20 Aralık 2014 Cumartesi

Amouage – Beloved Man (2012)


Amouage – Beloved Man (2012)

Zamanın bir yerinde, hayatın bir köşesinde, evrenin ufacık bir zerresinde... 13 milyar yıldır devam eden bir maceranın neresindeyiz? Büyük Patlama'dan itibaren geçmiş milyonlarca yılın ne kadar farkındayız? Üzerinde yaşadığımız Dünya'nın 4.5 milyar yıllık yaşı, bizim küçücük beynimiz ve sınırlı algılama kapasitemiz ile ne kadar anlaşılabilir?

Ortalama insan ömrünün 70-80 yıl olduğunu düşünürsek, tarihin, hayatın, kainatın ne kadar önemsiz bir parçasını oluşturduğumuz yeterince açık değil mi? 13 milyar yıllık evreni, 80 yıllık ömür çizgimizle mi kavrayacağız? Yoksa dünya hayatının anlamsızlığı üzerine mi konuşacağız? Madem bu dünya "eğreti bir eğlence yerinden ibaret", o zaman hangi yöne gideceğiz, nereye varmaya çalışacağız?

Hayat, aşk, ilişkiler, duygular, hayaller, anılar, beklentiler, acılar ve karamsarlıklar... Üzerinde yaşadığımız dünya adlı gezegen, bize bunlardan daha fazlasını verebilir mi? İlahi aşk, sonsuz mutluluk, eşsiz bir huzur, duru bir sakinlik, bembeyaz bir dinginlik, anlatılması imkansız bir vecd... Bu hayal etmesi bile muhteşem kavramlar, kan gölüne dönmüş, rezilce iktidar savaşları verilen, her gün onlarca çocuğun öldürüldüğü dünyada karşımıza çıkabilir mi? Nereye kaçabiliriz sıkışıp kaldığımız zalimlerin dünyasından. Var mı gidebileceğimiz başka bir dünya ya da evren?


Yaratıcımız tarafından çok az ilim verilen insan, binlerce yıldır, zihninin el verdiği kadarıyla her şeyi sorguluyor. Kendisini, dünyayı, uzayı, Allah'ı ve aklına gelen her şeyi. Felsefe biliminin çıkış noktasının "Ben Kimim?" sorusu ile başladığını düşünürsek, bizden binlerce sene sonra da eğer hayat hala devam ederse, bu sorular sorulacak ve cevapları bulunamayacak. "Ben Kimim" sorusunun yanıtı "Ben hiçbir şeyim"dir belki de. Sokrates'in söylediği rivayet edilen o meşhur sözü biraz değiştireyim kendimce: "Bir şey biliyorsam o da hiç bir şey olmadığımdır."

İyi de bir parfümün felsefesi olur mu? Ya da bir markanın? Teori de evet ama pratikte olası değil. Peki bir marka size uçsuz bucaksız Arap çöllerini hatırlatabilir mi? Çölde, en yakın medeniyetten yüzlerce kilometre uzaktaki bedevi çadırında içilen Arap çayını. Çöl denilen koskocaman boşluğun, sessizliğin ortasında, akşamın yaklaşmasıyla yıldızların ortaya çıkması ve gökyüzünü binlercesinin kaplamasını düşünebilir misiniz? Kumların üzerine uzanıp, pırıl pırıl gökyüzündeki yıldızların birbirine ne kadar yakın ve çok olduklarını deneyimlediniz mi hiç? Her bir insanın, çöldeki trilyonlarca kum tanelerinden biri kadar öneminin olmadığını ne zaman anlayacağız?

Bir Arap masalı gibi... Ali Baba ve kırk haramiler gibi... Binbir gece masalları gibi... Kızını tek başına çölün ortasındaki bir kuleye hapsetmiş zalim sultan gibi... İran edebiyatı gibi... Fas'ın Akdeniz neşesi ile Arap tutuculuğunu harmanlaması gibi... Umman'nın eski halk efsaneleri gibi... Suudi Arabistan'ın uhreviliği gibi... Sinbat gibi... Alaaddin'in sihirli lambası gibi... Mısır'ın firavunları gibi...


