23 Aralık 2014 Salı

Versace – L’Homme (1984)


Versace – L’Homme (1984)

Üzüntüleri, trajedileri ve ölümleri, hayatın monotonluğuna, Allah’ıın küçük müdahaleleri olarak düşünürüm. Hayatın hep tozpembe, güzel ve mutlu geçmesi, bir süre sonra bezdirici ve dejenere edici olacaktır bence. Hiç beklemediğimiz zamanda bir yakınımızın kaza haberinin gelmesi, ya da çok sevdiğimiz sinema sanatçısının ani ölümü, hayatın günlük koşuşturmacası içinde, kısa süreli de olsa bazı farkındalıklara sebep olur. Çünkü ölüm her zaman için korkutucu, soğuk ve karanlıktır. Ve aslında ölüm çok yakınımızdadır, başucumuzdadır çoğu zaman.

1997 yılında moda dünyası büyük bir şok yaşamıştı. 1978 yılında kurduğu Versace modaevini, kısa zamanda küresel bir lüks marka haline getiren Gianni Versace, Miami'deki malikanesinin önünde, kuşkulu bir şekilde öldürüldüğünde, dünyanın gözü merdivenlerde yatan Gianni Versace'in cansız bedenine çevrilmişti. Modanın altın çocuklarından olan Gianni Versace, en verimli çağında, hayatını kaybetmişti. Eğer ölmeseydi, belki de, kendi elleriyle kurduğu Versace markasını daha yukarılara taşıyacaktı.

Bay Versace'in büyük vizyonu, zaten markanın küresel oyuncular arasına girmesini sağlamıştı. Hazır giyim üzerine tasarımları dünya sosyetesinin akın ettiği butikleri süslerken, 1981 yılında ilk kadın parfümünü de piyasa sürdü Gianni Versace. Çok büyük ses getirmeyen ilk parfümü Gianni Versace for Women'in ardından ilk erkek parfümleri Versace L'Homme 1984 yılında piyasaya sürüldü. Versace'in ikinci parfümü olan L'Homme, zamanın ilgi çeken erkek kokularından birisi olmuştu. Fakat hiç bir zaman rakipleri Chanel Pour Monsieur, Eau Sauvage, Polo Classic kadar şöhretli olamadı. Yine de parfümseverlerin en çok sevdiği Versace'lerden birisi olmayı başardı.


Versace L'Homme, 1980'lerin koku trendlerinin tipik örneğiydi. Deri-şipre tarzına yakın Versace L'Homme'u, klasik parfümlere oldukça meraklı birisi olarak epeydir merak ediyordum. Ve yine şanslıyım ki, bu erkek parfüm klasiğinin eski formülasyonuna sahip oldum. Yeni formül L'Homme'ların genellikle beğenilmediği ve eski formül L'Homme'un kullanılmasını tavsiye eden bir çok parfümsevere rastlayabilirsiniz çeşitli platformlarda. Sanırım yeni L'Homme ciddi bir reformülasyon geçirmiş ve eskisini aratır hale gelmiş. Zaten büyük ihtimalle L'Homme'un üretimi de Versace tarafından bitirilmiş durumda. Gerçi hala Türkiye ve Dünya'daki bir çok sitede bulunabiliyor fakat ilerleyen yıllarda bulunması çok zor olacak parfümler kervanına katılacağa benziyor. Onun için eğer bu tarzı sevenlerdenseniz bir yolunu bulup, Versace L'Homme'u denemenizi tavsiye ederim.

Gevezeliği bırakıp, parfümün kendisine geçeyim artık. Fragrantica'da deri sınıfına konulmuş L'Homme. Parfümü üzerime sıktığımda karşıma eski tarz turunçgiller çıkıyor. Limon, bergamot ve aromatik otlardan oluşan üst notaları harika L'Homme'un. Eski kafa klasiklerin neredeyse aynısı üst notalar çok doğal, nostaljik, ferah ve mis gibi. Kimilerinin eski limon kolonyalarına benzeteceği üst notalar, Eau d'Hermes, Acqua di Parma Colonia, Yves Saint Laurent Pour Homme düzleminde. İlerleyen dakikalarda kokuda büyük değişim olmuyor. Tozlu-otsu limonun önderliğinde devam eden turunçgillere, biraz meşe yosunu ve tozlu baharatlar ekleniyor. Karanfil ve tarçın olduğunu düşündüğüm baharatlar çok öne çıkmıyor. Ayrıca keskin ve tatlı da değiller. Parfümün ilk bir saatlik kısmı böyle devam ediyor. İkinci kısımda baharatlar geri çekilirken, limonsu tozlu turunçgillere hatırı sayılır oranda deri katılıyor. Bu andan itibaren aromatik ve neredeyse ferah deri başrole geçiyor. Çok güzel bir vetiver de arka planda hissediliyor. Deri hafiften hayvansal kokuyor ama bir Eau d'Hermes'teki kadar bariz değil. Vanilya derinlerde bir yerde gizlenmiş. Ancak çok dikkatli koklanırsa fark ediliyor. O da neredeyse hiç tatlılık barındırmıyor. İşte parfümün ikinci kısmı da bu şekilde gerçekleşiyor. Deri, vetiver, vanilya ve meşe yosunu ile desteklenmiş limonun verilişi gayet başarılı.

