30 Eylül 2014 Salı

L’Artisan Parfumeur – Timbuktu (2004)




L’Artisan Parfumeur – Timbuktu (2004)

Bir Afrika atasözü der ki: “Tuz kuzeyden, altın güneyden, gümüş beyaz adamın ülkesinden gelir; Allah’ın kelamı ve bilgeliğin hazineleri ise sadece Timbuktu’da bulunur.”

Bugün kara kıta olarak nitelenen, neredeyse her ülkesinde içsavaş, terör ve açlık yaşanan, kaderi de üzerinde yaşayanlar gibi kara olan bir kıta Afrika. Oysaki bundan beş yüz sene önce Afrika kıtası, dünya ticaret, bilim ve kültür merkezlerinden birisiydi.

Afrika'nın dünyaya ihraç ettiği en önemli yeraltı kaynağı altındı. Ortaçağlarda dünya altın ticaretinin üçte ikisinin Afrika'dan sağlandığı belirtiliyor. Buradan çıkan altın ve fillerden elde edilen fildişi, kıtanın kısa zamanda zenginleşmesini sağladı. Hatta Avrupa ülkeleri dahil bir çok ulus, gözünü Afrika'nın zenginliklerine dikmişti. İşte Afrika kıtası bir yıldız gibi parıldarken, bir şehir, bütün mistikliğiyle göz kamaştırıyordu. Bu şehir Orta Afrika'da, Sahra çölünün hemen kenarındaki Mali'de bulunan Timbuktu'ydu.

13. yüzyılda değişen ticaret yollarının ardından hızla gelişen ve zenginleşen Timbuktu, 15.yüzyılda ticari bir merkez haline gelmişti. İslam’ın Afrika'ya yayılmasında önemli katkıları olan şehirde, dönemin en önemli medreseleri mezunlar veriyor, bilim alanında çalışmalar yapılıyordu. Timbuktu'nun şöhreti 1500'li yıllarda dünyaya öylesine yayılmıştı ki, 16. yüzyılda dönemin Papa'sı şehri merak edip, bir elçisini bile göndermişti. Avrupalı kaşiflerde ismi ve varlığı efsane halini almış Timbuktu'yu bulmak için yıllarca Afrika kıtasını dolaştılar. Timbuktu adeta bir ütopya halini almıştı beş yüzyıl önce.


İşte Batı kültürü için böylesine bir egzotizmi ve ruhaniliği çağrıştırıyor olmalı tarihi Timbuktu şehri. 2014 yılında Mali'nin ve onun Timbuktu şehrinin durumu pek iç açıcı olmasa da, Fransa merkezli niş parfümevi L'Artisan Parfumeur, ismini bu şehirden alan Timbuktu'yu, 2004 yılında piyasaya sürdü. Ünlü parfümör Bertrand Duchaufour'un ilgi çekici bir eseri olarak duruyor karşımızda. L'Artisan Parfumeur'un "seyahat" serisinin ikinci parfümü olarak geçiyor Timbuktu. Duchaufour'un Timbuktu seyahatinden sonra parfümü tasarladığı söyleniyor. Afrikalı kadınların kullandığı "wusulan" isimli aromatik bir kokulu yağdan ilhamını aldığını belirtmiş Bertrand Duchaufour.