Uzaklardan bir koku geliyor burnuma, çölde, gece uzanmışken kumlara. Oldukça uzağımızdan geçen bir katar mı? Pek mümkün değil. Hiç kimse çölde gece yolculuk yapmaya cesaret edemez. Tuaregler bile... Çünkü çölde geceler soğuktur, geceler tehlikelidir, gece yolların üzerini örter. O zaman bu şahane turunçgil kokusu nereden geliyor diye etrafıma bakınıyorum. Ferah, lezzetli ve neredeyse limonsu. Acaba kuzeyden esen bir rüzgar, Yunanistan'dan Arap yarımadasına kadar narenciye bahçelerinin kokusunu mu taşıyor? Greyfurt ve bergamot? Elemi de neymiş? Bu tropikal meyvenin Arap yarımadasında ne işi var? Devamında sanki yumuşak baharatlar algılıyorum. Acaba çadırımızda yemek hazırlıkları mı başladı? Turunçgillerin üzerine serpiştirilmiş baharatlar. Kakule, biber, kimyon? Şekerli-portakallı baharatlar. Arap mutfağının vazgeçilmezi ağır baharatlar neyse ki turunçgillerle ve meyvemsilikle harmanlanmış. Orta bölümden itibaren ortaya çıkan garip plastiğimsi koku, acaba çölde tek tük yetişen çiçeklerden mi geliyor? Yasemin ve safran çölde yetişir mi? Belki de çadırımızın arkasındaki develerin teninden yayılan kokudur bu.

Edward Said'in, oryantalizmi açıklamaya çalışmasını bir yere koyalım. Ortalama bir dünya vatandaşının zihnindeki Arap-Orta Doğu imgesinin neresine düşüyor Beloved Man? Bol bol nargile içilen, Cezayir'in ara sokaklarındaki bir çay ocağındaymış hissi mi veriyor? Ya da petro-dolarların aktığı modern Umman'ın ultra-lüks yedi yıldızlı bir otelindeki, konuklarını memnun etmek için dans sanatını sergileyen rakkaseyi mi hatırlamalıyız Beloved Man ile? Belki hepsi belki de hiç birisi. 

Eğer doğru kelime "geleneksellik" ise Beloved Man o dediğinizden değil. Christopher Reeve ve Jane Seymour’un başrollerini paylaştığı ve klasikler arasına çoktan girmiş "Somewhere in Time" filminin akıllara getirdiği tuhaf bir burukluk, sakinlik, mütevazilik, anlamsızlık içinde anlam arayan bir parfüm mü Beloved Man? Belki... İlhamını eski söylencelerden alan Arap parfüm sanatının ve modern zamanın hikaye anlatıcısı Hollywood'un enteresan bir birleşimi olabilir mi Beloved Man? Christopher Chong'a göre aşağı yukarı öyle.


Buruk-ekşimsi meyveler, kremsi turunçgiller, ferah üst kısım, benzersiz olmayan baharatlar, odunsuluk, deri ve çiçekler ile neredeyse safkan bir "Grasse" parfümü Beloved Man. Pek derinliği olmayan, Amouage'ın ihtişamına gönderme yapmayan, yaz aylarında bile güneşin olduğu ve havanın fazla soğumadığı, hüzünlü bir Dubai öğleden sonrasını anımsatabilir size.

Kendi sitelerinde oryantal olduğu ileri sürülen, özelinde odunsu baharatlı oryantal olarak nitelenen, aklınızı başınızdan almayacak, ortalama 300 dolarlık fiyat etiketine yakışmayacak, çığır açmayacak ve Umman kraliyet ailesini düşündürtmeyecek bir deneme Beloved Man.

Ağır, ağdalı, abartılı, haşmetli, tütsülü, buhurlu diğer Amouage'lara çok yakın durmayan, seküler, acayip bir ferahlık barındıran ama aynı zamanda serin havaları düşündürten, zaman zaman sıcak ve içinizi ısıtan, genelinde sonbahar ya da erken-ilkbahar havasına uyacağını düşündüğüm, yumuşak baharatlı, odunsu, meyvemsi, turunçgilli, derili, üst düzey kalite hissiyatı vermeyen, uyumsuz orta notalara sahip, kimilerinin 1 Million'un rafine haline benzettiği, örneğine rastlamadığım koku formuyla Beloved Man, Amouage koleksiyonunun baş tacı olacak gibi durmuyor.


Kokusunun tasarımcısı olarak çoğu yerde Bernard Ellena geçse de bu konuda ciddi muhalefet var. Bay Chong'un parfümün tasarımcısı olarak Alexandra Carlin ismini verdiği konuşuluyor. Muhtemelen doğrudur.

