12 Eylül 2013 Perşembe

Bond No.9 – Madison Square Park (2011)


Bond No.9 – Madison Square Park (2011)

İsmini Amerika’nın dördüncü başkanı ve Amerikan anayasasının baş yazarlarından James Madison’dan almış bir park. Madison Square (meydanı) olarak bilinen park, Fifth Avenue (5.Cadde) ve Broadway'in kesiştiği, şehir merkezini gösterdiği kavşakta yer alır. Bu caddeler sadece 23. Cadde'deki Flatiron Binasının pruva tarafında birbirinden ayrılırlar. 19. yüzyılın ortalarında kapitalizmin altın çağlarına doğru ilerlerken, bu çevredeki caddeler hızlı bir şekilde konut olarak gelişti. Bol bol Beaux Arts ve Rokoko stilinde büyük oteller ve perakende mağazaları ortaya çıktı. Burası Theodore Roosevelt ve Edith Wharton bölgeleriydi. Herman Melville, Billy Budd'ı Doğu 26. Caddede yazdı. Madison Square Park civarındaki caddeler Manhattan'ın popüler noktaları haline geldi.

New York’un göbeğindeki bu parkın tarihi 1686 yılına kadar gidiyormuş. 300 yıldan fazla zamandır park olan ve hala park kalan bir kara parçası. New York merkezli niş parfüm evi Bond No.9, içinden çıktığı şehre yine sadakatini göstermiş. 2011 yılında çıkardığı parfümüne Madison Square Park’ın ismini vermiş. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış:

“Kapitalizmin altın çağında, Madison Square Park, modanın zirvesiydi. Bugün tekrar o hip&cool moduna dönmüş durumda. Bu parfüme komşuluk için tam zamanı. Çarpıcı neon pembesi ve yeşili şişesinin çimen yeşili ve gül çiçeğine benzer kapağı, aynı zamanda çıkarılıp, kolye yada broş olarak da kullanılabiliyor. Kolyeye dönüşebilen kapağı, vintage tarzı bir gül aksesuvarı gibi kullanabilirsiniz. Parfümler ve takılar. Bu kombinasyonu seviyoruz!”


Markanın Downtown serisine mensup Madison Square Park. Parfümü üzerime ilk sıktığımda karşıma ekşimsi, modern kırmızı meyveler çıkıyor. Kiraz, çilek, böğürtlen, yaban mersini. Hangisini beğenirseniz. Lezzetli ve ekşimsi canlı meyvelerle yapılan açılış bir yerlerden tanıdık geliyor. Kadınsı, lezzetli ve hafif metalik. Yine de fena değil. Orta kısma geldiğimizde tatlımsı modern meyvelere modern, egzotik, yeşil çiçekler ekleniyor. Gül bu noktada öne çıkıyor. Ekşimsi meyvelerle harmanlanmış bir gül diyebilirim. Ve tabiî ki yeşil çiçekler. Hala biraz kadınsı ama cazibeli. Son kısımlar en erkeksi bulduğum tarafı. Misk, tatlımsı meyveler ve odunsu notalar etkili. Böylece de tenden ayrılıyor.

Madison Square Park, yeni parfümlerden. Henüz iki yaşını bile doldurmadı. Bu durumun etkilerini görebiliyorum. Canlı, ekşimsi meyveler ana rolde. Günümüzün modern kadın parfümlerine benziyor. İsmini bilemediğimiz ve sokakta yanınızdan geçen bir kadından etrafa yayılan o meyveli-çiçeksi parfümler vardır. İşte onlar gibi adeta.

Benzersiz kokusu yok. Çok yaratıcı da değil. Ama zaten öyle bir iddiası da yok anladığım kadarıyla. Onun amacı, rahat, günlük kullanıma uygun, spor giyime yakın, eğlenceli, pozitif bir etki bırakmak. Ve bunu da başarıyor. Evet bu parfüm kesinlikle pozitif ve neşeli. Depresif günlerinizde sizi iyi hissettirecek iksir olabilir.


Madison kardeşimiz yüksek kaliteli bir parfüm gibi davranmıyor. Bıçak sırtı hissedilen yapaylık, doğal harman arayan burunlar için uygun olmayabilir. Çok rafine kokmuyor. Zaman zaman metalik kokusu, şöyle bir etrafta dolaşıyor genel aura içinde. Nedense Bond No.9’ın denediğim hiçbir parfümü yüksek kalite tatmini veremiyor. Bilemiyorum bilinçli olarak mı yapılıyor bu durum.

