19 Ekim 2013 Cumartesi
Veee kazanannnn...
Merhabalar sevgili parfüm severler,
Malum sonbahar geldi, havalar soğur gibi oldu. Burnumuz ufaktan tıkanır gibi yapıp, hafiften grip bile olduk. Yine de şikayet etmek yok, hastalıklarda hayatın küçük ve güzel oyunları bize.
Evlerde sonbahar hazırlıkları yapılıyor muhtemelen. Turşular kuruluyor, kestaneler derin donduruculara koyuluyor, detaylı ev temizlik harekatlarına girişiliyor evlerin değerli hanımları tarafından. (Ev temizliğinde hanımına yardım eden bir sürü erkek tanıdığım var ama çaktırmayalım)
Madem temizlik zamanı, bende trende uyayım. Çağın gerisinde kalmamak lazım. Onun içindir ki elimde hayli biriken parfümleri ve küçük deneme boy numuneleri blogumun takipçilerine hediye etmeye karar verdim. (Kararımdan dönersem Melih Gökçek gibi olayım) (Brrr Allah Korusun:))
Benim göndereceğim paket bu kadar janjanlı olmayacak tabiki :)
Kullanmadığım ve kullanmaya da sıra gelmeyecek parfümleri zaman zaman burada ilan ederek hiç bir ücret talep etmeden sizlerin adresine göndereceğim. Tabiki öncelikle çekilişte kazanmak lazım. Onun yolu da çok basit. Bu başlığın altına "sadece blogger takipçilerime özel" çekilişe katılmak istediğinizi belirten bir mesaj yazmanız ve mail adresinizi de eklemeniz yeterli olacaktır. Yani bir blogspot üyeliği açıp, oradan beni takip etmeniz gerekmekte öncelikle.
Çekilişi hiç bir şeyden haberi olmayan annem yapacak, onun söylediği rastgele bir kişi Ulric de Varens'in UDV Night parfümünü kazanacak. Ayrıca yanında bazı denemelik sürpriz numunelerde ekleyeceğim. (Kimbilir Dior, Chanel ve Guerlain'ler olabilir)
UDV Night, önümüzdeki soğuk kış günlerinde kullanmaya uygun, tatlımsı bir oryantal. 60 ml. şişenin üstteki kendi çektiğim resimde de göreceğiniz üzere 50 ml. civarı dolu. Kutusuyla beraber göndereceğim. Erkek parfümü olsa da, kızlar sevdikleri birisine hediye edebilir. Fakat önemle belirteyim ki "Kargo ücreti bana ait değil, parfümü kazanan kişiye ait olacaktır." Zaten en çok 9-10 TL tutar.
Çekilişi kazanan Maria Sharapova kadar sevinecek gibime geliyor :)
Tekrar hatırlatayım. Sadece blogger üyesi olan ve benim blogumu, blogger'dan takip edenler çekilişe dahildir. Onun için blogumu takip etmiyorsanız hemen takip etmeye başlayabilirsiniz. Başlığın altına çekilişe katıldığınızı yazan bir mesaj ve mail adresiniz yeterli olacaktır. Kazanan kişinin adres bilgilerini o mail aracılığı ile alacağım. Yani başlığa adresinizi yazmanıza gerek yok. Ben size ulaşacağım.
Bir hafta sonra kazananı ilan edeceğim buradan. Herkese bol şanslar...
18 Ekim 2013 Cuma
Histoires de Parfums – 1876 (2001)
Histoires de Parfums – 1876 (2001)
Bir kadın ve onun
inanılmaz hikayesi. Hayatı kitaplara ve filmlere taşınacak kadar dolu dolu
yaşanmış 41 yıllık hüzünlü ve enteresan bir öykü. Muhtemelen yakın dönem Avrupa
tarihinin hakkında en çok konuşulan kadınlarından birisi o.
Zamanın yüksek
sosyetesinde söylenenlere göre Mata Hari, Hindistan'ın güneyinde, Malabar
sahilinde doğmuştu. Babası Brahman sınıfından bir din adamı, annesiyse dansçıydı.
Kanda-Swany tapınağının mahzenlerinde küçük yaşından itibaren kendisine kutsal
danslar ve ritüeller öğretilmişti. Baş dansçı, Mata Hari'de olağanüstü yetenekler
sezdiği için onu Tanrı Siva'nın hizmetine adamayı kararlaştırmıştı. Fakat
gerçekler hiç de oryantalizmin etkisindeki Avrupalılara anlatıldığı gibi
değildi.
