8 Ağustos 2013 Perşembe

Cartier – Roadster (2008)



Cartier – Roadster (2008)  Markanın erkek parfümü.

Nedense küçüklüğümden itibaren saat takma alışkanlığım olamadı. Bileğime taktığım o saat, sanki beni sınırlandıran ve boyunduruğu altına alan pranga gibi gelir. Neyseki cep telefonları yaygınlaştı da saat takmak gibi zorunluluğum kalmadı. Ama saat ile ilgili aklıma gelen en matrak isim Hürriyet gazatesi yazarı Kanat Atkaya.

O da benim gibi saat ile arası iyi olmayanlardan. Cep telefonları da henüz yaygın değilken, saati öğrenmek için önünden geçtiği dükkanların içindeki duvarlara bakar ve orada bir saat görürse öyle öğrenirmiş saati. Bu hallerini esprili şekilde anlatırdı yazılarında. Şöyle bir düşündüğümde hiç de fena fikir değilmiş hani.

Malum, yaş biraz ilerleyince insanların neden saat taktıklarını yavaş yavaş anlamaya başladım. Evet ilk amaç zamanı öğrenmek olabilir. Son yüzyılın en önemli bilim insanlarından olan Albert Einstein’in geliştirdiği Genel Görecelik Kuramına göre zamanın evrenin farklı noktalarında farklı hızlarla aktığı, hatta durabildiğini göstererek, mutlak bir kavram olmadığını, değişken bir algı olduğunu ispatlıyor. Aslında saatlerinize baktığınız zaman, gerçek zaman olmayabilir. Buyrun çıkın çıkabilirseniz işin içinden!

Sadece bilimsel anlamda değil, insanın kendisini toplum içinde konumlandırmasıyla da ilgili sanırım saat kullanma kavramı. Burada tabiki çok yüksek fiyatlara satılan lüks saatlerden bahsediyorum. Mesela Tag Heuer, Vacheron, Rolex veya Cartier. Yüksek fiyatlı saatin, girilen sosyal ortamlarda dikkat çekmesi gerekiyor belki de. Bu anlamda aslında parfümler ile saatler arasında bağ kurabiliriz. İkisi de sizi mutlu ediyor, ikisi de size statü sağlıyor, ikisi de bireyselliğinizi okşuyor, ikisi de size "özel" olduğunuzu hissettiriyor.


Cartier'in, insanların bu iki haz nesnesine yönelik ürünleri doğal olarak radarımıza takılıyor pafüm severler olarak. İlhamını Cartier'in aynı isimli saat serisinden almış Roadster. Bu anlamda Cartier'in diğer parfümleri ile aynı yol izlenmiş isim konusunda. Yeni sayılabilecek parfümlerden. Kendi sitelerinde fujer ailesine yakın olduğu belirtilmiş. Daha önce duymadığım mineral-fujer akorundan da bahsedilmiş. Bakalım nasıl bir arkadaş çıkacak karşımıza.

İlk sıktığımda nane-mentol ile kabe samanı karşıma çıkıyor. Ağırlık nane de. Kabe samanı geri planda. Sanki biraz biber de var. Fena değil başlangıcı. İlerleyen dakikalarda nane etkisini devam ettirirken yapaylık sınırında dolaşan odunsu notalar kendisini göstermeye başlıyor. Bu kısım başlangıcına göre daha tatlı. Sanki biraz aromatik otlar veya baharatlar da var. Orta notalar genel beğeniye uyacak gibi. Sonlarda ise vanilya hissediyorum hatırı sayılır derece de. Ona odunsu notalar eşlik ediyor. Güzel diyebilirim alt notaları için.

Roadster, ferah başlıyor, tatlılaşarak devam ediyor ve neredeyse oryantal gibi sona eriyor. Bir çok kişi kokusunun ferah olduğundan bahsediyor. Bunun sebebi şüphesiz önemli oranda kullanılmış nane aroması. Zaman zaman serinlik hissettiren bu naneyi bazıları diş macunlarına benzetmiş. Bence öyle yoğun bir diş macunu efekti yok.

Genel itibariyle ortalamanın biraz üzerinde kaliteye sahip. Başlangıcında yapaylığa rastlanmıyor. Oldukça pürüzsüz diyebilirim. Orta kısımda ise yapaylık odunsu notalardan geliyor. Muhtemelen sedir. Hatta bir parça Iso E Super kullanılmış. Anlaşılan bana rahatsızlık veren aktör o. Sonlarında ise güzel bir vanilyayla teninize veda ediyor.


