27 Eylül 2013 Cuma

Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)



Christian Dior – Aqua Fahrenheit (2011)

Ey Fahrenheit... Sen nelere kadirsin mi diyeyim yoksa ne çektin bu Christian Dior'un elinden mi diyeyim kararsızım.1988 yılında biraz da rastlantı eseri dünyaya gözlerini açtın. Jean-Louis Sieuzac ve Maurice Roger isimli iki parfümörün çalışması olarak kendini kozmetik ve moda sektörünün ortasında buldun. Rekabetin çoğunlukla kıskançlık seviyelerinde gezindiği, egoların tavan yaptığı, alabildiğine hırsın başarı getirdiğine inanılan moda sektöründe en önemli markalardan birisinin parfümü olarak önce anlayamadın nerede olduğunu. Çünkü sen çirkin ördek yavrusuydun.

Diğer kardeşlerin veya diğer cinsdaşların gibi sarı değil, siyah renkliydin. İlk doğduğunda herkes tuhaf bir ilgiyle karşılamıştı seni. Kimileri seni dünyanın en güzel nesnesi olarak görürken kimileri de senden olabildiğince uzak duruyor, nefretini gizlemiyordu. Sana aşık olanlar, aykırılığına, kaba tarzına, erkeksiliğine ve tuhaf çekiciliğine hayranlardı. Senden nefret edenler sinir bozucu tarzına, ukalalığına ve herşeye asi olmana tahammül edemiyorlardı. Dünyanın en çok sevilen parfümü ve en çok dalga geçilen parfümü olmak arasında gidip geliyordun. Böylesine tutku ve nefret öğelerinin birbirinin içinde harmanlandığı çok az parfüm vardır muhtemelen.

Dünyanın en bilinen parfümlerinden birisini tabiki burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Christian Dior ise, Fahrenheit'in peşini bırakmaya niyetli görünmüyor. 2013 yılı itibariyle Fahranheit isimli parfümlerin sayısı sekize ulaşmış durumda. Yedi tanesi Fahrenheit ismine sahip varyasyonlar. Anlaşılan Dior, "bu kapıdan daha fazla nasıl ekmek yeriz" diye kafa patlatmakta. Fahretheit'in en yeni üyesi 2011 yılında Aqua Fahrenheit ismiyle piyasaya sürüldü. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

"Fahrenheit imzasının yeni dışavurumu. Ateşin sıcaklığı ve yoğunluğu ile suyun ferahlığının patlayıcı gücü şeklinde kombin edilmiştir. Aqua Fahrenheit'ta François Demachy, "kolonya" hissi veren yeni, ferah odunsuluk oluşturmuştur. Aynı zamanda klasik Fahrenheit'in derili menekşe imzası korunmuştur."


Yine kendi sitelerinde ferah odunsu olarak sınıflandırılmış Aqua Fahrenheit. Üzerime ilk sıktığımda tuzlu akuatik turunçgiller karşıma çıkıyor. Ağırlığın greyfurt ve mandalina da olduğunu düşünüyorum. Güzel sayılabilecek üst notalarını biraz Bulgari - Aqua Marine'in başlangıcına benzettim. Biraz da deniz yosunu kokuyor sanki açılışı. Fena değil. Orta notalara geçildiğinde bu tuzlu-yosunlu turunçgiller büyük oranda geride kalıyor. Onun yerine orijinal Fahrenheit'in o çok bilinen aroması karşıma çıktı. Karanlık menekşeli deri, orta kısmı domine ediyor. Arka planda da yapay bir nane hissediyorum. Muhtemelen Calone tarafından sağlanan bu nanemsilik yapaylık sınırında geziyor. Kısaca orta notalar naneli klasik Fahrenheit gibi kokuyor. İlgimi çektiğini söyleyemem. Geçeyim alt notalara. Son kısımda bu seferde menekşeli deri büyük oranda geriye çekiliyor. Onun yerine yapay ve vasat bir kabe samanı (vetiver) geliyor. Ona biraz da odunsu notalar eşlik ediyor. Fakat o da gayet sıradan. Kapanışı açık ara en sevmediğim yeri oldu diyebilirim. Böylece de tenden ayrılıyor.