1876 yılında Hollanda'da
doğan Margaretha Geertruida Zelle'in babası tüccar, annesiyse kibar ve görgülü
bir kadındı. Küçük yaşlarında rahibe okuluna gönderildiği söylenen Zelle'in
babası, o, 18-19 yaşlarındayken iflas etmişti. Çok büyük maddi sorunlarının
karşısında çözüm yolu arayan Zelle'in hayatı ilginç bir rastlantı sonucu değişecekti.
Üstelik bir gazete ilanı sayesinde.
Zelle, bir Hollanda
gazetesindeki ilanlara bakarken, kaderinin ördüğü ağlara kendisini bırakacaktı.
Bu gazetede, Hollanda'nın sömürgesi Endonezya'da görevli olan ve iznini La
Haye'de geçiren bir yüzbaşının evlenmek istediğine dair ilan vardı. Bugün için
garip gelen bu uygulama, o dönemler için normal sayılabilirdi. Fakat bu ilan aslında
şakadan ibaretti. Yüzbaşı Rudolf Mac Leod, arkadaşlarıyla konuşurken son derece
sıkıntılı bir hayat geçirdiğini söylemiş, onlar da gülerek evlenmesini tavsiye etmişti.
Yüzbaşının dostlarından bir gazeteci de bu evlenme ilanını uydurarak gazetesine
koyuvermişti.
Yüzbaşının ilanına on beş kadından cevap gelmişti. Fakat
bu mektuplardan birisi çok dikkatini çekti. O mektubu gönderen de tahmin edebileceğiniz
gibi Margaretha Geertruida Zelle idi. Mektubun içine resmini de koymuştu. İlk
görüşmeleri 1895'te Amsterdam'da gerçekleşti. İki genç birbirlerini görür
görmez aşık olmuşlardı. Aynı yıl hemen evlendiler.
1897 yılında kocasının
tayini Güney Doğu Asya'daki Cava adasına çıkmıştı. Tabiki "görev
beklemez" diyerek gittiler. Bu arada iki çocukları olmuştu. Fakat çok
trajik bir olay Margaretha Geertruida Zelle'in hayatının ikinci kırılma
noktasını oluşturacaktı. Küçük oğulları Norman, Cava'da zehirlenerek ölmüştü.
Bu büyük şoku kocası kolay kolay atlatamadı ve kendisini alkole verdi.
İlerleyen yıllardaysa artık evlilikleri çekilmez hale gelmişti. Çok geçmeden
tekrar Hollanda'ya döndüler ve boşandılar. Bir yıl sonra Margaretha Geertruida
Zelle, Paris'e gelerek buraya yerleşti. Hayatıyla ilgili vereceği yeni bir
kararın aşamasındaydı. Bundan sonra çok sevdiği dansçılığı profesyonel olarak
yapacaktı Paris'te.
Zelle, Paris'teki ilk
yıllarında farklı bir yol izledi hayatıyla ilgili. Hollandalı olduğunu
gizleyerek Güney Hindistan’ın Malabar kıyısında doğduğunu, annesinin de
kendisini doğururken ölen bir dansöz olduğunu söylüyordu herkese. «Şafağın
Gözü» anlamına gelen Mata Hari adını aldı daha sonra. 1905 yılında, Guimet
Müzesi'nde düzenlenen ve seçkin davetlilerin hazır bulunduğu bir topluluk
karşısında Hintlilerin kutsal sayılan egzotik ve gizemli danslarını canlandırdı.
Gösterinin sonunda dayanamayıp bayılması, ilerleyen günlerde Paris'te kulaktan
kulağa herkese yayılmıştı. Paris'in eğlence hayatına çok hızlı giriş yapan Mata
Hari'nin dansları merakla bekliyordu artık. Ama o, siyasi olarak güçlü
kişilerin karşısında, kendi erotik danslarını özel programlar halinde sunmayı
tercih etti. Böylece hükümetin ileri gelen kişileriyle tanışarak onlarla samimi
ilişkiler kurdu. Artık Paris'in en tanınmış simalarından ve isimlerinden
birisine sahipti Mata Hari.
Birinci Dünya Harbinin
devam ettiği yıllarda Almanya ile Avrupalı müttefikler savaş halindeydi. Ayrıca
iki düşman blok arasında amansız bir istihbarat rekabeti yaşanıyordu.
Almanların çok güçlü istihbarat teşkilatı, Avrupanın geri kalanında korkuyla
karşılanıyordu. Mata Hari'nin bu şöhreti Paris'te yaşayan Alman elçisi Prens Radolin'in
de dikkatini çekmişti. Almanlar, Paris'in gözdesi ünlü dansçı Mata Hari ile
iletişim kurmakta gecikmediler ve ona ajanlık teklif ettiler. Mata Hari bu
teklifi kabul etti. Tanıştığı önemli Fransız siyasetçilerden bilgiler sağlayıp,
bunları Almanlara veriyordu. Tabiki karşılığında yüklü ödemeler alıyordu. Fakat
Fransız istihbarat örgütü çok geçmeden bu durumu fark etti.
