15 Haziran 2013 Cumartesi

Frederic Malle – L’eau d’Hiver (2003)



Frederic Malle – L’eau d’Hiver (2003)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

1906 senesinin, dünya siyasi yada ekonomik tarihinde önemi var mı bilemiyorum ama parfüm dünyasında büyük ses getiren bir yıl olduğunu düşünüyorum. Henüz geleneksel yöntemlerle parfümler yapılmaya çalışılıyordu. Fakat parfümlerde yapay elementlerin kullanılmasına çoktan başlanmıştı. O yılların iki elin parmaklarını geçmeyecek kadar az olan parfüm üreticilerinden belki de en bilineniydi Guerlain. Aile şirketi olarak başlayan bu serüven, 1900'lü yılların başında Jacques Guerlain tarafından temsil ediliyordu. Belki de ilerleyen yıllarda dünyanın en önemli parfüm markası olacaklarını hissediyordu Guerlain ailesi. 1906 yılında öyle bir parfüm çıkardılar ki kendilerinden bekleneni sonunda gerçekleştirmişlerdi.

Apres L'Ondee isimli bu parfüm, 107 yaşında olmasına rağmen hala üretimi devam eden bir gelenek haline geldi. Guerlain'in eski dönem görkemli klasiklerinden olan Apres L'Ondee'i, Jacques Guerlain bizzat tasarlamıştı. Ve takvimin yaprakları 2003 yılını gösterdiğinde bir başka parfüm üstadı Jean Claude Ellena, çok saygı duyulacak bir fikire imza attı. Neredeyse bir asır sonra, ünlü klasik Apres L'Ondee'den esinlendiği bir esere yelken açtı. Fransız niş parfüm evi Frederic Malle için L'Eau d'hiver'ı tasarlayan Ellena, Apres L'Ondee'den ilhamını almıştı bu parfüm için. Ben bu durumu, büyük bir usta olan Ellena'nın, başka bir usta Jacques Guerlain'e saygı duruşu olarak değerlendiriyorum. Bakalım ortaya nasıl bir sonuç çıkmış.


L'eau d'Hiver'ın tanıtımı şöyle: "Temiz, berrak aynı zamanda sıcak. Güven veren sonsuz bir kaynak. Beyaz kediotu, süsen ve balın nazik kompozisyonu ile suyun şeffaflığını birleştirir. Jean Claude Ellena, geleneksel minimalist sınırlarının ötesinde ilk "Eau Chaude" kokusunu oluşturmak için yola çıktı. O, yeni bir tür kırılgan koku ile koku yelpazesinin iki ucunu harmanlar.

Fragrantica'da odunsu çiçeksi misk olarak sınıflandırılmış. Parfümün açılışı kremsi yeşil çiçekler ile gerçekleşiyor. Çiçek derken muhtemelen kedi otu. Çiçeklere biraz da turunçgiller eşlik ediyor. Pürüzsüz ve yeşil üst notalar. Hafif kadınsı ve yüksek kaliteli. Sakin ve anlayışlı. Başlangıcı bana yakın gelmedi. Orta kısma geçildiğinde radikal değişiklikler olmuyor. Turunçgiller hala hissettiriyor kendisini. Yeşil kokan çiçeklerin yerine beyaz çiçekler geliyor adeta. Süsen kendisini gösteriyor. Arkalarda yaseminde olabilir. Tabiki hissedilir derecede badem kokusunu unutmamak gerek. Hatta badem zaman zaman çiçeklerden daha öne çıkıyor. Bu kısmdaki en belirgin özellik, sabunsuluğun artması. Neredeyse pudralı kokuyor. Fakat yüksek kaliteli ve çok kadınsı değil. Denge iyi kurulmuş. Orta notalar için pudralı, hafif tatlımsı, turunçgil destekli beyaz çiçekler diyebilirim. Bu bölümünü daha sevilebilir buldum. Son kısımda da yine tatlımsı beyaz çiçeklerin etkisi var. Sabunsuluk azalıyor. Onun yerine misk geliyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümler konusundaki kabuslarımdan birisi de sabunsuluk-pudralılık diyebilirim. Bu tür parfümleri oldum olası kendime yakın bulmam. Aslında sabunsu kokular, insanlarda temizlik hissi uyandırdığı için ilgi çekici geliyor. Özellikle kadın parfümlerinde rastlanıyor bu tür kullanımlara. Burada da hatırı sayılır derece sabunsu yapı ile karşı karşıyayız. Fakat Jean Claude Ellena faktörünü de göz ardı etmemek lazım. Bir kere orta kısımdan itibaren ortaya çıkan sabunsuluk, tasarımcının sihirli dokunuşları ile çok rahatsız edici olmaktan uzak. Burada benim gördüğüm gerçek ile hayal arasında "şeffaf" bir form yaratmaya çalışmış Ellena. Evet zaman zaman kadınsı tarafı ağır basıyor. Buna sebep tabiki beyaz çiçekler. Ama şöyle bir geneline baktığımda erkek kullanımı için kapıyı kapatmamak lazım. Zaten uniseks olarak piyasaya sunulmuş.

