8 Ekim 2014 Çarşamba

Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)


Penhaligon’s – Hammam Bouquet (1872)

Hikayesi 1860'lı yıllara kadar uzanan bir marka Penhaligon's. İlk olarak 1860'lı yılların sonlarında, berber dükkanı olarak Jermyn Street adresinde açılmıştı. Kurucu William Penhaligon, 1870'li yıllarda işlerini büyütmeyi düşündü. Bunun sonucunda parfümeri alanında ürünlere yöneldi. Kısa zamanda çok popüler olan dükkanı, İngiliz Kraliyet Sarayı'nın resmi tedarikçisi bile oldu. Kraliçe Viktorya zamanında kraliyet için aldıkları çalışma izni, yaklaşık yüz yıl boyunca geçerli sayıldı.

William Penhaligon'un, 1870'lerde Jermyn Street'teki dükkanı, bir Türk hamamı ile komşuydu. Zamanla yanındaki Türk hamamı fazlaca ilgisini çekmeye başladı. Oradan çıkan kükürt kokusu ve buhardan ilham alarak, Hammam Bouquet isimli ilk parfümünü hayata geçirdi.1872 yılında parfümün formülünü hazırladı ve üretime geçti. Böylece Penhaligon berber dükkanı, ilk defa parfümeri işine girmiş oldu.


Hammam Bouquet isimli parfümlerinin tasarım aşamasında Türk (O zamanlar Osmanlıydı) etkisini inkar etmiyorlar. Hatta bunun üzerine inşa etmişler kokusunun hikayesini. Resmi tanıtımında hayvansal ve olgun tarafından, eski kitap kokularından, pudralı reçineden ve antik odalardan bahsedilmiş. Sanırım parfümün bu detayları çağrıştırdığı vurgulanmış. Kendi sitelerinde oryantal sınıfına dahil edilmiş. Kaynaklarda genel olarak erkek parfümü olarak geçiyor. Bence de erkek parfümü olarak düşünülmeli.

Hammam Bouquet'i üzerime sıktığımda karşıma çok eskilerden bir aroma çıkıyor. Tozlu bergamot, nostaljik lavanta ve biraz da hayvansal misk. 142 yıllık parfümden beklenebilecek bir açılışı var. Günümüzün modern, tatlı parfümleriyle ilgisi bile yok. Ferah portakal yada turunçgilleri de unutun. Başlangıcı ve ilk dakikaları oldukça keskin ve güçlü. Fazla uyguladığınız anda rahatsız edebilecek tarzda. Bu tür açılışları sevmesem de saygı duydum üst notalara. İlk yarım saatte lavanta ve tozlu/eski bergamodun etkisi devam ediyor. Kirli/hayvansal denebilecek koku bir süre sonra sakinleşiyor ve geri plana geçiyor. Orta bölümde erkeksi çiçekler hakimiyeti ele alıyor. Yasemin ve karanlık sayılabilecek tozlu gül ilk akla gelen çiçekler. İkisi de gayet erkeksi kullanılmış. Hiç öyle kadın parfümlerindeki gibi feminen çiçekler beklemeyin. Erkeksi çiçeklere gerilerden tatlımsı yumuşak baharatlar destek veriyor. Orta bölüm çok daha giyilebilir ve sevilebilir. Son bölümde ise egzotik amber kendisini gösteriyor. Biraz da misk var. Sandal ağacı da oralarda bir yerde muhtemelen. Kapanışı gayet güzel Hammam Bouquet'in.

Doğru hatırlıyorsam, Jicky ile birlikte şimdiye kadar kullandığım en eski tarihli formüle sahip parfüm Hammam Bouquet. Uzun zamandır ilgimi çeken bu tarihi değere sahip parfümü beğendiğimi söyleyebilirim. Gerçi başlangıcı, burnunuza sağlam bir yumruk atıyor. 1900'lü yılların kirli şiprelerini hatırlatan bergamot, Jicky ve Mouchoir de Monsieur’u andıran antik lavanta, Shalimar veya Musc Ravageur’u düşündüren hayvansallığın birleşimi olan üst notalar, acımasız ve ödünsüz. Size gerçek bir erkek parfümü kullandığınızı ve 1800'lü yılların sonlarında olduğunuzu hatırlatıyor. İlk kroşeden sonra hafif bir sersemleme yaşıyorsunuz haliyle. Bir süre sonra sanki o maço boksör gitmiş, yerine İngiliz asaleti ve emperyalizmi gelmiş. Gayet kibar erkeksi çiçekler, Victorya dönemi İngiliz bahçelerinde dolaşıyormuş efekti veriyor. Baharatlar gayet dengeli ve sakin. Sonlardaki amberin ise parfümün ilhamını aldığı doğu (Osmanlı) kültürüne bir gönderme olduğu düşünülebilir.


