep oluyor. “Ee hayat bu mu?” noktasına geliniyor çoğu zaman. Evet dostlar hayat sadece bu, daha da fazla bir şey değil.

Çabucak geçiveren altı yıl öncesine götüreyim sizi. 2009 yılında, serin sonbahar mevsiminde, kapalı ve kasvetli havanın esir aldığı Ankara'nın sokaklarında dolaşırken belki de ta o zamanlardan gelen parfüm merakı, beni Sevil mağazasının Tunalı Hilmi şubesine çekivermişti. İçeriye amaçsızca girdiğimde aklımda bir parfümü denemek vardı: Kouros.

Hakkında okuduğum övgü dolu sözler ve yurt dışı merkezli parfüm platformlarında göklere çıkarılan Kouros'u muhtemelen ilk orada denemiştim. Sanırım ilk orada nefret ettim Kouros'tan. Kouros'un neredeyse hiç bir yerde bulunamayan flanker'ı Fraicheur'ı  mucizevi şekilde görmüş ve büyük hevesle denemiş fakat klasik Kouros'un biraz daha hafifletilmiş hali olduğunu anlayıp hayal kırıklığına uğramıştım.

O mağazaya girerken hatırladığım en net görüntü ise girişin sağına yerleştirilmiş kocaman Dsquared standıydı. Rakiplerini düşünecek olursak henüz yeni sayılabilecek hazır giyim markası olan Dsquared'in, 2007 yılında parfüm işine girdiğini biliyoruz. Mağazadaki kocaman standın üzerinde duran He Wood'un ahşabı andıran şişesini görünce açıkçası hiç sempatik gelmemişti. Biraz zorlama ve abuk bir fikir olarak aklımda kalmış ahşap temalı parfüm şişesi. Tabii bu anlamda Dsquared'in gayet tutarlı davrandığını görüyoruz. İsmi Wood olan bir parfümün şişesinin de ahşap görünümlü olması gayet mantıklı. Hele bir de parfümün odunsu nüanslar taşıması konseptsel anlamda bütünlük sağlandığının habercisi olarak düşünülebilir.


Kendi sitelerinde parfümleriyle ilgili hiç bir bilgi olmamasını nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Sanırım parfümlerine fazla önem vermiyorlar ki 1-2 cümle yazıyı bile esirgemişler. Neyse ki parfümün EDT forumunda olduğunu belirtmişler. Dsquared'in ilk parfümü olan He Wood'un ilhamını, hava-su-ağaç kombinasyonundan aldığı söyleniyor. Doğanın dört temel elementinden ikisini bünyesinde barındırmayı düşünen He Wood'un detaylarına geçeyim artık.

He Wood'un açılışı yeşil çiçekler ve tuhaf salatalığımsı kokuyla gerçekleşiyor. Başlangıçtaki yeşil aromatik otlar, lavanta ve salatalık benzeri yapı tabii ki aklıma ünlü Fahrenheit'ı getirdi. Üst notalarını sevdiğimi söyleyemem. Orta kısma geçildiğinde yeşil erkeksi çiçeklerin hakimiyeti devam ediyor. Bu sefer sahneye menekşe çıkıyor. Ne yazık ki menekşeyi parfümlerde bir türlü sevemiyorum. Ve bu durum He Wood için de geçerli oldu. Orta notalar bana göre değil. Geleyim son kısma. Alt notalardan pek umudum yoktu ve beni şaşırtmadı. Sonlarda parfüme ismini veren odunsu notalar ortaya çıktı nihayet. Yapay ve plastiğimsi sedir ağacı en sevmediğim şekilde verilmiş. Misk ve yapay vetiver, kapanışta var ama keşke olmasalarmış. Ne sıradan ve ne sıkıcı bir son.

Sanırım ciddi bir şanssızlık var bu durumda. Çünkü parfümde en sevmediğim ne kadar nota varsa hepsi He Wood'un içine yerleştirilmiş. Başlangıçtaki itici ve sucul olmaya çalışan salatalık benzeri yapı Wall Street'i anımsattı. Bond No.9'daki kullanımı da sevmemiştim He Wood'daki kullanımı da sevemedim. Her ne kadar benim için parfümün en kabul edilebilir tarafı olsa da başlangıcı için “eh işte” diyebilirim. Orta bölümde bütün gücüyle karşımıza çıkan menekşe, erkeksi bir meydan okumayla etrafa satır sallayan "palalı" gibi. Narciso Rodriguez For Him'dekine benzer verilmiş menekşe, yeşil ve erkeksi ama bana hitap etmiyor. Orta bölüme kadar devam eden nispi doğal koku, alt notaların sahne almasıyla büyük hayal kırıklığına dönüşüyor. Sonlardaki yapay sedir ağacı ve vetiver, güya ıslak ve rutubetli kokmaya çalışıyor ama ne mümkün. Eğer o kadar yapaylığa tahammül ederseniz, sizi alt notaların sonlarında hiç bir şey beklemiyor. Gönlünüz rahat olabilir.


Değerli dostlar belki de patavatsızlık edip, sonda söylemem gereken şeyi başta söyleyeceğim. He Wood'u kullanmasanız veya denemeseniz hiç bir şey kaybetmiş sayılmazsınız. Vasat bir Fahrenheit-Wall Street-Narciso Rodriguez For Him kırması diyesim var He Wood için. Evet bu parfümle kesin bir kan uyuşmazlığı sorunum var. Yıldızımızın barışacağını ise hiç sanmıyorum.

Ya da lafı fazla uzatmayayım ve bitireyim. He Wood, asla çok ferah sayılamayacak yeşil salatalık-menekşe-sedir ağacı-vetiver koalisyonu olarak kafamda yerini alıyor. Orta notaların sonlarından itibaren yapaylığın bariz hissedildiği, farklı olmayan karakteri, yenilik barındırmayan yapısı, itici tarzı ile bu tür parfümleri sevenleri avlayabilecek bir arkadaşa benziyor. Kokusunun gayet erkeksi olduğu konusunda şüphe yok. Sonları dışında tatlılık kullanımı kontrollü.

Potion’dan sonra kullandığım ikinci Dsquared parfümü ve sonuç yine hüsran. Hiçbir markaya ön yargıyla yaklaşmak doğru değil. Umarım başka Dsquared parfümlerini beğenirim.

Parfümün tasarımını Daphne Bugey yapmış. Bugey, popüler ana akım markalar ve Le Labo, Eau d'Italie gibi niş marklar için de çalışmış. Parfüm kritikçisi Luca Turin, He Wood'u meyveli fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden üç puan vermiş. Başka bir yazar Chandler Burr'da beş üzerinden üç puan vermiş He Wood'a.


Kalıcılığı ve fark edilirliği ortalama. Kimi zaman 8-9 fıs sıkmama rağmen fark edilirliği vasatı aşamadı. Sıcak yaz günleri dışında her zaman kullanılabilir. Çok genç arkadaşları hedeflediğini düşünmüyorum He Wood'un. Her ne kadar böyle yaş vermek doğru olmasa da yirmili yaşların ortalarından itibaren kullanılırsa fena olmaz.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5