Aqua Fahrenheit, isminin hakkını verircesine açılışında akuatik temaya sahip çıkan bir görüntü sergiliyor. Tuzlu turunçgiller ana oyuncu. Harika olmasa da kabul edilebilir. Orta kısımsa tamamen klasik Fahrenheit'a gönderme halinde gelişiyor. Fakat karanlık deriye eşlik eden nanemsi koku pek başarılı değil. Gerçi bu orta kısma serinlik/soğukluk katıyor. Ama yine de hoşuma gitmedi. Alt notalardan ise bahsetmeye bile gerek yok. Örneğine yüzlerce yeni nesil parfümde rastlanabilecek yapay/vasat kabe samanı-odunsu notalar hiç olmasa da olurmuş. Çok yazık.

Aqua Fahrenheit, başlangıcından sonuna kadar kaliteli bir parfüm hissi vermiyor. En beğendiğim tarafı olan başlangıcı bile ortalama turunçgil kokusundan öteye gidemiyor. Ve ne yazık ki zaman zaman baş ağrısı yaptı bende. Bu haliyle bir şişesi alınıp, kullanılacak gibi değil kendi açımdan.


Bulgari - Aqua Marine ile klasik Fahrenheit'ın kötü bir bileşimi olan Aqua isimli kardeşimizin tek söz etmeye değer yanı derinliği. Üst-orta ve alt notaları her birini size farklı farklı önünüze koyan parfümümüz, teknik anlamda başarılı. Onun dışında fazla da üzerinde durulacak tarafı yok. Sıkıcı bir Fahrenheit varyasyonu olarak tarihin unutulmuş sayfalarına ekleneceğini düşünüyorum.

Şimdi Christian Dior'un parfüm birimine mi kızayım, pazarlama bölümüne mi laf edeyim bilemiyorum. Fahrenheit gibi bir markanın sırtından para kazanmak için üst notalarına biraz tuzlu akuatik turunçgiller eklemek kimin fikriyse o arkadaşla tanışmak isterdim. Hadi eklediniz bari biraz kaliteli yapın şu işi. Özenin, üzerinde çalışın. Denediğim kadarıyla Aqua Fahrenheit, hiç bir karaktere sahip olmayan ucube, hibrid kokuya sahip. Üzerine orta kısımdan itibaren beliren yapaylığı ekleyin. Bir de Fahrenheit ismini ve şişesini kullanın. Bu kadar kolay kandırabileceğini mi sandın bizi Dior?

2013 yılı itibariyle yedi farklı Fahrenheit versiyonu piyasaya sürülmüş durumda. Görünüşe göre bu trend devam edecek. Peki Aqua’dan sonra hangi Fahrenheit’lar gelecek. Fahrenheit Sport, Fahrenheit Intense, Fahrenheit Extreme, Fahrenheit Blue, Fahrenheit Noir de var mı sırada Christian Dior? Umarım işi bu noktaya getirmezler…

Aqua Fahrenheit, erkeksi bir parfüm izlenimi veriyor. Bence orta kısımdaki yoğun deri-menekşe kullanımı dolayısıyla dört mevsimde de kullanılabilir. Kokusunun tasarımına Christian Dior'un başparfümörü François Demachy imza atmış. Denemeden almayın, pişman olmayın.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Klasik Fahrenheit size biraz sert geliyorsa daha yumuşatılmış hali olarak denenebilir.

Eksileri:
- Orta kısmını ilginç bulmadım.
- Sonları vasat.
- Yapaylık ciddi sorun.
- Tuhaf ve karaktersiz yapısı.

Koku Güzelliği:10/5

26 Eylül 2013 Perşembe

Düğün parfümü...


Geçen hafta kuzenimin düğünü vardı. (Yukarıdaki düğün değil tabiki :)) Tanımadığın birisinin düğünü olunca pek umarsamıyorsun ama işin içinde bir çok akraba ve tanıdıklar olunca her konuda daha seçici olmak gerekiyor. Giyeceğin kıyafetten, kullanacağın parfüme kadar...

Düğün akşam saatlerindeydi. Hava 14-15 derece civarıydı. Yani Eylül ayı için biraz fazla serindi. O günlerde kullandığım Frapin - L'Humaniste'i sıkmak istemedim bu özel gece için. Veeee açtım kesenin (dolabın) ağzını. Bir düğüne en yakışacak parfüm hangisi olur diye sihirli çekmeceme bakınmaya başladım.