Versace L'Homme, günümüzde görmeye alışık olmadığımız erkeksi bir kurulukta ve tozlulukta ilerliyor. Limonun verilişi çok rafine ve asil. Blenheim Bouquet tarzı limon, gayet aristokratik, ciddi ve şık. 1980'lerin şiprelerinin neredeyse tamamında görülen bu tarz limonun, 1984 çıkışlı L'Homme'da da kullanılmış olması gayet normal. Genç arkadaşların muhtemelen burun bükeceği bu limonsuluk, eski dünyanın yüksek kaliteli kolonyalarını anımsatıyor. Bence başlangıç kısmı nefis. Fesleğen önderliğindeki aromatik otlar, yapaylıktan uzak ve limona müthiş bir hava katıyor. Aromatik otlar, kokuyu ferahlıktan biraz daha ilkbahar kullanımına yaklaştırıyor. Başlardaki meşe yosunu yine güzel bir sürpriz yaparak sınırlı da olsa kendisini gösteriyor. Baharatlar, tam olması gerektiği gibi.


Parfümün ikinci kısmı, derinin hakimiyetinde gerçekleşiyor. Otsu limon sonlara doğru etkisini kaybediyor. Deriye, koku tenden uçana kadar vanilya ve meşe yosunu eşlik ediyor. Deri sert ve kaba değil, gayet kibar, yumuşacık, kadifemsi ve rafine. Parfümün başlangıcındaki nota zenginliği ve coşku, ikinci bölümde pek olmasa da hala kaliteli ve yapaylık yok. Diyebilirim ki Versace, L'Homme ile hiç de fena iş çıkarmamış.

Şu bir gerçek ki, L'Homme, günümüzün parfüm trendlerine çok uzak ve bihaber. Hatta umurunda bile değil. Çünkü o, geleceğin değil, geçmişin, eski dünyanın, soğuk savaş yıllarının, takım elbise giyilen toplantıların, şıklığına önem veren centilmenlerin, maço olmayan erkeksiliğin, kibarlığın kokusu.

Evet o kesinlikle ucuz maçolardan değil. Sert erkeklerin kokusu da değil. Motosiklet çetesi üyelerine de uymayacaktır. O, Antaeus, Fahrenheit, Yatagan veya Bandit kadar karanlık, sert, acımasız ve ödünsüz değil. Parlak, açık, uzlaşmacı, demokrat, naif, yakışıklı, karizmatik, Akdenizli İtalyan şıklığının parfümü. Eğer New York, Eau de Guerlain, Derby, Bois du Portugal gibi parfümleri seviyorsanız, L'Homme'a mutlaka şans vermelisiniz. Muhtemelen pişman olmazsınız.


Yukarıda da bahsettiğim gibi L'Homme'un eski formülasyonunu bulabilirseniz çok şanslısınız. Ülkemizde olacağını pek sanmıyorum ama yurtdışı merkezli açık arttırma sitelerinde bulunabilir. Yeni yani güncel formülasyonu çoğu kişi beğenmemiş ve vasat olduğunu belirtmiş. Artık bundan sonrası da biraz sizlere düşüyor. Her şeyi Parfüm Merakı'ndan beklemeyelim :)

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Versace L'Homme'u turunçgil zencefil olarak sınıflandırmış. Beş üzerinden dört puan vererek oldukça beğenmiş. Ben de bu notunda bay Turin'e tüm içtenliğimle katılıyorum.