Koku Güzelliği:10/6.5

17 Aralık 2014 Çarşamba

Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)


Christian Dior – Dior Homme Parfum (2014)

Parfüm endüstrisinin en önemli anaakım oyuncularından Christian Dior için hit kokulara imza atmak hiç bir zaman zor değildir. Özellikle modern kadın parfüm klasiklerinin çoğuna imza atmış durumdalar. Fakat en az onlar kadar güçlü modern erkek parfümü çıkaramamışlardı. Evet Eau Sauvage müthiş bir klasikti ama artık eskiydi. Fahrenheit garip bir şekilde efsaneye dönüşmüştü ama yok o da değildi Christian Dior'un aradığı. 2000'li yılların modern, cazibeli, çarpıcı, metropolde yaşayan erkeklerini hedefleyen bir koku olmalıydı. Lüks kokan, kadınların hayran kalacağı, modern ama aynı zamanda geleceğe dönük bir projeksiyon olmalıydı.

2005 yılında Christian Dior'un piyasaya sürdüğü Dior Homme isimli parfüm, modern çağın en ilginç ve sıradışı erkek parfümlerinden birisi olmaya adaydı. Çoğu kadının erkeksi, çoğu erkeğin ise kadınsı bulduğu Olivier Polge imzalı Dior Homme, kısa zamanda dünya parfüm sektörünün gözdelerinden birisi haline gelmişti.

Hani bazı parfümler vardır ilk kullandığınızda sizi çarpıverir, hafiften başınızı döndürür, acaba hayatımın parfümü bu mu diye düşündürtür. İşte Dior Homme ile ilk tanışmam hemen hemen böyleydi. Aranan kan bulunmuştu. Dior Homme ve iki yıl sonra piyasaya sürülen Intense, dünya çapında müthiş bir başarı yakalamıştı. Tabii Dior'un marka gücünü de arkasına alıp, en çok satanlar listesine girmekte gecikmedi Dior Homme ve kardeşi Intense.

Dior Homme'un alışılmışın dışındaki koku formu öylesine ilgi görmüştü ki, fırsatı kaçırmak istemeyen Christian Dior, ilerleyen yıllarda farklı versiyonlarını çıkardı. 2014 yılının şu son günlerini yaşadığımız Aralık ayı itibariyle, Dior Homme isimli farklı konsantrasyona sahip sekiz varyasyona sahip. Henüz dokuz yıllık bir parfümün sekiz ayrı versiyonu olması, Dior markasının ondan beklentilerinin ne kadar yüksek olduğunu kanıtlıyor bize.


Benim de uzun yıllardır en sevdiğim parfümlerden olan Dior Homme'un, 2014 yılı sonlarına doğru bugün bahsedeceğim küçük kardeşi "Parfum" piyasaya sürüldü. Gerek şişe tasarımı gerekse notaları itibariyle abisi Dior Homme'un takipçisi olduğu söylenebilir Dior Homme Parfum'un. Tek fark olarak 2005 versiyonunun parfümörü Olivier Polge olması gösterilebilir. Artık yeni Dior Homme serisinin tamamının parfümörü ise Francois Demachy. Bugünkü konuğum Dior Homme Parfum'unde arkasındaki isim Francois Demachy.

Kendi sitelerinde Dior Homme Parfum'ü, üç ana nota üzerinden anlatmışlar: İris (süsen çiçeği), sandal ağacı ve deri. Genel olarak odunsu deri bağlamında yaklaşmışlar kokusuna. Dior Homme Parfum'u ilk sıktığımda beni tatlımsı yoğun bir deri karşılıyor. Geri planda iris tarafından desteklenen deriyi gayet güzel buldum. Üst notalar çok hoş. Orta kısımda derinin hakimiyeti azalıyor ve iris öne çıkıyor. Çoğu kişinin ruj ya da makyaj malzemesi koktuğunu söylediği orta kısım, Dior Homme'un neredeyse aynısı. Aynı yağlımsı yüksek kaliteli ruj kokusu orta bölümde mevcut. Orta kısım da çok başarılı. Geleyim sonlara. Kapanışta kremsilik artıyor fakat iris geriye çekiliyor. Onun yerine kremsi vanilya, lezzetli amber ve yumuşak odunsu notalar geliyor. Hatta kremsi sedir ağacı muhtemelen en baskın koku alt notalarda. Son bölümü sıradan bulduğumu belirtmeliyim.