Önce Amouage'lara baktım. Jubilation XXV yada Reflection sıkayım dedim ama ortama pek uymayacağını anladım. Daha sonra Yves Saint Laurent'in meşhur M7'sine gözüm takıldı ama yok o da değildi aradığım. Ardından Maison Francis Kurkdjian'ın Absolue Pour Le Soir'ini düşündüm fakat fazla hayvansı kaçacağı ortadaydı. Lorenzo Villoresi'nin sevdiğim parfümü Piper Nigrum'da çok baharatlıydı. Creed - Himalaya fazla hafif ve ferah olurdu. Bond No.9 - Chinatown ise fazla kadınsı olabilir dedim. Comme des Garcons - Odeur 71, dişçiye giderken iyi bir seçim olabilirdi ama düğün için iyi fikir olmadığı ortadaydı. Mancera - Cedrat Boise, fazla hafif ve yaza aitti. Daha bir çok parfüme türlü bahaneler bularak eledim.

Oysaki çekmecenin arkalarına bakmak aklıma hiç gelmemişti. Bir çok Bond No.9'ın arasında sessiz sakin Back to Black duruyordu. Hemen önümdeyse Rose 31. Sonunda seçenekleri ikiye indirmeyi başardım. Bir tarafta Le Labo - Rose 31, diğer taraftaysa By Kilian - Back to Black. İşte o zaman doğru parfümün Back to Black olduğunu anladım. Onu makus yanlızlığından kurtarıp, yanıma aldım. Dışarı çıkmadan önce 4-5 defa fıslattım.


Yüksek kaliteli, etkileyici ve seksi bir parfüm olduğu tartışmasız Back to Black'in. By Kilian'ın en popüler ve iddialı kokusu olduğunu düşünüyorum. Gerçi Back to Black'e verdikleri ikinci isim olan "Afrodizyak"ı fazla abartılı bulurum her zaman. Fakat en sevdiğim tarz olan kırmızı meyveler ve tütün kombinasyonuna sahip. Ve bu durum, onu sevme ihtimalimi daha da arttırıyor.

Bütün gece üzerimde rahatlıkla hissettim kokusunu. Hatta biraz fazla sıktığımı anladım. Kimi zaman fazlasıyla burnuma geldi. Bu kadar fark edilir olduğunu unutmuşum. Fakat nedendir bilinmez  kanım bir türlü ısınamadı Back to Black'e. Oysaki tam sevmem gereken bir parfüm. Sanırım "doku uyuşmazlığı" oldu aramızda. Bu kullanımda da kendimi harika hissettiremedi. Yine orta kısımda karşıma çıkan tuhaf pudralık canımı sıktı. Herşeye rağmen güzel parfüm ama benim için değil...

Evet düğün bitti. Ama merak etmeden duramıyorum. Siz, akrabanızın düğünü için hangi parfümü seçerdiniz?

24 Eylül 2013 Salı

Frapin – L’Humaniste (2009)


Frapin – L’Humaniste (2009)  Ünlü konyak üreticisi Frapin’in erkek parfümü.

Orta Çağ Avrupa tarihine meraklı çoğu kişinin bileceği gibi Avrupa'nın uyanışını temsil eder Rönesans. Kilisenin mutlak hakimiyeti altında geçen Orta Çağın karanlık dönemleri, Avrupa tarihinin en ilginç zaman dilimlerinden birisini içinde barındırıyor. Kilisenin ve Papalık kurumunun neredeyse sınırsız yetkileri, büyük ekonomik kaynakları, içe kapanık dış politika, hayatın her alanına güçlüce nüfuz etmiş katı, acımasız din anlaşını besliyordu. Bu öylesine aşırı bir Hristiyanlık yorumuydu ki, zaman zaman şehirlerin meydanlarında yakılan devasa ateşlerin içine cadı olduğu iddiasıyla atılan yüzlerce kadının hikayeleri tarih kitaplarında sıkça karşımıza çıkar.

