13 Haziran 2015 Cumartesi

Xerjoff – Nio (2009)


Xerjoff – Nio (2009)

Tamamen tesadüf eseri iki hafta içinde yolumuz ikinci defa İtalya'yla kesişiyor. Geçen hafta tekrardan incelediğim Versace Pour Homme'dan sonra bu sefer İtalya'nın ve hatta dünyanın ultra lüks denebilecek niş markası Xerjoff benimle birlikte. Geçtiğimiz aylarda Kobe'sini kullandığım Xerjoff'un bu sefer sevilen eseri Nio bileklerimi süslüyor.

Sergio Momo tarafından "hayallerindeki parfümleri meydana getirmek için" kurulan Xerjoff, akla ziyan fiyatları ile niş parfüm sektöründe şimdiden kendisine yer açmayı başardı. Parfümlerini genellikle seriler halinde piyasaya sürüyor Xerjoff. XJ 17/17, Shooting Stars, Casamorati ve Join the Club serileri, markanın en bilinen işleri arasında gösterilebilir. Özellikle Shooting Stars serisi, Xerjoff'un başarısında önemli pay sahibi.

İtalyanların niş parfüm alanındaki ağırlıkları anlamında Xerjoff'un yeri ayrı. Tabii fiyatlarının oldukça yüksek olması (birçok niş markanın neredeyse iki katına satılması) Xerjoff parfümlerinden beklentileri oldukça yükseltiyor. Pahalı olanın kaliteli ve güzel olması gerektiği koşullanması muhakkak ki hepimizde mevcut. Beş yüz bin euroya aldığınız Ferrari'nin çok özel olmasını ve size farklı duygular yaşatmasını istemeniz normal. Xerjoff'u ise parfümler dünyasının Ferrari'si olarak lanse etmek çok doğru olmayabilir. Yine de karşımızda bambaşka bir dünyanın markası var. Alt ve orta gelir grubu insanların çoğu zaman giremeyeceği bir kulübün işletmecisi olarak düşünebiliriz Sergio Momo'yu. Sadece süper zenginlerin girebildiği bir dünya.


Nio, markanın Shooting Stars serisinin üyesi. Yurt dışı merkezli platformlarda çok fazla övgüler alması ilgimi çekti. Hatta markanın isminden en çok bahsedilen erkek parfümlerinden birisi Nio. Bir yorumcunun "dünyanın şimdiye kadar yapılmış en güzel turunçgil parfümü" övgüsü kulağa biraz abartılı gelse de, kullanım sürecinde Nio'yu sevdiğimi söyleyebilirim.

Kendi sitelerinde ferah aromatik ve odunsu yönüne dikkat çekilmiş ve parfümün "İtalya'nın güneyindeki kırlarda dolaşıyormuş" hissiyatı verdiği belirtilmiş. Nio'nun açılışı gerçekten de ferah nüanslarla gerçekleşiyor. Ferah neroli ve bergamotla başlayan üst notalar müthiş. Şaşkınım ve mutluyum çünkü anlatması zor güzellikteki turunçgiller çok doğal, taze, naif ve yeşil. Orta kısma geçeyim. Burada ferah yapı devam ediyor. Yeşil yapraklar, portakal çiçeği ile birlikte hala enfes kokuyor. Orta bölümde erkeksi yasemin devreye giriyor. Yumuşak ve serin/soğuk baharatların katkıları kısıtlı. Kakule ve biber keskin değil gayet yumuşak ve uyumlu. Orta bölüm başlangıcı kadar baş döndürücü olmasa da hala çok güzel. Son kısımda radikal değişim var ama hiç de olumlu anlamda değil. Yumuşak ve ferah sedir ağacı ve gayet sıradan misk, alt notaları sıkıcı ve vasat yapıyor. Son kısım ferah ve sucul karakteri devam ettiriyor. Çok berrak ve steril kokuyor ama sevdiğimi söyleyemem. 