Uzun süre Fransızlar
tarafından takip edilen Mata Hari'nin hakkında Almanlara çalıştığına dair bir
çok bilgi geliyordu. İlerleyen aylarda Fransızlar, Mata Hari ile ilgili somut
kanıtlara ulaştılar ve 1917 yılında onu tutukladılar. Yargılandığı mahkemede
hakkında idam kararı çıkan Mata Hari için sonun başlangıcı yaklaşıyordu. Yine
aynı yıl kurşuna dizilerek henüz 41 yaşında öldürülecekti.
İşin ilginç tarafıysa
Mata Hari'nin kurşuna dizilmeden önce "Bu Fransızlar beni öldürmekle ne
kazanacaklar, savaşı mı kazanacaklar?" dediği söyleniyor. Hatta kurşuna dizilme anında
gözlerinin bağlanmasını reddetmiş. Onun bu cesaretinin herkesi şaşkına
çevirdiğine eminim. Onu öldürmekle görevli on beş askerden sadece birisinin
ateş ettiği, diğerlerininse ona ateş edemedikleri rivayetinin ne kadar doğu
bilemiyorum.
Mata Hari'nin hayatı
ilerleyen yıllarda sinemacılara ve edebiyatçılara ilham kaynağı olmuştu. Onun
hakkında kitaplar yazılmış, 1931 yılında da başrolünü Greta Garbo'nun oynadığı
filmi çekilmişti. Bu sayede geniş kitleler, Mata Hari'nin hayat öyküsünü
öğrenme şansına erişmişti.
2001 yılına
gelindiğindeyse Fransa merkezli niş parfüm evi Histoires de Parfums, onun
hayatından esinlenerek 1876'yı meydana getirdi. Her ne kadar Hollanda doğumlu
olsa da, hayatının büyük bölümü Paris'te geçmişti Mata Hari’nin. İsmini, Mata
Hari'nin doğum tarihinden almış 1876. Kokusu da onun kısa sayılabilecek enterasan
ve dramatik yaşamına ithaf edilmiş.
1876, kendi sitelerinde
şipre/çiçeksi oryantal olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı tatlımsı
modern kırmızı meyvelerle gerçekleşiyor. Yüksek kaliteli bu meyveler ne
olabilir diye düşünürken, kendi sitelerinde üst notalarında litchiyi fark
ettim. Sanırım bu kırmızı meyve kokusu ondan geliyor. Biraz kadınsılık
hissetsem de başlangıcı çok güzel diyebilirim. Orta kısma geçildiğinde tatlı
meyvelere enfes bir iris (süsen) ekleniyor. Ayrıca tatlımsı baharatlar ve gül
de artık kendisini hissettiriyor. Başlangıçta süsen öndeyken sonrasında gül
daha dominant. Bence orta notalar baharatlı gül şeklinde gerçekleşiyor. Orta
notaları gayet başarılı. Son kısımda yine değişiyor kokusu. Kuru bir paçuli ve
odunsu notalar algılıyorum. Biraz da misk. Bence parfümün en sıradan kısmı alt
notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.
1876, bence dört ana
öğeden oluşuyor. Kırmızı meyveler, gül, baharatlar ve sandal ağacı. Genel
olarak yüksek kaliteli ve zengin diyebilirim. Zaten markanın diğer parfümleri
de aynı minvalde. O anlamda denediğim Histoires de Parfums kokuları gayet
başarılı. Üst-orta-alt notalar kuralına harfiyen uyuyorlar. Düz çizgide ilerleyen,
sıradan parfümler değil hiç birisi. Çok katmanlı ve derinler. 1876’da
koleksiyonun diğer parçaları gibi kompleks, detaylı ve yüksek kaliteli.
1876’ya dışarıdan bir
gözle bakmaya çalıştığımda onun baharatlı gül parfümü olduğunu fark ediyorum.
Diğer öğeler (süsen, paçuli, meyveler) kokusunu zenginleştirmek için
kullanılmış sanki.
Baharatlı gül demişken,
bu yolda onun yalnız yürümediğini bilmeliyiz. Rakipleri arasında Le Labo – Rose
31, Amouage – Lyric Man, Frederic Malle – Noir Epices ve The Different Company
– Rose Poivree sayılabilir. Görüleceği üzere çok güçlü rakiplerle mücadele
etmek durumunda. Peki 1876’yı diğerlerinden ayıran yanları neler?