Hammam Bouquet, eski/nostaljik duygular yaşatıyor çoğu zaman. Bu da onu kullanması ve sevmesi zor olabilecek kokular sınıfına dahil edilmesine yol açıyor. Birçok yorumcuya göre tam bir gül parfümü olduğu dile getiriliyor. Haklı olabilirler. Belki de sandal ağacı daha büyük rol oynuyor. Baharatlı karanlık gül efektini sandal ağacı veriyor olamaz mı? Hatta tam tersi de olabilir. Bence o, saf bir gül parfümü değil. Baharatlı, aromatik otsu, neredeyse pudralı karanlık-tozlu gül desek daha yerine olabilir. Hissedilir orandaki hayvansallığı da bir yere koymamız gerekir. Bu haliyle eski ve tarihi kokan parfümlere benzediğini söyleyebiliriz.

Hammam Bouquet, dönemin kıta Avrupası geleneklerine göre kurgulanmış, daha ilk saniyelerde üst notalar vesilesiyle köklerinin çok eskilere dayandığını bize hatırlatan, ciddi, mesafeli, muhafazakar, orta bölümden itibaren romantik ve tutkulu, sonlardaysa egzotik ve egzantrik bir parfüm.

Yukarıda da belirttiğim gibi başlangıcını ağrılıklı olarak Mouchoir de Monsieur ve Musc Ravageur’daki o kirliliğe benzettim. Birazcık da Ralph Lauren - Safari'deki artemisya kullanımını aklıma getirdi. Jicky'den sadece on yedi yıl önce ortaya çıkmış olduğunu biliyoruz. Belki de Jacques Guerlain bu iki parfümün tasarımında Hammam Bouquet'ten etkilendi. Kim bilir. Gerçi sonlara doğru her bir parfüm kendi yolunda ilerliyor. Aslında çok benzedikleri söylenemez. Belki pudralı, eski, nostaljik tarafları algımın o yönde işlemesine sebep oluyor.


142 yıldır hala üretimi devam eden bir gelenekle karşı karşıyayız. Hammam Bouquet evet bir parfüm fakat bana yaşattığı duygular bir parfümden çok öte. Kendimi kraliyet dönemi İngilteresinde düşünmemi sağlayan bir koku adeta. Kraliçe Viktorya'nın sarayındaki, sadece soylular ve üst düzey kişilerin davet edildiği bir baloda bulunduğumu hayal ediyorum. İyi eğitimli diplomatlar, yüksek rütbeli subaylar, asilzadelerin züppe çocukları, saray eşrafı ve büyük tüccarlar... Zaman 1880 yılında durmuş. Adet olduğu üzere baloya en son gelen kraliçe bütün konuklarını seviyeli ve resmi şekilde kısaca selamlayarak kendisine ayrılan bölüme geçiyor. Etrafında onlarca yardımcısı ve hükümet görevlileri var. Şimdi giyilip sokakta dolaşılsa komik gelebilecek kıyafetler, o zamanın modasına ne kadar da uygun. Yemekten hemen sonra dansa geçiliyor. Sarayın kocaman dans salonundaki gösterişli avizeler, duvarlardaki ünlü ressamların resimleri, etrafta bekleyen uşaklar... En iyi kalitedeki rom ve viskinin içildiği ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar kahkahaların atıldığı sohbetler bir hayal gibi zihnimde uçuşuyor. İşte Hammam Bouquet'in bende çağrıştırdıkları aşağı yukarı bunlar.

Yapaylık olmayan, kaliteli sayılabilecek Hammam Bouquet'in, formülünün 142 yılda defalarca değiştiğini düşünmek gerekiyor. Orijinal formülünün nasıl koktuğunu büyük ihtimalle markanın yöneticileri bile bilmiyordur. Parfümün şimdiki halini koklayıp, sadece hayal edebiliriz geçmişini. Onda da ne kadar başarılı olabiliriz tartışılır.