Kendi sitelerinde odunsu ve baharatlı karaktere sahip olduğu vurgulanmış ve Fransız sofistikeliği ile Afrika egzotikliğini bir araya getirdiğinden bahsedilmiş. Parfümü üzerime sıktığımda keskin bir koku beni karşılıyor. Oldukça parlak, canlı ve kadifemsi yapı ilk saniyelerde kendisini gösteriyor. Ağaçsılık mı desem (sedir), Iso E Super mi desem, yeşil mango mu desem, alkol mü desem. Sanki hepsinden bir parça var. Oldukça keskin üst notalar bence yapaylık sınırında dolaşan tuhaf bir yeşil-Iso E Super bileşimi. Başlangıcını sevdiğimi söyleyemem. Orta kısımda bu tuhaf kadifemsilik devam ediyor fakat hissedilir oranda geriye çekiliyor. Onun yerini köksü, nemli vetiver dolduruyor. Biraz da baharatlardan söz edilebilir. Kakule ve biber en çok zikredilen. Bence kuru kakule daha önde gibi. Orta bölüm nispeten daha yumuşak ve neredeyse ferah. Son kısımda sürpriz tütsüden geliyor. Çok güzel bir tütsü beni mest ediyor. Tütsüye misk ve vetiver de eşlik ediyor. Kapanışı açık ara en sevdiğim yeri diyebilirim.

L'Artisan'ın sitesinde odunsu ve baharatlı tespiti gayet yerinde. Ek olarak tütsüyü yerleştiriyorum bu iki öğenin yanına. Timbuktu, ciddi oranda odunsu-tütsü merkezinde ilerliyor. Kuru ve tatlı olmayan baharatlar ikinci planda ve her daim ana yapıyı destekliyor. Sabunsuluk da ara ara farkediliyor.


Hafiften ekşi, kadifemsi farklı bir odunsuluk var. "Karo-karounde" isimli bir çiçekten bahsedilmiş tanıtımda. Acaba ondan mı geliyor bu hissiyat anlayamadım. Alışılmışın biraz dışında başlangıcı. Orta kısımda devreye vetiverin girmesiyle daha güvenli limana dönüşüyor. Vetiver gayet dinamik ve gerçekçi. Yine de Timbuktu için safkan vetiver kokusu demek yanlış olabilir.

Timbuktu, sonlardaki tütsü kullanımı ile gizemli, dumansı, ilginç, egzotik ve meditatif hale dönüşüyor. Anladığım kadarıyla parfümün tamamında bu kavramlar vurgulanmaya çalışılmış. Bu bağlamda, koku-konsept arasındaki ilişkide uyum var. Siz yine de çok karanlık bir yapı beklemeyin. Çoğu zaman neredeyse ferah bile denebilecek kadar hafif. Herşey ortada ve parlak. Onun saklayacak bir şeyi yok gibi görünüyor.

Peki Timbuktu'yu beğendim mi? İlk kullandığım günler çok ilginç bulmuştum kokusunu. Artık o kadar da farklı olmadığını düşünüyorum. Başlangıcı hafiften rahatsız edici olmaya ve burnumu tırmalamaya başladı. Orta kısımdaki vetiveri de çok sevdiğimi söyleyemem. Son kısım neyse ki durumu kurtarıyor ama benim için yeterli değil. Bu haliyle bir şişesini almak benim için mümkün görünmüyor.


Tarz olarak Vetiver Extraordinaire, Encre Noire, Avignon veya Kyoto gibi örnekleri andırıyor. Çok kompleks değil. Düz çizgide ilerliyor ve fazla değişim göstermiyor. Özellikle başlangıcı ve orta kısmın bir bölümü yüksek kalite hissiyatı vermiyor. Günlük kullanım için uygun olduğunu sanmıyorum. Daha tematik bir kokusu var. Farklı ambiyanslarda ya da değişik ruh hallerinde kullanmak isabetli olabilir.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Timbuktu, odunsu dumansı olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden beş verilerek en iyi parfümler listesine alınmış.