Aralık ayının ılıman sayılabilecek günlerinde kullandığım L'Homme, ilkbahar-sonbahar döneminde kullanmanın iyi fikir olacağını düşündürttü bana. Başlangıcındaki ferah limonsu yapı, çok soğuk kış günleri için kullanışlı olmayabilir. Sonlardaki deri ise sıcak yaz günleri için uygun olmayabilir. Bence en güzel kullanım dönemi bahar aylarıdır diyorum. Yaş olarak ise 35 hatta 40'ına gelmiş erkeklerin tercih etmesinde fayda var. Genç delikanlı kokusu değil. Belli bir yaş ve olgunluk istiyor.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/8

20 Aralık 2014 Cumartesi

Amouage – Beloved Man (2012)


Amouage – Beloved Man (2012)

Zamanın bir yerinde, hayatın bir köşesinde, evrenin ufacık bir zerresinde... 13 milyar yıldır devam eden bir maceranın neresindeyiz? Büyük Patlama'dan itibaren geçmiş milyonlarca yılın ne kadar farkındayız? Üzerinde yaşadığımız Dünya'nın 4.5 milyar yıllık yaşı, bizim küçücük beynimiz ve sınırlı algılama kapasitemiz ile ne kadar anlaşılabilir?

Ortalama insan ömrünün 70-80 yıl olduğunu düşünürsek, tarihin, hayatın, kainatın ne kadar önemsiz bir parçasını oluşturduğumuz yeterince açık değil mi? 13 milyar yıllık evreni, 80 yıllık ömür çizgimizle mi kavrayacağız? Yoksa dünya hayatının anlamsızlığı üzerine mi konuşacağız? Madem bu dünya "eğreti bir eğlence yerinden ibaret", o zaman hangi yöne gideceğiz, nereye varmaya çalışacağız?

Hayat, aşk, ilişkiler, duygular, hayaller, anılar, beklentiler, acılar ve karamsarlıklar... Üzerinde yaşadığımız dünya adlı gezegen, bize bunlardan daha fazlasını verebilir mi? İlahi aşk, sonsuz mutluluk, eşsiz bir huzur, duru bir sakinlik, bembeyaz bir dinginlik, anlatılması imkansız bir vecd... Bu hayal etmesi bile muhteşem kavramlar, kan gölüne dönmüş, rezilce iktidar savaşları verilen, her gün onlarca çocuğun öldürüldüğü dünyada karşımıza çıkabilir mi? Nereye kaçabiliriz sıkışıp kaldığımız zalimlerin dünyasından. Var mı gidebileceğimiz başka bir dünya ya da evren?


Yaratıcımız tarafından çok az ilim verilen insan, binlerce yıldır, zihninin el verdiği kadarıyla her şeyi sorguluyor. Kendisini, dünyayı, uzayı, Allah'ı ve aklına gelen her şeyi. Felsefe biliminin çıkış noktasının "Ben Kimim?" sorusu ile başladığını düşünürsek, bizden binlerce sene sonra da eğer hayat hala devam ederse, bu sorular sorulacak ve cevapları bulunamayacak. "Ben Kimim" sorusunun yanıtı "Ben hiçbir şeyim"dir belki de. Sokrates'in söylediği rivayet edilen o meşhur sözü biraz değiştireyim kendimce: "Bir şey biliyorsam o da hiç bir şey olmadığımdır."

İyi de bir parfümün felsefesi olur mu? Ya da bir markanın? Teori de evet ama pratikte olası değil. Peki bir marka size uçsuz bucaksız Arap çöllerini hatırlatabilir mi? Çölde, en yakın medeniyetten yüzlerce kilometre uzaktaki bedevi çadırında içilen Arap çayını. Çöl denilen koskocaman boşluğun, sessizliğin ortasında, akşamın yaklaşmasıyla yıldızların ortaya çıkması ve gökyüzünü binlercesinin kaplamasını düşünebilir misiniz? Kumların üzerine uzanıp, pırıl pırıl gökyüzündeki yıldızların birbirine ne kadar yakın ve çok olduklarını deneyimlediniz mi hiç? Her bir insanın, çöldeki trilyonlarca kum tanelerinden biri kadar öneminin olmadığını ne zaman anlayacağız?

Bir Arap masalı gibi... Ali Baba ve kırk haramiler gibi... Binbir gece masalları gibi... Kızını tek başına çölün ortasındaki bir kuleye hapsetmiş zalim sultan gibi... İran edebiyatı gibi... Fas'ın Akdeniz neşesi ile Arap tutuculuğunu harmanlaması gibi... Umman'nın eski halk efsaneleri gibi... Suudi Arabistan'ın uhreviliği gibi... Sinbat gibi... Alaaddin'in sihirli lambası gibi... Mısır'ın firavunları gibi...