Bugünkü bilinç düzeyimizle gülüp geçtiğimiz bu ürkütücü cadılık suçlamaları, o zaman için insanların diri diri yakılmalarına referans oluşturabiliyordu. Buna bir de kilisenin insanları afaroz etme yetkisinin bulunmasını eklerseniz, Avrupa kıtası, koyu, aşırı ve yanlış bir Hristiyanlık inancının esareti altındaydı. Halk üzerinde yüzyıllardır biriken korku, nefret; adeta sosyal, kültürel ve ekonomik bir patlamaya yol açmıştı. İşte o patlama "Hümanizm" akımının filizlenmesine yol açacaktı.

Lâtince "Humanus"tan (insan) geldiği tahmin edilen "Hümanizm" kelimesi, Batı dillerinde XVIII. yüzyılın ortalarından itibaren görülmekle birlikte, 1850'lerde yaygın biçimde ve bugünkü anlamında kullanılmaya başlanmış. Hümanizmin genel anlamı; "insanı merkeze alma, insancıllık/insancılık; insanı, renk, ırk, din ve mevkiini dikkate almadan sevmek ve saygı duymak olarak açıklanabilir. Rönesans çağında Antik Yunan ve Lâtin edebiyatına dönüp, onu araştıran ve kendisine kaynak olarak alan, insani değerlerin savunulmasını esas alan dünya görüşü de diyebiliriz Hümanizm için. Bu anlamda insanın bireyselliğini, özgürlüğünü ve yaratacılığını ön plana çıkartmayı hedefler.


İşte tam da bu noktada sözü Fransa'nın hatta dünyanın en önemli konyak üreticilerinden birisi olan Frapin'e getirmem gerekir. Neredeyse 750 yıllık tarihe sahip bu Konyak üreticisi, 2002 yılında staratejik bir karar alarak, faaliyet alanı dışındaki parfüm sektörüne girmiş oldu. 2013 yılına kadar toplam dokuz parfüm çıkarmış durumdalar. Bugün yazacağım L'Humaniste, 16. yüzyılda yaşamış ünlü Fransız yazar François Rabelais ve onun Hümanizm düşüncesinden ilhamını almış. François Rabelais, yazdığı kitaplarıyla Hümanizm akımının en önemli temsilcilerinden birisi olarak biliniyor. Zaten Frapin'de kendi sitelerinde ona yer vermiş ve şunları söylemişler parfümleri hakkında:

“François Rabelais, Frapin evinin L'Humaniste'ye ithaf ettiği hanedanın en ünlü üyesidir. Turunçgil ile bağlanmış bir ölçü cin, yumuşak tonka fasulyesi ile sabitlenmiş baharatlar ve otlar, onu meraklı, açık fikirli bir Rönesans erkeği gibi duru ve zinde yapar.

Parfümün Fransa'da sanat haline gelmesi Rönesans zamanında gerçekleşmişti. Ve François Rabelais, Thelema Manastırını hümanist kültürün ütopik merkezi olarak hayal ettiği zaman, en hassas, zarif kokuların da kullanımını ilave etmişti.”

Yine kendi sitelerinde L'Humaniste, ferah parlak bir fujer olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma buruk tatlımsı meyveler ve turunçgiller çıkıyor. Parlak, canlı biraz da ekşimsi. Bence tamamen meyveli bir açılışı var. Muhtemelen ardıç meyvesinden geliyor bu his. Biraz da içkimsi geri plana sahip. Kimilerinin tropikal içkilere benzetmesi bu sebepten kaynaklanıyor olabilir. Fakat benim sevmediğim tarzda. Üst notalarını Burberry For Men'e benzettim. Oradaki sinir bozucu, ukala meyveler, adeta burada yeniden hayat bulmuş. Tabiki daha kaliteli ve rafine olarak. Başlangıcı pek bana göre değil. Geçeyim orta kısma. Burada aynı meyvemsilik devam ediyor. Onun yanına tatlımsı yumuşak baharatlar ekleniyor. Kakule, küçük hindistan cevizi ve biber olabilir. Ayrıca gerilerden de aromatik otlar geliyor. Muhtemelen kekik-fesleğen ikilisi. Fakat ağırlık tatlımsı baharatlar ve buruk meyvelerde. Orta kısımda benim için parlak geçmiyor. Alt notalara gelindiğinde tatlılığın sebebi anlaşılıyor. Burada tonka fasulyesi, yumuşak odunsu notalar ve biraz tütün algılıyorum. Sanırım tütün teması sayesinde en sevdiğim kısım sonları oluyor. Gayet başarılı kapanışı.