Bence üç öğe 1876’yı
diğerlerinden farklı kılıyor. Birincisi başlangıçtaki meyveler. İkincisi orta
kısımda şöyle bir kendisini gösterip sonra kaybolan süsen (iris). Üçüncüsü orta
notaların sonlarına doğru başını kaldıran ve size selam veren paçuli. Onun
dışında diğer baharatlı gül parfümlerinden çok çok büyük farkları yok.
Başlangıcıyla orta
kısmını çok sevdiğim 1876’nın, sonları biraz sıradan geldi bana. Muhtemelen
notumun düşmesinin sebebi alt notaları olacak. Yoksa çok daha yüksek not
alabilecekti benden. Fakat bu haliyle bile çok güzel. Eğer derin ve zengin bir
gül kokusu arıyorsanız, 1876’yı muhakkak listenizin üst sıralarına ekleyin.
1876, bir kadının
hayatından ilham aldığı için kadın parfümü olarak değerlendiriliyor. Bence
başlangıcı dışında yoğun kadınsılık barındırmıyor. Erkeklerde rahatlıkla
kullanabilir. Luca Turin’in erkeksi gül sınıflandırmasını yerinde görünüyor.
Aslına bakılırsa,
1876’nın kokusuyla Mata Hari’nin hayatı arasında bağ kurulabilir. 1876’nın dramatik,
gizemli, egzotik ve hüzünlü kokusunun, ilhamını aldığı Mata Hari’yle çok büyük
benzerlikler taşıdığı söylenebilir. Bu anlamda Gerald Ghislain fena iş
çıkartmamış.
Markanın kurucusu ve
sahibi Gerald Ghislain, 1876 için kısaca şunları söylemiş:
“1876’da bir değil,
birden fazla gül var. Ama klasik parfümlerde sıkça rastlanan kırılgan ve
çocuksu bir gül kokusu kullanmadım. Mata Hari’nin kişiliğine uyacak şekilde
büyülü, hayran bırakan, baharatlı gül kokusu kullandık. Oldukça kasvetli ve
odunsu koktuğu için Moldova gülünü tercih ettim. Vetiver, kimyon, sandal ağacı,
bergamot, lichee, tarçın gibi notaları vurguladım. Gülün şehvetini, yeni bir
gül kokusuna dönüştürmek istedim. Gerçek bir oryantal çiçeğe…”
Parfüm yazarı Luca Turin,
1876’yı erkeksi gül olarak sınıflandırmış ve beş üzerinde dört yıldız vererek
oldukça başarılı bulmuş. Eau de Parfum konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış
mevsimlerinde kullanmak iyi fikir. Yaş olarak sanki 25 ve üzerindeki
arkadaşları hedefliyor.
Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Orta kısmını da sevdim.
+ Genel olarak yüksek
kaliteli ve zengin.
Eksileri:
- Sonları çok başarılı
gelmedi bana.
- Fiyatı biraz yüksek.
Koku Güzelliği:10/8
15 Ekim 2013 Salı
Guerlain – Vetiver (1959)
Guerlain – Vetiver (1959)
Aslında hikayenin
başlangıcı 1957 yılına kadar gitmekte. Modacı Carmen de Tommasso, bir çok
örneğinde görüleceği üzere parfüm piyasasına adım atmak ister. 1946 yılında Ma
Griffe ortaya çıkar. İkinci kadın parfümü Robe d'Un Soir'den sonra bir de erkek
parfümü tasarlatır. 1957 yılında çıkan Vetiver isimli koku, muhtemelen parfüm dünyasında
taşların yerinden oynamasını sağlamıştır. Çünkü o güne kadar ilk defa Vetiver
isimli bir parfüm böylesine başarılı olmuştur.
Carven - Vetiver'in ilk
çıktığı zaman büyük başarı kazanması rakiplerinin de dikkatini çeker. Bugün
bile hala önemli erkek parfüm klasiklerinden kabul edilen Carven'in Vetiver'ine
cevap, sadece iki yıl sonra gelir. Üstelik 22 yaşında gencecik bir
delikanlıdan.
Guerlain parfüm evinin
beşinci nesil üyesi ve baş parfümör Jean-Paul Guerlain, çocukken koku
tasarımcısı olmayı düşünmüyordu. Aslında abisi Patrick Guerlain aile geleneği
olan parfümörlüğü sürdürmek için seçilmişti. Fakat ilerleyen yıllarda Jean-Paul
Guerlain'in görme yetisi çok genç yaşında giderek azalmaya başlamıştı. Bunun üzerine
dedesi Jacques Guerlain, onu kanatları altına alıp, bizzat yetiştirdi. Dedesi
ve akıl hocası olan büyük parfümör Jacques Guerlain'in stajyerliğini yaptı uzun
süre. Hatta bir parfüm fabrikasında işçi olarak çalıştı kokuları öğrenmek ve
tanımak adına.