Uzaklardan bir koku geliyor burnuma, çölde, gece uzanmışken kumlara. Oldukça uzağımızdan geçen bir katar mı? Pek mümkün değil. Hiç kimse çölde gece yolculuk yapmaya cesaret edemez. Tuaregler bile... Çünkü çölde geceler soğuktur, geceler tehlikelidir, gece yolların üzerini örter. O zaman bu şahane turunçgil kokusu nereden geliyor diye etrafıma bakınıyorum. Ferah, lezzetli ve neredeyse limonsu. Acaba kuzeyden esen bir rüzgar, Yunanistan'dan Arap yarımadasına kadar narenciye bahçelerinin kokusunu mu taşıyor? Greyfurt ve bergamot? Elemi de neymiş? Bu tropikal meyvenin Arap yarımadasında ne işi var? Devamında sanki yumuşak baharatlar algılıyorum. Acaba çadırımızda yemek hazırlıkları mı başladı? Turunçgillerin üzerine serpiştirilmiş baharatlar. Kakule, biber, kimyon? Şekerli-portakallı baharatlar. Arap mutfağının vazgeçilmezi ağır baharatlar neyse ki turunçgillerle ve meyvemsilikle harmanlanmış. Orta bölümden itibaren ortaya çıkan garip plastiğimsi koku, acaba çölde tek tük yetişen çiçeklerden mi geliyor? Yasemin ve safran çölde yetişir mi? Belki de çadırımızın arkasındaki develerin teninden yayılan kokudur bu.

Edward Said'in, oryantalizmi açıklamaya çalışmasını bir yere koyalım. Ortalama bir dünya vatandaşının zihnindeki Arap-Orta Doğu imgesinin neresine düşüyor Beloved Man? Bol bol nargile içilen, Cezayir'in ara sokaklarındaki bir çay ocağındaymış hissi mi veriyor? Ya da petro-dolarların aktığı modern Umman'ın ultra-lüks yedi yıldızlı bir otelindeki, konuklarını memnun etmek için dans sanatını sergileyen rakkaseyi mi hatırlamalıyız Beloved Man ile? Belki hepsi belki de hiç birisi. 

Eğer doğru kelime "geleneksellik" ise Beloved Man o dediğinizden değil. Christopher Reeve ve Jane Seymour’un başrollerini paylaştığı ve klasikler arasına çoktan girmiş "Somewhere in Time" filminin akıllara getirdiği tuhaf bir burukluk, sakinlik, mütevazilik, anlamsızlık içinde anlam arayan bir parfüm mü Beloved Man? Belki... İlhamını eski söylencelerden alan Arap parfüm sanatının ve modern zamanın hikaye anlatıcısı Hollywood'un enteresan bir birleşimi olabilir mi Beloved Man? Christopher Chong'a göre aşağı yukarı öyle.


Buruk-ekşimsi meyveler, kremsi turunçgiller, ferah üst kısım, benzersiz olmayan baharatlar, odunsuluk, deri ve çiçekler ile neredeyse safkan bir "Grasse" parfümü Beloved Man. Pek derinliği olmayan, Amouage'ın ihtişamına gönderme yapmayan, yaz aylarında bile güneşin olduğu ve havanın fazla soğumadığı, hüzünlü bir Dubai öğleden sonrasını anımsatabilir size.

Kendi sitelerinde oryantal olduğu ileri sürülen, özelinde odunsu baharatlı oryantal olarak nitelenen, aklınızı başınızdan almayacak, ortalama 300 dolarlık fiyat etiketine yakışmayacak, çığır açmayacak ve Umman kraliyet ailesini düşündürtmeyecek bir deneme Beloved Man.

Ağır, ağdalı, abartılı, haşmetli, tütsülü, buhurlu diğer Amouage'lara çok yakın durmayan, seküler, acayip bir ferahlık barındıran ama aynı zamanda serin havaları düşündürten, zaman zaman sıcak ve içinizi ısıtan, genelinde sonbahar ya da erken-ilkbahar havasına uyacağını düşündüğüm, yumuşak baharatlı, odunsu, meyvemsi, turunçgilli, derili, üst düzey kalite hissiyatı vermeyen, uyumsuz orta notalara sahip, kimilerinin 1 Million'un rafine haline benzettiği, örneğine rastlamadığım koku formuyla Beloved Man, Amouage koleksiyonunun baş tacı olacak gibi durmuyor.


Kokusunun tasarımcısı olarak çoğu yerde Bernard Ellena geçse de bu konuda ciddi muhalefet var. Bay Chong'un parfümün tasarımcısı olarak Alexandra Carlin ismini verdiği konuşuluyor. Muhtemelen doğrudur.