Uniseks olarak piyasaya sürülse de bence erkek kullanımına daha yakın. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşları hedef almış olabilir. Tatlımsı olmayan kokusu, günümüzün piyasa parfümlerine hiç benzememesine yol açmış. Ha bu arada L'Artisan'ın en çok satan parfümlerinden olduğu vurgulanmış Timbuktu'nun. Kalıcılığı bir EDT'ye göre normal ama farkedilirliği düşük.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7

25 Eylül 2014 Perşembe

Penhaligon’s – Malabah (2003)




Penhaligon’s – Malabah (2003)

8 Temmuz 1497’de Lizbon’dan kalkan dört gemi, Avrupa ile Asya arasındaki ilişkileri değiştirecek bir yolculuğa çıkmıştı. Seferin komutanı, Santiago tarikatından tanınmamış bir Portekizli şövalye olan Vasco de Gama’ydı. Diğer iki gemiden birine Gama’nın kardeşi Paulo, ötekine Nicolau Coelho kaptanlık etmekteydi, dördüncü tekne ise ambar gemisiydi. II. Joao’nun 1481’de tahta çıkışına kadar, Portekiz daha çok Afrika çıkışlı altın ve köle ticaretiyle uğraşmıştı. Yeni kral, Afrika kıyılarının haritasını çıkarmak ve Doğu’daki Hristiyan topluluklarla irtibat kurmak gibi yeni hedefler belirlemişti.

Vasco de Gama sadece 150 denizci ile yola çıktı ama bunlar arasında dönemin en tecrübeli kılavuzlarından bazıları, ayrıca Arapça ve Kongo’nun Afrika dilini konuşabilen adamlar vardı. Yumuşak esen mevsimlik musonun yardımıyla, Hindistan’a yolculuk 23 günde tamamlandı. Gama 20 Mayıs’ta Malabar Kıyısı’nın en önemli kırmızı biber ticaret merkezi Kalikut açıklarında demir attı.

Vasco de Gama’nın yolculuğunun sonucu olarak, dünyanın yarısının şekli öğrenildi ve Avrupa ile Asya arasında bir deniz güzergahının işlerliği inandırıcı bir biçimde ortaya kondu. Bir deniz güzergahı amansız bir gelişmeyle Avrupa’nın Asya’ya üstünlük kurmasına ve küresel bir ekonominin doğmasına yol açacaktı. Deniz yoluyla Afrika’nın çevresinden dolaşarak Hindistan’a varmayı sağlayan ilk Avrupa seyahati, gemicilerin, harita yapımcılarının ve tersane ustalarının yarım yüzyıl içinde edindiği beceriler sayesinde ciddi bir aksilikle karşılaşmaksızın yapılmıştı. Vasco de Gama ayrıca hedefine varması için yol gösteren Hint Okyanusu kılavuzlarının bilgilerinden de büyük ölçüde yararlandı. (denizlerde.com)

Her ne kadar bu yolculuğun dönüş kısmında 55 denizci can vermiş olsa da Vasco de Gama'nın beş yüz sene önceki seferi, bir parfümün ilham kaynağı olmasına sebebiyet verdi. İngiltere'nin tarihi niş parfümevi Penhaligon's'un 2003 çıkışlı Malabah'ı, ismini güney Hindistan'daki bir sahil şehri olan Malabar'dan almış. Markanın kendi sitesinde de Malabah'ın "Doğu Hindistan baharat rotasından" ilhamını aldığı belirtilmiş. Karşımızda köklerini "doğudan" alan bir parfüm var.


Fragrantica'da baharatlı oryantal olarak sınıflandırılan Malabah'ın başlangıcı turunçgiller ile gerçekleşiyor. Daha doğrusu turunçgil hissi veren artemisya algılıyorum. Genellikle eski tarz şiprelerde karşımıza çıkan artemisya, burada köhnelik etkisi vermiyor. İlerleyen saniyelerde artemisyaya limon ve çay ekleniyor. Çoğu kişinin bu parfümü limonlu çaya benzetmesi hiç de garipsenecek gibi değil. Başlangıcı gayet ferah. Orta kısımda limonlu çaya, tatlımsı baharatlar ekleniyor. Buradaki baharatlarla çayın dumansılığı başarıyla uyum sağlamış. Son kısımda sandal ağacı etkili. Biraz da egzotik olmayan tatlımsı amber var gibi. Tabii hatırı sayılır oranda sulandırılmış hissi veren miski unutmamak lazım.

