18 Eylül 2013 Çarşamba

Creed – Erolfa (1992)


Creed – Erolfa (1992)

Creed parfüm evinin altıncı nesil master parfümörü Olivier Creed'in, başarılı ve çalışkan isimlerden birisi olduğu yadsınamaz. Creed'in yenilenen yüzünü temsil eden Olivier bey, başarılı parfümlere imza atıyor. Özellikle son yıllarda "Creed sever" bir kitlenin oluşmasının sebebi de Olivier Creed'in atılımları denilebilir. Bugün, markanın popüler parfümlerinin neredeyse tamamının tasarımına imza atmış Olivier Creed.

Davidoff'un meşhur Cool Water'ının çıkışından dört yıl sonra, akuatik temaya göz kırpmış gibi görünüyor Olivier Creed, Erolfa ile. Pierre Bourdon'un Cool Water'ının büyük başarısı, muhtemelen bir çok akuatik parfümün önünü açmıştı. Hatta bu etki o kadar büyük olmuştu ki niş markalar bile kayıtsız kalamadı bu yeni tarza. Tabiki Erolfa'nın Cool Water'dan birebir etkilendiği konusunda bir kanıtımız yok. Fakat Olivier Creed'in Erolfa'yı tasarlarken, masasının kenarında Cool Water'ın şişesinin olduğunu zihnimde canlandırabiliyorum.  

Creed ailesinin, Akdeniz'de yelken seyahatlerindeki mutlu anılardan esinlenilmiş Erolfa'nın oluşturulma sürecinde. Erolfa kelimesinin herhangi bir dilde anlamı yok. İsminin oluşturulmasında üç kişinin adının ilk hecelerini kullanmışlar. ER hecesi Olivier Creed'in oğlu Ervin'den geliyor. OL hecesi ise bay Creed'in tek kızı Olivianın baş harflerinden geliyormuş. FA ise Erwin ve Olivia'nın anneleri Fabienne'den geliyor. ER-OL-FA, Creed ailesinin bireylerinin isimlerinin ilk harfinden meydana gelen bir ad anlaşılacağı üzere.

Erolfa kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış: "İster bir yat yarışının heyecanından keyif alın, isterseniz sahilden denizin keyfini çıkarın. Canlandırıcı, ayağa kaldırıcı ve ilham verici. Yat yarışı şampiyonlarının kokusudur Erolfa. O, açık denizlerde yelken kullanmanın coşkusunu  çağrıştıran okyanussal bir ferahlıktır.”


Sınıflandırma olarak ferah/deniz teması seçilmiş. Zaten tanıtımında bol bol denize ve okyanusa göndermeler var. Yani onun için akuatik diyebiliriz şu ana kadar. Parfümü deneme sürecinde bende nasıl çağrışımlar yaptı, o kısma geçeyim artık.

Erolfa'yı üzerime sıktığımda karşıma çıkan koku ferah, modern turunçgiller (ağırlık portakalda) ve tuzlumsu meyvelerden (muhtemelen kavun) oluşuyor. Fazla tatlılık barındırmayan, canlı, pozitif ve çok güzel. Yine bir Creed ve yine başlangıcı gayet başarılı. Sevdim üst notalarını. İlerleyen dakikalarda bu güzel turunçgiller hala hissediliyor. Onun yanına yumuşak baharatlar ekleniyor. Biber veya kakule olabilir. Fakat çok baskın değil. Tuzlumsu aromatik meyveler her daim ön planda. Dikkatimi çeken şeyse orta notalardan itibaren tatlılığın artması. Teninizde rahatlıkla gözlemleyebiliyorsunuz bu durumu. Son kısımda tatlılık daha da artıyor. Neredeyse bir kış parfümü kadar tatlanıyor. Kalite hissiyatı biraz düşüyor. Alt notalarda koku karakteri oldukça değişiyor. Olivier Creed'in diğer parfümlerindekilere benzer ambergris dikkat çekiyor. Biraz da tatlımsı odunsular ve vanilya var. Miski de unutmamak lazım. Son kısım tatlı misk-ambergris-odunsu notalar işbirliğinde ilerliyor. Bu noktada kalite hissiyatı biraz düşüyor. Sanırım ambergrisin başının altından çıkıyor bu yapaylık. Yine de denediğim bazı Creed'lerden daha başarılı sonları.