Koku Güzelliği:10/6.5

17 Aralık 2014 Çarşamba

Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)


Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)

Parfüm endüstrisinin en önemli anaakım oyuncularından Christian Dior için hit kokulara imza atmak hiç bir zaman zor değildir. Özellikle modern kadın parfüm klasiklerinin çoğuna imza atmış durumdalar. Fakat en az onlar kadar güçlü modern erkek parfümü çıkaramamışlardı. Evet Eau Sauvage müthiş bir klasikti ama artık eskiydi. Fahrenheit garip bir şekilde efsaneye dönüşmüştü ama yok o da değildi Christian Dior'un aradığı. 2000'li yılların modern, cazibeli, çarpıcı, metropolde yaşayan erkeklerini hedefleyen bir koku olmalıydı. Lüks kokan, kadınların hayran kalacağı, modern ama aynı zamanda geleceğe dönük bir projeksiyon olmalıydı.

2005 yılında Christian Dior'un piyasaya sürdüğü Dior Homme isimli parfüm, modern çağın en ilginç ve sıradışı erkek parfümlerinden birisi olmaya adaydı. Çoğu kadının erkeksi, çoğu erkeğin ise kadınsı bulduğu Olivier Polge imzalı Dior Homme, kısa zamanda dünya parfüm sektörünün gözdelerinden birisi haline gelmişti.

Hani bazı parfümler vardır ilk kullandığınızda sizi çarpıverir, hafiften başınızı döndürür, acaba hayatımın parfümü bu mu diye düşündürtür. İşte Dior Homme ile ilk tanışmam hemen hemen böyleydi. Aranan kan bulunmuştu. Dior Homme ve iki yıl sonra piyasaya sürülen Intense, dünya çapında müthiş bir başarı yakalamıştı. Tabii Dior'un marka gücünü de arkasına alıp, en çok satanlar listesine girmekte gecikmedi Dior Homme ve kardeşi Intense.

Dior Homme'un alışılmışın dışındaki koku formu öylesine ilgi görmüştü ki, fırsatı kaçırmak istemeyen Christian Dior, ilerleyen yıllarda farklı versiyonlarını çıkardı. 2014 yılının şu son günlerini yaşadığımız Aralık ayı itibariyle, Dior Homme isimli farklı konsantrasyona sahip sekiz varyasyona sahip. Henüz dokuz yıllık bir parfümün sekiz ayrı versiyonu olması, Dior markasının ondan beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtlıyor bize.


Benim de uzun yıllardır en sevdiğim parfümlerden olan Dior Homme'un, 2014 yılı sonlarına doğru bugün bahsedeceğim küçük kardeşi "Parfum" piyasaya sürüldü. Gerek şişe tasarımı gerekse notaları itibariyle abisi Dior Homme'un takipçisi olduğu söylenebilir Dior Homme Parfum'un. Tek fark olarak 2005 versiyonunun parfümörü Olivier Polge olması gösterilebilir. Artık yeni Dior Homme serisinin tamamının parfümörü ise Francois Demachy. Bugünkü konuğum Dior Homme Parfum'unde arkasındaki isim Francois Demachy.

Kendi sitelerinde Dior Homme Parfum'ü, üç ana nota üzerinden anlatmışlar: İris (süsen çiçeği), sandal ağacı ve deri. Genel olarak odunsu deri bağlamında yaklaşmışlar kokusuna. Dior Homme Parfum'u ilk sıktığımda beni tatlımsı yoğun bir deri karşılıyor. Geri planda iris tarafından desteklenen deriyi gayet güzel buldum. Üst notalar çok hoş. Orta kısımda derinin hakimiyeti azalıyor ve iris öne çıkıyor. Çoğu kişinin ruj ya da makyaj malzemesi koktuğunu söylediği orta kısım, Dior Homme'un neredeyse aynısı. Aynı yağlımsı yüksek kaliteli ruj kokusu orta bölümde mevcut. Orta kısım da çok başarılı. Geleyim sonlara. Kapanışta kremsilik artıyor fakat iris geriye çekiliyor. Onun yerine kremsi vanilya, lezzetli amber ve yumuşak odunsu notalar geliyor. Hatta kremsi sedir ağacı muhtemelen en baskın koku alt notalarda. Son bölümü sıradan bulduğumu belirtmeliyim.