Malabah, başlangıcıyla çok ferah ve rahatlatıcı olmayı başarıyor. Üst notalardaki limon-çay ikilisi hem doğal hem de biraz tatlıca. Belki de başlangıcı için limonatalı çay bile diyebiliriz. Orta bölümdeki baharatlar çok keskin değil. Oldukça tatlı baharatlara biraz da kadınsı sayılabilecek çiçekler eşlik ediyor. Azıcık gül bile olabilir. Bu bölüm günümüzün çoğu parfümünde karşımıza çıkabilecek tatlımsı baharatları çağrıştırıyor. Baharat olarak zencefil en öne çıkanı. Kakule ve küçük hindistan cevizi de baharat bölümünde sayılabilir. Sonlarda koku oldukça zayıflıyor. Misk, ilgi çekici kullanılmamış. Amber gayet güzel. Son bölüm biraz beklentilerin altında kalıyor ne yazık ki.

Parfümün genel olarak tatlı, temiz, pozitif, lezzetli, yumuşacık modern baharatlar ve dumansı ferah limonlu çay ekseninde ilerlediğini düşünüyorum. Çay teması kimi parfümlerde can sıkıcı hale gelebiliyorken, burada gayet ferah ve akıllıca kullanılmış ve aromatik hale getirilmiş. Çayın o sert ve keskin sayılabilecek rayihası, bir nebze olsa dizginlenebilmiş. Bu anlamda buradaki çay kullanımını sevdim. Baharatlar ise gayet modern ve sevilesi. Tatlılığın zaman zaman fazlalaştığı söylenebilir.


Malabah, modern bir çay-baharat denemesi gibi görünüyor. Başlangıcındaki ferahlık, orta notalarda yerini tatlımsı dumansı baharatlara bırakıyor. Onun içindir ki çok ferah yapısı olduğunu söylemek mümkün olmayabilir. Gerçi farkedilirliği o kadar düşük ki, ne kadar sıkarsanız sıkın rahatsız edici olmayacaktır. Kullanım sürecinde bol bol kullanmama rağmen her zaman tene yakın çekingenlikte kalmayı sürdürdü.

Malabah, kaynaklarda kadın parfümü olarak geçiyor. Kabul etmem gerekir ki ara ara kadınsı yönünü gösteriyor. Muhtemelen çiçeklerden gelen bu kadınsılık, fazlasıyla abartılı değil neyse ki. Bence erkeklerde alır kullanır. O kadar da sorun olacağını sanmıyorum.

Malabah bana Güney Afrika Cumhuriyeti'ni hatırlatıyor. Bundan yüzyıl önce İngiliz sömürgesi olan Güney Afrika'da yerli halkın ikinci sınıf insan sayılıp, İngiliz efendilerine uşaklık yaptıkları dönemlerdeyiz. Kolonyal mimariye uygun olarak inşa edilmiş kocaman çiftlik evinde, yemyeşil çimenlerden oluşan bahçede, çok şık bir masadayız. İki İngiliz aile bir taraftan kendileri için o sıcakta ölesiye çalışan işçileri izlerken diğer taraftan çay içiyorlar ve sohbet ediyorlar. Temmuz ayının başları. O seneki hasadı ve gelirlerini tartışan erkeklerin, arkadaşlarının kıyafetlerini çekiştiren hanımlarını duydukları bile yok. Etraftan harika çiçeklerin kokusu geliyor. Tertemiz bir hava. Limonlu çayın nefis kokusu... 

Malabah'ı yıllar önce denemiş ve çok beğenmiştim. Bu seferki uzun süreli kullanımda bazı şeylerin değişmiş olabileceğini düşünüyorum. Yapaylık çok bariz hissedilmese de notaları ayakları yere basmıyor gibi. Çok yüksek kaliteli bir kompozisyon ve çalışma izlenimi vermiyor. Belki de reformülasyon sonucu değişimler söz konusudur. Eskiden denediğimde çok sevdiğim Malabah'ı, bu sefer aynı heyecanla karşılayamadım. Ya da ben değiştim artık.