Erolfa'nın başlangıcı nefis. Çok güzel ve etkileyici turunçgil açılışına söyleyecek söz yok. Yirmi yılı devirmiş olmasına rağmen, hala güncelliğini koruyan bu turunçgil-meyve kombinasyonu şaşırtıcı derece doğal. Orta kısım çok değişmezken tatlılığın artmasını biraz yadırgadım. Hafiften şekerimsi hissettiren tatlılık, akuatik olarak sunulan bir parfüme ne kadar yakışıyor merak etmekteyim. Son kısım diğer popüler Creed'lere çok benziyor. Millesime Imperial, Himalaya, Silver Mountain Water, Aventus. Hepsinin de sonları az da olsa birbirini andırıyor bence. Özellikle Silver Mountain Water'a benzettim Erolfa'yı. Fakat ondan daha başarılı ve kaliteli buldum. Hatta Erolfa bu haliyle en beğendiğim Creed’lerden birisi oldu.


Erolfa için akuatik deniliyor çoğunlukla. Başlangıcı ve orta kısmı için olabilir. Ama sonlarında hiç akuatik izler yok. Alt notalarda neden bu kadar tatlılık ve ambergris kullanıldığını pek anlayamadım. Madem bu parfüm akutik, daha deniz merkezli bir kokuya sahip olabilirmiş. Kimi yorumcular deniz kenarına, okyanusa benzetmiş. Başlangıcı dışında çok yoğun deniz teması alamadım. Evet üst notalardaki tuzlu meyveler öyle bir algı yaratıyor. Kokunun tamamında o yosunsu deniz kenarı etkisi yok. Daha çok ferah turunçgiller üzerinden ilerliyor. Bulgari - Aqua Marine'deki gibi baskın deniz kokusuna sahip değil.

Erolfa'yı sonları dışında başarılı buldum. Bir de tabiki tatlılık kullanımını eleştirebilirim. Onun dışında herkesin sevebileceği, kullanımı kolay, övgüler alabileceğiniz, her türlü spor kıyafetle kombin edebileceğiniz bir arkadaş. Eğer çok yüksek fiyatını göze alabiliyorsanız denemenizi tavsiye ederim. David Beckham ve Sean Penn gibi ünlülerin de Erolfa'yı kullandığı bilgisine ulaştım. Ne kadar doğrudur bilemiyorum.

Parfüm kritikçisi Luca Turin Erolfa'yı odunsu kavuna benzetmiş ve beş üzerinden sadece bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine almış. Turin'in bu kadar düşük not vermesi kimi yorumcular tarafından eleştiriliyor. Sanırım bende onlara katılacağım. Evet Erolfa harika değil ama en kötü listesine girecek kadar da başarısız olduğunu sanmıyorum.

Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. İlkbahar-yaz mevsimine daha uygun diyebilirim. Fakat sonlarındaki tatlılık, onu sonbahar-kış kullanımına da uygun hale getiriyor. Erkek parfümü olarak piyasaya sürülmüş. Öyle yoğun erkeksi mesajlara sahip değil. Hele ki son kısma kadar kadınlara da uygun olduğunu söyleyebilirim. Kalıcılığı iyi ama fark edilirliği sonlara doğru oldukça düşüyor.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Orta kısmı da gayet güzel.
+ Modern, ferah, canlı kokusu herkesin ilgisini çekecek gibi.

Eksileri:
- Son kısmını çok sevemedim.
- Fark edilirliği düşük.
- Fiyatı çok yüksek.


Koku Güzelliği:10/7

15 Eylül 2013 Pazar

Hermes – Eau de Cologne (1979)


Hermes – Eau de Cologne (1979)

"Bir Eau de Cologne'nin basit olmaya ihtiyacı vardır. Üst notaları ağır olmamalı. Serinletici olmalı. Kalıcılık gibi iddiası olmamalı. Eau de Cologne'ler için geçerli olan bu basitlik kuralları, o parfümün kişiliği olmadığını göstermez."

Bir söyleşisinde genel olarak bunları söylüyor parfümör Francoise Caron. Bu ismi tanıyamadınız mı? O zaman şu parfümler belki çağrışım yapabilir: Acqua di Parma - Iris Nobile, Azzaro - Onyx, Comme des Garcons - Palisander, Kenzo Women, Le Labo - Fleur d`Oranger 27'nin tasarımcısı desem.