Dior Homme Parfum, kararında tatlılık barındıran, modern bir deri-iris-odunsu notalardan oluşan kompozisyona benziyor. Dior Homme'dan aşina olduğumuz o pudralı makyaj malzemesi efekti aynen Dior Homme Parfum'de de verilmiş. Farklı olarak burada deri başlarda baskın kullanılmış. Orta kısımları oldukça benziyor iki parfümün de. Sonlarda ise Dior Homme Parfum daha odunsu hale getirilmiş. İşte bence iki parfümün kısaca karşılaştırması bu şekilde.


Tatlı-lezzetli iris, deriyi yumuşatması için kullanılmış sanki. İris ve derinin birleşimi yine güzel sonuç vermiş. Kokunun genelindeki pudralı yapı hiç de şaşırtıcı değil. Buradaki pudra, neyse ki abartılı ve fazla verilmemiş. Dior’un şahane bir rujunu andıran koku, Dior Homme Parfum’un da vazgeçilmez öğesi gibi duruyor.  Burada bahsedilmesi gereken şey abisinden daha erkeksi duruşu var Parfum’un. Pudralı-rujlu yapı, orijinal Dior Homme’a göre daha az ve kontrollü verilmiş. Her ne kadar bu halini bile çoğu kişi kadınsı bulabilecekse de, bence bir parça daha erkeksilik katılmış ana yapıya. Ayrıca Dior Homme Intense’teki kadar çikolatamsı kokmasa da Parfum versiyonu, kakaonun ağız sulandırıcı rahiyasını az da olsa bize tattırıyor. Kremsi vanilya sanki daha önde. Çikolata-kakao hissi Dior Homme’a göre çok daha az.

Dior Homme Parfum, büyük abisinin genlerini almış. Aynı modernite, aynı bakış açışı, aynı konformizm. İki parfüm, dikkatli kişilerce detayların farklılığı anlamında çözümlenebilir. Dior Homme Parfum'un sonları dışında genel kalitesinin Dior Homme'la yakın olduğunu düşünüyorum. Fakat alt notaları biraz sıradan buldum. En azından bu kadar şöhretli bir parfümün ismi ile piyasaya sürülen "Parfum" versiyonun son kısmı daha ilginç ya da özenli olabilirmiş. Üst ve orta notalar rahatlıkla sınıfı geçerken, sonları zeki ama ders çalışmayan öğrenci gibi.

Dior Homme Parfum, tamamen farklı ve bağımsız bir parfüm. Fakat ismi ve konsepti sebebiyle koku formu olarak abisine bağlı ve bağımlı. Şimdi diyeceksiniz ki Dior Homme varken neden "Parfum" versiyonunu alalım? Bu soruya şöyle cevap vereyim: "Dior Homme varken neden Dior Homme Intense alıyorsanız işte o sebeple." Dior Homme Parfum, küçük detaylarla farklı bakış açısı olarak düşünülebilir. Ya da ticari bir devam parfümü olarak görülebilir. Nereden bakarsam bakayım yine de beğendim "Parfum"u.


Sonuç olarak Dior Homme varken, alıp kullanacağımı sanmıyorum ama siz yine de vaktinizi ve burnunuzu ayırın ve "Parfum" versiyonunu deneyin. Eğer Dior Homme'u genel olarak çok beğenmeyenlerdenseniz belki sizin ilacınız Parfum'dur.

Kalıcılığı tenimde çok iyi oldu Parfum'un. Neredeyse bir günlük kalıcılık benim için yeterli. Farkedilirliği başlarda yüksek. 4-5 fıs civarı sıktığımda her seferinde ilk yarım saat biraz fazla ve yoğun geldi bana. Sonrasında normale dönüyor farkedilirliği. Tam bir sonbahar-kış parfümü olduğunu söylemek durumundayım. Yaş sınırı ise koymak istemem. Gerek modern ve tatlı yapısı gerekse sonlardaki erkeksi odunsuları düşünürsek geniş bir yaş skalası onu kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/7.5

13 Aralık 2014 Cumartesi

Penhaligon’s – Sartorial (2010)


Penhaligon’s – Sartorial (2010)

1821 yılında Walter Norton isimli erkek terzisi, Londra'nn merkezinde ilk mağazasını açar. Londra'nın işlek bir caddesi olan Strand'da iken, işlerini büyütür ve bir süre sonra Londra'nın en tanınmış erkek terzilerinden olur. 1800'lu yılları gözümüzün önüne getirdiğimizde bugünkü gibi yüksek kapasiteli sanayi üretimi ve tekstil fabrikaları olmadığını düşünürsek, o zamanın kalburüstü erkeklerinin hepsi bu tür özel sipariş üzerine çalışan terzilerin müşterileriydi.