Şikayet edilen en önemli konu kalıcılığının ve farkedilirliğinin düşük olması. Farkedilirliği bende de düşük oldu. Sanırım bu konuda yapılacak bir şey yok. Belki özellikle böyle yapılmıştır. İngiliz nezaketinin ve aristokratlığının bir yansıması olabilir saldırgan olmayan koku formu. Kalıcılık kısmına ise katılmıyorum. Özellikle kıyafet üzerinde bir güne yakın kalıcılığını koruyor. Fakat ten üzerinde çok daha kolay kayboluyor.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Otuz yaş ve altındaki arkadaşlara önerebilirim. Çok soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. Bence ilkbahar aylarında çok daha güzel tepkiler verecektir Malabah.

Koku Güzelliği:10/7

22 Eylül 2014 Pazartesi

Frederic Malle – Vetiver Extraordinaire (2002)




Frederic Malle – Vetiver Extraordinaire (2002)

"Diğer parfümörlerin hepsinden apayrı bir yerde tuttuğum, jenerasyonunun en iyisi olduğunu düşündüğüm bir parfümör var: Dominique (Ropion). Birlikte altı parfüm yaptık. Bana kalırsa dünya üzerindeki en iyi parfümör, en azından yaşayanlar arasında… Dominique’in sınırları yoktur, sınırlara inanan birisi değil. İkimiz de parfümeriye çılgın bir tutkuyla bağlıyız ve başkalarının hiç girmediği yollara sapmak gibi bir alışkanlığımız var. Denemekten, keşfetmekten büyük keyif alıyoruz. Ve sırf bu yüzden işleri batırdığımız da oluyor. Üzerinde bir yıldan fazla çalıştığımız bir parfüm vardı, bir gün onu arayıp “Dominique biz ne yapıyoruz, bu işin içine ettik.” dedim. O sırada belki de onbirinci varyasyonu kokluyorduk, oysa ikinci de durmalıydık. Telefonun öbür ucundan kahkaha attığını duydum, “Haklısın, ne bok yiyoruz biz?” dedi. Ve sonra telefonu kapattık."

Parfüm editörü Frederic Malle'in, markası için parfüm tasarlayan ünlü burun Dominique Ropion ile aralarında geçen bu ilginç anekdotu, Ayşecan İpek'in nefis söyleşisinden öğreniyoruz. Bir parfümün, yaratım aşamasının başlangıcını göstermesi bakımından gayet öğretici olduğu söylenebilir. Hep merak edilen konulardan olan parfümör ile işvereni arasındaki ilişki biçimi her zaman böyle olmuyorsa da muhtemelen benzerdir. Tabii Malle parfümevinin niş karakteri, işleri daha özenli ve farklı bir noktaya taşıyor olabilir.

Frederic Malle'in yaşayan en iyi parfümör ilan ettiği Dominique Ropion, 2002 yılında markanın vetiver (kabe samanı) temalı parfümüne imza atmış durumda. Vetiver Extraordinaire (Sıradışı Vetiver) isimli bu parfümün oluşumu aşamasında, bay Malle'in fikren katkıları olduğunu düşünmek saflık olmaz. Muhtemelen aklında odunsu bir vetiver parfümü tasarlatmak vardı ve bu iş için uygun kişinin Ropion olduğunu düşündü. Ropion'un üzerinde çalıştığı vetiver ile aklındaki odunsu notaların kombine edilmesi sonucu Vetiver Extraordinaire'in oluşturulduğuna dair bilgi kırıntıları var. Tabii en doğrusunu bay Malle ve Ropion bilir.