Parfümör Francoise Caron'un en büyük şansı, ilk işlerinden birisinde Hermes ile çalışmasıydı muhtemelen. 1979 yılında Hermes için tasarladığı Eau de Cologne, markanın ilk kolonya denemesiydi. Oldukça başarılı olan Eau de Cologne, 1997 yılında isim ve formülasyon değiştirerek, ünlü Eau d'Orange Vert ismini alacaktı.

Bugün inceleyeceğim Eau de Cologne, aslında Eau d'Orange Vert'in babası sayılır. Parfüm severlerse Hermes'in ünlü Orange Vert'ini daha iyi bilirler. Bulunması çok zor olan Eau de Cologne versiyonuna şanslıyım ki ulaşabildim. Çünkü artık üretimi sonlandırılmış durumda.


Fragrantica'da aromatik meyveli olarak sınıflandırılmış Eau de Cologne. Üzerime ilk sıktığımda aromatik yeşil otlar (biberiye, fesleğen), tozlu turunçgiller ve eski tarz limon karşıma çıkıyor. Çok doğal, nostaljik, yüksek kaliteli ve harika. Klasik turunçgil merkezli şiprelerin tipik açılışına sahip ama gerçekten nefis. Geçeyim orta notalara. Burada aromatik otlar geri plana çekiliyor. Onun yerine doğal limon aroması öne çıkıyor. Çok güzel, rafine, ferah, mis gibi orta kısım. Geçeyim sonlarına. Alt notalarda otsu limon aroması devam ediyor. Şiprelerin vazgeçilmezi meşe yosunu kendisini iyice gösteriyor. Ona biraz da odunsu notalar eşlik ediyor. Kokunun geneli gibi sonları da. Ama üst ve orta notaları kadar beğenemedim. Böylece tenden ayrılıyor. 

Şu bir gerçek ki karşımızda klasik anlamda bir kolonya var. Hem de safkan EDC konsantrasyonunda. Aromatik yeşil otlar ve limon her zaman ön planda. Sonlarda meşe yosunu etkisi hissediliyor. Bu anlamda oldukça basit formülasyona sahip. Zaten bir kolonya da parfümün tasarımcısı Francoise Caron dediği gibi böyle olmalı: "Basit, ferahlatıcı, çok kalıcı olmayan ve üst notaları ağır değil." Tam Caron'un dediği gibi bir parfüm Eau de Cologne. Anlaşılan kafasındaki düşünceyi aynen parfümüne yansıtabilmiş.

Özellikle başlangıcı müthiş Eau de Cologne'nin. Eskilerden kalma naneli, aromatik otsu limonata gibi. Fakat tatlılık neredeyse yok. Bu kadar rafine, üst düzey, aristokratik, tarihi, geleneksel bir limon kokusuna çok az rastlamışımdır. Evet biraz eski kokuyor. Günümüzün trendlerine yakın değil. Ama bu koku bana 1900'lü yılların başındaki Fransa'yı hatırlayor. İnsanı küçük bir zaman yolculuğuna çıkarıyor adeta. Orta kısımdaki doğal ve ferah limon da görülmeye değer. Demek ki limon, istenirse böylesine başarılı şekilde kullanılabiliyormuş. Günümüzün parfümörlerine ders gibi. Son kısımda artan meşe yosunu efekti nedense çekici gelmedi bana. Yada aramız çok iyi olmadığı için yadırgıyorum meşe yosununu. Kalite olaraksa hiç bir sorun yok son kısımda.

Evet o aromatik şipre. Günümüzde neredeyse hiç üretilmeyen bu tarz kokular, eski dönemlerde bol bol kullanılıyordu. Değişen parfüm trendleri, bu tür kokuların pabucunu dama atmış olabilir. Fakat Eau de Cologne'deki rafineliği, doğallığı ve kalite hissiyatını, bugün bir çok ünlü markanın parfümünde göremiyoruz. Hatta rahatlıkla niş parfüm kalitesinde diyebilirim. Sanırım parfümler için geçerli olan klişenin gerçeklik payı var: "Ne varsa eski parfümlerde var."


Genel olarak düşündüğümde olgun ve erkeksi yönünün ağır bastığını düşünüyorum. Bazı kaynaklarda uniseks olarak geçse de erkek kullanımına daha yakın gibi. Belli bir yaşın üzerine hitap ettiği aşikar. 30 hatta 35 yaş üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.