Markalarının ismini kurucusundan esinlenerek Norton & Sons koydular. 1860'lı yıllarda, ikinci adresleri olan Savile Row'a taşındılar. Savile Row, o dönemin erkek kıyafetleri satan mağazalarının en önemli merkeziydi. Tabii 2014 yılında artık o eski popülaritesi kalmasa da, İngiliz yakın tarihi için mihenk taşlarından birisi Savile Row.

1820'li yıllardan 2010'a geldiğimizde ise pek de alışık olmadığımız bir şey oldu. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's, bir başka İngiliz ikonu haline gelen Norton & Sons'dan esinlenerek bir parfüme imza attı. Bu parfümün kompozisyonu için ünlü parfümör Bertrand Duchaufour ile işbirliği yapmaya karar verdiler. Bay Duchaufour, ünlü Norton & Sons terzisinin atölyesini dolaştı, bir tarihe tanıklık etti, belki de oranın kokusunu bol bol içine çekti. Ve hafızasında kalanları not aldı.


1820'li yıllardan günümüze gelen bir terzi atölyesi nasıl kokar? Bir fikriniz var mı? Açıkçası benim yok. Belki tahmin edebiliriz, hayalimizde canlandırabiliriz. İşte bu zor görevi Bertrand Duchaufour gerçekleştirecekti 2010 yılında. İlhamını Norton & Sons'tan alan Sartorial, markanın yeni sayılabilecek parfümü olarak raflardaki yerini aldı.

Sartorial, markanın "yeni nesil erkek parfümü" olarak tanıtılıyor. Parfümün "klasik erkeksi koku ailesi olan fujerin yeni ve çağdaş yorumu" olduğunun altı çiziliyor. Sartorial'in meşe yosunu, lavanta ve tonka fasulyesi gibi geleneksel notalar ile odunsuluk, metalik ve ozonik efektin, deri, menekşe yaprağı, bal ve baharatların karışımından oluştuğu vurgulanmış. Özetle Sartorial'ın, eski tarz erkeksi fujer karakterinin modern hale getirildiği söylenmek istenmiş. Buradan erkeksilik vurgusunun güçlü olduğu ve onun gerçek bir centilmen parfümü olduğu sonucu çıkarılabilir tanıtımlardan.

Artık geçelim detaylara. Sartorial'ı üzerime sıktığımda beni tanıdık bir koku karşılıyor. Sanırım bir çok yorumcu haklı çünkü Faberge'in ünlü Brut'u parfüm vardır. İşte karşımda neredeyse Brut'ün hayaleti dolaşıyor. İlk saniyelerde çok erkeksi, biraz sert ama aynı zamanda aromatik bir koku beni karşılıyor. Üst notalarda baharatlar (karanfil ağırlıklı karabiber ve kakule), resmi tanıtımda bahsedilen tuhaf metalik koku ve biraz menekşe algılayabildiklerim arasında. Çok hareketli ve zengin üst notalara sahip. Kaliteli, karmaşık ve retro. Herşeye rağmen başlangıcını sevemedim bir türlü. Orta bölüme geçildiğinde koku formu daha sakinleşiyor, efendileşiyor, olgunlaşıyor ve ağır abi oluyor. Orta notalarda başlangıçtaki karmaşanın yerini dinginlik alıyor. Burada lavantanın rolü çok büyük. Evet orta kısmın ana oyuncusu lavanta. Caron Pour Homme'u andıran eski lavantaya tatlı olmayan kuru baharatlar eşlik ediyor. Harika bir sürpriz ile meşe yosunu ortaya çıkıyor ve lavantanın yanında savaşa katılıyor. En büyük şaşkınlığı ise anasonla yaşıyorum. Orta bölümde lavantanın hemen yanındaki anason, parfümü neredeyse bizim milli içkimiz "rakıya" yaklaştırıyor. Orta kısım hala derin, yüksek kaliteli ve neyse ki başlangıcına göre çok daha sevilebilir. Geleyim kapanışa. Alt notalar büyük oranda orta bölümün kopyası. Derinlerden amber, reçinemsilik, balmumu, deri ve bal hissediliyor ek olarak. Son kısmını da sevdim Sartorial'ın.