Geleyim ten-kıyafet karşılaştırmasına. Ten üzerine uyguladığımda çok daha derin ve ilginç tepkiler verirken, kıyafet üzerinde kullandığımda tek düze ve sıradan oldu. Tende eski karanlık gül, baharatlar ve amberi algılayabiliyordum. Kıyafette ise daha eski kafa hayvansal şipreleri andırdı. Onun içindir ki ten üzerine kullanmanızı öneririm. Kıyafet üzerinde çok tozlu ve kirli kokuyor.

Luca Turin’in kitabında Hammam Bouquet, odunsu çiçekli olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden üç puan verilmiş. Ayrıca kitabının bir yerinde şöyle bahsetmiş: “Geç Viktorya dönemi klasik İngiliz erkek parfümleri, tipik şekilde tatlı, miskli, pudralı çiçeksiydi. Bu tarz parfümlerin şu an üretimde olan belki de en iyi örneği Hammam Bouquet, hala oldukça kullanılabilir yapıda.” Ayrıca lavanta-vanilya baskın Fransa kökenli Guerlain’in Jicky’sinin, İngiliz karşılığı olarak Hammam Bouquet’i göstermiş.


EDT konsantrasyonuna sahip Hammam Bouquet, ilk yarım saat oldukça yoğunken, ilerleyen saatlerde tene yakın kalmayı tercih ediyor. Kalıcılığı gayet iyi. Yaş olarak otuz beş ve üzerindeki arkadaşlara hitap edecektir. Kimi yorumcuların onun kokusunu “yaşlı kadınlara” benzetmesini fazla önemsemiyorum. Sonbahar-kış kullanımına uygun olacağını düşünüyorum.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

4 Ekim 2014 Cumartesi

Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)




Yves Saint Laurent – L’Homme (2006)

Geçmişi çok başarılı parfümlerle dolu bir markadan beklentilerimiz, bilinçaltımızın marifetiyle yüksek olmalı mıdır? Yoksa geçmişi unutup, önümüze mi bakmalıyız? Günümüzün trendlerinin peşinden mi gitmeliyiz, yoksa geçmişe özlem mi duymalıyız? "Nerede o eski parfümler" diyerek hayıflanmalı mıyız, yoksa yeni nesil parfümleri anlamaya çalışıp, keyif mi almalıyız? Sanırım geçmiş ile şimdiki zamanın hatta geleceğin dengesini kurabilmek, insanoğlunun en zorlandığı işlerden birisi.

Yves Saint Laurent'in gösterişli ve zengin tarihi, onların çıkardığı yeni parfümler için bize umut olmaya devam ediyor. "YSL kötü parfüm çıkarmaz" diye düşünmek istiyoruz. Oysaki bu önerme cümlesini test etmek gayet basit. Dünyanın hemen hemen her kozmetik mağazasında satılan 2006 yılı çıkışlı L'Homme, Yves Saint Laurent'in yeni/modern parfüm işinde nerede olduğunu göstermesi bakımından önemli ipuçları veriyor. Neden mi?

Markanın 2000 yılı sonrası yeni nesil parfümlerini temsil eden L'Homme, piyasaya çıktıktan kısa süre sonra dünya çapında en çok satan erkek parfümleri listesine girmekte zorlanmadı. Gerçi güçlü bir reklam kampanyası ile L'Homme'un tanıtımını yaptılar. Televizyon reklamları, dergiler ve afişlerde çoğu zaman L'Homme vardı.

Kısa zaman içinde de reklam kampanyalarının meyvesi alınmaya başlandı. L'Homme, 2014 yılının sonbaharı itibariyle hala kendi sitelerine göre en çok satan erkek parfümü olarak yerini almış durumda Yves Saint Laurent'in. Bugün karşımızda çok satan bir popüler delikanlı var anlaşılacağı üzere.


Uzun zaman önce kullandığım L'Homme'u yeniden gündemime almam, fikirlerimin hangi yönde değiştiğini görmem açısından benim için farklı bir deneyim olacak. İlerleyen zamanlarda bu tür yeniden deneyip, güncelleyeceğim parfümler olacak. L'Homme aslında Malabah ile birlikte bu yöndeki ikinci örnek. Bakalım aradan geçen yıllar, olumlu mu yoksa olumsuz bir etki mi bırakacak bende.