Modern, parlak, pozitif, herkesin sevebileceği gibi kurgulanmış ana akım parfüm olarak görüyorum Roadster'ı. Harikalar yaratmıyor. Niş parfüm kalitesinde değil. Ama nane kokusunu sevenler için az sayıdaki örnekten birisi. Öyle bir şişesinin peşinden koşulacak kadar başarılı bulmadım. Bende pek iz bırakmadıysa da kötü parfüm olduğunu söylemek mümkün değil. Cartier'in diğer denediğim parfümlerindeki dikkat ve özen burada da gösterilmiş. Açıkçası benim için "Eh işte" güzelliğinde.

Nane ile ilgili duruşum biraz farklı. Normalde bitki halindeki naneyi çok severim ve kokusunun da dünyanın en nefis rahiyalarından birisi olduğunu düşünürüm. Hatta markete veya manava gittiysem özellikle taze nane bitkisini koklarım. Fakat o güzelim nane kokusu parfümlerde kullanılınca bir türlü sevemiyorum. Bitkisinin o doğal, mis gibi kokusunu veremiyor parfümörler. O gerçekçiliği denediğim hiç bir nane temalı parfümde bulamadım. Bu anlamda çok ilginç bir bitki.

Bu haliyle genç yaştaki arkadaşları hedeflediğini düşünüyorum Cartier'in. Zaten parfümün ilk çıktığı yıl olan 2008 yılındaki bir basın bülteninde genç erkeklere yönelik düşünüldüğü bilgisine rastladım.

İlk kullandığım zamanlarda oldukça beğendiğim kokusu, zamanla biraz sıradan gelmeye başladı. Sanrım bir parfümü 4-5 günden fazla kullanınca sıkılmaya başlıyorum. Bu da benim için ciddi bir tehlike. Haydi hayırlısı.


Neredeyse bütün işlerini Cartier için yapmış olan Mathilde Laurent tasarlamış kokusunu. Dört mevsim kullanmaya uygun yapısı memnun edici.

Artıları:
+ Sonlarını beğendim.
+ Herkesin sevebileceği kokusu.

Eksileri:
- Orta kısmında yapaylık hissediliyor.
- Uzun süreli kullanımda sıkıcı olabilir.
- Rakiplerine göre biraz yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5

5 Ağustos 2013 Pazartesi

Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)


Parfum d’Empire – 3 Fleurs (2009)  Kadın kullanımına yakın başarılı çiçeksi parfüm.

Gül, yasemin ve sümbülteber... Üç çiçek... Yani 3 Fleurs...

Önce gülden başlayalım. Göksel mükemmelliği bünyesinde barındırırken dünyasal tutkuları da içeren, dolayısıyla içinde zıtlıkları taşıyan son derece kompleks bir ezoterik semboldür gül. Aynı zamanda dünyanın her yerinde şairler tarafından özel önem atfedilen, yaygın kullanımı olan semboldür. Batı simyasında en önemli çiçek olup kısmen Doğu Ezoterizmi’nde de yer alır. Gül hem zaman, hem ebediyet’tir, hem yaşam hem de ölümdür, hem doğurganlık hem de bekarettir. Gül mükemmelliktir, tamamlanmanın, yaşamın gizeminin, hayatın kalp merkezinin, bilinmeyenin sembolü olup güzellik, zerafet, mutluluk ve aynı zamanda şehvet düşkünlüğü, tutkular, hatta şarapla ilişkilendirildiğinde şehvetin ve baştan çıkarıcılığın sembolüdür. Dişil tanrıçaların çiçeği olarak gül; sevginin, hayatın, yaratılışın, doğurganlığın ve insandaki dişil gücün sembolüdür. (www.astroset.com)

Yukarıdaki alıntıda anlatılmış aslında gül ve onun içinde barındırdığı semboller. Sadece onlar mı? Antik çağlarda, Tapınak Şövalyeleri ve Kutsal Kase inancında, İslam’da, Sufizmde, Kadirilikte, Hıristiyanlıkta, Kabalizmde, Hint felsefelerinde, simyacılıkta, Mısırda, Çinde, Masonlukta, edebiyatta ve Spiritüalizmde. Tarih boyunca hangi inanç ve düşünce sistemi varsa gül bir şekilde orada var. Sanırım bundan sonra da olmaya devam edecek.