Madison Square Park, basit bir fomül gibi görünüyor. Ekşimsi kırmızı meyveler, egzotik yeşil çiçekler, misk ve odunsu notalardan oluşuyor gördüğüm kadarıyla. Başından sonuna kadar neredeyse hiç değişmiyor. Düz çizgide ilerliyor. Zaman zaman ucuz kadın deodorantlarına da benzettim.

Bazı olumsuz yanlarına rağmen, özellikle genç kadınların severek kullanacağı bir kokuya benziyor. Otuz yaşın altındaki kadınlara tavsiye edebilirim. Gerek şişesi gerekse kokusu kadın parfümü olduğunu düşündürüyor. Deneme sürecinde günlük kullanımda o kadar da kadınsı gelmedi. Erkekler kullansa da olur ama sanki kadınlarda daha iyi sonuçlar verir.

İlkbahar-yaz döneminde kullanmak için daha uygun bence. Kokusunun tasarımını Bond No.9’ın bir çok işine imza atmış Laurent le Guernec yapmış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda.


Artıları:
+ Sonları fena değil.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği tarzı.

Eksileri:
- Hafiften hissedilen yapaylık, kalite hissiyatını düşürüyor.
- Düz çizgide ilerleyen kokusu, uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilir.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5     

9 Eylül 2013 Pazartesi

Bulgari - Eau Parfumee au The Vert (1992)


Bulgari - Eau Parfumee au The Vert (1992)  Bulgari'nin ilk parfümü.

New York Times'ta gazeteci ve parfümlerle ilgili kitaplar yazmış Chandler Burr'un cümlesiyle başlayalım bence: "Jean Claude Ellena'nın Eau Parfumée au Thé Vert isimli kokusu, parfüm dünyasının en tuhaf hikayelerinden birisine sahiptir." Hikaye 1989 yılında başlar.

1989 yılında şimdiki kadar büyük şöhrete sahip değildir parfümör Jean Claude Ellena. Karısı Susannah ile birlikte tam bir çay düşkünüdür. Yaşadıkları şehirde Mariage Freres isimli çeşit çeşit çaylar satan mağaza vardır. Ara ara oraya gidip, alışveriş yapar Ellena çifti. Sanırım mesleği Ellena'yı o çay mağazasına çağırır bir şekilde. Her gittiğinde çok farklı çayları koklar orada ve aklında kalanları kağıtlara not eder. Hatta mağaza sahipleriyle dostluğu ilerletir parfümör Ellena ve bazen bütün gününü oradaki farklı çayları koklayarak geçirir.

O günlerde aklına bir fikir gelir Ellena'nın. İonone ve Hedione isimli iki sentetik elementi birleştirerek bir parfüm yapmaya karar verir. Aslında amacı çay kokusunu andıran bir form oluşturmaktır. Tam da o sıralarda Christian Dior'un erkeksi bir parfüm tasarlatmak istediği ortaya çıkar. Bu haberi alan Ellena, bizzat Christian Dior ile buluşup, elindeki çay kokusunu ona sunar ve yeni çıkartacağı parfümün tasarımını yapmaya talip olur. Christian Dior, Ellena'nın kendisine getirdiği koku formunu dener ve beğenir. Sözlü olarak anlaşmaya varırlar. Christian Dior gibi önemli bir markanın parfümünün tasarlanması işi Ellena'ya teslim edilecek gibi görünmektedir.


Christian Dior, Ellena'yı akşam yemeğine davet eder ve bu olayı kutlamalarını teklif eder. Ellena bu yemek davetini kabul eder. Güzel bir restoranda içkiler içilir ve iyi dilekler tekrarlanır karşılıklı olarak. Fakat ertesi sabah Ellena'ya gelen bir telefon, herşeyin alt üst olmasını sağlar. Christian Dior'un kendisi kokuyu beğenmiştir ama markanın pazarlama birimi, kokuyu fazla sanatsal ve soyut bulur. Ticari anlamda yeterince başarılı olamayacağını düşünür pazarlama bölümü. Patron Christian Dior'da şirketinin pazarlama bölümünün kararına uyar ve iş Ellena'dan alınır. Onun yerine Jean-Louis Sieuzac ve Michel Almairac'ın kendilerine sundukları numuneyi üretmeyi kabul ederler. Sıkı durun çünkü bu küçük değişiklik, parfüm dünyasında bir efsanenin doğmasına yol açacaktır. Fahrenheit, işte bu şekilde adeta piyangodan çıkar gibi son anda meydana getirilmiştir. Görünen o ki Dior'un pazarlama birimi, kendi açılarından doğru karar vermiştir.