L'Humaniste, aynen dedikleri gibi tam bir aromatik fujer. Ana aksı tatlımsı meyveler, yumuşak tatlımsı baharatlar ve odunsu notalar-tütün oluşturuyor. Genel olarak oldukça tatlı kokusunuysa tonka fasulyesi sağlıyor gibi görünüyor. Onun için erkeksi bir kokuya sahip diyebilirim. Zaten pazarlaması da erkekler üzerine yapılıyor. Fakat oldukça tatlılık barındıran bir erkeksilik. Eğer "erkek adam tatlı tatlı kokmaz" gibi anlamsız takıntılara sahipseniz sizin için iyi fikir olmayabilir. Yanılıyor olabilirim ama tuhaf bir şekilde kokusunu, özellikle başlangıcını Burberry For Men'e benzettim. Eğer o tarz fujerlerı seviyorsanız çok daha yüksek kalitelisini bulmuş durumdasınız. Sizin için hayırlı olsun.

Fakat benim kullanamayacağım bir kokuya sahip. Her ne kadar sonları ilgimi çekse de başlangıcına ve orta kısmına nasıl tahammül edeceğimi çözemedim. Bu eleştirilerim onun kötü, vasat ve kalitesiz bir parfüm olduğunu düşünmenizi sağlamasın. Tam tersine oldukça rafine ve pürüzsüz bir kokusu var. Ama sanırım ayrı dünyaların insanıyız L'Humaniste ile...

Başlangıcındaki içkimsi kokunun anlaşılabilir yanı olduğunu düşünüyorum. Frapin bir konyak markası aslında. Onların parfümlerinde de bazı içkimsi kokuların kullanılması normal olarak görülebilir. Muhtemelen burada markanın kurumsal kimliğine bir gönderme yapılmış olabilir.      

L'Humaniste bence dört mevsimde de rahatlıkla kullanılabilir. Bu anlamda başarılı bir aroma. Erkek kullanımına daha yakın. Eau de Parfum (EDP) olarak satılmakta. Kalıcılığı ortalama, fark edilirliği iyi oldu tenimde.


Parfümün tasarımını Sidonie Lancesseur yapmış. Bu parfümör ayrıca By Kilian, Azzaro, Comptoir Sud Pacifique ve Olfactive Studio için de kokulara imza atmış. Yeni nesil parfümörlerden birisi olarak ileride daha çok adını duyacağız muhtemelen Lancesseur'un.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Kaliteli kokusu niş parfüm standartlarında.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Genel anlamda kokusu bana yakın gelmedi.
- Her yerde bulmak mümkün değil.


Koku Güzelliği:10/6

21 Eylül 2013 Cumartesi

Davidoff – Cool Water (1988)


Davidoff – Cool Water (1988)  Davidoff’un referans parfümü.

Şöhret nedir sorusunun cevabı en basitinden şöyle olabilir: Herkesçe bilinme, tanınma durumu, ünlü olma. Sosyal üstünlük dürtüsü de deniliyor bu duruma. Acaba insanlar güç sahibi olmak için mi ünlü olmak isterler? Gücün çekiciliğine kavuşmanın kısa yolu mu şöhretli olmak? Sen benim kim olduğumu biliyor musun! sorusu bu anlamda enteresan ve üzerinde durulmaya muhtaç. Fakat konuyu dağıtmadan gidelim.

Bazı insanlar doğarken şanslı ve şöhretliyken, kimileri her şeyini tırnaklarıyla kazıyarak elde ederler. Bazı parfümlerse büyük pazarlama kampanyalarıyla doğar ve şöhretli olurken, bazı parfümler sessizce piyasaya çıkarlar. Sonradan büyük şöhret kazanırlar. Belki de parfümlerle insanlar arasında bağ kurulabilir bu anlamda.

1998 yılında, muhtemelen kimsenin böylesine büyük başarılar yakalayacağını düşünmediği bir parfüm piyasaya sürdü ünlü puro üreticisi Davidoff. Yazar Chandler Burr, Cool Water'ın oluşturulma aşamasına daha teknik olarak bakmış ve parfümde kullanılan Dihydromercenol'e büyütecini tutmuş. Özetle şunları söylemiş:

“Kokuları özgün moleküllerle tanımlayan kimyagerlere gıpta ediyorum. Mesela Ethyl Maltol, pamuk helva gibi kokar. Calone, istiriyde bıçağı gibi kokar.  Phenylethyl Glycidate, çilek ve bibere benzer. Cis-3-hexenol kesilmiş çimen gibidir. Butyric Acid, ayak gibi kokar. Ve parfümler: Chanel No.5'in sırrı Aldehitlerdir; Davidoff - Cool Water'ın ise Dihydromyrcenol.