L'eau d'Hiver, çok kaliteli parfüm. Yapaylık hissedilmiyor. Başlangıcı dışında uyumsuzluk yok. İlk 1-2 kullanımda beğenmeyebilirsiniz. Biraz zaman tanıyıp, anlamaya çalışırsanız daha çok seveceğinizi düşünüyorum. Çünkü bende ilk denememde çok basit ve sıradan bir kokusunun olduğunu düşündüm. Kimi yorumcular bir çok defa kullandıktan sonra da öyle düşünebilirler. Fakat bu tarz parfümleri çok sevmeyen birisi olarak, orta kısımdan itibaren tuhaf bir çekiciliğinin olduğunu söyleyeblirim. Bir türlü kötü yada sıradan diyemiyorsunuz.


Oysaki çok basit yapıda. Biraz turunçgil, beyaz sabunsu çiçekler, badem ve misk. Başından sonuna büyük değişimler geçirmiyor. Zaten parfümün eleştirilen taraflarından birisi de bu. Böylesine yüksek fiyatlara satılan parfüm, bu kadar basit olabilir mi? Evet olabilir. Çünkü niş markalar bize her seferinde süper derin kokular ve bol katmanlı, macera yaşatacak deneyimler vaat etmiyor. Onlar işin sanat kısmını öne çıkarmaya çalışıyorlar. Ve unutulmasın ki minimalist sanat parfümü rahatalıkla olabilir.

Jean Claude Ellena'nın diğer parfümlerine pek benzemiyor L'eau d'Hiver. O meşhur mineral notası yok. Onun yerine tatlımsı badem gelmiş adeta. Fakat diğer kompozisyonları gibi minimal ve modern. Zaten ondan başka türlü işler beklemiyor hiç kimse.

Dikkatimi çeken tarafı başlangıçtan itibaren hafif tatlılık hissedilmesi. Orta kısımdan itibaren tatlılık biraz daha artıyor. Ama hiç bir zaman ayarı kaçırılmamış. Buradaki tatlılık muhtemelen baldan geliyor.  

L'eau d'Hiver'in Türkçe anlamı "Kış Suyu" olarak karşıma çıktı. Fakat gördüğüm kadarıyla hiç de öyle yoğun ve ağdalı bir kış parfümü değil. Çok sakin, çok yumuşak, ipeksi, sabunsu, çiçeksi, bademli neredeyse akuatik olabilecek yapıda. Bu haliyle dört mevsimde de kullanmaya uygun diyebilirim. Tene yakın kalıyor. Fazla ortaya çıkmaya çalışmıyor. Zaten ihtiyacı da yok.

L'eau d'Hiver çok yüksek enerjiye sahip, pozitif ve canlı bir parfüm değil. Romantik, hüzünlü ve dramatik. Bana Manic Street Preachers'in The Everlasting şarkısının fonda olduğu bir göl kenarını hatırlatıyor. Üzerinde bembeyaz ve uçuşan elbisesi ile yürüyen bir kadın hayal ediyorum. Bakışları gölün minik dalgalarının üzerinden ayrılmıyor. Hafifçe esen serin sonbahar rüzgarı saçlarını okşuyor. Ayakkabılarını eline almış. Sararmaya yüz tutmuş çimenlerin üzerinde yürüyor. Zihninde yüzlerce şey var. Omuzlarında 33 yıllık yaşanmışlıkların ağırlığı. Hayatını sorguluyor, yaşadığı aşkları sorguluyor, dünyanın acımasızlığını sorguluyor, mutluluğun ne olduğunu sorguluyor. Oysa yanıtlar, her zaman için sorulardan daha zordur. Ve çoğu zaman o yanıtlar acıtıcı olduğu için görmezden gelinir. Beynin ücra kıvrımlarından birisine süpürülür. Belki de en iyisi böyle yapmaktır.