Vetiver Extraordinaire, özellikle kabe samanı kokusu severlerin sürekli gündeminde olan parfümlerden birisi. Üzerinden on iki koca yıl geçmesine rağmen hala ilgi çekmeyi sürdürüyor. Oysaki ne kadar fazla kendi gibi niş rakibi var. Onlarca marka vetiver temalı parfüm piyasaya sürerken, herbirisinden farklı olmak, aralarından sıyrılmak gibi zor bir görevi var Vetiver Extraordinaire'in. Zaman onun aleyhine işliyor. On iki yıl önceki formülü, yeni ve zımba gibi rakiplerinin gerisinde kalma tehlikesiyle karşı karşıya olabilir.

Kendi sitelerinde az görülür şekilde yüzde yirmi beş oranında vetiver kullanıldığı söylenen parfümün başlangıcı keskin ve garip gerçekleşiyor. Topraksı köksü vetiver ve kuru baharatlar daha ilk saniyelerde sizi karşılıyor. Kuru sayılabilecek vetiver ve baharatlar (biber) zaman zaman hastane-eczane kokusunu andırıyor. Başlangıcını biraz tematik ve zor buldum. Orta bölümde koku formu daha yumuşuyor ve ferahlıyor. Başlangıçtaki keskinlik azalıyor. Daha ıslak ve nemli bir vetiver bu sefer kendisini gösteriyor. Bu andan itibaren dumansı sayılabilecek tütsü de hissediliyor. Tütsü bir parça karanlık yapıya bürünmesini sağlıyor kokunun. Orta bölüm açık ara en sevdiğim yeri oldu. Sonlarda tütsünün yerini odunsu notalar alıyor. Sedir ağacının etkinliği büyük. Hafiften Iso E Super de algılıyorum. Ölçülü bir misk, son bölümde yerini alıyor. Kapanışta odunsuluk başrolde denebilir.

Vetiver Extraordinaire, odunsu-reçineli-tütsülü- vetiver parfümü olarak kayıtlara geçebilir. Ana strüktür bu üç elementin elinde. Vetiver zaten parfüme ismini veriyor ve başlangıçtan itibaren konuya dahil. Tütsü orta kısmın büyük bölümünü domine ediyor ve iyiki de öyle yapıyor. Odunsuluk ise son kısımlarda etkin.


Aromatik-yeşil-temiz yapıya sahip olduğu söylenebilir. Zaman zaman da karanlık, dumansı ve grotesk tarafını ele veriyor. Çoğu zaman efendi-uslu ferah, köksü, reçineli gibi davranıyor. Yeni kesilmiş ağaç veya talaşı da andırıyor. Başlangıçtaki köşeli yapı fazla uzun sürmüyor. Genel olarak stabil kalıyor. Çok katmanlı bir parfüm olduğu izlenimi vermiyor. İsmindeki sıradışılık on iki yıl önce doğru olabilirmiş fakat 2014 yılında bu parfümü kokladığımda başlangıcı dışında çok da fantastik öğelerle karşılaşmıyorum.

Yapaylığa rastlanmayan kokusundaki notaların müthiş kaliteli ve benzersiz olduğunu söylemek zor. Şunu da ilave edeyim uyduruk piyasa işi bir ana akım parfüm kalitesi yok karşımızda. Fakat aklımı başından alacak kadar da sıradışı bulmadım onu.

Yorumcular onu Guerlain - Vetiver, Chanel - Sycomore ve Encre Noire'e benzetmişler. Galiba üçüne de benziyor. Encre Noire'in karanlık tarafını andırıyor, Sycomore'un parlak, ferah, ıslak yanını çağrıştırıyor, Guerlain - Vetiver'in aromatik yeşil tarzına gönderme yapıyor. Fazlaca tatlılık barındırmayan, günümüzün popüler parfümlerine tarz olarak benzemeyen, erkeksi odunsu notalardan haz alan arkadaşları hedefleyen, ortalama üzeri başarıdaki Vetiver Extraordinaire, ismindeki ve arkasındaki marka-parfümör gücünü kokusuna tam olarak yansıtabilmiş mi emin değilim. Sanırım Sycomore varken, elim Vetiver Extraordinaire'i kullanmaya uzanmayacak.