Takvim yaprakları 1959
yılını gösterdiğinde, Jean-Paul Guerlain isimli genç adam, henüz 22 yaşında
Vetiver isimli parfüme imza attı. 1950'li yılların sonlarında Vetiver parfümünün
dünya çapında böylesine büyük başarı yakalayacağını tahmin etmiş miydi diye
düşünüyorüm. Muhtemelen hayır. Fakat 2013 yılının dünyasında, Guerlain'in Vetiver'i,
en önemli klasiklerden birisi olarak kabul ediliyor. Hatta bir çok parfümün
referans aldığı nirengi noktası gibi adeta. Günümüzün ve eskinin bir çok
Vetiver temalı parfümü de dahil.
İşte bugün parfümler
tarihinin dönüm noktalarından birisini yazacağım. İlk olarak 1959 yılında çıkan
Vetiver, aradan geçen 54 senelik zaman dilimi içinde formül ve şişe değişiklikleri
geçirmiş durumda. Bu da gayet normal. Benim denediğim en yeni sürümü. Şöyle
tanıtılmış Vetiver, resmi olarak:
"Guerlain ailesi,
1950'li yıllarda sürpriz şekilde vetiveri merkeze alan bir parfüm oluşturmaya
karar verdi. Bir kaç denemeden sonra Guerlain parfümörü, soluk şafak vakti
ışığının altında dünya gibi kokan form oluşturmayı başardı. Dünyanın ilk sabahını
çağrıştıran bu koku, odunsu akorla tütün ve baharatın rafine şıklığını harmanlayan,
benzerine zor rastlanabilecek sofistike bir parfümdür."
Yeşil odunsu olarak
sınıflandırabileceğim Vetiver'in başlangıcında karşıma limon çıkıyor. Doğal,
asitli biraz tozlu/eski limon. Çok ferah, basit, kaliteli ve kolonyamsı. Üst notalarını
sevdim. İlerleyen dakikalarda limon geri çekiliyor. Onun boşluğunu sabunsu-çimensi
yeşillikler dolduruyor. Limon da hala arka planda destek veriyor. Orta kısım
için yeşil sabunsu limon ağırlıklı diyebilirim. Hala doğal, pürüzsüz ve
kaliteli ama başlangıcı kadar sevemedim. Son kısımda tamamen ismini aldığı
vetiver ortaya çıkıyor. Artık tamamen bir vetiver kokusuna dönüşüyor. Limon
yine gerilerden hissediliyor fakat artık çok zayıf. Hissedilir oranda odunsu
notalar ekleniyor. Biraz da tütün. Alt notalarda tütün olmasına rağmen hoşuma
gittiğini söyleyemem. Böylece de tenden ayrılıyor.
Vetiver, bence günlük
kullanıma uygun, ferah limon ağırlıklı, yeşil sabunsu bir vetiver parfümü. Evet
biraz tütün hissediliyor ama baş rolde değil. Zaten sabunsu yeşilliklerle tütün
karışımlarını hiç bir zaman sevmem. Daha doğrusu buradaki tütün kullanımını
kendime yakın bulamadım. Vetiver'e destek veren odunsu notalar kuru ve sıradan.
Rahatlıkla diyebilirim ki tam bir ilkbahar-yaz kokusu.
Vetiver'in, ağır yada
yoğun bir tarzı yok. Tam tersi içinde barındırdığı sabunsulukla temizlik hissi
veren yeşil ve efendi bir kokuya sahip. Ilık ilkbahar güneşiyle birlikte kullanılırsa
insanı rahatlatan, dertlerinden arındıran, stresini azaltan yönü olabilir.
Ferah, sakin, dengeli, kaliteli, uyumsuzluk hissedilmeyen, çok derin ve
karmaşık olmayan kokusu bazı arkadaşlar için oldukça güzel gelebilecektir.
Aslına bakılırsa
Vetiver'den esinlenilmiş parfümler, onun benzersiz olma özelliğini de
yitirmesine neden olmuş sanki. Creed - Original Vetiver, Tom Ford - Grey Vetiver
ve Mugler Cologne'ye benzettim biraz. Sanki üç parfümde Vetiver'in bir
parçasını alıp, kendilerinde kullanmışlar.
Peki Vetiver'i sevdim mi?