Nio, temiz, ferah, basit, doğal bir iksir adeta. Sonları dışında, çok üst düzey kalitesi ve rafine yapısı, hayran bırakıyor kendisine. Parfümün üzerinde dolaşan limon-neroli ikilisi kokuyu her daim taze kılıyor. Belki bana katılmayabilirsiniz ama zaman zaman içine taze nane yaprakları konmuş limonataya benzettim Nio'yu. Parfümdeki "yeşil" temasını atlamak olmaz. Biraz çimensi hale gelebilen yeşil ferahlık, bazen yaprakları bazen de yağmur sonrası mis gibi kokan bahçeyi andırıyor. Kullanması ve koklaması zevk veren bu eser, çoğunuzun beğenisini kolaylıkla kazanacaktır.


Bahçe demişken aklıma Hermes'ın "Jardin" serisi geliyor. Un Jardin Sur Le Nil'i biraz çağrıştırıyor yeşil ve ferah tarzı. Nio çok daha ferah ve berrak. Nil daha yeşil ve meyvemsi. İkisi de çok taze ve lezzetli. Geçtiğimiz haftalarda kullandığım By Kilian'ın Prelude to Love'unu da hatırlatıyor azıcık. Kullanım sürecinde hafiften de Virgin Island Water esintileri burnuma geldi. Virgin Island Water’daki hindistan cevizini çıkarsak, Nio’ya yakın bir koku elde edebiliriz belki de. Genel yapısı bu tür buruk-yeşil-neroli-misket limonu kompozisyonlarına benzetilebilir.

Sonuç olarak günlük kullanıma uyabilecek, modern ve canlı bir yapıya sahip. Üst ve orta notaları nefis, sonlarıysa sıradan bir eserle karşı karşıyayız. Başlangıçtaki müthiş doğallık ve tazelik, neredeyse doğada rastlanabilecek kadar gerçekçi. Orta kısımda biraz sabunsuluğa kayan çiçeksilik asla çok kadınsı değil. Denge başarıyla kurulmuş. Nio, kaynaklarda erkek parfümü olarak geçiyor. Oysa kendi sitelerinde böyle bir yönlendirmeye rastlamadım. Genelini düşündüğümde hem erkeklerin hem de kadınların kullanabileceklerini düşünüyorum.

Aklıma takılan bir konuyu daha yazayım. Nio, oldukça yüksek fiyat etiketini hak ediyor mu sorusunu gündeme getirebilir. Eğer bu fiyatları verebilecek durumdaysanız sizin için gayet güzel bir seçenek olacağını söylemem gerek. Fakat bütçeniz bu seviyelerde değilse, bence kendinizi zorlamaya gerek yok. Başka seçeneklere yönelebilirsiniz. Yani parasını hak etme durumu gayet göreceli ve baktığınız yere göre değişebilir.

Nio, EDP formuna sahip. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlarda gayet iyi. Sonra da kendisini hissettirmesini biliyor. İlkbahar-yaz kullanımı için uygun olacağı söylenebilir. Yaş sınırı olmaksızın denenebilir.


Parfümün tasarımını Jacques Flori yapmış. Bay Flori çok bilinen burunlardan değil. Genellikle niş markalar için çalışmış.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

10 Haziran 2015 Çarşamba

Christian Dior – Diorella (1972)


Christian Dior – Diorella (1972)

Bir sanat eserinin ilk kıstası nedir? Bütünün ve bütüne eklenen her parçanın arasındaki oranların varlığının kusursuzluğu mu? Sanat kuramları ile parfüm kuramları arasında benzerlik var mıdır sizce?

Üzerinize sıktığınız parfüm isimli sıvı, sizde heyecan verici psikofizyolojik duyarlılık sağlıyor mu? Heyecanlanmanıza ve hayaller kurmanıza yardımcı oluyor mu? Estetik anlamda sizi tatmin edebiliyor mu? Bu sevimli kimyasallar, teninizde mekanik ya da fiziksel tepkiler vermenizi sağlıyor mu? Dünyayı ve etrafımızdaki birçok şeyi tanımamızı sağlayan muazzam koku duyumuz, evrenin sonsuz duygusal güçlerini, çeşitli hassas ve incelikli zenginliğini kavramamıza yardım edebilir mi?

Eldeki sınırlı elementlerle, sınırsız bir dünyanın kapısını açmak kolay iş midir? Aynı bir mimar gibi parfüm inşa etmek, az şey midir? Çeşitli varyasyonları kullanarak, o birbirine benzemez koku moleküllerini uyumlu bütüne çevirmek herkesin harcı olabilir mi? Parfümörün paleti ile ressamın paleti arasında çok büyük fark var mıdır teoride?