Bir de yasemine bakalım. Güzelliğin ve çekiciliğin sembolü deniyor onun için. Yasemin, tarih boyunca afrodizyakların temel notalarından birini oluşturmuştur. Hindistan’daki Müslümanlar onu “aşkın parfümü” olarak isimlendirirler. Fiziksel aşk, romantizm, yakınlıkla anılır yasemin. Esansların en mükemmeli olan yasemin, çağlar boyunca koku endüstrisinin odak noktası olmuştur. Zamanında “Yaseminsiz parfüm, parfüm değildir” şeklinde sözler bile söylenmiştir. (http://maimira.com)



Peki sümbülteber... Büyülü güçleri olduğuna inanıldığını söylesem sümbülteberin, ne dersiniz? Kadınsılığı vurguladığı ise o kadar aleni ki. Burada sözü kısaca Kilian Hennessy'e verelim o zaman: "Hayatımdaki kadınların hepsi sümbülteber kokardı; anneannem, annem, teyzem hepsi… 70’li yılların Paris’ini hayal edin. O zamanlar kadınlar gece dışarı çıktıkları zaman son derece şık giyinirlerdi. Onları tuvaletlerini giymiş, süslenmiş ve etrafa yaydıkları mis gibi sümbülteber kokusuyla hatırlıyorum.” (www.mascarammaxx.com)

Bir süredir Fransız niş parfüm evi Parfum d'Empire'ın eserlerine yer vermediğimi fark ettim. Denediğim Cuir Ottoman ve Wazamba oldukça başarılı parfümlerdi. Şimdiyse koleksiyonun üçüncü kokusuna göz atmak istiyorum. 3 Fleurs, markanın fazla öne çıkamayan parfümlerinden. İlhamını ve ismini yukarıda bahsettiğim üç çiçekten almış. Gül, yasemin ve sümbülteber.

Kendi sitelerinde "Göz alıcı çiçeksi" olarak değerlendirilmiş. Üzerime ilk sıktığımda karşıma tatlı çiçekler çıkıyor. Muhtemelen kremsi yasemin ve gül suyu. Oldukça iddialı kullanılan yasemin-gül, ilk dakikalarda oldukça baskın. "Bana yaklaşmayın, benimle lüzumsuz muhatap olmayın" der gibi. Yüksek kaliteli, saldırgan ve yoğun. Orta notalara doğru neyseki biraz sakinleşiyor ve evcilleşiyor. Bu andan itibaren yasemine-gül ikilisine sümbülteber eşlik etmeye başlıyor. Gayet pürüzsüz ve gerçekçi kullanılmış. Orta notalarını sevdim. Son kısımlarda çiçeklere misk de ekleniyor. Sümbülteber, hatırı sayılır derecede sabunsuluk ekliyor ana kompozisyona. Son kısımları da yüksek kaliteli. Hala çiçeksi, sabunsu, cazibeli ve çarpıcı. Böylece de tenden ayrılıyor.

3 Fleurs, sıradan bir sümbülteber kokusu gibi olur diye düşünürken, ters köşeye yatırdı beni. Ana öğe iddialı yasemin-gül ikilisi. Evet bu parfüm için doğru sözcük muhtemelen "iddialı". Aynı hissi Thierry Mugler'in çarpıcı parfümü Alien'da da hissetmiştim. Fakat koku olarak biraz Montale – Black Aoud’a benzettim. Hatta parfümün kokusunu üzerimde duyanlar ya gül suyuna yada hacı yağlarına benzettiler açılışını. Son kısmı ise meyveli (şeftali), eski tarz şipreleri hatırlattı bana.



3 Fleurs dolu dolu parfümlerden. Yani gerçek anlamda parfüm kullandığınızı hissediyorsunuz. Her şey ortada. Gül, yasemin ve sümbülteber, bütün cazibeleri ile orada duruyorlar. Sağlam ve güçlü yapısı kadınların özgüvenini arttıracak cinsten. Çok fazla sıkmanızı tavsiye etmem çünkü boğucu olabilir. Özellikle başlangıcının fark edilirliği yüksek. Kokusuysa kabul edilebilir ölçüde tatlı. Çok baygın şekerlilik yok neyseki.