Ne yazık ki bu tür yeşil sabunsu vetiverler ile aram iyi değil. Onun için hiç
bir zaman şişesini alıp kullanacağımı sanmıyorum. Kokusu yeterince kaliteli ve
başarılı. Ama tarzını kendime yakın bulamıyorum bir türlü. Kısacası çok
sevdiğimi söyleyemem. Fakat önemli bir klasik olduğunu ve saygı duyulması
gerektiğini düşünüyorum. Evet onunla aynı frekansa sahip değiliz belki ama yine
de ferah, pürüzsüz ve rafine bir vetiver parfümü arıyorsanız en iyi seçenekler
arasında olduğu söylenebilir.
Vetiver'i kullanan
ünlüler arasında Andy Garcia, Arnold Schwarzenegger, Elle MacPherson, Harrison
Ford, Jodie Foster, Michael Caine, Mick Jagger, Naomi Campbell, Paul McCartney,
Peter Sellers, Sarah Jessica Parker'ın olduğu bilgisine ulaştım. Umarım
doğrudur.
Parfüm yazarı Luca Turin,
Vetiver'i referans vetiver olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız
vererek oldukça beğenmiş.
Erkek parfümü olarak
çıkarılmasına rağmen, çok sayıda kadın kullanıcısı olduğunu duyduğumda hiç
şaşırmadım. Bence de öyle yoğun erkeksilik yok. Bu anlamda kadınlarında
kullanabileceği sonucunu çıkarabiliriz.
Not: Bu parfümü bana
ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Ferah, hafif, sakin ve
dengeli.
+ Vetiver kokusunu seven
herkesin denemesi gereken bir klasik.
Eksileri:
- Orta kısımdan itibaren başlayan
yeşil sabunsuluk ilgimi çekemedi.
- Sonları da bana göre
değil.
- Fiyatı rakiplerine göre
yüksek.
Koku Güzelliği:10/7
12 Ekim 2013 Cumartesi
By Kilian – Straight to Heaven (2007)
By Kilian – Straight to Heaven (2007)
"İşte bu
yüzden Allah onları o günün fenalığından esirger. (Yüzlerine) parlaklık,
(gönüllerine) sevinç verir. Sabretmelerine karşılık onlara Cennet'i ve oradaki
ipekleri lütfeder. Orada koltuklara kurulmuş olarak bulunurlar. Ne yakıcı sıcak
görürler orada, ne de dondurucu soğuk. Ağaçlarının gölgeleri üzerlerine sarkar;
kolayca koparılabilen meyveleri istifadelerine sunulur. Yanlarında gümüş kaplar
ve billur kaselerle, gümüşi beyazlıkta (billur gibi) şeffaf kupalarla dolaşılır
ki (Cennet sakinleri bunlara dolduracakları Cennet şarabını Cennet'teki
insanların iştahları) ölçüsünde tavin ve takdir ederler.
Onlara orada bir
kaseden içirilir ki karışımında zencefil vardır. (Bu şarap) orada bir
pınardandır ki adına Selsebil denir. Cennettekilerin etrafında öyle ölümsüz
genç huriler dolaşır ki, onları gördüğünde etrafa saçılıp dağılmış inciler
sanırsın. Ne yana bakarsan bak, (yığınla) nimet ve ulu bir saltanat görürsün.
Üzerlerinde ince yeşil ipekli, parlak atlastan elbiseler vardır. Gümüş bilezikler
takınmışlardır. Rableri onlara tertemiz içecekler içirir. Onlara: "İşte bu
sizin işlediklerinizin karşılığıdır, çalışmalarınız şükre değer" denir.
" (el-İnsan, 76/11-22).
Dinler tarihine
dair araştırmalar, hemen her din ve inanç sisteminde ölüm sonrası
hesaplaşmanın, ceza veya mükafatın varlığının kabul edildiğini göstermiştir.
Genel olarak İslam alimlerinin cennet tasviri hakkında benimsedikleri görüş,
onun mahiyetinin bilinemeyeceği şeklindedir. Fakat yine de Cennet kavramı, bol
ağaçlı, yeşili çok, güzel binaları olan, insanı hayran bırakan, bakıldığı zaman
huzur veren manzaralara sahip bahçeleri çağrıştırmakla birlikte, en güzel
hayatın yaşanacağı, güzellikler ve huzurun, her türlü iyi halin görüleceği
mutluluklar diyarını akla getirir.
Cennet kavramı
bence insanlığın ulaşması gereken ideal ütopyadır. Fakat insanın sonradan
öğrenilmiş veya fıtratından gelen sorunlar, o ideal dünyayı yaşamayacağımızı yüzümüze acı şekilde vuruyor. Yine de insanın
Cennet nimetlerine olan hevesi ve isteği bitmiyor tersine artıyor. İsmini Cennet’ten
alan parfümler kervanına ünlü niş marka By Kilian'da katılmış durumda. Kilian
Hennessy'in sahibi olduğu marka, 2007 yılında kurulmasına rağmen, şimdiden
adından sıkça söz edilir oldu.