Bu ve benzeri soruları arttırabiliriz. Tabii işin bu kısmı biraz akademik ve kuramsal tarafa kayıyor. Hiç şüpheniz olmasın ki birileri bu soruları geçmişte soruyordu ve cevap arıyordu. Aynı şimdiki kuramcılar gibi. Mesela efsane parfümör Edmond Roudnitska, yukarıda yazdığım parfüm ve koku arasındaki ilişkiler üzerine kafa yormuş, makaleler kaleme almıştı.

Edmond Roudnitska’nın, parfüm tarihine armağan ettiği müthiş eserlerin neredeyse tamamı “klasikler” mertebesine yükselmiş durumda. Özellikle Christian Dior için 1950'li yıllardan itibaren tasarladığı parfümler, sektöre yön veren kokulara örnek olarak gösterilebilir. Diorama, Eau Sauvage, Hermes için Eau d'Hermes ve Rochas'ın klasikleri Femme Rochas ve Moustache gibi eserler, Edmond Roudnitska'nın önemini anlamak için yeter de artar bile.

Bay Roudnitska, hem parfümör hem de koku kuramcısı olarak fazlasıyla saygıyı hak ediyor. Diorella'yı, Edmond Roudnitska'nın ustalık dönemi eseri (bu ifadenin şu sıralar ne kadar itici hale geldiğinin farkındayım) olarak düşünebiliriz. Diorella, anlaşılacağı üzere çok önemli bir kadın parfümü klasiği olarak tarihteki yerini almış durumda. 2015 yılı itibariyle kırklı yaşlarında bir kadın olarak karşımızda duruyor. Tabii aradan geçen yıllar hem kokusunu reformülasyonlar yoluyla değişime uğrattı hem de şişesi ve kutusu değiştirdi. Christian Dior tarafından geçtiğimiz yıllarda yeniden üretimi yapıldı Diorella'nın. Tabii orijinal haline ne kadar sadık kalınmış bilmek çok zor. Bakalım yeni Diorella, bana neler hissettirecek.


Diorella'nın başlangıcı yoğun pudralı aldehitler ve sabunsu turunçgiller ile gerçekleşiyor. Tozlu limon, pudralı bergamot, aromatik otlar, yeşil aldehit yapı ilk saniyelerde burnunuza hücum ediyor. Eski hatta nostaljik pudralı kadın parfümlerini hatırlatıyor üst notalar. No.5'in daha ferah ve limonlu halini düşünün. İşte başlangıcı aşağı böyle gerçekleşiyor. Orta bölüme geçildiğinde pudralı yapı devam ediyor ama etkisi azalıyor. Orta kısımda kadınsı çiçeksilik belirgin hale geliyor. Pürüzsüz ve yüksek kaliteli çiçekler yasemin ve hanımeli olabilir. Orta bölüm hala olgun ve mesafeli. Başlangıcını beğendim ama orta kısmı benim için fazla çiçeksi. Geleyim son kısma. Alt notalarda müthiş bir değişim var. Yumuşak odunsu notalar, meşe yosunu ve harika vetiver son kısmı baş döndürücü hale getirmeye yetiyor. Kapanışı tek kelimeyle şahane.

Diorella, 1970'li yılların koku karakterini önümüze seriyor. Daha ilk saniyelerdeki eski-tozlu yapısı, kokunun ilerleyen aşamaları hakkında fikir sahibi olmanızı sağlıyor. Başlangıçtaki nefis ve doğal limon, tarihi şiprelerle paralellik gösteriyor. Üst notalardaki bergamot tozlu yapısı ile limonun yanına ilişiveriyor. Açılıştaki yeşil aldehitler, bence erkek kullanımı için uygun. Orta kısma geçildiğinde pudralı beyaz çiçeklerin etkisinin artmasıyla kadın tarafına doğru kayıyor ana yapı. Buradaki çiçekler günümüz parfümlerindeki bol şekerli ve dağınık değil, gayet disiplinli, rafine ve net. Yapaylık hissedilmeyen orta bölüm bana göre olmasa da bu tür çiçekleri seven kadınların ilgisini çekecektir. Alt notalarsa enfes. Yine bir klasik ve yine alt notalar sanat eseri. Kapanıştaki yumuşak odunsu notalar ve meşe yosunu koklamaya değer. Neredeyse erkeksi alt notalar hala doğal, kibar ve resmi.