L'Homme’un tanıtımında, ferah ve odunsu notaların kontrasından bahsediliyor. Fragrantica'da odunsu çiçekli misk olarak sınıflandırılmış. Üzerime sıktığımda beni tatlı, kremsi turunçgiller karşılıyor. Hafiften meyveli denebilecek üst notalarda elma da olabilir. Başlangıcı ferah, güzel fakat çok çarpıcı değil. Orta bölüme geçildiğinde tatlı kremsi yapı devam ediyor. Turunçgiller geride kalırken bu sefer ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Aynı başlangıç gibi baharatlarda kremsi ve vanilyalı. Zencefil-kakule ikilisi ön planda denebilir. Son kısımda odunsu notalar öne çıkıyor. Kremsi-pudralı sedir ağacı, vetiver ve tonka fasulyesi kapanışa damga vuruyorlar. Sonlarda bu üç notadan sedir ağacı en baskın olanı. Diğerleri yan rolde gibiler. Kapanış en vasat ve başarısız yeri olmuş ne yazık ki.

L'Homme'un, tatlı, kremsi, neredeyse pudralı-şekerli bir baharat-sedir ağacı-vanilya kokusu olduğunu kabul etmek lazım. Başlangıçtaki turunçgilleri biraz Allure Homme Sport tarzına yakın buldum. Orta kısımdaki yumuşak şekerli vanilyalı baharatları Eros'a yakın buldum. Sonlardaki yapay odunsuları ise Bulgari Man'a yakın buldum.


Şunu söylemek istiyorum ki, L'Homme, günümüzün modern, tatlı, kremsi baharatlı parfümlerinin en tipik örneği denebilir. Hatta bu yöndeki ilk ciddi örnek mi araştırmak gerekir. Yves Saint Laurent, bu arkadaşla birlikte modern piyasa kokusuna imza atmak istemiş. Ve bunu da başarıyla yapmış. Parfümün ticari başarısından ve satışlarından onun çok sevildiğini ve binlerce erkeğin tercihi olduğunu görmek zor değil. Bu açıdan tebrik edilmesi gerekir belki de.

Oysaki parfümlere satılacak şişe olarak bakmayan ve onda başka duyguları/heyecanları arayan koku severleri tatmin edecek bir parfüm olduğunu söylemek zor L'Homme'un. Gerçi onun böyle bir endişesi olduğunu pek sanmıyorum. Tamamen piyasa şartlarına göre kokusu kurgulanmış, çok satılması düşünülmüş, deneyen çoğu kimsenin bir şekilde hoşuna gitmesi sağlanmak istenmiş, karşı cinsinde beğenebileceği bir oyuncu olduğu söylenebilir. Yumuşak, çekingen ve garantici. L'Homme'u kullanıp gece klübüne gittiğinizde ya da ofis kullanımında etraftan güzel tepkiler almanız sürpriz olmaz.

Geleyim hayatın acı gerçeklerine. Evet hayat çoğu zaman trajiktir ve tozpembe değildir. L'Homme hakkındaki gerçekler, çizilen güzel tablo kadar parlak olmayabilir. Çünkü bu arkadaş, oldukça yapay kokan ve kalite anlamında alt seviyede kabul edilebilecek karakterde. Orta kısımdan itibaren başlayan pudralı yapaylık, sonlara doğru artıyor ve bıktırıcı hale geliyor. Yeni nesil bol şekerli piyasa işi parfümlerden pek farkı yok. Taktik neredeyse aynı. Başlangıçta güzel ve herkesi mest edecek turunçgiller olsun. Orta bölüme vanilyalı-şekerli baharatları ekle. Sonlara da şekerli odunsuları monte et. Al sana onlarca örneği olan bir yapı. Spicebomb, Jump, Eros, Blue Jeans ve diğerleri aklıma geliyor hemen. Zaten başlangıcı ve orta bölümün birazı dışında L'Homme'un ilgi çekecek bir yanı yok. Herhangi bir yenilik vaat etmiyor. Sadece popüler parfümler pazarından pay kapmaya çalışan vasat bir apaçi gibi davranıyor.

Yıllar önce kullanıp fena bulmadığım L'Homme, artık kalitesizliği ve sıkıcılığı ile tahammül sınırlarımı zorluyor. Beni ve birçok parfümseveri, bu basit koku formuyla kandırabileceğini düşünen Yves Saint Laurent'in parfüm birimine de teesüflerimi iletiyorum. Umarım bu tarz yollara daha fazla sapmazlar.