Dior Homme Parfum, kararında tatlılık barındıran, modern bir deri-iris-odunsu notalardan oluşan kompozisyona benziyor. Dior Homme'dan aşina olduğumuz o pudralı makyaj malzemesi efekti aynen Dior Homme Parfum'de de verilmiş. Farklı olarak burada deri başlarda baskın kullanılmış. Orta kısımları oldukça benziyor iki parfümün de. Sonlarda ise Dior Homme Parfum daha odunsu hale getirilmiş. İşte bence iki parfümün kısaca karşılaştırması bu şekilde.


Tatlı-lezzetli iris, deriyi yumuşatması için kullanılmış sanki. İris ve derinin birleşimi yine güzel sonuç vermiş. Kokunun genelindeki pudralı yapı hiç de şaşırtıcı değil. Buradaki pudra, neyse ki abartılı ve fazla verilmemiş. Dior’un şahane bir rujunu andıran koku, Dior Homme Parfum’un da vazgeçilmez öğesi gibi duruyor.  Burada bahsedilmesi gereken şey abisinden daha erkeksi duruşu var Parfum’un. Pudralı-rujlu yapı, orijinal Dior Homme’a göre daha az ve kontrollü verilmiş. Her ne kadar bu halini bile çoğu kişi kadınsı bulabilecekse de, bence bir parça daha erkeksilik katılmış ana yapıya. Ayrıca Dior Homme Intense’teki kadar çikolatamsı kokmasa da Parfum versiyonu, kakaonun ağız sulandırıcı rahiyasını az da olsa bize tattırıyor. Kremsi vanilya sanki daha önde. Çikolata-kakao hissi Dior Homme’a göre çok daha az.

Dior Homme Parfum, büyük abisinin genlerini almış. Aynı modernite, aynı bakış açışı, aynı konformizm. İki parfüm, dikkatli kişilerce detayların farklılığı anlamında çözümlenebilir. Dior Homme Parfum'un sonları dışında genel kalitesinin Dior Homme'la yakın olduğunu düşünüyorum. Fakat alt notaları biraz sıradan buldum. En azından bu kadar şöhretli bir parfümün ismi ile piyasaya sürülen "Parfum" versiyonun son kısmı daha ilginç ya da özenli olabilirmiş. Üst ve orta notalar rahatlıkla sınıfı geçerken, sonları zeki ama ders çalışmayan öğrenci gibi.

Dior Homme Parfum, tamamen farklı ve bağımsız bir parfüm. Fakat ismi ve konsepti sebebiyle koku formu olarak abisine bağlı ve bağımlı. Şimdi diyeceksiniz ki Dior Homme varken neden "Parfum" versiyonunu alalım? Bu soruya şöyle cevap vereyim: "Dior Homme varken neden Dior Homme Intense alıyorsanız işte o sebeple." Dior Homme Parfum, küçük detaylarla farklı bakış açısı olarak düşünülebilir. Ya da ticari bir devam parfümü olarak görülebilir. Nereden bakarsam bakayım yine de beğendim "Parfum"u.


Sonuç olarak Dior Homme varken, alıp kullanacağımı sanmıyorum ama siz yine de vaktinizi ve burnunuzu ayırın ve "Parfum" versiyonunu deneyin. Eğer Dior Homme'u genel olarak çok beğenmeyenlerdenseniz belki sizin ilacınız Parfum'dur.

Kalıcılığı tenimde çok iyi oldu Parfum'un. Neredeyse bir günlük kalıcılık benim için yeterli. Farkedilirliği başlarda yüksek. 4-5 fıs civarı sıktığımda her seferinde ilk yarım saat biraz fazla ve yoğun geldi bana. Sonrasında normale dönüyor farkedilirliği. Tam bir sonbahar-kış parfümü olduğunu söylemek durumundayım. Yaş sınırı ise koymak istemem. Gerek modern ve tatlı yapısı gerekse sonlardaki erkeksi odunsuları düşünürsek geniş bir yaş skalası onu kullanabilir.

Koku Güzelliği:10/7.5

13 Aralık 2014 Cumartesi

Penhaligon’s – Sartorial (2010)


Penhaligon’s – Sartorial (2010)

1821 yılında Walter Norton isimli erkek terzisi, Londra'nn merkezinde ilk mağazasını açar. Londra'nın işlek bir caddesi olan Strand'da iken, işlerini büyütür ve bir süre sonra Londra'nın en tanınmış erkek terzilerinden olur. 1800'lu yılları gözümüzün önüne getirdiğimizde bugünkü gibi yüksek kapasiteli sanayi üretimi ve tekstil fabrikaları olmadığını düşünürsek, o zamanın kalburüstü erkeklerinin hepsi bu tür özel sipariş üzerine çalışan terzilerin müşterileriydi.