Kendi sitelerinde meyveli-çiçeksi tarzına vurgu yapılmış Diorella'nın. Tamam çiçekleri algılıyoruz da meyve nereden çıkmış? Parfümü üzerimde uzun uzun koklayınca Christian Dior'a hak veriyorum. Kimi yorumcuların belirttiği gibi kokunun üzerinde dolaşan meyveler şeftali-kavun ağırlıklı. Fakat burada Mitsouko kadar baskın değil şeftali. Yine de kullanım şekli olarak biraz andırıyor Diorella'daki şeftaliyi. Tabii buradaki meyveler gayet eski, tozlu ve soyut kullanılmış. Çok net ve modern meyvemsilikten bahsetmem mümkün değil.


Diorella, günümüzün koku trendlerine hiç uymayan bir leydi olarak düşünülebilir. Zaten onun sıkı bir şipre olduğunu göz önüne alırsak, genç kız işi olmadığı rahatlıkla anlaşılabilir. Nostaljik kokusu ve tarzı, pudralı yapının etkisiyle olgun kadınların boyunlarını süslemeye yatkın. Tatlılık az kullanılmış. Kuru bir parfüm olduğunu düşünüyorum. Çok derin ve kapsamlı kokmasa da verdiği müthiş kalite hissiyatı bile hayranlığınızı rahatlıkla kazanacaktır. 

Diorella, kendinden önceki müthiş kadın parfüm klasiklerini andırıyor. No.5 aldehitleri, No.19 yeşili ve meşe yosunu, Mitsouko meyvemsiliği ve diğerleri. Nerede okuduğumu unuttum ama bir parfüm yorumcusunun Diorella'yı “Eau Sauvage'ın kız kardeşi” olarak espri şekilde değerlendirmesinde haklılık payı var. Koku olarak çok benzemese de genel kurguda Diorella'nın Eau Sauvage'ı biraz anımsattığı söylenebilir.

Eğer vintage kıyafetlere, retro mobilyalara meraklıysanız; ara ara eskiye, eski hayatlara, anılara, polaroid makinelerle çekilmiş fotoğraf albümlerinize bakıp, geçmişe ve yaşanmışlıklara yolculuk etmeyi seviyorsanız, Diorella o hissiyatı size verecektir. Şahane bir klasik Diorella. Bu tarzı sevmeseniz bile tecrübe etmeniz gerektiğini düşünüyorum çünkü bir dönemin özeti gibi adeta.

Luca Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılmış. Beş üzerinden beş puan verilerek en iyi parfümler listesinde kendisine yer bulmuş.


EDT konsantrasyonuna sahip Diorella. Kalıcılığı fena değil. Fark edilirliği başlangıçta iyi ama ilerleyen saatlerde düşüyor. Çok saldırgan bir parfüm değil. Ferah sayılabilecek bu meyveli-çiçekli parfüm, soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki kadınlara yakışacağını düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/7.5

9 Haziran 2015 Salı

Sık grip olmak, koku alma kaybı nedeni


Cumhuriyet Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Mansur Doğan, çok fazla gribal enfeksiyon geçiren insanlarda koku alma kaybının ortaya çıkma olasılığının, diğer insanlara oranla daha fazla olduğunu bildirdi.
Gribal enfeksiyonların duyu kaybında tetikleyici bir faktör olduğuna dikkati çeken Doğan, şunları söyledi:
''Virüs süresini tamamlayıp, insan vücudundan atılıyor fakat yarattığı hasarlar kalıcı olabiliyor. Bunlardan biri de koku alma kaybıdır. Gribal enfeksiyon sonrasında koku alma bölgesinde virüsün yarattığı bir hasar meydana gelebiliyor. Yani virüsler koku alma sinirlerindeki hücreleri öldürüyor.
Eğer koku alma sinirinde hasar meydana gelirse, bunun geri dönüşü olmuyor ve koku alma artık mümkün olmayabiliyor. Bu tahribatı da önceden değerlendirmek mümkün değil, çünkü o bölge kapalı olan bir bölge, beynin alt tarafı, o nedenle tahribatı sinir yönünde değerlendirmek çok zor. Fakat kısmi bir hasar oluşursa bu kayıp önlenebilir. Virüslere bağlı enfeksiyonlarda koku alma kaybı yaşanırsa, bu konuda çok yapılacak bir şey yoktur. Ancak bakteriyel enfeksiyonlar ya da burunda oluşan etler, koku alma kaybına sebepse kayıp önlenebiliyor.''