Hayatı sadece çalışıp para kazanmaktan ibaret sanmayan, stil ve zevk sahibi, gusto karakterli kişiler için uygun sanki Eau de Cologne. Nedense zihnimde böyle bir imgelemle özdeşleştiriyorum onu.

Parfümün önemli eksikliği kalıcılığının ve fark edilirliğinin düşük olması. Bunu EDC olmasına da bağlayabiliriz. Belki de parfümörün bilinçli seçimidir. İlkbahar-yaz mevsimi için daha uygun olacağını düşünüyorum.  

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Orta kısmı nefis.
+ Yüksek kaliteli, rafine ve seçkin bir turunçgil kokusuna sahip.

Eksileri:
- Sonlarını çok sevemedim.
- Fark edilirliği zayıf.
- Artık bulmak çok zor.


Koku Güzelliği:10/8

12 Eylül 2013 Perşembe

Bond No.9 – Madison Square Park (2011)


Bond No.9 – Madison Square Park (2011)

İsmini Amerika’nın dördüncü başkanı ve Amerikan anayasasının baş yazarlarından James Madison’dan almış bir park. Madison Square (meydanı) olarak bilinen park, Fifth Avenue (5.Cadde) ve Broadway'in kesiştiği, şehir merkezini gösterdiği kavşakta yer alır. Bu caddeler sadece 23. Cadde'deki Flatiron Binasının pruva tarafında birbirinden ayrılırlar. 19. yüzyılın ortalarında kapitalizmin altın çağlarına doğru ilerlerken, bu çevredeki caddeler hızlı bir şekilde konut olarak gelişti. Bol bol Beaux Arts ve Rokoko stilinde büyük oteller ve perakende mağazaları ortaya çıktı. Burası Theodore Roosevelt ve Edith Wharton bölgeleriydi. Herman Melville, Billy Budd'ı Doğu 26. Caddede yazdı. Madison Square Park civarındaki caddeler Manhattan'ın popüler noktaları haline geldi.

New York’un göbeğindeki bu parkın tarihi 1686 yılına kadar gidiyormuş. 300 yıldan fazla zamandır park olan ve hala park kalan bir kara parçası. New York merkezli niş parfüm evi Bond No.9, içinden çıktığı şehre yine sadakatini göstermiş. 2011 yılında çıkardığı parfümüne Madison Square Park’ın ismini vermiş. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

“Kapitalizmin altın çağında, Madison Square Park, modanın zirvesiydi. Bugün tekrar o hip&cool moduna dönmüş durumda. Bu parfüme komşuluk için tam zamanı. Çarpıcı neon pembesi ve yeşili şişesinin çimen yeşili ve gül çiçeğine benzer kapağı, aynı zamanda çıkarılıp, kolye yada broş olarak da kullanılabiliyor. Kolyeye dönüşebilen kapağı, vintage tarzı bir gül aksesuvarı gibi kullanabilirsiniz. Parfümler ve takılar. Bu kombinasyonu seviyoruz!”


Markanın Downtown serisine mensup Madison Square Park. Parfümü üzerime ilk sıktığımda karşıma ekşimsi, modern kırmızı meyveler çıkıyor. Kiraz, çilek, böğürtlen, yaban mersini. Hangisini beğenirseniz. Lezzetli ve ekşimsi canlı meyvelerle yapılan açılış bir yerlerden tanıdık geliyor. Kadınsı, lezzetli ve hafif metalik. Yine de fena değil. Orta kısma geldiğimizde tatlımsı modern meyvelere modern, egzotik, yeşil çiçekler ekleniyor. Gül bu noktada öne çıkıyor. Ekşimsi meyvelerle harmanlanmış bir gül diyebilirim. Ve tabiî ki yeşil çiçekler. Hala biraz kadınsı ama cazibeli. Son kısımlar en erkeksi bulduğum tarafı. Misk, tatlımsı meyveler ve odunsu notalar etkili. Böylece de tenden ayrılıyor.

Madison Square Park, yeni parfümlerden. Henüz iki yaşını bile doldurmadı. Bu durumun etkilerini görebiliyorum. Canlı, ekşimsi meyveler ana rolde. Günümüzün modern kadın parfümlerine benziyor. İsmini bilemediğimiz ve sokakta yanınızdan geçen bir kadından etrafa yayılan o meyveli-çiçeksi parfümler vardır. İşte onlar gibi adeta.