İşin komik tarafı, L'Homme'un "bestseller" olmasından dolayı, aynı isimli ondan fazla flanker çıkmış durumda. Yani isminde L'Homme olan sayabildiğim kadarıyla on iki ayrı parfüm piyasaya sürülmüş. Umarım bu L'Homme çılgınlığının sonunu getirirler artık.

Luca Turin'in kitabında odunsu turunçgil olarak sınıflandırılan L'Homme'a beş üzerinden iki yıldız verilmiş. Bu puanlamasında bay Turin'e gönül rahatlığıyla katılıyorum.

L'Homme'u üç önemli burun Anne Flipo, Pierre Wargnye ve Dominique Ropion beraber tasarlamış. 15-25 yaş arası erkeklere tavsiye ederim. Çok sıcak yaz mevsimi dışında her zaman kullanılabilir. Çok erkeksi koktuğunu söylemek zor. Kadınların bile rahatlıkla kullanabileceği yapıya sahip. Kalıcılığı aslında fena değil. Hem ten üzerinde hem de kıyafette on iki saati geçen kalıcılığa sahip fakat fark edilirliği başlangıcı dışında zayıf kalıyor.

Koku Güzelliği:10/5.5

30 Eylül 2014 Salı

L’Artisan Parfumeur – Timbuktu (2004)




L’Artisan Parfumeur – Timbuktu (2004)

Bir Afrika atasözü der ki: “Tuz kuzeyden, altın güneyden, gümüş beyaz adamın ülkesinden gelir; Allah’ın kelamı ve bilgeliğin hazineleri ise sadece Timbuktu’da bulunur.”

Bugün kara kıta olarak nitelenen, neredeyse her ülkesinde içsavaş, terör ve açlık yaşanan, kaderi de üzerinde yaşayanlar gibi kara olan bir kıta Afrika. Oysaki bundan beş yüz sene önce Afrika kıtası, dünya ticaret, bilim ve kültür merkezlerinden birisiydi.

Afrika'nın dünyaya ihraç ettiği en önemli yeraltı kaynağı altındı. Ortaçağlarda dünya altın ticaretinin üçte ikisinin Afrika'dan sağlandığı belirtiliyor. Buradan çıkan altın ve fillerden elde edilen fildişi, kıtanın kısa zamanda zenginleşmesini sağladı. Hatta Avrupa ülkeleri dahil bir çok ulus, gözünü Afrika'nın zenginliklerine dikmişti. İşte Afrika kıtası bir yıldız gibi parıldarken, bir şehir, bütün mistikliğiyle göz kamaştırıyordu. Bu şehir Orta Afrika'da, Sahra çölünün hemen kenarındaki Mali'de bulunan Timbuktu'ydu.

13. yüzyılda değişen ticaret yollarının ardından hızla gelişen ve zenginleşen Timbuktu, 15.yüzyılda ticari bir merkez haline gelmişti. İslam’ın Afrika'ya yayılmasında önemli katkıları olan şehirde, dönemin en önemli medreseleri mezunlar veriyor, bilim alanında çalışmalar yapılıyordu. Timbuktu'nun şöhreti 1500'li yıllarda dünyaya öylesine yayılmıştı ki, 16. yüzyılda dönemin Papa'sı şehri merak edip, bir elçisini bile göndermişti. Avrupalı kaşiflerde ismi ve varlığı efsane halini almış Timbuktu'yu bulmak için yıllarca Afrika kıtasını dolaştılar. Timbuktu adeta bir ütopya halini almıştı beş yüzyıl önce.


İşte Batı kültürü için böylesine bir egzotizmi ve ruhaniliği çağrıştırıyor olmalı tarihi Timbuktu şehri. 2014 yılında Mali'nin ve onun Timbuktu şehrinin durumu pek iç açıcı olmasa da, Fransa merkezli niş parfümevi L'Artisan Parfumeur, ismini bu şehirden alan Timbuktu'yu, 2004 yılında piyasaya sürdü. Ünlü parfümör Bertrand Duchaufour'un ilgi çekici bir eseri olarak duruyor karşımızda. L'Artisan Parfumeur'un "seyahat" serisinin ikinci parfümü olarak geçiyor Timbuktu. Duchaufour'un Timbuktu seyahatinden sonra parfümü tasarladığı söyleniyor. Afrikalı kadınların kullandığı "wusulan" isimli aromatik bir kokulu yağdan ilhamını aldığını belirtmiş Bertrand Duchaufour.