Özellikle 2007
yılına fırtına gibi giren By Kilian, çıkardığı altı parfümle dikkatleri kısa
sürede üstüne çekmeyi başardı. İlk parfümleri L'Oeuvre Noire (Siyah Başyapıt) serisine
ait. Bugün inceleyeceğim Straight to Heaven (White Cristal) 2007
yılında ilk çıkan parfümlerinden. L'Oeuvre Noire serisine ait. Kendi
sitelerinde kısaca şöyle tanıtılmış:
"Adaların
sıcaklığında harmanlanmış hayat veren bir alkol olan Rom içkisinden ilhamını
almıştır. Endonezya'nın paçulisi, sıcak ve derin, Java'nın gizemli küçük
hindistan cevizi, Atlas'ın sedir ağacı ve Brezilya'nın gül ağacı. Bu şehvetli
koku bize suni cennetin zevklerini sunar."
Fragrantica'da
odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış Straight to Heaven. Üzerime ilk
sıktığımda karşıma oldukça farklı bir koku çıkıyor. Yoğun ve bariz içki kokusu üst
notalarda çok baskın. Ne olabilir diye düşünürken parfümün Rom içkisinden
esinlendiği aklıma geliyor. Hiç Rom içmedim ama eğer kokusu buna benziyorsa çok
şey kaçırmışım. Nefis bir açılışı var parfümün. Çok yüksek kaliteli ve zengin
üst notaları ilk kullanımda sevmemiştim. Fakat kullandıkça hayran kaldım. Sanki
çok pahalı bir kırmızı şarap gibi. İçkiye biraz baharatlar ve kırmızı meyveler
de eşlik ediyor. Tam istediğim gibi. İlerleyen dakikalarda içki teması hala
hissediliyor ama etkisini kaybetmeye başlıyor. Bu andan itibaren ortaya kremsi
enfes bir paçuli çıkıyor. Tatlı yada şekerli değil. Bu anda baharatlar biraz daha
hissedilir oluyor içkinin ağırlığı azalınca. Orta kısım başlangıcı kadar vurucu
olmasa da hala güzel. Son kısımda ağırlık odunsu notalara kayıyor. Muhtemelen sedir
ağacı alt notaların ana oyuncusu. Ayrıca ciddi oranda tütsü de hissediyorum.
Kapanışını biraz üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme'a benzettim. Son kısım
metalik ve yapaylık sınırlarında geziniyor. Yine de bir sürü ortalama odunsu
temaya sahip modern parfümden daha başarılı. Böylece tenden ayrılıyor.
Straight to
Heaven kesinlikle çok güzel bir parfüm. İçki temasının verilişi, kırmızı meyveler
(gül veya gül ağacı da olabilir) ve baharatların karışımı, odunsu notaların cazibesi
oldukça ilginç. Özellikle üst notalardaki o kırmızı şarap benzeri içki teması,
karşıma çıkan en iyilerden birisiydi. Ki genellikle parfümlerde içki kokuları
iyi sonuçlar vermiyor. Fakat burada enfes kullanılmış. Orta kısımdaki kremsi
paçuli de takdire şayan. Baharatlarla uyumu gayet yerinde. Sonlarındaki yapay
sayılabilecek tütsümsü odunsu notaları başlarda yadırgadım. Fakat kullanım
süresince onu da çok mantıklı ve kabul edilebilir buldum. Olabilecek en uyumlu
harmanı kullanmış Sidonie Lancesseur.
Straight to Heaven
bana göre iki ana öğeden oluşuyor. İçki teması ve odunsu-tütsü koku. Diğerleri
kokuyu zenginleştirmek için kullanılmış sanki. Hatta biraz zorlarsam tam bir
odunsu parfüm diyebilirim. Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan odunsu notalarla
tütsü çok iyi dengeye oturtulmuş. Yoğun ve keskin odunsu parfümlere mesafeli
dursam da buradaki kullanımı iştah kabartıcı.
Erkeksi, biraz
yaş isteyen, modern, cazibeli, çarpıcı, zaman zaman seksi, girdiği ortamın havasını
değiştirebilecek kokuya sahip olduğunu düşünüyorum. Metropolde yaşayan, ev
partilerine ve ünlü kulüplere sıkça giden, iyi işi olan başarılı ve yakışıklı
bir erkeğe çok yakışacağını hissedebiliyorum. Bu anlamda kokuları çok benzemese
de konsept ve vermek istediği mesajlar anlamında Tom Ford For Men ile
benzeştiklerini söyleyebilirim. Fakat Straight to Heaven, ondan 1-2 gömlek daha
üstün koku güzelliği anlamında.