Dihydromyrcenol, bazı deterjanlarda kullanılan özel bir kimyasaldır. Bu kimyasal, ilk olarak 1973 yılında Paco Rabanne Pour Homme'da kullanıldı. Daha sonra 1982 yılında Drakkar Noir'de yüzde on oranında kullanıldı. Parfümör Pierre Bourdon ise Cool Water'da yüzde yirmi oranında kullanmıştı.

Tabiki bazı kimyasallardan nefret ediyorum. Ne yazık ki listemin üst sırasında Dihydromyrcenol var. Kokusu bana alüminyum tezgahın üzerine dökülmüş çamaşır deterjanlarını hatırlatıyor. Drakkar Noir, Polo, CK One ve Cool Water'da güzel kullanılmıştı. Fakat artık bir çok parfümde kullanılıyor. O, sıkıcı bir klişe haline geldi. Gerçi ben doğal yada yapay farketmez, lavanta kokusundan nefret ederim. Sonuç olarak bir klişe, her zaman için klişedir."    

Chandler Burr’den bu alıntıyı Cool Water'ın baskın şekilde Dihydromyrcenol gibi koktuğunu açıklamak için verdim. Bugün Dihydromyrcenol kimya ve kozmetik sanayisinde kullanılıyor. Zaten Cool Water'ın kokusunun kimi zaman kolonyalı mendillere kimi zaman traş köpüklerine kimi zaman da çamaşır deterjanlarına benzetilmesinin sebebi işte tam da bu. Artık geçeyim kokunun bana hissettirdiklerine.

Aromatik akuatik olarak sınıflandırılmış Cool Water. Kimileri de aromatik/ferah fujer olarak anlandırıyor. Üzerime ilk sıktığımda lavanta, turunçgiller (limon ve bergamot) ve ozonik deniz esintisi karşıma çıkıyor. O kadar tanıdık ki kokusu. Üst notalarında ağırlık ozonumsu yeşil lavanta da sanki. Başlangıcını çok beğendim. Orta notalara geçildiğinde yeşil koku devam ediyor. Fakat kalite anlamında biraz düşüş var. Burada yeşil erkeksi çiçekler devreye giriyor. Ve herkesin bahsettiği o deterjan kokusu. Sabunsuluk artık ortaya çıkıyor. Hem de dikkati çekecek oranda. Sanırım o traş köpüklerine benzetilme sebebi de sabunsuluk. Orta kısmı başlangıcı kadar ilgimi çekmedi. Geçeyim alt notalara. Burada hala yeşil ozonik koku devam ediyor. Misk ve odunsu notalar hissediyorum ek olarak. Sonları fena değil. Böylece de tenden ayrılıyor.


Cool Water, başlangıcından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Parfümün ana ekseni ferah, serin, sabunsu yeşil erkesi çiçekler ve tuzlu/yosunsu deniz teması. Enteresan bir birliktelik. Başlangıcı gayet güzelken, orta kısımdan itibaren sabunsu yapaylık hissediliyor. Sabunsu kokan yeşil çiçekler, hiç ilginç gelmedi bana. Son kısımsa orta notalarla paralel ilerliyor. Her ne kadar odunusluk ve misk eklense de alt notaları bana yakın gelmedi ne yazık ki. Şu haliyle en sevdiğim kısmı başlangıcı oldu.  

Şu bir gerçek ki Cool Water, tüm zamanların en şöhretli, kült parfümlerinden birisi olmuş durumda. Zaten satış rakamları da onun dünya çapında ne kadar büyük fenomen olduğunu kanıtlıyor. İlk çıktığı 1988 yılından 2003 yılına kadar en çok satan on beş parfümden birisiydi Cool Water. Yani onun etkileri, 2000'li yılların ortalarına kadar devam etti. Onlarca parfüm üreticisi ona benzeyen kokular piyasaya sürdü. Ama biliyoruz ki hiç birisi onun kadar şöhretli olamayacaktı. Çünkü emitasyon, gerçeğin yerini asla tutamaz.