Markanın kurucusu Frederic Malle'in de favori minimalist parfümüymüş L'eau d'Hiver. Kısaca şunları söylemiş hakkında: "Benim bildiğim en minimalist parfüm. O sadece bir kaç nota üzerinden oluşturuldu. (Beyaz kedi otu, süsen (iris) ve bal.) Luca Turin'in kitabında ise solgun bademler olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız verilmiş.

Sonuç olarak evet temiz, masum ve saf bir parfüm. Yüksek kaliteli ve rafine. Fakat yine de bence büyük boy şişesi alınacak kadar sofistike yada ilginç değil. Hele ki oldukça yüksek fiyat etiketi düşünülürse...

Eau de Parfum konsantrasyonunda. Kadın kullanımına biraz daha yakın. Diğer niş markalardan bir seviye daha pahalı satılıyor Malle'in parfümleri. Onun içindir ki denemeden almak iyi fikir değil.

Artıları:
+ Hoş, kibar, asil karakteri.
+ Lüks hissi veren kalitesi memnun edici.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Başlangıcına ısınamadım.
- Farkedilirliği biraz zayıf.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

11 Haziran 2013 Salı

Guy Laroche – Fidji (1966)



Guy Laroche – Fidji (1966) Markanın klasikler arasında yer alan kadın parfümü.

Tarihi M.Ö. 1000 yılına kadar gittiği tahmin ediliyor Fiji’de yaşamın. 17. yüzyılda Avrupalı kaşiflerin dikkatini çekiyor burası. 19. yüzyıldan itibaren İngiliz sömürgesi haline gelmiş. 1970 yılında ise bağımsızlığını ilan etmiş.

Fiji Adaları Cumhuriyeti, Pasifik okyanusunun güneyinde bulunan toplam 522 adacıktan oluşuyor. Bu adaların 106'sında yaşam olmadığı biliniyor. Viti Levu, bu adaların en büyüklerinden birisi. Hatta Fiji'nin isminin Viti Levu'nun telaffuzundan türetildiği söyleniyor. Türkiyenin ortalama bir şehri kadar yüz ölçümüne sahip Fiji'nin en büyük gelir kaynağı ise tahmin edileceği gibi turizm. Hatta Avrupalı turistlerin en önemli balayı lokasyonlarından olduğu görülüyor.

Fransız moda tasarım evi Guy Laroche'un ilk parfümüne de ismini vermiş bu tropikal adalar. 1966 yılında çıkarılan Fidji isimli kadın parfümü, dönemin önemli klasiklerinden olmayı başarmıştı. 1960'lı yılların önemli kadın klasiklerine rakip olarak düşünebiliriz Fidji'yi. Mesela Hermes - Caleche, Yves Saint Laurent - Y, Madame Rochas, Christian Dior - Diorling, Nina Ricci - Capricci, Shiseido - Zen Original.


Fidji, çiçeklerin ve şiprenin kontrolünde bir parfüm. Anladığım kadarıyla üç versiyonu var. EDC, EDT ve EDP formları mevcut. Benim denediğim EDT versiyonu. Diğer konsantrasyonları ise denemedim.

Parfümün açılışında kuru beyaz çiçekler ve tozlu bergamot dikkat çekiyor. Muhtemelen sümbülteber, yasemin veya ylang ylang. Üst notalar oldukça kadınsı ve eski kokuyor. Sevdiğimi söyleyemem. Orta notalarda büyük değişiklik olmuyor. Hatta parfüm daha da sabunsu hale geliyor. Bu andan itibaren, pudralı-sabunsu kadınsı çiçekler yoğunluk kazanıyor. Biraz amber ekleniyor sadece. Başlangıçtaki aynı eski/nostaljik tavır devam ediyor. Son kısımda ise sandal ağacı, tatlımsı reçineler ve yumuşak odunsu notalar en sevdiğim yanı oluyor Fidji'nin. Böylece de tenden ayrılıyor.