Jean Claude Ellena'nın formülü, son anda reddedilmiştir. O, tabiki vazgeçmez. Bu sefer Yves Saint Laurent'e gider ve elindeki koku formülünü onlara sunar. Fakat Laurent'te ona Dior'unkine benzer cevap verir: "Hayır, o formül bize uygun değil. O çok yaratıcı."

O günlerde, nasıl olduğunu bilmediğimiz şekilde Bulgari parfüm biriminden Ellena'ya telefon gelir ve onunla elindeki formül hakkında görüşmek istediklerini söylerler. Şans sonunda ondan yana dönmüştür. Bulgari ile görüşmesinde işin aslı ortaya çıkar. Mücevher mağazalarına sahip Bulgari, butiklerinde kullanılması için ondan bir koku tasarlamasını ister. Daha çok kolonyamsı bir kokudur istedikleri. Mağazaların tamamında kullanılacak bu koku ile bütün Bulgari butiklerinin aynı kokması sağlanmak istenmektedir. Yani amaç parfüm üretmek değil, butiklerin içlerinin güzel kokmasıdır. Ellena, elindeki çay koku formunu Bulgari'ye sunar ve marka da beğenir.

Eau Parfumee au The Vert (Yeşil çaylı parfümlü su) ismiyle üretimi başlar bu kokunun ve bütün Bulgari butiklerine gönderilir. Bulgari'nin New York butiğinde mağazaya gelen müşteriler bu kokuyu çok beğenirler ve bol miktarda satın almaya başlarlar. Diğer mağazalarda da bu parfüme büyük ilgi vardır. Bulgari yönetimi, böylesine ilgi gören yeşil çay kokusunu, parfüm piyasasına sunmaya karar verir ve seri üretime geçilir. İşte mücevherci Bulgari'nin parfüm piyasasına girmesi böylesi bir tesadüf sonucu olur.



Christian Dior ve Yves Saint Laurent'in reddettiği parfüm, Bulgari'nin ilk parfümü olarak tarihe geçer ve çıktığı 1992 yılında büyük başarı yakalar. Tabiki parfümün tasarımcısı olan ve o zamana kadar ismi duyulmamış parfümör Jean Claude Ellena'da ismini duyurur parfüm endüstrisinde. Ellena, bu parfümle birlikte 21. yüzyıl kokularını tasarlamaya başlayacaktır artık.

Bugün inceleyeceğim Eau Parfumee au The Vert, böylesine önemli bir parfüm anlaşılacağı üzere. Kendi sitelerinde turunçgilli aromatik çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda karşıma bergamot ve yeşil çiçekler çıkıyor. Parfümün şişesindeki yeşil vurgu ve ismindeki yeşil anlam, henüz ilk saniyelerde karşınıza dikiliyor. Doğal, biraz ekşimsi ve yüksek kaliteli. İlerleyen dakikalarda orta kısma geçiliyor. Fakat başlangıçtaki yeşil kısım aynen kalıyor. Hatta yeşil koku biraz daha artıyor. Bu andan itibaren sabunsu-pudramsı yapıya bürünüyor. Çiçekler, çay ve yumuşak baharatlar hissediyorum. Baharat derken muhtemelen zencefil ve biber. Orta kısım için sabunsu yeşil çay ve baharatlardan oluşuyor diyebilirim. Son kısımda büyük değişim yaşanmıyor. Orta kısımla aynı paralelde kokuyor. Sabunsu misk ekleniyor sadece. Böylece de tenden ayrılıyor.