Kendi sitelerinde odunsu ve baharatlı karaktere sahip olduğu vurgulanmış ve Fransız sofistikeliği ile Afrika egzotikliğini bir araya getirdiğinden bahsedilmiş. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir koku beni karşılıyor. Oldukça parlak, canlı ve kadifemsi yapı ilk saniyelerde kendisini gösteriyor. Ağaçsılık mı desem (sedir), Iso E Super mi desem, yeşil mango mu desem, alkol mü desem. Sanki hepsinden bir parça var. Oldukça keskin üst notalar bence yapaylık sınırında dolaşan tuhaf bir yeşil-Iso E Super bileşimi. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. Orta kısımda bu tuhaf kadifemsilik devam ediyor fakat hissedilir oranda geriye çekiliyor. Onun yerini köksü, nemli vetiver dolduruyor. Biraz da baharatlardan söz edilebilir. Kakule ve biber en çok zikredilen. Bence kuru kakule daha önde gibi. Orta bölüm nispeten daha yumuşak ve neredeyse ferah. Son kısımda sürpriz tütsüden geliyor. Çok güzel bir tütsü beni mest ediyor. Tütsüye misk ve vetiver de eşlik ediyor. Kapanışı açık ara en sevdiğim yeri diyebilirim.

L'Artisan'ın sitesinde odunsu ve baharatlı tespiti gayet yerinde. Ek olarak tütsüyü yerleştiriyorum bu iki öğenin yanına. Timbuktu, ciddi oranda odunsu-tütsü merkezinde ilerliyor. Kuru ve tatlı olmayan baharatlar ikinci planda ve her daim ana yapıyı destekliyor. Sabunsuluk da ara ara farkediliyor.


Hafiften ekşi, kadifemsi farklı bir odunsuluk var. "Karo-karounde" isimli bir çiçekten bahsedilmiş tanıtımda. Acaba ondan mı geliyor bu hissiyat anlayamadım. Alışılmışın biraz dışında başlangıcı. Orta kısımda devreye vetiverin girmesiyle daha güvenli limana dönüşüyor. Vetiver gayet dinamik ve gerçekçi. Yine de Timbuktu için safkan vetiver kokusu demek yanlış olabilir.

Timbuktu, sonlardaki tütsü kullanımı ile gizemli, dumansı, ilginç, egzotik ve meditatif hale dönüşüyor. Anladığım kadarıyla parfümün tamamında bu kavramlar vurgulanmaya çalışılmış. Bu bağlamda, koku-konsept arasındaki ilişkide uyum var. Siz yine de çok karanlık bir yapı beklemeyin. Çoğu zaman neredeyse ferah bile denebilecek kadar hafif. Herşey ortada ve parlak. Onun saklayacak bir şeyi yok gibi görünüyor.

Peki Timbuktu'yu beğendim mi? İlk kullandığım günler çok ilginç bulmuştum kokusunu. Artık o kadar da farklı olmadığını düşünüyorum. Başlangıcı hafiften rahatsız edici olmaya ve burnumu tırmalamaya başladı. Orta kısımdaki vetiveri de çok sevdiğimi söyleyemem. Son kısım neyse ki durumu kurtarıyor ama benim için yeterli değil. Bu haliyle bir şişesini almak benim için mümkün görünmüyor.


Tarz olarak Vetiver Extraordinaire, Encre Noire, Avignon veya Kyoto gibi örnekleri andırıyor. Çok kompleks değil. Düz çizgide ilerliyor ve fazla değişim göstermiyor. Özellikle başlangıcı ve orta kısmın bir bölümü yüksek kalite hissiyatı vermiyor. Günlük kullanım için uygun olduğunu sanmıyorum. Daha tematik bir kokusu var. Farklı ambiyanslarda ya da değişik ruh hallerinde kullanmak isabetli olabilir.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Timbuktu, odunsu dumansı olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek en iyi parfümler listesine alınmış.