Fidji, 1960'lı yılların ve sonrasındaki on yılın en popüler ve önemli kadın parfüm klasiklerinden birisiydi. Dönemin koku karakterine uygun yapısı olduğunu sanırım söylememe gerek yok. Bol sabunsu-pudralı çiçeklerden oluşan Fidji, günümüzün modern parfümlerine çok benzemiyor. Tatlılık neredeyse yok. Onun yerine pudramsı bir kuruluk var. Hatta bebek pudralarına bile benzetilebilir. Yada Nivea'nın el kremlerine. Eski kokan tarzından dolayı, üst yaş gruplarının kullanımına uyacağını düşünüyorum.


Parfümü ilk denememden itibaren bir parfüme çok bezettiğimi farkettim. Sonunda bir yorumcu yardımıma yetişti. Robert Piquet'in Fracas'ına benzettim genel yapısını. Tabiki Fracas kadar yüksek kaliteli ve rafine değil Fidji. Aynı onun gibi bol çiçeksi ve sabunsu bir şipre. Frapan, kadınsı, nostaljik ve temiz. Yapaylığa rastlanmıyor.

Fiji, yukarıda da belirttiğim gibi tropikal adalardan oluşan bir ülke. Böyle düşünüce Fidji'nin tropikal esintiler veren bir parfüm olması beklenir. Mesela lezzetli tropikal meyveler veya egzotik çiçekler ilk aklıma gelenler. Fakat denediğim Fidji EDT, hiç de öyle izlenim vermedi bana. Meyvemsi bir aromaya sahip değil. Daha çok 1960'lı yıllarda, Paris'te bir davete katılmış şık giyimli kadınların kullanacağı gibi dersem yanlış olmaz.

Sonuç olarak pek sevemediğim parfümlerden oldu Fidji. Ne o eski ve tozlu kokusu ne de sabunsu-pudramsı yapısını ilginç bulmadım. Belki 50'li yaşlarındaki bir kadın için uygun olabilir. Ama kendi adıma çok kullanılabilir olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat Fidji'nin bir çok defa reformülasyon geçirdiğini düşünürsek, ilk versiyonlarının çok daha güzel olduğunu tahmin ediyorum. Özellikle çok zor bulunan EDP versiyonu övgüler alıyor. Eğer bulabilirseniz onu denemek daha anlamlı olacak gibi.


Parfümün tasarımını çok az işe imza atmış Josephine Catapano yapmış. Dozajı iyi ayarlanırsa dört mevsimde de kullanılabilir. Muhtemelen üretimi bitirildi. Denemeden almak iyi bir fikir değil.

Artıları:
+ Sonları fena değil.

Eksileri:
- Başlangıcı ile orta notalarını kendime yakın bulmadım.
- Çok eski hatta modası geçmiş tarzı.
- Fazla sabunsu.

Koku Güzelliği: 10/5

8 Haziran 2013 Cumartesi

Histoires de Parfums – 1804 (2001)



Histoires de Parfums – 1804 (2001)  Markanın kadın parfümü olarak sunulan kokusu.

Asıl ismi Amantine Aurore Lucile Dupin olan bir kadın. Paris'te doğmuş. Babasının atalarının Polonya krallığına kadar gittiği söyleniyor. Çocukluğunu babanesi ile geçirmiş. Daha sonra manastıra gitmiş. 19 yaşında ilk evliliğini yapmış. İki de çocuğu olmuş. Fakat bu hayatın onun hayal ettiği hayat olmadığını anlaması uzun sürmemiş. Tekrardan Paris'e taşınmış. Burada dönemin sanat ve fikir hayatı onu çok etkilemiş. Önemli fikir insanları ile tanışmış. Bu arada da Le Figaro'ya yazılar yazmaya başlamış. Daha sonrasında ilk romanını çıkarmış. Arkasından onlarca kitap, hikaye, masal, tiyatro eserleri ve edebiyat eleştirileri yazmış. Paris'in edebiyat alanında en önemli isimlerinden olmuş. Fakat onun asıl ilgi çekici olan yanı genellikle özel hayatı olmuş. Çünkü takma isim olarak George Sand'i kullanıyordu.