Gribin virüse bağlı bir enfeksiyon olduğunu ifade eden Doğan, ''Çok grip olan insanlarda koku alma kaybının ortaya çıkma olasılığı, diğer insanlara oranla daha fazladır. Virüse bağlı enfeksiyonlarda kişilerin çok kayba uğramadan hastalığı rahat ve daha az hasarla atlatabilmeleri için bol B vitamini almalarını, hekimin verdiği soğuk algınlığı ilaçlarını kullanmalarını ve istirahat etmelerini öneriyoruz'' dedi.
Koku alma duyusu kaybının sadece gribal enfeksiyonla ortaya çıkmadığını kaydeden Doğan, kronik sinüzitlerin, bakteriyel ve mantar sinüzitlerinin, burundaki etlerin, koku alma duyusu bölgesindeki ya da beyindeki tümörlerin de bu kayba neden olduğunu anımsatarak, bu tür sorunları yaşayan kişilere Kulak Burun Boğaz hekimine ya da beyin ve sinir hastalıkları konusunda uzman doktora muayene olmalarını önerdi.
Kaynak: www.ntv.com.tr

7 Haziran 2015 Pazar

Versace Pour Homme (2008)


Versace Pour Homme (2008)

Kökenini ve ilhamını Akdeniz'den aldığını söyleyebiliriz Versace Pour Homme'un. Resmi tanıtımındaki abartılı ifadeleri bir kenara bırakacak olursak, Versace markası, sık sık ait olduğu İtalya'ya ve onunla bütünleşen ögelere yer veriyor. Sadece parfümlerine değil, şık takım elbiselerine de, Akdeniz'in o büyülü havasını, rahatlığını, samimiyetini ve sıcaklığını yansıtıyor.

Versace Pour Homme, 2008 yılı çıkışlı olmasına istinaden markanın yeni nesil parfümlerini temsil ediyor. İlk çıktığı yıllarda epey ilgi çeken Versace Pour Homme'un ilerleyen yıllar biraz popülaritesini düşürmüş gibi görünüyor. Yine de Versace'ın üretimi devam eden az sayıda erkek parfümünden birisi olarak karşımızda duruyor. Çok iddialı mı? Eh işte. Söyleyecek yeni bir şeyi var mı? Pek sayılmaz. Durun, hemen karamsar olmayın. Onun hala sadık kullanıcıları var ve yeterince seviliyor.

Kendi sitelerinde Versace Pour Homme'un "aromatik yapısından, güçlü ve tutkulu karakterinden, kararlı erkeksiliğinden, ada çayı ve mavi sümbülün mineral-çiçeksi aromasından" bahsedilmiş. Kaynaklarda genellikle aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Çok da haksız sayılmazlar bu tanımlamada.


Versace Pour Homme'un başlangıcı ferah turunçgillerle gerçekleşiyor. Buruk ve güzel limona aromatik otlar eşlik ediyor ilk saniyelerde. Zaten kısa süre içinde limon kayboluyor ortadan. Başlangıcını beğendim. Orta bölümde en dikkat çekici değişiklik tatlılığın artması oluyor. Bu andan itibaren kremsi turunçgil kokusuna dönüşüyor. Limonun yerini ferah sayılamayacak kremsi portakal ya da portakal çiçeği alıyor. Tatlılığın artmasına rağmen ilginç bir şey oluyor ve arkalardan bir yerden sucul yapı ortaya çıkıveriyor. Çiçeksi sayılabilecek orta bölüm erkeksi tarafa daha yakın. Orta notalar, hem fazlaca tatlı (neredeyse vanilya) hem de garip şekilde ferah ve sucul. Bu anlamda bay Morillas hoş bir denge tutturmuş. Başlangıcı kadar değilse de “eh işte” orta bölümü. Son kısım, orta bölümle paralel ilerliyor. Büyük değişim yok sonlarda. Aynı tatlımsı çiçeklere ek olarak yapay sayılabilecek sedir ağacı, amber ve misk katılıyor kompozisyona. Alt notaları beğenmedim.