Benzersiz kokusu yok. Çok yaratıcı da değil. Ama zaten öyle bir iddiası da yok anladığım kadarıyla. Onun amacı, rahat, günlük kullanıma uygun, spor giyime yakın, eğlenceli, pozitif bir etki bırakmak. Ve bunu da başarıyor. Evet bu parfüm kesinlikle pozitif ve neşeli. Depresif günlerinizde sizi iyi hissettirecek iksir olabilir.


Madison kardeşimiz yüksek kaliteli bir parfüm gibi davranmıyor. Bıçak sırtı hissedilen yapaylık, doğal harman arayan burunlar için uygun olmayabilir. Çok rafine kokmuyor. Zaman zaman metalik kokusu, şöyle bir etrafta dolaşıyor genel aura içinde. Nedense Bond No.9’ın denediğim hiçbir parfümü yüksek kalite tatmini veremiyor. Bilemiyorum bilinçli olarak mı yapılıyor bu durum.

Madison Square Park, basit bir fomül gibi görünüyor. Ekşimsi kırmızı meyveler, egzotik yeşil çiçekler, misk ve odunsu notalardan oluşuyor gördüğüm kadarıyla. Başından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Düz çizgide ilerliyor. Zaman zaman ucuz kadın deodorantlarına da benzettim.

Bazı olumsuz yanlarına rağmen, özellikle genç kadınların severek kullanacağı bir kokuya benziyor. Otuz yaşın altındaki kadınlara tavsiye edebilirim. Gerek şişesi gerekse kokusu kadın parfümü olduğunu düşündürüyor. Deneme sürecinde günlük kullanımda o kadar da kadınsı gelmedi. Erkekler kullansa da olur ama sanki kadınlarda daha iyi sonuçlar verir.

İlkbahar-yaz döneminde kullanmak için daha uygun bence. Kokusunun tasarımını Bond No.9’ın bir çok işine imza atmış Laurent le Guernec yapmış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda.


Artıları:
+ Sonları fena değil.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği tarzı.

Eksileri:
- Hafiften hissedilen yapaylık, kalite hissiyatını düşürüyor.
- Düz çizgide ilerleyen kokusu, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilir.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5     

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bulgari - Eau Parfumee au The Vert (1992)


Bulgari - Eau Parfumee au The Vert (1992)  Bulgari'nin ilk parfümü.

New York Times'ta gazeteci ve parfümlerle ilgili kitaplar yazmış Chandler Burr'un cümlesiyle başlayalım bence: "Jean Claude Ellena'nın Eau Parfumée au Thé Vert isimli kokusu, parfüm dünyasının en tuhaf hikayelerinden birisine sahiptir." Hikaye 1989 yılında başlar.

1989 yılında şimdiki kadar büyük şöhrete sahip değildir parfümör Jean Claude Ellena. Karısı Susannah ile birlikte tam bir çay düşkünüdür. Yaşadıkları şehirde Mariage Freres isimli çeşit çeşit çaylar satan mağaza vardır. Ara ara oraya gidip, alışveriş yapar Ellena çifti. Sanırım mesleği Ellena'yı o çay mağazasına çağırır bir şekilde. Her gittiğinde çok farklı çayları koklar orada ve aklında kalanları kağıtlara not eder. Hatta mağaza sahipleriyle dostluğu ilerletir parfümör Ellena ve bazen bütün gününü oradaki farklı çayları koklayarak geçirir.

O günlerde aklına bir fikir gelir Ellena'nın. İonone ve Hedione isimli iki sentetik elementi birleştirerek bir parfüm yapmaya karar verir. Aslında amacı çay kokusunu andıran bir form oluşturmaktır. Tam da o sıralarda Christian Dior'un erkeksi bir parfüm tasarlatmak istediği ortaya çıkar. Bu haberi alan Ellena, bizzat Christian Dior ile buluşup, elindeki çay kokusunu ona sunar ve yeni çıkartacağı parfümün tasarımını yapmaya talip olur. Christian Dior, Ellena'nın kendisine getirdiği koku formunu dener ve beğenir. Sözlü olarak anlaşmaya varırlar. Christian Dior gibi önemli bir markanın parfümünün tasarlanması işi Ellena'ya teslim edilecek gibi görünmektedir.