Kimi zaman gül ön plana çıkarken, bazen yasemin kendisini gösteriyor. Arkadan ise sümbülteberin o sabunsu kokusuna rastlıyorsunuz. Hatta yer yer meyveli şipre gibi davranıyor. Mesela sıcak öğle saatlerinde yasemin ve sabunsu sümbülteber baskınken, serin saatlerde gül öne çıkıyor. Bu anlamda zengin ve değişken olduğunu söylemeliyim. Verdiğiniz yüksek bedelin karşılığını almanız olası.

İsminden anlaşılacağı üzere çiçekler üzerine kurulmuş ana kompozisyon. Bu da onu kadın kullanımına yakın hale getiriyor. Bence de kadın parfümü olarak daha etkili olacaktır. Çiçeksi parfüm arayan erkekler için denenmesi gereken seçeneklerden birisi. Kadın parfümlerinde yüksek oranda kullanılan pudra-sabun efekti, burada baskın değil. Sümbülteber ara ara kendisini göstererek bu görevi yerine getirmiş oluyor.

Pürüzsüz, uyumlu, lüks, romantik ve rafine. Ama benim için fazla çiçeksi ve yer yer fazla hacı yağımsı. Özellikle sümbülteberle aramız bir türlü düzelemiyor. Onun içindir ki harika bir parfüm diyemiyorum. Ancak şöyle söyleyebilirim. Bu tür kokuları sevenler için çok güçlü bir alternatif.

Markanın diğer parfümleri gibi Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Dört mevsim kullabilecek yapısı ilgi çekici. Yaş olarak otuz ve üzerindeki arkadaşlara uyacağını düşünüyorum.



3 Fleurs'un kokusunun tasarımını, Parfum d'Empire'ın kurucusu ve sahibi Marc-Antoine Corticchiato yapmış. Yüksek fiyatı göz önüne alınırsa denemeden almak iyi fikir değil.

Artıları:
+ Orta kısmını sevdim.
+ Yüksek kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı çok iyi oldu tenimde.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Hatırı sayılır şekilde kullanılmış sümbültebere alışamadım.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/7.5

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Miller Harris – La Pluie (2011)


Miller Harris – La Pluie (2011)  Markanın başarılı parfümü.

La Pluie. Fransızca. Türkçeye yağmur olarak çevriliyor anladığım kadarıyla. Bir parfüme yağmur ismini vermek... Oysa yağmuru hep kız ismi olarak düşünürdüm. Yada hafiften yağarken altında yürümekten büyük zevk aldığım mucizevi doğa olayı. Bize yağmurun oluşması ile anlatılan şeyler ne kadar da basit oysaki. Bulutlar toplanırlar ve içlerindeki su buharı belli yoğunluğa ulaşınca, yer çekiminin de etkisiyle dünyamıza düşerler. İyi de her şey bundan ibaret mi?

Yağmurun yağması ile ilgili beni en çok sarsan ifadelere kutsal kitabımızda rastlıyorum genellikle. Yağmurun sadece yukarıdan düşen sudan ibaret olmadığı, bu sayede her türlü bitkinin beslendiği ve insan yaşamının en önemli döngüsünü oluşturduğu pek aklımıza gelmez çoğu zaman. Bolca yağdığında kaçmaktan başka nasıl bir ilişkimiz var yağmurla? İbret alıp düşünmemiz gereken o kadar mucize var ki etrafımızda. Fakat insanoğlunun daha önemli öncelikleri var. Mesela arabasını üç senede bir yenilemeye çalışmak, banka hesabındaki paralara yenisini eklemek, yeni aldığı yazlığını arkadaşlarına böbürlenerek göstermek gibi. Ne kadar da önemli şeyler değil mi?

Oysa bir yağmur damlası kadar masum ve basit olabilsek. Aynı yeni doğmuş bebekler gibi. Etrafa gülücükler saçan o mikro insanlar nasıl da mutluluk kaynağı oluyor milyonlarca çiftin. Bebeklerin ve çocukların bu kadar çok sevilmelerinin sebebi belki de onlardaki saflık, bozulmamışlık ve dürüstlüğün hiç bir yetişkinde olmamasımıdır acaba? Biliyoruz ki o çocuklar büyüyünce aynı bizim gibi bencil, iki yüzlü, çıkarcı ve kolay yalan söyleyebilen insanlara dönüşecekler. Ne yaparlarsa yapsınlar bu sarmaldan çıkamayacaklar. Önlerindeki örnek bu. Başka yolları yok. Dünya böyle. Şehirler böyle. Kasabalar böyle. Köyler böyle. Bu karşı konulamaz bir yozlaşma süreci. Ve insan bu yoldan geçmek zorunda anlaşılan. Belki de kurtuluşa ulaşmanın tek yolu bu. Ömrümüz yettiğince yaşayıp, göreceğiz.