The Vert’in ismiyle paralel şekilde yeşil çay kokmasını bekliyordum. Hepimizin evlerinde olan ve normal çay içmekten sıkıldığımızda demlediğimiz o hafif rahiyaya sahip yeşil çay hani. Fakat gördüğüm kadarıyla ismiyle hem çelişiyor hem de uyum sağlıyor The Vert. Çelişmesini neredeyse hiç çay kokmamasıyla açıklayabilirim. Uyum sağlamasını da bolca yeşil kokmasıyla açıklayabilirim. Biraz daha detaya girmem gerek sanırım.

Deneme sürecinde bol bol kullandığım The Vert, ağırlıklı olarak ekşimsi yeşil çiçekler, sabunsu misk ve biraz da baharatlardan oluştuğu izlenimi verdi. Gerek kıyafetimde gerekse tenimde ciddi derece sabunsuluk hissettim ve biraz hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü daha önceki deneyimlerimden biliyorum ki bu kadar sabunsuluk benim için fazla. Yani karşımızda çay merkezli bir koku yok. Fakat yeşil koktuğu çok aşikar. Hatta uzun zamandır denediğim en yeşil çiçeksi-yaprağımsı kokan parfüm. Zaten şişesinin de yeşil olmasını bu konuda ciddi ipucu olarak görüyorum.


Buradaki yeşilliği biraz Creed’in popüler parfümü Green Irish Tweed’de hissetmiştim. Oradaki akuatiğe yakın ekşimsi yeşil çiçekler kadar değil The Vert. Onun yerine bol sabunsu yeşil çiçekler düşünün. İşte öyle. Fakat iki parfümün birbirlerine çok benzedikleri anlaşılmasın. Sadece yeşil yapısını anlatmak istedim.

The Vert, iki yönden önemli parfüm dünyasında. Birincisi Bulgari’nin ilk piyasaya sürdüğü ve böylece parfüm sektörüne girişini temsil ediyor. İkinci olarak da tasarımcısı Jean Claude Ellena’nın parfüm sektöründe önünün açılmasını ve tanınmasını sağlıyor. Yani iki taraf içinde çok iyi bir antlaşma olmuş The Vert.

Zaman zaman kokusu deterjanları hatırlatsa da yüksek kaliteli olduğunu söylemeliyim. Yapaylığa rastlanmıyor. Pürüzsüz, lüks ve rahatlatıcı. Bu anlamda bay Ellena’nın hakkını teslim etmemiz gerek. Hatta oldukça uygun fiyatlara bulunabilen The Vert, fiyat/kalite anlamında alınabilecek en iyi arkadaşlardan birisi. Tabiki bu tarz kokuları seviyorsanız.

Kısaca bahsetmem gereken başka konu ise kokunun ilerleyişi. İlk sıktığınız andan, tenden ayrılana kadar büyük değişim geçirmiyor kokusu. Düz çizgide ilerliyor. Çok zengin, derin ve detaylı değil genel anlamda. Oldukça basit bir formül. Sırf bu yüzden bazı yorumcular tarafından “sıkıcı” olduğu yönünde eleştiriler mevcut.

Yazar Chandler Burr, The Vert’i oldukça beğenmiş ve beş üzerinden beş yıldız vermiş. Bir başka parfüm yazarı Luca Turin, çiçeksi çay olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Ben ikisi arasında Turin’e daha yakınım. Beş yıldızı hak edecek kadar beni etkilemediysede başarılı bulduğumu söylemeliyim. Büyük boy şişesini alacağımı ise hiç sanmıyorum.


Parfümümüz pek rastlanmayan şekilde EDC (Eau de Cologne) olarak üretiliyor. Bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak geçse de unisex kullanıma uygun. Erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Özellikle doğanın canlanmaya başladığı ılık ilkbahar mevsimine çok yakışacağını düşünüyorum kokusunun.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Pürüzsüz ve kaliteli yapısı.
+  Ünlü parfümör Ellena’nın, kariyerinin başlangıcındaki eserlerden birisi olması bakımından önemli.

Eksileri:
- Benim için fazla yeşil ve sabunsu.
- Tek düze ilerliyor. Neredeyse hiç değişmiyor kokusu.