Markalarının ismini kurucusundan esinlenerek Norton & Sons koydular. 1860'lı yıllarda, ikinci adresleri olan Savile Row'a taşındılar. Savile Row, o dönemin erkek kıyafetleri satan mağazalarının en önemli merkeziydi. Tabii 2014 yılında artık o eski popülaritesi kalmasa da, İngiliz yakın tarihi için mihenk taşlarından birisi Savile Row.

1820'li yıllardan 2010'a geldiğimizde ise pek de alışık olmadığımız bir şey oldu. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's, bir başka İngiliz ikonu haline gelen Norton & Sons'dan esinlenerek bir parfüme imza attı. Bu parfümün kompozisyonu için ünlü parfümör Bertrand Duchaufour ile işbirliği yapmaya karar verdiler. Bay Duchaufour, ünlü Norton & Sons terzisinin atölyesini dolaştı, bir tarihe tanıklık etti, belki de oranın kokusunu bol bol içine çekti. Ve hafızasında kalanları not aldı.


1820'li yıllardan günümüze gelen bir terzi atölyesi nasıl kokar? Bir fikriniz var mı? Açıkçası benim yok. Belki tahmin edebiliriz, hayalimizde canlandırabiliriz. İşte bu zor görevi Bertrand Duchaufour gerçekleştirecekti 2010 yılında. İlhamını Norton & Sons'tan alan Sartorial, markanın yeni sayılabilecek parfümü olarak raflardaki yerini aldı.

Sartorial, markanın "yeni nesil erkek parfümü" olarak tanıtılıyor. Parfümün "klasik erkeksi koku ailesi olan fujerin yeni ve çağdaş yorumu" olduğunun altı çiziliyor. Sartorial'in meşe yosunu, lavanta ve tonka fasulyesi gibi geleneksel notalar ile odunsuluk, metalik ve ozonik efektin, deri, menekşe yaprağı, bal ve baharatların karışımından oluştuğu vurgulanmış. Özetle Sartorial'ın, eski tarz erkeksi fujer karakterinin modern hale getirildiği söylenmek istenmiş. Buradan erkeksilik vurgusunun güçlü olduğu ve onun gerçek bir centilmen parfümü olduğu sonucu çıkarılabilir tanıtımlardan.

Artık geçelim detaylara. Sartorial'ı üzerime sıktığımda beni tanıdık bir koku karşılıyor. Sanırım bir çok yorumcu haklı çünkü Faberge'in ünlü Brut'u parfüm vardır. İşte karşımda neredeyse Brut'ün hayaleti dolaşıyor. İlk saniyelerde çok erkeksi, biraz sert ama aynı zamanda aromatik bir koku beni karşılıyor. Üst notalarda baharatlar (karanfil ağırlıklı karabiber ve kakule), resmi tanıtımda bahsedilen tuhaf metalik koku ve biraz menekşe algılayabildiklerim arasında. Çok hareketli ve zengin üst notalara sahip. Kaliteli, karmaşık ve retro. Herşeye rağmen başlangıcını sevemedim bir türlü. Orta bölüme geçildiğinde koku formu daha sakinleşiyor, efendileşiyor, olgunlaşıyor ve ağır abi oluyor. Orta notalarda başlangıçtaki karmaşanın yerini dinginlik alıyor. Burada lavantanın rolü çok büyük. Evet orta kısmın ana oyuncusu lavanta. Caron Pour Homme'u andıran eski lavantaya tatlı olmayan kuru baharatlar eşlik ediyor. Harika bir sürpriz ile meşe yosunu ortaya çıkıyor ve lavantanın yanında savaşa katılıyor. En büyük şaşkınlığı ise anasonla yaşıyorum. Orta bölümde lavantanın hemen yanındaki anason, parfümü neredeyse bizim milli içkimiz "rakıya" yaklaştırıyor. Orta kısım hala derin, yüksek kaliteli ve neyse ki başlangıcına göre çok daha sevilebilir. Geleyim kapanışa. Alt notalar büyük oranda orta bölümün kopyası. Derinlerden amber, reçinemsilik, balmumu, deri ve bal hissediliyor ek olarak. Son kısmını da sevdim Sartorial'ın.