Uniseks olarak piyasaya sürülse de bence erkek kullanımına daha yakın. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşları hedef almış olabilir. Tatlımsı olmayan kokusu, günümüzün piyasa parfümlerine hiç benzememesine yol açmış. Ha bu arada L'Artisan'ın en çok satan parfümlerinden olduğu vurgulanmış Timbuktu'nun. Kalıcılığı bir EDT'ye göre normal ama farkedilirliği düşük.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

25 Eylül 2014 Perşembe

Penhaligon’s – Malabah (2003)




Penhaligon’s – Malabah (2003)

8 Temmuz 1497’de Lizbon’dan kalkan dört gemi, Avrupa ile Asya arasındaki ilişkileri değiştirecek bir yolculuğa çıkmıştı. Seferin komutanı, Santiago tarikatından tanınmamış bir Portekizli şövalye olan Vasco de Gama’ydı. Diğer iki gemiden birine Gama’nın kardeşi Paulo, ötekine Nicolau Coelho kaptanlık etmekteydi, dördüncü tekne ise ambar gemisiydi. II. Joao’nun 1481’de tahta çıkışına kadar, Portekiz daha çok Afrika çıkışlı altın ve köle ticaretiyle uğraşmıştı. Yeni kral, Afrika kıyılarının haritasını çıkarmak ve Doğu’daki Hristiyan topluluklarla irtibat kurmak gibi yeni hedefler belirlemişti.

Vasco de Gama sadece 150 denizci ile yola çıktı ama bunlar arasında dönemin en tecrübeli kılavuzlarından bazıları, ayrıca Arapça ve Kongo’nun Afrika dilini konuşabilen adamlar vardı. Yumuşak esen mevsimlik musonun yardımıyla, Hindistan’a yolculuk 23 günde tamamlandı. Gama 20 Mayıs’ta Malabar Kıyısı’nın en önemli kırmızı biber ticaret merkezi Kalikut açıklarında demir attı.

Vasco de Gama’nın yolculuğunun sonucu olarak, dünyanın yarısının şekli öğrenildi ve Avrupa ile Asya arasında bir deniz güzergahının işlerliği inandırıcı bir biçimde ortaya kondu. Bir deniz güzergahı amansız bir gelişmeyle Avrupa’nın Asya’ya üstünlük kurmasına ve küresel bir ekonominin doğmasına yol açacaktı. Deniz yoluyla Afrika’nın çevresinden dolaşarak Hindistan’a varmayı sağlayan ilk Avrupa seyahati, gemicilerin, harita yapımcılarının ve tersane ustalarının yarım yüzyıl içinde edindiği beceriler sayesinde ciddi bir aksilikle karşılaşmaksızın yapılmıştı. Vasco de Gama ayrıca hedefine varması için yol gösteren Hint Okyanusu kılavuzlarının bilgilerinden de büyük ölçüde yararlandı. (denizlerde.com)

Her ne kadar bu yolculuğun dönüş kısmında 55 denizci can vermiş olsa da Vasco de Gama'nın beş yüz sene önceki seferi, bir parfümün ilham kaynağı olmasına sebebiyet verdi. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's'un 2003 çıkışlı Malabah'ı, ismini güney Hindistan'daki bir sahil şehri olan Malabar'dan almış. Markanın kendi sitesinde de Malabah'ın "Doğu Hindistan baharat rotasından" ilhamını aldığı belirtilmiş. Karşımızda köklerini "doğudan" alan bir parfüm var.


Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Malabah'ın başlangıcı turunçgiller ile gerçekleşiyor. Daha doğrusu turunçgil hissi veren artemisya algılıyorum. Genellikle eski tarz şiprelerde karşımıza çıkan artemisya, burada köhnelik etkisi vermiyor. İlerleyen saniyelerde artemisyaya limon ve çay ekleniyor. Çoğu kişinin bu parfümü limonlu çaya benzetmesi hiç de garipsenecek gibi değil. Başlangıcı gayet ferah. Orta kısımda limonlu çaya, tatlımsı baharatlar ekleniyor. Buradaki baharatlarla çayın dumansılığı başarıyla uyum sağlamış. Son kısımda sandal ağacı etkili. Biraz da egzotik olmayan tatlımsı amber var gibi. Tabii hatırı sayılır oranda sulandırılmış hissi veren miski unutmamak lazım.