Koku Güzelliği: 10/7

6 Eylül 2013 Cuma

Lubin - L'Eau Neuve (2007)



Lubin - L'Eau Neuve (2007)

1798 yılından itibaren parfümler üretiyor niş marka Lubin. Fransız devriminden hemen sonra kurulmuş olan marka, doğduğu Fransa'da aristokrasi sınıfına yönelik parfümler üretmişti. Tarihi parfüm evi de diyebiliriz Lubin için. Fakat uzun süredir uykudaydı denilebilir Lubin. 2005 yılında markayı yeniden diriltme çalışmaları kapsamında bir çok yeni parfüme imza atıldı. Bu tarihte piyasaya sürülen İdole, bir anlamda markanın en popüler parfümü denebilir. 2007 yılında piyasaya sürülen L'Eau Neuve, 1968 yılında çıkan Eau Neuve'un yeniden formüle edilmiş hali. Bakalım neler söylemişler parfümleri hakkında:

"L'Eau Neuve, Lubin tarafından 1968'de yaratıldığında Fransa'da genç nesil, burjuva eğilimlere karşı ayaklanıyordu. Bu enerjik gençlik kitlesi "kadın parfümleri" ile ilgilenmiyor, "Eaux Fraiches" diye yeni bir trend yükseliyor, geleneksel "eaux de cologne" de yeni bir dönüşüm gerçekleşiyordu. Bu parfümler önceki kolonyalara göre daha konsantredir ve ketum, gıcır gıcır, enerjik eklemelerle daha sert bir nitelik alırken şık olması sağlanmış, sürekliliği devam eden etki verilmiştir. Bu koku doğal içeriklerin yeniden keşfiyle vücut buldu. 18.yy'daki Fransız ve İtalyan parfümericilerin kuruluşunu sağlayan, özellikle Akdenize ait içeriklerin yeniden keşfedilmiş oldu.

Ancak Katmandu'dan San Francisco'ya kadar bu parfümü kullanan özgür ruhlu kadınların, Lubin'in Eau Neuve'sinin yalnızca yeni jenerasyon ve onun kurtuluşuna saygı duruşu değil, ayrıca 1798 de yaratılmış olan Eau de Lubin isimli Eau de Toilette'e övgü olduğu hakkında hiç bir fikirleri yoktu. Bu parfüm önce, o dönemin rafine bay ve bayanları arasında popüler olmuş, daha sonrada Fransa'nın son kraliçesi olan Marie Amelie ve İmparatoriçe Josephine'in favorisi haline gelmişti. Bu yan anlam, parfümü sadece daha doğal hale getirdi ve Eau Neuve parfümeriye anlam kazandırdı; yeni jenerasyonun imza kokularından biri haline geldi."


L'Eau Neuve, Fragrantica'da çiçeksi yeşil olarak sınıflandırılmış. Üzerime ilk sıktığımda eski/tozlu limonla karşılaştım. Biraz da turunçgiller ile aromatik otlar. 1980'lerin şipreleri gibi açılışa sahip. Biraz Eau Sauvage biraz Mouchoir de Monsieur biraz da Ralph Lauren - Safari. Eski tip, geleneksel yüksek kaliteli tozlu limon çok güzel diyebilirim. Üst notaları nefis. Orta kısma geçildiğinde limon geri plana çekiliyor. Onun yerine bir parça lavanta ve erkeksi sayılabilecek çiçekler sizi karşılıyor. Asıl sürprizi, şiprelerin vazgeçilmez öğesi meşe yosunu yapıyor. Artık günümüzün modern parfümlerinde rastlamadığımız meşe yosunu, orta kısımda lavanta ile birlikte baş rolde. Başlangıçtaki o ferah/taze hava olmasa da hala olgun ve rafine. Başlangıcı kadar ilgimi çekmese de güzel diyebilirim orta kısmı. Geçeyim sonlara. Alt notalarda odunsuluk neredeyse tek unsur haline geliyor. Azıcık paçuli ve plastiğimsi deri de hissediyorum. Fakat sıradan bir kapanış. Çok kaliteli ve enteresan değil. Sonları, bence parfümün en zayıf noktası.

Bir süredir bu kadar eski tarz şiprelere benzer parfüm kullanmamıştım. Hem şaşırdım hem de ne düşüneceğimi bilemedim. Çünkü parfümümüz yukarıda da belirttiğim üzere 2007 çıkışlı. Fakat kokusu 1980 hatta 70'lere götürüyor bizi. Bu anlamda çok ilginç bir zaman yolculuğu yaptırıyor size. Hele ki şipre severler için artık pek fazla yeni seçenek olmadığını düşünürsek.