Yukarıda yazdığım kokunun analiz paragrafının ne kadar uzun olduğunu farkediyorum aniden. Çünkü Sartorial çok detaylı, bol notalı, zengin, fazla ve farklı çağrışımlı, ilginç bir parfüm. Penhaligon's'un resmi tanıtımındaki cümlelerin doğru ve yerinde olduğunu farketmek zor değil. Sartorial, eski kafa aromatik fujerlere esaslı bir göndermeler manzumesi gibi. 2010 yılında piyasaya sürülen parfümün bu kadar eski/tarihi/nostaljik kokması garip ötesi olsa da onun aromatik yönüyle günümüzün modernliğine dümen kırmış olması anlamlı.

Sartorial konusunda haklılar. O, başlangıçta şanlı Brut'un neredeyse aynısı. Tabii Brut'un çok daha kompleks ve yüksek kaliteli hali gibi. Biraz da baharat oranı arttırılmış 2.0 versiyonu gibi düşünülebilir. Zaten genel anlamda kokusu lavanta-kuru baharatlar-meşe yosunu-garip metalik koku-anason etrafında şekillendirilmiş izlenimi veriyor. Orta kısımda lavantanın dümene geçmesiyle Brut benzeri koku ortadan kaybolurken, bu sefer de antik bir lavanta kolonyasına dönüşüyor adeta. “Back to The Future" filminin setindeyim sanki. Zaman makinesinin sensörlerini 1940'lı yıllara ayarlıyorum ve çılgın profesör sayesinde geçmişe ışınlanıyorum. Evet Sartorial gerçekten de günümüzün parfüm karakterinden çok uzakta.

21. yüzyılın başlarındaki tatlımsı, sıkıcı, baharatlı, yapay odunsulu erkek parfümlerine isyan bayrağını çekmiş bir Kara Murat ya da Haçlı Şövalyesi gibi Sartorial. Onun yeri, 1.000 odalı, konforlu, kibirli, statükoyu temsil eden bol israflı devlet sarayları değil, 14. yüzyılın dar sokaklı, veba salgınlı, cadı avlı, nemli, kasvetli Avusturya Kraliyet şatosu. Ya da ekmeğini taştan çıkaran, güçlü, kaslı, sert, maço bir demir-çelik fabrikası işçisinin yorgun bilekleri onun asıl yuvası. Belki de Opus Dei tarikatının veya İlluminati'nin karargahındaki çok gizli bir toplantıda, dünyanın üzerindeki değişiklikler konusunda çok kritik kararlar alan az sayıda elitin, Viktorya dönemi eski mobilyalarla döşenmiş, yüksek tavanlı bir odada, yanan şöminenin önünde, Brandy'lerini içerken üzerlerinden gelen "İngiliz Züppe" parfümün kokusu Sartorial.


Sartorial, çok güçlü alfa erkeği çağrışımı yapan, berber dükkanı temalı, günümüzün gerçekçi retro-modern denemelerinden birisi gibi görünüyor. Hatta onun için Neo-Vintage mi desem? Kelimelerin öneminin azaldığı, kaba kuvvetin egemen olduğu çağların parfümü desem abartmış mı olurum? Kadınların çalışmasının hayal bile edilmediği, erkeğin evin geçimini sağladığı, kadının ev işlerini yaptığı, kadın-erkek eşitliği düşüncesinin bile bulunmadığı, acımasız, skolastik bir çağın kokusu mu?

Sartorial aynı tanıtımındaki gibi geçmiş dönemlerin erkeksi, Brutvari, güçlü, sağlam parfümlerini; aromatik otlar, baharatlar, bal, amber ve tonka fasulyesi ile harmanlayan çok farklı bir deneyim. Bu anlamda büyük usta Bertrand Duchaufour'un en dikkat çekici eserlerinden birisi gibi görünüyor. Parfümün genel tarzının "ya aşık ol, ya da nefret et" klişesine yakın olduğu söylenebilir. İşin komik yanı ben ne aşık oldum ne de nefret ettim. Başlangıcını sevmedim. Orta kısmını sevdim. Sonlarını başarılı buldum. Sonuç olarak Sartorial gerçek bir üst düzey aromatik fujer. Kalite hissiyatı yüksek, şaşırtıcı ve çarpıcı bir arkadaş. 1-2 kullanımda ona hemen burun kıvırmayın bence. Anlamaya çalışın. Belki seversiniz.