Konu buraya bir yağmur damlasından geldi sanırım. Yağmurun benim zihnimde çağrıştırdığı anlam ise saflık. İngiliz niş parfüm evi Miller Harris'in La Pluie isimli eseri bakalım zihnimdeki imgeler ile örtüşecek mi? Yoksa ilk tanışmalarında birbirinden hoşlanamayan iki yetişkin gibi mi ayrılacağız?


Kasırga öncesi toplanan koyu renk yağmur bulutlarından ilhamını almış La Pluie. Kendi sitelerinde çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Açılışında hafif tatlımsı kremsi çiçekler var sanki. Biraz da turunçgiller. Fakat beyaz kremsi çiçekler daha baskın. Aldehitler olabilir mi? Yine ilginç bir Miller Harris başlangıcı. Açıklanan üst notalarında farklı olarak buğday var. Yoksa bu ilginç kremsi çiçeksilik buğdaydan mı geliyor? Yada hayvansal kirli misk mi? Evet büyük ihtimalle kirli misk beni rahatsız eden koku. Neyse devam edelim. Orta kısma geçildiğinde daha anlaşılabilir hale geliyor. Kremsi beyaz çiçekler etkin. Hafif tatlımsı çiçekler çok yumuşak ve sakin. Biraz da yeşil çiçekler hissediyorum arada. Hatta vanilya bile var anladığım kadarıyla. Belki de bir parça hindistan cevizi. Orta kısmı sevdim. Sonlarda ise vanilyanın oranı artıyor. Buradaki kremsi vanilya çok güzel. Fakat vanilyaya eklenen sıradan odunsu notalar dikkat çekiyor. Her ne kadar çok gerilerden gelse de dikkatli burunları sıkıntıya sokabilir. Böylece de tenden ayrılıyor.

La Pluie, anladığım kadarıyla çiçeksi bir parfüm. Fakat o bildiğiniz kadınsı ve bol pudralı gibi değil. Çok kremsi, vanilyamsı, modern, yumuşak ve pamuk gibi bir çiçeksilik. Bazı kadın deodorantlarını hatırlatıyor. Fakat onlar kadar ucuz ve basit değil tabiki. Gayet kaliteli ve rafine bir parfüm diyebilirim.

Başlangıcındaki hayvansallık sınırında dolaşan miski sevmesi zor buldum. Ara ara ortaya çıkan yeşil çiçekleri de pek sevemedim. Ayrıca çok fazla değişmiyor ve düz çizgide ilerliyor. Fakat parfümün ana aksını oluşturan vanilyamsı çiçekleri gayet güzel buldum. Oldukça da sevdim.

La Pluie, biraz kafamı karıştırdı. Onu zihnimde birbirine benzemez şeylerle eşleştirdim. Mesela hindistan cevizli güneş kremleri, ocağın üzerinde kaynayan süt, bebek kokusu ve kadınların makyaj malzemelerinin o yağlı kokusu. Sanki hepsinden bir parça var. Onun kokusunu bir renge benzetin deseler kesinlikle beyaz derdim.


Üst notalarındaki o ilginç kokunun ne olduğunu düşünürken aklıma markanın diğer parfümü Feuilles de Tabac geldi. Benzer tarafları olmasa da iki parfümün başlangıcı pek alışılmış değil. Acaba Miller Harris parfümlerinin karakteristiği mi çarpıcı üst notalar? Bilemiyorum.

Parfümümüz kadın tarafına daha yakın gibi duruyor. Zaten bazı kaynaklarda kadın parfümü olarak listelenmiş. Fakat bence erkeklerde kullanabilir. Öyle yoğun kadınsılık barındırmıyor. Bazı yorumcuların "yaşlı kadın parfümü" eleştirilerine anlam veremedim. Evet genç arkadaşları hedeflemiyor belki ama babaanne kokusu da değil gördüğüm kadarıyla.