Böylesine büyük ticari başarıyı, kokusunun yeterince rafine olmaması sebebiyle eleştirebiliriz. Yada büyük şöhretine hürmeten, onu övgülere boğabiliriz. Ben yine de aklıma takılan kısımları eleştirirken, ona saygı duymaya devam edeceğim. Çünkü karşımızda sıradan bir market kokusu yok. Beğenin yada beğenmeyin döneminin en önemli parfümü Cool Water. Çığır açan, referans olarak gösterilen bir arkadaş. Parfüm endüstrisinde yeni bir akımın oluşmasını sağladığı söylenebilir. Anlaşılacağı üzere ona gereken saygıyı göstermemiz gerekiyor. Fakat saygı duymamız onu seveceğimiz anlamına da gelmiyor.

Cool Water'ın eleştirebileceğim iki tarafı var. Birincisi orta kısımdan itibaren beliren sabunsu çiçeksilik. İkinci olarak da tek düze kokması. Derinliğe sahip olmayan yapısı, biraz hayal kırıklığına uğrattı beni. Bu duruma parfümün geçirdiği reformülasyonların sebep olduğu düşünülebilir. 1988 yılında üretilmiş bir parfümün günümüze kadar orjinal formülüyle gelmiş olması olası görünmüyor.


Görünen o ki ilerleyen yıllar ve karşısına çıkan rakipler, Cool Water'ın biraz geri plana çekilmesine neden olmuş. Bugün daha çok "baba kokusu" olarak nitelenen Cool Water'ı genç kesimin tercih etmediğini görüyoruz. Yılların verdiği "modası geçme" sendromuna yakalanmış olabilir. Yine de parfümlerle ilgili herkesin almasa da mutlaka denemesi gereken klasiklerden birisi olduğu aşikar.

Parfüm platformlarının en çok tartışılan konularından birisine daha dahil olayım hemen. Cool Water, bir çok yerde Creed’in ünlü parfümü Green Irish Tweed’e benzetiliyor. Hatta birbirinin kopyası diyenler bile var. Şimdi benim edindiğim izlenime göre iki parfümün benzer yanları var ama çok büyük benzerliğe rastlamadım. Green Irish Tweed, ekşimsi yeşil çiçekler gibi kokarken, Cool Water akutik-yeşil-sabunsu kokuyor. İki parfümün de yeşil kokan taraflarını birbirine yakın bulabiliriz. Fakat genel olarak ikiz kardeş gibi değiller.

Şişesinin tasarımını Peter Schmidt yapmış. Kokusunun tasarımını ise Pierre Bourdon gerçekleştirmiş. Bourdon parfüm dünyasının önemli burunlarından birisi. Kouros gibi ikonik bir parfüme imza atmış olan Bourdon, Dior'un Dolce Vita'sının, Frederic Malle'in French Lover'ının, Shiseido'nun Feminite du Bois'i gibi başarılı eserlerin arkasındaki isim olarak da biliyoruz.

Parfüm yazarı Luca Turin, Cool Water'ı aromatik fujer olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en iyi parfümler listesine almış. Ek olarak "Kadınlar için en iyi erkeksi parfümler" listesinde de ona yer vermiş.


Tam bir ilkbahar-yaz parfümü bence. Çoğu kimse kalıcılık ve fark edilirliğinin düşük olduğundan şikayet etmiş. Benim denemelerimde tam tersi durum ile karşılaştım. Kalıcılığı bir EDT'ye göre gayet iyiydi. Hatta kıyafetlerimde iki güne yakın kokusu hala hissediliyor. Fark edilirliği ise ilk 2-3 saat yüksek oldu. Bu iki konuda hiç şikayetim olmadı neyse ki. Her ne kadar çok bilinen bir parfüm olsa da siz yine de denemeden almayın.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Her parfüm severin denemesi gereken bir klasik.
+ Oldukça uygun fiyatlara hemen her yerde satılıyor.

Eksileri:
- Orta kısmını kendime yakın bulamadım.
- Yüksek kalite hissiyatı vermiyor.
- Tek düze kokusunun, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağını düşünüyorum.


Koku Güzelliği:10/6.5