Sartorial, bir çok niş parfümün aksine EDT formunda. Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi denebilir. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yaş olarak ise üst grubu hedeflediği sır değil. Ben diyeyim 35 siz deyin 40 yaş ve üzerindeki beyefendilerin, yeni nesil zıpır şeker bombası parfümlerden kaçış rotalarından birisi olabilir Sartorial. Denemeden almayın cümlesini yazmaya gerek bile duymuyorum.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/6.5

9 Aralık 2014 Salı

Kenzo – Flower (2000)


Kenzo – Flower (2000)

Bir rivayete göre Japonlar, gelincik çiçeği için şöyle söylemişler: "Gelincik insan ömrü gibidir. Dünü vardır, yaşamıştır. Bugünü vardır, yaşıyordur. Ama yarını belli değildir."

2000 yılında Japon moda sektörünün en önemli isimlerinden Kenzo markası, çiçek temalı bir parfüm piyasaya sürmeye karar verdi. Ve parfümün ilhamının gelincikten alınması düşünüldü. İşin ilginç yanı doğada gelincik çiçeğinin herhangi bir kokusunun olmamasıydı. Yani gelincik "kokusuz bir çiçek" olarak biliniyor. Peki bir parfüm kokusu olmayan çiçekten nasıl ilham alabilir? Bu sorunun yanıtı belki de Alberto Morillas'tadır.

Kenzo - Flower'ın hikayesi söylenenlere göre 1999 yılında başlıyor. Gelincik çiçeklerini seven Kenzo, temasını bu çiçekten alan bir parfüm için ünlü burun Alberto Morillas'ın kapısını çalıyor. Kenzo, bay Morillas'tan klasik, sıkıcı ve sıradan bir çiçek parfümü olmamasını istedikleri yeni parfümleri için fikir istiyor. Morillas, üzerinde çalışıp hazırladığı koku örnekleri markaya sunuyor. İçlerinden bugünkü Flower parfümünün koku örneği beğeniliyor ve 2000 yılında, yeni milenyumda, hazırlıklar tamamlanıp, güçlü bir pazarlama kampanyasıyla piyasaya sürülüyor Kenzo - Flower.


Parfümün piyasaya çıkmasıyla birlikte en çok satan kadın parfümleri listesine girmesi zor olmuyor. Endüstriden çeşitli ödüller de kazanan Flower, Kenzo'nun kadın parfümleri anlamında en büyük başarısı olarak görülüyor aradan 14 yıl geçmesine rağmen. Ve halen Kenzo'nun en sevilen kadın parfümü olarak tahtını kimseye kaptırmaya niyeti yok. İşte karşımızda dünyanın en çok satılan çiçek kokularından birisi Kenzo - Flower.

Flower, kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış: "Güçlü ve kırılgan, tekil bir şehirdeki çiçek. Gelincik çiçeği kokusuzdur. Kenzo onun kokusunu icat etti. Taklit edilemez bir imzayla pudralı çiçeksilik. Kenzo - Flower, gerçek bir uluslararası başarıdır."

Flower'ı tenime uyguladığımda ismiyle doğru orantılı olarak çiçeklerle karşılaşıyorum. Tatlımsı pudralı çiçekler diyebilirim. Fakat pudralılık fazla abartılmamış. Çiçeklerden menekşe ve gülü ayırt edebiliyorum. Ayrıca beyaz çiçekler de mevcut. Belki sümbül, yasemin ve diğerleri. Başlangıcı temiz ve hoş ama benim için kadınsı ve fazla tatlı. Orta kısımda pudra oranı azalıyor. Çiçekler biraz daha öne çıkıyor. Orta bölümde vanilya artık kendisini gösteriyor. Hatırı sayılır şekilde portakal çiçeği de alıyorum. Orta notalar vanilyalı beyaz çiçekler ve portakal çiçeği şeklinde denebilir. Tatlılık hala devam ediyor. Orta notaları çok güzel. Alt notalarda vanilyanın etkisi sürüyor. Farklı olarak misk ve odunsu notalar ortada dolaşmaya başlıyor. Tatlılık alt notalarda azalıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.


Flower'da ana eleman pudra olarak öne çıkıyor. Başlangıçtan orta notaların sonlarına kadar baskın pudra kokusu adeta domine ediyor parfümü. Aldehitler kadar rahatsızlık vermeyen pudralı yapı, parfümü ciddi oranda kadınsı tarafa taşıyor. Ayrıca tatlılık da oldukça hissedilir durumda. Yani kimileri için tatlılık seviyesi fazla gelebilir alt notalara kadar.