Yukarıda yazdığım kokunun analiz paragrafının ne kadar uzun olduğunu farkediyorum aniden. Çünkü Sartorial çok detaylı, bol notalı, zengin, fazla ve farklı çağrışımlı, ilginç bir parfüm. Penhaligon's'un resmi tanıtımındaki cümlelerin doğru ve yerinde olduğunu farketmek zor değil. Sartorial, eski kafa aromatik fujerlere esaslı bir göndermeler manzumesi gibi. 2010 yılında piyasaya sürülen parfümün bu kadar eski/tarihi/nostaljik kokması garip ötesi olsa da onun aromatik yönüyle günümüzün modernliğine dümen kırmış olması anlamlı.

Sartorial konusunda haklılar. O, başlangıçta şanlı Brut'un neredeyse aynısı. Tabii Brut'un çok daha kompleks ve yüksek kaliteli hali gibi. Biraz da baharat oranı arttırılmış 2.0 versiyonu gibi düşünülebilir. Zaten genel anlamda kokusu lavanta-kuru baharatlar-meşe yosunu-garip metalik koku-anason etrafında şekillendirilmiş izlenimi veriyor. Orta kısımda lavantanın dümene geçmesiyle Brut benzeri koku ortadan kaybolurken, bu sefer de antik bir lavanta kolonyasına dönüşüyor adeta. “Back to The Future" filminin setindeyim sanki. Zaman makinesinin sensörlerini 1940'lı yıllara ayarlıyorum ve çılgın profesör sayesinde geçmişe ışınlanıyorum. Evet Sartorial gerçekten de günümüzün parfüm karakterinden çok uzakta.

21. yüzyılın başlarındaki tatlımsı, sıkıcı, baharatlı, yapay odunsulu erkek parfümlerine isyan bayrağını çekmiş bir Kara Murat ya da Haçlı Şövalyesi gibi Sartorial. Onun yeri, 1.000 odalı, konforlu, kibirli, statükoyu temsil eden bol israflı devlet sarayları değil, 14. yüzyılın dar sokaklı, veba salgınlı, cadı avlı, nemli, kasvetli Avusturya Kraliyet şatosu. Ya da ekmeğini taştan çıkaran, güçlü, kaslı, sert, maço bir demir-çelik fabrikası işçisinin yorgun bilekleri onun asıl yuvası. Belki de Opus Dei tarikatının veya İlluminati'nin karargahındaki çok gizli bir toplantıda, dünyanın üzerindeki değişiklikler konusunda çok kritik kararlar alan az sayıda elitin, Viktorya dönemi eski mobilyalarla döşenmiş, yüksek tavanlı bir odada, yanan şöminenin önünde, Brandy'lerini içerken üzerlerinden gelen "İngiliz Züppe" parfümün kokusu Sartorial.


Sartorial, çok güçlü alfa erkeği çağrışımı yapan, berber dükkanı temalı, günümüzün gerçekçi retro-modern denemelerinden birisi gibi görünüyor. Hatta onun için Neo-Vintage mi desem? Kelimelerin öneminin azaldığı, kaba kuvvetin egemen olduğu çağların parfümü desem abartmış mı olurum? Kadınların çalışmasının hayal bile edilmediği, erkeğin evin geçimini sağladığı, kadının ev işlerini yaptığı, kadın-erkek eşitliği düşüncesinin bile bulunmadığı, acımasız, skolastik bir çağın kokusu mu?

Sartorial aynı tanıtımındaki gibi geçmiş dönemlerin erkeksi, Brutvari, güçlü, sağlam parfümlerini; aromatik otlar, baharatlar, bal, amber ve tonka fasulyesi ile harmanlayan çok farklı bir deneyim. Bu anlamda büyük usta Bertrand Duchaufour'un en dikkat çekici eserlerinden birisi gibi görünüyor. Parfümün genel tarzının "ya aşık ol, ya da nefret et" klişesine yakın olduğu söylenebilir. İşin komik yanı ben ne aşık oldum ne de nefret ettim. Başlangıcını sevmedim. Orta kısmını sevdim. Sonlarını başarılı buldum. Sonuç olarak Sartorial gerçek bir üst düzey aromatik fujer. Kalite hissiyatı yüksek, şaşırtıcı ve çarpıcı bir arkadaş. 1-2 kullanımda ona hemen burun kıvırmayın bence. Anlamaya çalışın. Belki seversiniz.

Sartorial, bir çok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi denebilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak ise üst grubu hedeflediği sır değil. Ben diyeyim 35 siz deyin 40 yaş ve üzerindeki beyefendilerin, yeni nesil zıpır şeker bombası parfümlerden kaçış rotalarından birisi olabilir Sartorial. Denemeden almayın cümlesini yazmaya gerek bile duymuyorum.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5