Yine çok övülen bir Malle edisyonu yine içimde bir boşluk ve burukluk duygusu... Hayır o kötü bir parfüm değil. Aman bir şişesini almayın da demeyeceğim. Fakat açıklayamadığım bir eksiklik karşıma çıkıyor Malle'nin parfümlerinde. "İşte budur" diyebileceğim hiç bir işlerini hatırlamıyorum. Ya benim anlayamadığım alt-anlamlar üzerinden konuşuyor Bay Malle, ya da Fransız züppeliğini iyi pazarlıyor. Çok yüksek fiyatını hak ediyor mu ona bile karar veremiyorum.

Evet Encre Noire ve Sycomore güzel parfümler ve yanlarında Vetiver Extraordinaire her zaman için duracak. Eğer vetiver baskın parfümleri seviyorsanız ağır-sıklet bir boksör ile tanışmış durumdasınız. Ama onun hiç bir zaman şampiyon olamayacağını düşünüyorum. O, ne Muhammed Ali ne Mike Tyson ne de Evander Holyfield.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı fena değil ama harikalar da yaratmıyor. Farkedilirliği başlarda iyi. Çabucak uysallaşıyor ve tene yakın durmayı tercih ediyor. Erkeksi tarafının ağır bastığını düşünüyorum. Bir kadının üzerinde çok ilgi çekici durmayacağı söylenebilir. Otuz yaş ve üzerindeki arkadaşlarıma tavsiye ederim. Dört mevsimde, dozajını ayarlamak kaydıyla rahatlıkla kullanılabilir.

Luca Turin'in kitabında köşeli vetiver olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört puan almış.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Koku Güzelliği:10/7.5

18 Eylül 2014 Perşembe

Joop – Jump (2005)




Joop – Jump (2005)

Almanların otomotiv sektöründe ve kimya sanayisinde dünyanın en iyileri olduğunu biliyoruz. Fakat moda konusunda bir türlü ezeli rakiplerini yakalayacak gibi görünmüyorlar. Almanlar, düzen, disiplin ve çalışmanın sonucu geldikleri bugünkü konumlarından memnun olmalılar. Varsın giydikleri kıyafetlerini de İtalyanlar ve Fransızlar tasarlasın. Ne olacak ki.

Alman Wolfgang Joop’un, dünya çapında saygın hale getirebilmeyi başardığı moda markası, parfüm konusunda epey iddialı. Kırka yakın parfümleri ile pazardan pay kapma yarışının birebir içindeler. Hele ki Joop Homme gibi kült bir parfüm çıkarmış olmanın özgüveni ile hareket ettikleri düşünülebilir. Ancak Joop Homme gibi ikinci bir efsane yaratmaları zor görünüyor.

Her ne kadar on yaşına merdiven dayadıysa da Jump, markanın Go ile birlikte yeni neslini temsil ediyor. Üretimi bitirilmiş eski klasiklerinden hala övgüyle söz edilse de parfüm sektörünün yeni trendlerine uyum sağlamak zorundalar. İşte Jump’ı da bu anlamda değerlendirmek gerekir.

Garip bir şekilde Joop’un kendi sitelerinde parfümlerine yer verilmemiş olması, onlara üvey evlat muamelesi yaptıklarının kanıtı olabilir. Zaten Joop markasının parfümlerini Coty tasarlıyor. Yani Joop parfümleri birer Coty ürünü. İşte yine bir Coty-Joop işbirliğine daha götüreyim sizi bugün.