Hani ilk önce
sevemezsiniz bir parfümü. "Bu ne yahu" dersiniz. Kafanızda soru
işaretleri oluşur. "Eyvah" diye aklınızdan geçer. Fakat kullandıkça
ona ısınırsınız, onu anlarsınız, onunla ilişki kurarsınız ve onu seversiniz.
İşte benim de Straight to Heaven ile ilişkim aynen böyle oldu. Sonuç olarak
şimdiye kadar denediğim en iyi içki temalı parfümlerden birisi olduğunu
rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda By Kilian çok iyi iş çıkarmış.
Enteresan
tarafıysa günümüzün bir çok modern parfümündeki gibi tatlılık barındırmaması.
Bir tek kırmızı meyveler ve baharat kısmı biraz tatlılık barındırıyor. Onun dışında
çok fazla tatlılık kullanılmaması güzel fikir. Zaten erkeksi genlerini bu
durumdan aldığını düşünüyorum.
Acaba içki teması neden bu kadar baskın şekilde kullanılmış? Bu seçimde, Kilian Hennessy’in ailesinin dünyaca ünlü konyak üreticilerinden olması etkili olabilir mi? Bay Hennessy aile mesleğine saygı duruşunda bulunmuş olabilir mi? Neden olmasın… Yada başka bir açıdan bakarsam; Allah’ın insanlara vaadi olan Cennet’te salih kullara sunulacak içkilerden “Cennet Şarabına” gönderme mi yapılmış? Bu soruların cevabını sadece Kilian Hennessy verebilir gibi görünüyor.
Independent gazetesinin Kilian Hennessy ile yaptığı söyleşide şunları söylemiş
parfümü için:
"Straight to Heaven, By Kilian'ın en çok satan
parfümlerinden birisi. Onun bu kadar popüler olması benim için büyük sürpriz
oldu. Bu koku ile ilgili hiç bir şey kolay değildir. O serttir, o hamdır. Ferah
değildir. O gerçekten benzersizdir. Bir keresinde yolda yürürken bir adam
yanımdan geçti ve bana Straight to Heaven değil mi dedi. Bu bey bana bir hikaye
anlattı. New York'ta Straight to Heaven kullanmış bir erkek arkadaşının, yoldan
geçen hiç tanımadığı bir kadın arkadan yaklaşılıp boynunu yalamış."
Ülkemizde bu parfümü sürdükten sonra hiç bir tanımadığınız kadının boynunuzu yalayacağını
sanmıyorum ama karşı cinsin seveceğini düşünüyorum. Fakat bu parfümün
böylesine sevilmesine ve çok satmasına neden şaşırmış Kilian Hennessy
anlayamadım.
Parfümün bana
göre iki olumsuz yönünden bahsedeyim. İlk olarak sonlara doğru yapaylaşan
odunsu notalar, kimileri için rahatsız edici olabilir. Luca Turin'de yorumunda
bu yapaylığa vurgu yapıp, eleştirmiş kitabında. Bence enteresan bir çekiciliği
var bu tütsü-sedir birlikteliğinin. İkinci olarak da fark edilirliği düşük oldu
bende. Gerek tenimde gerekse kıyafetimde çok fark edilir olmadı. Kalıcılığı
gayet iyi ama fark edilirlik anlamında o kadar da tatmin edici değil.
Kendi
sitelerinde kokusunun tasarımcısı olarak Sidonie Lancesseur gösterilmiş. Parfüm
kritikçisi Luca Turin, Straight to Heaven'ı bitmemiş oryantal olarak
sınıflandırmış ve beş üzerinden iki yıldız vermiş kokusuna. Bana oldukça düşük geldi
bu sefer Turin'in notu. Tabiki saygı duymamız gerekir Luca Turin’in fikrine ama
yine de bence en az dört yıldızı hak ediyor.
Eau de Parfum
(EDP) konsantrasyonuna sahip. Kimi yerlerde uniseks olarak kimi yerlerde de
erkek parfümü olarak verilmiş. Bence de erkek kullanımına daha yakın. Tam bir
sonbahar-kış parfümü. Soğuk havalarda çok daha etkileyici olacağını düşünüyorum.
Her ne kadar oldukça beğensem de çok yüksek fiyatına istinaden denemeden
almamanızı öneririm.
Artıları:
+ Başlangıcı
enteresan ve çarpıcı.
+ Orta kısmını
beğendim.
+ Canlı ve
çekici kokusu övgüler almanıza yol açabilir.
Eksileri:
- Sonları harika
değil.
- Fark
edilirliği düşük.
- Fiyatı çok
yüksek.
Koku
Güzelliği:10/8
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)