L'Eau Neuve'un başlangıcı çok güzel. Aromatik otlar ve eski limon etkileyici. En ufak yapaylığa rastlanmıyor. Üst notalarını Penhaligon`s'un başarılı parfümü Blenheim Bouquet'e benzettim. Sanırım bu tür limon/turunçgil kokularını oldukça sevmeye başladım. Hatta üst notaları kendime en yakın bulduğum tarafı oldu. Orta kısımda devreye giren güçlü meşe yosunu ve lavanta parfümün ilk versiyonuna bir gönderme diye düşünüyorum. Malum, L'Eau Neuve, 1968 yılındaki Eau Neuve'ın yeniden yorumlanmış hali. Parfümün eski/nostaljik kokmasını da rahatlıkla buraya bağlayabiliriz. Fakat alt notalar için fazla olumlu şeyler söyleyemeyeceğim. Standart odunsu-deri kapanış daha güzel işlenebilirmiş. Kullanılan deride biraz yapaylık hissettim. Pek bana göre değil sonları.


L'Eau Neuve, 2000'li yıllardan 1900'lü yıllara mesaj adeta. Bir nostaljinin canlandırılması mı dersiniz yoksa tarihi binanın restore edilmesi mi dersiniz bilemem. Fakat başlangıcı dışında çok sevdiğimi söyleyemem. Zaten bu kadar meşe yosunu benim için fazla. Meşe yosununun ortaya çıkardığı eskilik hissini de bünyem yeterince kaldıramıyor. Kendimi eski dönemlerde yaşayan ve modern dünyaya ayak uyduramayan, ruhen araftaki kişiler gibi hissettiriyor.

Sonuç olarak belirli bir kalitenin üzerindeki kokusu bu tür aromatik şipre sevenlerin oldukça ilgisini çekecektir. Erkeksi yönünü özellikle vurgulamak isterim. Aristokrat, centilmenler kulübünün bir üyesi için tasarlanmış sanki L'Eau Neuve. Fakat enteresan şekilde bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak gösterilmiş. Bence oldukça erkeksi yapısı var.

Lubin'in niş marka olduğunu ve parfümlerinin yüksek fiyatlara satıldığını hatırlatayım. Parfümün yeniden tasarımını Lucien Ferrero isimli burun yapmış. Dört mevsim kullanılabilecek gibi. Üst yaş gruplarını hedefliyor. 30 hatta 35 yaşın üzerindeki erkeklere tavsiye ederim.


Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantsop.com sitesine teşekkür ederim.

Artıları:
+ Başlangıcı nefis.
+ Kaliteli ve rafine.

Eksileri:
- Sonlarını çok sevemedim.
- Fark ediliği zayıf.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak mümkün değil.

Koku Güzelliği:10/6.5

3 Eylül 2013 Salı

Chanel - Allure Homme (1999)


Chanel - Allure Homme (1999)  Markanın popüler erkek parfümü.

Büyük bir şans mı yoksa çok çalışmanın ve yeteneğin insanın önüne kapılar açması mı? Dünyanın en ünlü markalarından birisinin yıllardır baş parfümörü olmak sadece "şanslı adammış" klişesine indirgenebilir mi?

Oysaki çoğumuz üstesinden gelemediğimiz zorluklar karşısında fazla direnç gösteremeyiz. Genellikle o sorunun baş edemeyeceğimizden büyük olduğunu düşünür ve vazgeçeriz. Çünkü hayat zaten zordur. O zorluklara bir yenisini eklemektense geriye dönüp gitmek çok daha kolaydır.

Jacques Polge isimli Fransız, parfümlerle ilgili eğitim almamıştı. Okulunu bitirdikten sonra ünlü Grasse'ye geldi ve burada Jean Charles'ın asistanlığını yapmaya başladı. Anlaşılan Polge, kaderinin ona gösterdiği yoldan gidiyordu. Burada uzun zaman çalıştı ve bir anlamda kendi kendisine parfüm yapım tekniklerini öğrendi. Artık bu küçük şehir ona dar geliyordu.

Chanel'in parfüm biriminden teklif aldığında 35 yaşlarındaydı. Üstündeki sorumluluk büyüktü. Chanel parfümlerinin baş tasarımcısıydı artık. Bu göreve getirilen ilk parfümör Ernest Beaux'tu (1920–1961). Daha sonrasında Henri Robert (1958–1987) bayrağı devralmıştı. 1978 yılında Jacques Polge, Chanel parfüm biriminin tarihteki üçüncü temsilcisi olacaktı.