Fragrantica’da aromatik fujer olarak sınıflandırılan Jump’ın başlangıcı tanıdık geliyor. Turunçgiller, aromatik otlar ve biraz lavanta. Tatlımsı turunçgillere ciddi oranda kremsilik eşlik ediyor. Biraz piyasa işi denebilecek üst notalar Allure Homme Sport’u anımsatıyor. Fakat onun daha vasat hali gibi. Başlangıcı çok ilginç değil. Orta bölümde sanki tatlımsı meyveler ve yumuşak baharatlar ekleniyor. Bu andan itibaren kremsi şekerli meyvelerin etkisi oldukça fazla. Baharatlarda aynı şekerli yapının boyunduruğu altında. Son kısma gelindiğinde koku formu değişmiyor. Bir tek tonka fasulyesi ve odunsu notalar kendisini daha çok gösteriyor. Sonları da enteresan değil.

Jump, yeni nesil, modern, bol tatlı, kremsi, neredeyse pudralı, meyveli ve baharatlı parfümlerin izinden gitmeye çalışıyor. Bunu hem başarıyor hem de başaramıyor. Başarıyor çünkü onu koklayan 15-21 yaş arasındaki çoğu erkek beğenecektir. Bu anlamda hedefine ulaşmış ve onun keyfini sürüyor olabilir. Fakat bir taraftan da hiçbir özgün yanı olmayan, tamamen piyasa işi vasat bir kokuya sahip olmak gibi de küçük! bir defosu var. E o kadarcık kusur her parfümde olur mu diyorsunuz?

Hayır, olmaz. Çünkü Jump gerçekten de uzun zamandır denediğim en yapay, en vasat, en bıktırıcı ve en sıkıcı parfümlerden birisi. Jump, doldurma parfüm satan dükkanların içi gibi kokuyor. Bu kadar kaliteden uzak bir parfümün Joop gibi dünya markasının etiketini nasıl alabildiğini merak etmekteyim.


Peki amaç ne? Bu parfümü kadınların sevmesi mi? Peki neden bu parfümü koklattığım kadınlar onun berbat koktuğunu söylüyor. Yani olay şu mudur: “Bol şekerli meyveler, kremsi baharatlar, başlangıca biraz turunçgil, sonlara odunsu notalar ekleyelim ve gelsin bol bol satışlar” Bu parfümü tasarlayan arkadaşların düşünceleri birebir böyle olmasa bile çok yakın olduğunu tahmin ediyorum. E tabii amaç çok şişe satmaksa şekerli meyvelerden daha iyisi olur mu?

Olur arkadaşım hem de bal gibi olur. Dior nasıl yapıyorsa öyle olur. Guerlain nasıl yapıyorsa öyle olur. Yeter ki böyle kolayına kaçma işin de bizim de vaktimizi alma Jump gibi parfümlerle.

Biraz Allure Homme biraz da Allure Homme Sport’a benzettim kremsiliğini Jump’ın. Fakat Allure Homme Sport’tan hem koku güzelliği hem de kalite anlamında 2-3 basamak aşağıda. Genel hali Versace – Blue Jeans’i de anımsatıyor. Bence denemeden alma hatasına düşmeyin.

Şişesinin mavi olduğuna bakmayın. O safkan bir akuatik değil. Gerçi bu sıcak günlerde baymadı şekerli yapısı. Garip bir şekilde ferah ama baharatlı ve kremsi. Belki onu ilkbahar-sonbahar dönemlerinde kullanmak iyi fikir. Süper ferah bir koku beklemeyin ondan.


Ülkemizdeki birçok internet sitesinde oldukça uygun fiyatlara satılıyor. Parfümün artılarından birisi bu olsa gerek. Ayrıca kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi. Kıyafet üzerinde 2-3 gün kaldığına şahit oldum. Kalıcılık meraklılarına duyurulur.

Parfümün tasarımını genellikle popüler markalar için çalışmış Sophie Labbe yapmış.  Luca Turin’in kitabında elmalı şampuan olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden sadece iki puan verilmiş. Ayrıca tek bir cümleyle anlatılmış Jump: “Acınası bir Cool Water kopyası”.

Koku Güzelliği:10/4.5