Çiçeksiliğe ve aldehitlere modern bir yorum getirmiş La Pluie. Pürüzsüz sayılabilecek yapısı memnun edici. Bir çok yeni nesil parfümde olduğu gibi tatlılık barındırıyor. Neyseki çok abartılı kullanılmamış tatlılık. Tam ayarında diyebilirim.

La Pluie zaman zaman incir temalı kokuları hatırlattı bana. Diptyque'in sevilen parfümü Philosykos'daki gibi bir sütsülük algıladım. Hafiften de benzettim birbirine iki parfümü. Umarım yanılmıyorumdur.

Küçük bir not daha ekleyeyim. 2012 yılında Cosmopolitan dergisi tarafından "En iyi niş parfüm" ödülüne layık görülmüş. Kokusunun tasarımını ise markanın kurucusu ve sahibi Lyn Harris yapmış.


La Pluie, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. İsminin yağmur olmasından dolayı hüzünlü, depresif, sonbahara uygun bir parfüm bekliyordum. Göründüğü gibi değilmiş. İlkbahar-yaz kullanımına daha yakın geldi bana. Soğuk günlerde ise nasıl tepki vereceğini denemek lazım.

Artıları:
+ Orta notalarını sevdim.
+ Sonları da gayet güzel.
+ Pürüzsüz ve kaliteli yapısı.

Eksileri:
- Başlangıcına pek ısınamadım.
- Düz çizgide ilerliyor.
- Fark edilirliği yüksek değil.

Koku Güzelliği:10/7.5

25 Temmuz 2013 Perşembe

Bulgari – Aqua Pour Homme (2005)


 

Bulgari – Aqua Pour Homme (2005)  Markanın popüler parfümü.

"Mükemmel parfümü nasıl bulabiliriz?"

İnternette dolaşırken yabancı kaynaklı bir sitede gördüm bu soruyu? Önce pek ciddiye almadım. Ama sonra zihnimde bazı şeyler aydınlanmaya başladı. Ne dersiniz? Bir parfüm sever için can alıcı soru bu mudur? Muhtemelen evet. Yaklaşık üç yıldır yazılarım ile devam ettirdiğim Parfüm Merakı sitesi, bana bazı şeyleri öğretti zaman içinde. Bu site sayesinde belki de yüzlerce kişiden mesajlar aldım. Neredeyse tamamını cevapladım. Mesaj atma zahmetini gösteren herkese elimden geldiğince yardım etmeye çalıştım.

Parfümlerle ilgili olarak bana yöneltilen sorulardan toplumun ve bireylerin psikilojisini anlama babında çok şeyler öğrendim. Hala da öğreniyorum. Adeta bir okul oldu Parfüm Merakı sitesi benim için. Gelen mesajların çoğunda benden harika, etkileyici ve mükemmel parfümü öğrenmek isteyen arkadaşlarla karşılaştım. Herkes benden sihirli bir formül istiyordu. Bir parfüm sıkacaksın ve hayatın değişecek. Herkes seni konuşacak, kıskanarak izleyecek, etrafında pervane olacak. Bu kadarı ancak filmlerde olur dersem hayal kırıklığı yaşar mısınız?

Bir kere herkes neden mükemmeli arıyor? İnsanın hayat yolculuğunda var mıdır mükemmele ulaşabilen? Nirvana'ya varabilmiş kaç kişiye rastladınız? Etrafınızda mükemmel ve kusursuz kaç kişi var ki? Bir bakın şöyle. Siz mükemmel misiniz de parfümün mükemmelini arıyorsunuz? Önce aynayı çevirip kendimize bakmamız gerekmez mi? Haydi bir soru daha o zaman. Mükemmeli hak ediyor muyuz ki mükemmel parfüme layık olalım?

Bende sorular bitmez anlaşılacağı üzere. Artık soruları geride bırakıp bugünkü konumuza geçeyim. Kimileri için mükemmel bir parfüm var sırada. Bu kadar başarılı olmasını, böylesine yüksek satış rakamlarına ulaşmasını, popülerliğini sürekli arttırmasını, kadınların çok beğenmesini hatta bazı kadınların bile onu kullanmasını hangi argümanlarla açıklayabileceğimi bilemiyorum. Belki arkasındaki Bulgari markasının büyüklüğü ile. Yada herkesin içinde kendisinden bir şeyler bulabilmesinde. Ne dersek diyelim 2000'li yılların en büyük ticari başarısını sağlamış parfümlerden birisi Aqua Pour Homme.