                                                                             Jacques Polge    

Kabul etmek gerekir ki Jacques Polge'un Chanel parfümlerine katkısı çok büyük. Chanel için tasarladığı şu parfümlere bakınca ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır: Antaeus, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Egoiste... Ve bu klasiklere Allure serisini de eklememiz gerekir.

İlk Allure, 1996 yılında kadın parfümü olarak tasarlandı. Dikkat çeken başarısının ardından üç yıl sonra erkek versiyonu Allure Homme piyasaya sürüldü. 2013 yılı itibariyle Allure isimli seride kadın-erkek karışık on adet parfüm var. Anlaşılan yine çok tutulan ve şöhretli parfümlerin değişik isimlerle piyasaya sürülmesi durumunu yaşamış Allure isimli arkadaşlar.

Allure Homme, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Kendi sitelerindeyse şöyle tanıtılmış: "Canlı ve temiz, sıcak ve seksi, karşı konması imkansız. Erkeğin parfümünün en güçlü ve kalıcı formu. Gündüz ve gece, erkeksi bir duruş. Vücudun her köşesindeki ferah erkeksi formül."

Allure Homme'un açılışı metalik-yapay turunçgiller ile gerçekleşiyor. Portakal, mandalina ve biraz da limon var. Çok alışılmamış değil bu turunçgil kullanımı. Hatta bir çok parfümde karşılaşacağımız gibi. Sıradan açılışa sahip ne yazık ki. Geçelim orta notalarına. Burada metalik turunçgillere canlı baharatlar ve tatlı meyveler ekleniyor. orta kısım için rahatlıkla yapay baharatlar ve şekerli meyvelerden oluşuyor diyebilirim. Allure Homme'un neden bu kadar ilgi gördüğü orta kısmında saklı anladığım kadarıyla. Başlangıcından daha yapay kokuyor ne yazık ki devamı. Alt notalarda baharatlar ve meyveler geri çekiliyor. Onların yerine yapay vanilya, yapay odunsu notalar ve yapay-parlak amber geliyor. Alt notalarda yapaylık iyice artıyor. Son kısım en kötü bulduğum tarafı. Böylece de tenden ayrılıyor.


Şimdi öncelikle kendimi tamamen geri çekip, üzerimden yayılan aromayı objektif olarak değerlendirmeye çalışacağım. Önce ismine bakalım: Chanel - Allure Homme. Bir dakika... Chanel mi? Üzerimdeki parfüm Chanel'e mi ait? Bu bir şaka mı? Şu söylediğime ne kadar inanırsınız bilmiyorum ama eğer gözümü kapatıp, bu parfümü üzerime sıksaydınız ve nasıl koktuğunu bana sorsaydınız size marketlerde satılan ucuz, yerel parfümlere benzediğini söylerdim. İnanasım gelmiyor. Chanel'in bu kadar piyasa işi, sıkıcı, yapay ve sıradan bir parfüm yapacağını söyleseniz güler geçerdim. Ama durum gerçekten de kötü çünkü Allure Homme, denediğim en vasat Chanel parfümü olarak hafızamdaki yerini alıyor. Chanel'in bu kadar başarısız bir parfüme nasıl üretim izni verdiğini anlamakta zorlanıyorum.

Allure Homme'a üç ana noktadan itiraz ediyorum. Birincisi sıradan piyasa parfümleri hissi vermesi. İkincisi orta kısımdan itibaren ortaya çıkan yapaylığın, alt notalarda iyice artması ve baş ağrısı yapması. Son olarak da tatlılık oranı. Orta kısımdan itibaren artan tatlılık, bir süre sonra bıktırıcı şekerliliğe dönüşüyor. Tatlılık kullanımında ayar oldukça kaçmış bence.