Versace Pour Homme, yeni nesil bol tatlı ferah akuatik denemelerden birisi gibi görünüyor. Tonka fasulyesinden geldiği belli olan tatlılık, orta bölümden itibaren iyice artıyor ve neredeyse şekerli karaktere zorluyor kokuyu. Başlangıçtaki ferah limon çok parlak ya da canlı değil, buruk ve ekşi. Yapaylığa rastlanmayan üst notalar, parfümün en sevdiğim yeri oluyor. Orta notalarla birlikte pek rastlanmayan birliktelik yaşanıyor. Tonka fasulyesinin baskın şekerliliği ile ferah akuatik çiçeksilik karşılaşıyorlar ve iki tarafta galip gelemiyor. Evet orta kısım hem ferah ve yazlık hem de tatlı ve kışlık. Normalde bir ucubeye benzemesi gereken bu simya formülü, tasarımcı Alberto Morillas'ın ustalığı sayesinde uyumlu birlikteliğe dönüşüyor. Parfümün aklımdaki tek soru işareti olarak kalan yeri alt notalar. Sonlarda sanki tatlılık biraz daha artıyor. Bunda amberin etkisi olabilir. Sedir ağacı yapaylık sınırında ve klişe. Misk ise silik ve etkisiz. Son bölüm olmamış.

Parfümün şişesini elinize aldığınızda açık mavi sıvıyla karşılaşıyorsunuz. Bu da doğal olarak ferah ve denizi çağrıştıran bir koku algısı yaratıyor. Zaten az çok durum öyle. Safkan bir akuaitk olmasa da (hibrid sucul diyebiliriz) üst ve orta notalar ferahlığa daha yakın. Evet tonka fasulyesinin müdahalesi yaz sıcakları için can sıkıcı olabilir ama parfüme modern bir hava kattığı aşikar. Bu garip bileşim, Versace Pour Homme'u dört mevsimde de kullanmak için uygun hale getirmiş. Genellikle bu tür parfümler azdır. Yazın kullandığınız kış mevsimine uymaz, sonbaharın hüznüne yakışan kokular ilkbaharın neşesine uyum sağlamaz. Versace Pour Homme bu haliyle her dönem genç arkadaşlarımız için bir seçenek olarak düşünülebilir.


Evet kabul ediyorum harika değil. Hatta ortalama bir tatlı akuatik kardeşimiz Versace Pour Homme. Bir şişesini almasanız çok şey kaçırmayacağınız, parfüm dünyasına büyük yenilik getirmeyen, geniş kitleleri hedefleyen ve popüler olmaya çalışan ve bunda da kısmen başarılı olan örneklerden. Eğer tatlı kokuları sevmiyorsanız pek yanaşmayın derim ona.

Çoğu yerde Chanel - Allure Homme Sport'a benzetilmiş Versace Pour Homme. Hatırladığım kadarıyla haklılık payı var. Fakat Allure Homme Sport biraz daha tatlı ve baharatlıydı sanki. Burada baharatların yerini sucul yapı almış. Allure Homme Sport, daha gösterişli, cazibeli ve kaliteliydi. Versace Pour Homme, daha mütevazi ve basit.  

Yine de arkadaşlarınızdan güzel övgüler alabileceğiniz, 200 ml.si uygun sayılabilecek fiyatlara satılan, parfümlerden sanat eseri beklemeyen kullanıcıları tatmin edecek piyasa kokusu dersek yanlış olmaz sanırım. Tam da ana akım bir marka olan Versace'ın istediğini yapmışa benziyor Versace Pour Homme.

Luca Turin'in kitabında çamaşırhane misk olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden bir puan verilerek en kötü parfümler listesine dahil edilmiş.


Kimi kullanıcılar kalıcılığından şikayet etmişler. Bence bir EDT için yeterli. Fark edilirliği ortalamanın biraz altında. Kıyafet üzerinde tek düze kokarken, tende bir parça daha başarılı hale dönüşüyor. Genç arkadaşlar için daha uygun bir seçenek olduğu söylenebilir.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/5.5