Hatırlıyorum, 2005 yılında ilk çıktığında gerek ismi, gerek benzersiz şişesi ve büyük reklam kampanyaları ile çoğu kişinin dikkatini çekmişti Aqua. İsminden de anlaşılacağı üzere deniz-su-okyanus temalı parfümlerden birisi ile karşı karşıyayız. Fakat oldukça güçlü rakipleri de var segmentinde. Mesela kült haline gelmiş Cool Water, çığır açan kokusuyla Kenzo Pour Homme, yıllardır dünyanın en çok satan erkek parfümlerinden olan Acqua Di Gio, CK One Summer serisinin bazı üyeleri hatta ucundan azıcık L'eau d'Issey Pour Homme ve Chanel'in ses getiren atağı Bleu de Chanel. Görüleceği üzere akuatik temaya sahip parfümlerin rakipleri gayet dişli ve şöhretli. Fakat gördüğüm kadarıyla Bulgari, böylesine zor rakiplerden hiç çekinmemiş ve 2005 yılında ortaya Aqua Pour Homme'u çıkarmış. Yani bahsi görüp arttırmış poker deyimiyle.

Kendi sitelerinde aromatik-akuatik-odunsu olarak sınıflandırılmış Aqua. Ayrıca şöyle tanıtılmış: "Akuatik, soylu ve erkeksi Aqua Pour Homme, denizin güzelliği ve gücünü çağrıştırıyor. Dairesel şişe formunun mükemmelliği. Derin yansımalar yaratan, ışığı yakalayan, akuatik mavi ve yeşilin birleşimi."

Aqua'yı ilk sıktığımda karşıma buruk turunçgiller çıkıyor. Portakal gibi değil de daha çok mandalina-bergamot benzeri turunçgiller. Çok parlak, canlı yada neşe dolu değil. Daha ağırbaşlı, sakin ve olgun. Üst notaları harika olmasa da fena değil. Orta kısımda büyük oranda geri çekiliyor buruk turunçgiller. Onun yerine deniz teması geliyor. Soğuk bir esinti gibi burnunuza değiyor bu tuzlu yosun kokusu. Geri planda ise hayalet gibi aromatik otlar var. Adaçayı, fesleğen ve diğerleri. Onlar da gayet ferah kullanılmış. Ve ne yazık ki en sevmediğim notalardan olan Calone'nin o yapay-soğuk deterjanımsı kokusu. Orta notaların sonlarına doğru gittikçe yapaylaşıyor Aqua. Geleyim son kısma. Yoksa hiç gelmesem mi? Fakat nasıl atlayabilirim bu yapay tatlımsı odunsu notaları ve yapay amberi. Ayrıca Calone'in etkisi de hala devam ediyor. Açıkçası alt notaları çok başarısız, vasat ve yapay. İnanılır gibi değil. Hiç sevmedim kapanışını.


Aqua Pour Homme başlangıcı ile idare eder, orta kısmı başarılı, sonları ile büyük hayal kırıklığı. Üst notalardaki buruk turunçgiller çok ilgi çekici değil. Biraz sıradan kalmış. Bir çok ferah yaz parfümünde rastlanabilir gibi. Orta kısım ise bence en güzel yanı. Özellikle deniz kokusu ve aromatik otlar işbirliği tam olması gerektiği gibi. Alt notaları ise konuşmaya bile gerek yok. Çünkü kötü şeyler çıkabilir ağzımdan. Bu tür yapay odunsu-amber işbirliği aklıma markanın yeni parfümü Bulgari Man'i getirdi. Orada da hatırladığım kadarıyla böyle vasat ve kötü kullanılmıştı. Sanki iki parfümün sonları arasında benzerlik var. Yoksa yeni parfümlerde bu tür bir kullanım trend oldu da haberimiz mi yok?