Malabah, başlangıcıyla çok ferah ve rahatlatıcı olmayı başarıyor. Üst notalardaki limon-çay ikilisi hem doğal hem de biraz tatlıca. Belki de başlangıcı için limonatalı çay bile diyebiliriz. Orta bölümdeki baharatlar çok keskin değil. Oldukça tatlı baharatlara biraz da kadınsı sayılabilecek çiçekler eşlik ediyor. Azıcık gül bile olabilir. Bu bölüm günümüzün çoğu parfümünde karşımıza çıkabilecek tatlımsı baharatları çağrıştırıyor. Baharat olarak zencefil en öne çıkanı. Kakule ve küçük hindistan cevizi de baharat bölümünde sayılabilir. Sonlarda koku oldukça zayıflıyor. Misk, ilgi çekici kullanılmamış. Amber gayet güzel. Son bölüm biraz beklentilerin altında kalıyor ne yazık ki.

Parfümün genel olarak tatlı, temiz, pozitif, lezzetli, yumuşacık modern baharatlar ve dumansı ferah limonlu çay ekseninde ilerlediğini düşünüyorum. Çay teması kimi parfümlerde can sıkıcı hale gelebiliyorken, burada gayet ferah ve akıllıca kullanılmış ve aromatik hale getirilmiş. Çayın o sert ve keskin sayılabilecek rayihası, bir nebze olsa dizginlenebilmiş. Bu anlamda buradaki çay kullanımını sevdim. Baharatlar ise gayet modern ve sevilesi. Tatlılığın zaman zaman fazlalaştığı söylenebilir.


Malabah, modern bir çay-baharat denemesi gibi görünüyor. Başlangıcındaki ferahlık, orta notalarda yerini tatlımsı dumansı baharatlara bırakıyor. Onun içindir ki çok ferah yapısı olduğunu söylemek mümkün olmayabilir. Gerçi farkedilirliği o kadar düşük ki, ne kadar sıkarsanız sıkın rahatsız edici olmayacaktır. Kullanım sürecinde bol bol kullanmama rağmen her zaman tene yakın çekingenlikte kalmayı sürdürdü.

Malabah, kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Kabul etmem gerekir ki ara ara kadınsı yönünü gösteriyor. Muhtemelen çiçeklerden gelen bu kadınsılık, fazlasıyla abartılı değil neyse ki. Bence erkeklerde alır kullanır. O kadar da sorun olacağını sanmıyorum.

Malabah bana Güney Afrika Cumhuriyeti'ni hatırlatıyor. Bundan yüzyıl önce İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika'da yerli halkın ikinci sınıf insan sayılıp, İngiliz efendilerine uşaklık yaptıkları dönemlerdeyiz. Kolonyal mimariye uygun olarak inşa edilmiş kocaman çiftlik evinde, yemyeşil çimenlerden oluşan bahçede, çok şık bir masadayız. İki İngiliz aile bir taraftan kendileri için o sıcakta ölesiye çalışan işçileri izlerken diğer taraftan çay içiyorlar ve sohbet ediyorlar. Temmuz ayının başları. O seneki hasadı ve gelirlerini tartışan erkeklerin, arkadaşlarının kıyafetlerini çekiştiren hanımlarını duydukları bile yok. Etraftan harika çiçeklerin kokusu geliyor. Tertemiz bir hava. Limonlu çayın nefis kokusu... 

Malabah'ı yıllar önce denemiş ve çok beğenmiştim. Bu seferki uzun süreli kullanımda bazı şeylerin değişmiş olabileceğini düşünüyorum. Yapaylık çok bariz hissedilmese de notaları ayakları yere basmıyor gibi. Çok yüksek kaliteli bir kompozisyon ve çalışma izlenimi vermiyor. Belki de reformülasyon sonucu değişimler söz konusudur. Eskiden denediğimde çok sevdiğim Malabah'ı, bu sefer aynı heyecanla karşılayamadım. Ya da ben değiştim artık.


Şikayet edilen en önemli konu kalıcılığının ve farkedilirliğinin düşük olması. Farkedilirliği bende de düşük oldu. Sanırım bu konuda yapılacak bir şey yok. Belki özellikle böyle yapılmıştır. İngiliz nezaketinin ve aristokratlığının bir yansıması olabilir saldırgan olmayan koku formu. Kalıcılık kısmına ise katılmıyorum. Özellikle kıyafet üzerinde bir güne yakın kalıcılığını koruyor. Fakat ten üzerinde çok daha kolay kayboluyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Otuz yaş ve altındaki arkadaşlara önerebilirim. Çok soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. Bence ilkbahar aylarında çok daha güzel tepkiler verecektir Malabah.

Koku Güzelliği:10/7