Madem inanmadınız. Haydi daha detaylı inceleyelim. İlk olarak başlangıcı. Üst notalar parfümün en az yapay kokan yeri. Fakat buradaki turunçgiller, yüzlerce sıradan parfümde rastlayacağınız türde. Hiç bir özelliği, farklı tarafı yada yaratıcılığı yok. Vasat turunçgiller. Geleyim orta notalara. Bu kısımda tatlılık iyice artıyor ve karamelize edilmiş şekerlere doğru evriliyor. Garip ve sinir bozucu metalik baharatlar, şekerli meyvelere eşlik ediyor. Sanırım parfümün en cezbedici ve seksi bulunan tarafı burası. Zaten genellikle kadınlardan en övgü alan kısım. Kendi kullanım periyodunda da şahit oldum.

Evet, canlı, parlak ve pozitif orta kısım. Fakat sinir bozucu, ukala ve züppe bir erkek kokusuna benzettim her seferinde burayı. Aynı zamanda bol şekerli ve yapay. Daha ne olsun! Alt notalarda şenlik devam ediyor. Buradaki her nota baş ağrıtmaya müsait ve kalitesiz. Yapaylık had safhada. Amber en sevmediğim metalik şekilde kullanılmış. Odunsu notalarda bol tatlı olarak verilmiş. Vanilya-tonka fasulyesi ise parfümün genelini kurtarmaktan çok uzak. Onlarda bu kakafoninin kurbanı olmuşlar. Kendimi zorluyorum güzel bir yanını bulmak için. Belki orta kısımdaki baharat-şekerli meyve işbirliği için "eh işte" diyebilirim. Onun dışında kokusunun nasıl bir karakteri olduğunu pek anlayamadım. Fikri olan var mı?


Allure Homme, zengin ve kompleks yapıda. Üst-orta-alt notalar hissediliyor. Yani başından sonuna kadar aynı devam eden kokusu yok. Bu anlamda başarılı diyebilirim. Asıl hedefinin genç arkadaşlar olduğunu düşünüyorum. Bir de tabiki kadınlar. Bazı rastladığım kadın forumlarında Allure Homme, genellikle övgüler alan bir arkadaş konumunda. Bu parfümün kadınlara cazip gelmesi için tasarlanmış olabileceğini düşünüyorum. Aynı hissi bana Hugo Boss - Boss vermişti. Benim hiç beğenmediğim Boss, kadınlar tarafından çok beğenilmişti. Demek ki bazı parfümlerin böyle bir aurası var. Kabul etmek lazım.

Jacques Polge'un bu parfümü biraz aceleyle tasarladığını düşünmek istiyorum. Çünkü Antaeus ve Egoiste gibi önemli klasikleri tasarlamış birisinin Allure Homme gibi vasat parfüme nasıl imza atmış olabileceğini anlamakta zorlanıyorum. Gerçi Polge'un 2010 yılında tasarladığı Bleu de Chanel'in başarısızlığını düşündüğümde, sanırım Chanel'in yeni parfümlerini artık daha az denemek yerinde olacaktır.

Allure Homme bana üç parfümü hatırlattı. Birincisi Xeryus Rouge. Oradaki yapay meyvelere biraz benzettim orta kısmını. İkinci olarak da Dreamer. Yapay ve bol tatlılık içeren odunsu notalarda sanki Dreamer esintileri var. Üçüncü olarak da Montele - Wood & Spices. Oradaki sinir bozucu, tansiyon yükseltici metalik yapay baharatlar ve odunsular, Allure Homme'dan esinlenilmiş olabilir.  

Eğer amacınız kadınlardan övgüler almaksa Allure Homme iyi bir seçenek. Fakat parfümü başkaları için değil de kendim için kullanırım diyorsanız başka seçeneklere yönelmenizde fayda var. Çok daha kaliteli parfümlere mesela.

Parfüm yazarı Luca Turin, Allure Homme'u odunsu amber olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece bir yıldız vererek en kötü parfümler listesine almış. Kısaca özetlemek gerekirse şöyle söylemiş: "Allure Homme, Chanel'e layık değil ve tamamen donuk."


Sonbahar-kış mevsiminde kullanmaya daha yakın. Otuz yaşın altındaki erkeklere öneririm. Üst yaş grupları için biraz fazla genç işi kalabilir. EDT formülasyonuna sahip. Denemeden almayın, pişman olmayın.

Artıları:
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.
+ Karşı cinsin ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Yapaylık can sıkıcı halde hissediliyor.
- Kokusu ucuz market parfümlerine benziyor.
- Kalite hissiyatı düşük.
- Fiyatı rakiplerine oranla yüksek.

Koku Güzelliği:10/5