Christian Dior, Ellena'yı akşam yemeğine davet eder ve bu olayı kutlamalarını teklif eder. Ellena bu yemek davetini kabul eder. Güzel bir restoranda içkiler içilir ve iyi dilekler tekrarlanır karşılıklı olarak. Fakat ertesi sabah Ellena'ya gelen bir telefon, herşeyin alt üst olmasını sağlar. Christian Dior'un kendisi kokuyu beğenmiştir ama markanın pazarlama birimi, kokuyu fazla sanatsal ve soyut bulur. Ticari anlamda yeterince başarılı olamayacağını düşünür pazarlama bölümü. Patron Christian Dior'da şirketinin pazarlama bölümünün kararına uyar ve iş Ellena'dan alınır. Onun yerine Jean-Louis Sieuzac ve Michel Almairac'ın kendilerine sundukları numuneyi üretmeyi kabul ederler. Sıkı durun çünkü bu küçük değişiklik, parfüm dünyasında bir efsanenin doğmasına yol açacaktır. Fahrenheit, işte bu şekilde adeta piyangodan çıkar gibi son anda meydana getirilmiştir. Görünen o ki Dior'un pazarlama birimi, kendi açılarından doğru karar vermiştir.

Jean Claude Ellena'nın formülü, son anda reddedilmiştir. O, tabiki vazgeçmez. Bu sefer Yves Saint Laurent'e gider ve elindeki koku formülünü onlara sunar. Fakat Laurent'te ona Dior'unkine benzer cevap verir: "Hayır, o formül bize uygun değil. O çok yaratıcı."

O günlerde, nasıl olduğunu bilmediğimiz şekilde Bulgari parfüm biriminden Ellena'ya telefon gelir ve onunla elindeki formül hakkında görüşmek istediklerini söylerler. Şans sonunda ondan yana dönmüştür. Bulgari ile görüşmesinde işin aslı ortaya çıkar. Mücevher mağazalarına sahip Bulgari, butiklerinde kullanılması için ondan bir koku tasarlamasını ister. Daha çok kolonyamsı bir kokudur istedikleri. Mağazaların tamamında kullanılacak bu koku ile bütün Bulgari butiklerinin aynı kokması sağlanmak istenmektedir. Yani amaç parfüm üretmek değil, butiklerin içlerinin güzel kokmasıdır. Ellena, elindeki çay koku formunu Bulgari'ye sunar ve marka da beğenir.

Eau Parfumee au The Vert (Yeşil çaylı parfümlü su) ismiyle üretimi başlar bu kokunun ve bütün Bulgari butiklerine gönderilir. Bulgari'nin New York butiğinde mağazaya gelen müşteriler bu kokuyu çok beğenirler ve bol miktarda satın almaya başlarlar. Diğer mağazalarda da bu parfüme büyük ilgi vardır. Bulgari yönetimi, böylesine ilgi gören yeşil çay kokusunu, parfüm piyasasına sunmaya karar verir ve seri üretime geçilir. İşte mücevherci Bulgari'nin parfüm piyasasına girmesi böylesi bir tesadüf sonucu olur.



Christian Dior ve Yves Saint Laurent'in reddettiği parfüm, Bulgari'nin ilk parfümü olarak tarihe geçer ve çıktığı 1992 yılında büyük başarı yakalar. Tabiki parfümün tasarımcısı olan ve o zamana kadar ismi duyulmamış parfümör Jean Claude Ellena'da ismini duyurur parfüm endüstrisinde. Ellena, bu parfümle birlikte 21. yüzyıl kokularını tasarlamaya başlayacaktır artık.

Bugün inceleyeceğim Eau Parfumee au The Vert, böylesine önemli bir parfüm anlaşılacağı üzere. Kendi sitelerinde turunçgilli aromatik çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma bergamot ve yeşil çiçekler çıkıyor. Parfümün şişesindeki yeşil vurgu ve ismindeki yeşil anlam, henüz ilk saniyelerde karşınıza dikiliyor. Doğal, biraz ekşimsi ve yüksek kaliteli. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Fakat başlangıçtaki yeşil kısım aynen kalıyor. Hatta yeşil koku biraz daha artıyor. Bu andan itibaren sabunsu-pudramsı yapıya bürünüyor. Çiçekler, çay ve yumuşak baharatlar hissediyorum. Baharat derken muhtemelen zencefil ve biber. Orta kısım için sabunsu yeşil çay ve baharatlardan oluşuyor diyebilirim. Son kısımda büyük değişim yaşanmıyor. Orta kısımla aynı paralelde kokuyor. Sabunsu misk ekleniyor sadece. Böylece de tenden ayrılıyor.