Şu bir gerçek ki modern bir aromatik-odunsu-akuatik karakterine sahip. Kendi sitelerindeki tarife aynen katılıyorum. Kokusunu güzel özetlemişler. İlgimi çeken konulardan birisi orta notalarındaki "deniz çalısı." Denizlerin altında yetişen ve bir tür yosun olduğu söylenen bu bitkinin, denizlerin nefes almasını sağladığını öğreniyorum. Resmi sitelerinde de bu deniz çalısı notası olması ilginç olmuş. Muhtemelen akuatik yönü vurgulamak için eklenmiştir. Fakat bana deniz çalısından ziyade hatırı sayılır miktarda Calone aroması geliyor orta kısım biterken.

Aqua Pour Homme büyük bir ticari başarı. Bu yönünü görmezlikten gelemeyiz. Büyük ihtimalle Bulgari'ye güzel paralar kazandırmıştır şimdiden. Fakat deneme sürecinde söylendiği gibi harika bir akuatik kokuyla karşılaşmadım. Evet bariz deniz esintisi var. Ama bunu yapay Calone ile vermeselermiş keşke. Yada daha ustaca kullanılabilirmiş.

Aqua ferah bir parfüm görüntüsü veriyor. Fakat bazı yorumcuların dediği gibi inceden derin ve karanlık bir akuatik bence de. Hatta şişesinin koyu mavi olması muhtemelen buraya bir gönderme. Kimilerinin baharat dediği derinlerdeki aromatik otlar geri planda epey iş görüyorlar. Şöyle bir düşündüğümde haklılık payı var. Aqua Pour Homme çok açık ve transparan yapıda değil. Biraz gizemli bile diyebilirim.


Orta kısımdan itibaren yapaylığın hissedilmeye başlandığı Aqua, yüksek kaliteli ve rafine hissiyatı veremiyor. Ana akım markaya ait olduğunu adeta haykırıyor. Daha önce bir kaç defa deneyip, "fena değilmiş" dediğim parfüm, uzun süreli kullanımlarda tahammül edilecek gibi değil bence. Bir şişesini alayım mı derseniz size cevabım gönül rahatlığıyla "Hayır" olacaktır.

Şimdi vay efendim Parfüm Merakı. Sen nasıl bizim bu kadar sevdiğimiz Aqua'yı nasıl eleştirirsin diyeceğinizi tahmin ediyorum. Her türlü görüşe hakaret ve aşağılama olmadığı sürece sonuna kadar saygılıym. Fakat iyi bir akuatik parfüm nasıl olur diyorsanız The Different Company - Sel de Vetiver yada James Heeley - Sel Marin deneyin. Sorunuzun karşılığını tamamiyle alacaksınız.

Bu haliyle Aqua Pour Homme rakiplerinin çok ilerisine çıkamayacak gibi. Oysaki Jacques Cavallier gibi bir üstad tasarlamış kokusunu. Çok önemli parfümlere imza atmış Cavallier için küçük bir yol kazası olduğunu düşünmek istiyorum.

İlgimi çeken başka tarafı ise Aqua'yı kadınların oldukça beğenmesi. Genel olarak yorum yapan kadınlar övgüyle bahsediyorlar. Hatta bazı kadınların erkek parfümü olarak sunulmasına rağmen Aqua'yı kullandıklarını okuyorum. Eğer kadınlar için parfüm kullanırım diyorsanız işte size güvenli bir seçenek.

Parfüm kritikçisi Luca Turin, Aqua'yı odunsu turunçgil olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden sadece iki yıldız vermiş. Ayrıca "düşük profilli" olduğunu iddia etmiş. Bu düşüncesine bende destek veriyorum Turin'in. Verdiği notta gayet yerinde görünüyor.


Anlaşılacağı üzere tam yaz parfümü. Soğuk kış mevsiminde iyi sonuçlar verir mi şüpheliyim. Genç arkadaşlarımıza hitap eder halini yadsımamak gerek. Günlük spor kıyafetlerle, hafta sonları gezmelerinde yada ofiste kullanım için gayet uygun. Fakat fark edilirliği zayıf geldi bana. Kalıcılığı yeterli.

Not: Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com'a teşekkür ederim.

Artıları:
+ Orta kısmı gayet güzel.
+ Deneyen bir çok kişinin beğeneceğini düşünüyorum. Bu anlamda arkadaşınıza hoş bir hediye olabilir.

Eksileri
- Sonları çok başarısız.
- Bariz yapaylık can sıkıcı olabiliyor. Kalite hissiyatı düşük.
- Fark edilirliği zayıf.

Koku Güzelliği:10/5.5