Flower, pudralı ana yapının kanatları altına sığınmış beyaz çiçekler ve portakal çiçeği ile kadınsı karakterini pekiştiriyor. Orta kısımdaki vanilya, ana yapıyı yumuşatıyor, sakinleştiriyor ve anaçlaştırıyor. İsmindeki çiçeksilik pudranın gerisinde kalsa da kadınların bu parfümü neden bu kadar sevdiklerini şimdi anlıyorum. Buradaki çiçekler ve vanilyanın birleşimi, parfümü bembeyaz temizlik hissi veren bir masumluğa eviriyor. Evet sanırım doğru kelime "masumiyet" Flower için.

Sakin, sağduyulu, fırtınalar koparmayan, koridorlarda iz bırakmayı önemsemeyen, hırslarını törpülemiş, hayatında denge arayan, tevazu sahibi, uysal kadınların parfümü olmalı bence Flower. Ailesi ile birlikte mutlu ve huzurlu bir ömür sürmek isteyen, kendisini çocuğuna adayan, kavgayı değil uzlaşmayı önemseyen, kürk giymeyi sevmeyen, vicdanlı ve hayvan dostu kadınların tenlerinde hayal ediyorum Flower'ı.


Eğer Flower parfümünü bir renge benzetin deseniz kesinlikle beyaza benzetirdim. Yumuşacık kokusu dostluğu, arkadaşlığı, kader ortaklığını, samimiyeti çağrıştırıyor. Hani gece bir arkadaşınızda kaldığınızda sizin için mis gibi kokan yeni bir çarşaf serer yatağa. Uykuya dalarken o kokuyu koklayarak uyuyakalırsınız. Sabah kalktığınızda ise hüzünlü bir kış güneşi odanının içine girer ve sizi sarmalar. İşte Flower'ın bende çağrıştırdığı aynen böyle bir duygu dünyası.

Peki Flower'ı sevdim mi? Yine geldik subjektifliğin acımasız sınırlarına. Flower sadece benim için değil muhtemelen çoğu erkek için fazlasıyla kadınsı nüanslar taşıyacaktır. O gerçek bir kadın parfümü ve benim için de kullanılabilir olma çizgisinden uzak. Kokusu ise yapaylık barındırmasa da pudralı yapısı nedeniyle kendime yakın bulduğumu söyleyemem. Zaman zaman ucuz kadın deodorantlarını zaman zaman da içinde farklı çiçekler olan kocaman bir buketi anımsattı bana. Çok derin, kompleks bir parfüm olmadığı söylenebilir. Genel olarak aynı düzlemde ilerliyor ve sizi şaşırtmıyor.

Flower, kadın gibi kadınlara hediye etmek için, güvenilir sayılabilecek parfümlerden birisi olabilir. Yaş sınırını biraz yüksek tutmak istiyorum çünkü o, genç kız kokusu değil. 30 yaş ve üzerindeki kadınlar şans verebilirler. Benim kullandığım EDP versiyonuydu. Kalıcılığı bir güne yakın oldu ve yeterince iyi bu konuda. Farkedilirliği başlarda biraz yoğun. Sonrasında yumuşak karakterinin de etkisiyle tene yakın duruyor. Sonbahar-kış kullanımı için uygun olacağın düşünüyorum. Sıcak yaz günlerinde kullanmak fazlasıyla ağır gelebilir.

Parfüm kritikçisi Luca Turin'in kitabında Flower, odunsu kavun olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört yıldız verilerek oldukça beğenilmiş. Flower hakkındaki değerlendirmeyi ise Luca Turin değil Tania Sanchez yapmış. Bir başka parfüm yazarı Chandler Burr'de Flower'ı incelemiş. O da Tania hanım gibi beş üzerinden dört puan vermiş.


Flower'ın şişesini ünlü tasarımcı Serge Mansau yaratmış. Şişenin içerisine yerleştirilmiş gelincik çiçeğiyle benzersiz, uyumlu ve minimal bir tasarım diline sahip. Ayrıca şöyle de bir bilgi var Tekin Acar'ın sitesinde şişe ile ilgili: "Ambalajının içerisinde, 16 dilde yazılmış, özel bir mesaj taşımaktadır. Bu mesaj: "saf özel duyarlı bir çiçeğin gücü" cümlesiyle gelinciği anlatmaktadır. Parfümün 100 ml lik boyu, büyük binaları ve gelincik boyunu temsil ediyor. 30 ml, 50 ml, ve 100 ml lik boylarında büyüyen bir gelincik ve kadın, bir arada betimlenmiştir."

Koku Güzelliği:10/6