The Vert’in ismiyle paralel şekilde yeşil çay kokmasını bekliyordum. Hepimizin evlerinde olan ve normal çay içmekten sıkıldığımızda demlediğimiz o hafif rahiyaya sahip yeşil çay hani. Fakat gördüğüm kadarıyla ismiyle hem çelişiyor hem de uyum sağlıyor The Vert. Çelişmesini neredeyse hiç çay kokmamasıyla açıklayabilirim. Uyum sağlamasını da bolca yeşil kokmasıyla açıklayabilirim. Biraz daha detaya girmem gerek sanırım.

Deneme sürecinde bol bol kullandığım The Vert, ağırlıklı olarak ekşimsi yeşil çiçekler, sabunsu misk ve biraz da baharatlardan oluştuğu izlenimi verdi. Gerek kıyafetimde gerekse tenimde ciddi derece sabunsuluk hissettim ve biraz hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü daha önceki deneyimlerimden biliyorum ki bu kadar sabunsuluk benim için fazla. Yani karşımızda çay merkezli bir koku yok. Fakat yeşil koktuğu çok aşikar. Hatta uzun zamandır denediğim en yeşil çiçeksi-yaprağımsı kokan parfüm. Zaten şişesinin de yeşil olmasını bu konuda ciddi ipucu olarak görüyorum.


Buradaki yeşilliği biraz Creed’in popüler parfümü Green Irish Tweed’de hissetmiştim. Oradaki akuatiğe yakın ekşimsi yeşil çiçekler kadar değil The Vert. Onun yerine bol sabunsu yeşil çiçekler düşünün. İşte öyle. Fakat iki parfümün birbirlerine çok benzedikleri anlaşılmasın. Sadece yeşil yapısını anlatmak istedim.

The Vert, iki yönden önemli parfüm dünyasında. Birincisi Bulgari’nin ilk piyasaya sürdüğü ve böylece parfüm sektörüne girişini temsil ediyor. İkinci olarak da tasarımcısı Jean Claude Ellena’nın parfüm sektöründe önünün açılmasını ve tanınmasını sağlıyor. Yani iki taraf içinde çok iyi bir antlaşma olmuş The Vert.

Zaman zaman kokusu deterjanları hatırlatsa da yüksek kaliteli olduğunu söylemeliyim. Yapaylığa rastlanmıyor. Pürüzsüz, lüks ve rahatlatıcı. Bu anlamda bay Ellena’nın hakkını teslim etmemiz gerek. Hatta oldukça uygun fiyatlara bulunabilen The Vert, fiyat/kalite anlamında alınabilecek en iyi arkadaşlardan birisi. Tabiki bu tarz kokuları seviyorsanız.

Kısaca bahsetmem gereken başka konu ise kokunun ilerleyişi. İlk sıktığınız andan, tenden ayrılana kadar büyük değişim geçirmiyor kokusu. Düz çizgide ilerliyor. Çok zengin, derin ve detaylı değil genel anlamda. Oldukça basit bir formül. Sırf bu yüzden bazı yorumcular tarafından “sıkıcı” olduğu yönünde eleştiriler mevcut.

Yazar Chandler Burr, The Vert’i oldukça beğenmiş ve beş üzerinden beş yıldız vermiş. Bir başka parfüm yazarı Luca Turin, çiçeksi çay olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ben ikisi arasında Turin’e daha yakınım. Beş yıldızı hak edecek kadar beni etkilemediysede başarılı bulduğumu söylemeliyim. Büyük boy şişesini alacağımı ise hiç sanmıyorum.


Parfümümüz pek rastlanmayan şekilde EDC (Eau de Cologne) olarak üretiliyor. Bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak geçse de unisex kullanıma uygun. Erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Özellikle doğanın canlanmaya başladığı ılık ilkbahar mevsimine çok yakışacağını düşünüyorum kokusunun.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Pürüzsüz ve kaliteli yapısı.
+  Ünlü parfümör Ellena’nın, kariyerinin başlangıcındaki eserlerden birisi olması bakımından önemli.

Eksileri:
- Benim için fazla yeşil ve sabunsu.
- Tek düze ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor kokusu.

Koku Güzelliği: 10/7