Sadece yaşadığı dönemi değil, kendinden sonra gelenleri de etkileyen George Sand, çağının çok önünde giden bir kadındı. Birçok eser vermesine rağmen edebiyat dünyasında eserlerinden çok, yaşam biçimi ile ünlenen bir isim oldu. Erkek ismi kullanması, pantolan giymesi, kalabalık yerlerde elinde sigarası ile dolaşması, romanlar yazması, siyasette aktif olarak yer alması, evlilik dışı ilişkilerini çok rahat yaşaması, 1800’lü yıllar için devrim niteliğindeydi. Ünlü müzisyen Chopin ile yaşadığı tutkulu aşkı sanırım bilmeyen azdır sanatla ilgilenen kişiler arasında. Hatta Chopin'in bu kadar büyük bir sanatçı olmasında, onun aşkının etkisi olduğunu düşünenler bile var.

Sevgilisi olan bütün erkeklere büyük aşklar yaşatmış, onlara çoğu zaman anaç duygularla yaklaşmış George Sand. Dönemin en önemli şairlerinden Alfred de Musset'de onun sevgilisi olmuştu. Fakat bir doktor için rahatlıkla onu terk etmişti George Sand. Hayatını sadece kendi istediği gibi yaşayan bir kadındı o.


1876 yılında öldüğünde cenazesine sanat camiasının en büyük isimleri katılmıştı. Gustave Flaubert onun için şöyle demişti: "Gömüldüğünde bir çocuk gibi ağladım. Bu çok değerli insanın içinde ne denli müthiş bir kadınlık duygusu; ve bu dehanın içinde ne müthiş bir şefkat olduğunu bilmek için onu benim tanıdığım gibi tanımak gerekir." Sadece Flaubert değil Victor Hugo bile ona olan hayranlığını şöyle dile getiriyordu: "Ölen bir insan için ağlarken ölümsüz bir insanı selamlıyorum. Onu sevdim, ona saygı duydum, ona hayran oldum."

Histoires de Parfums, yine parfümüne tarihi bir şahsiyetin ismini vermiş anlaşılacağı üzere. 1804 yılında doğan George Sand'ın anısına ithaf edilmiş bugün inceleyeceğim parfüm. Kendi sitelerinde şöyle tanıtılmış 1804:

"O yılın 1 Haziranında, Paris Meslay sokağı 15 numarada, ileride Dudevant Baronesi olacak Amantine Aurore Lucile Dupin doğdu. George Sand takma adı ile çok ünlü olacaktı. Dahiyane bir yazar, harika bir aşık ve adanmışlığın ilk canlı örneğiydi. Sand'in çağdaş mirasçıları için bu parfüm onun duygusallığını ve cömertliğini yansıtır. George Sand'i doğa ile birleştirip bağ kuran amber çiçeği buketi, kuvvetli baharatlar ile ısıtılmış ve tatlı meyveler ile renklendirilmiştir."

1804, kendi sitelerinde oryantal çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Baharatlı ananasa benzetilmiş. Zaten parfümün başlangıcı yoğun meyvelerin hakimiyetinde gerçekleşiyor. Modern bir meyvemsilik. Şeftali, erik ve ananas. 1804'ün üst notaları meyve şöleni gibi. Orta kısımda şeftali-ananasa yumuşak baharatlar ekleniyor. Küçük hindistan cevizi olabilir. Hafiften de gül hissediyorum. Ayrıca çiçeklerde kendisini gösteriyor. Ama çok kadınsı değil neyseki çiçekler. Yapaylık sınırında dolaşan amber alttan alta sürekli destek veriyor. Son kısma geçeyim. Burada meyvemsilik azalıyor. Ortaya çok güzel kremsi paçuli çıkıyor. Böylece de tenden ayrılıyor.

1804, genelini düşündüğümde kremsi meyveli-çiçeksi yapıda ilerliyor. Yardımcı öğeler olarak yumuşak baharatlar, amber ve misk var. Markanın denediğim diğer parfümleri gibi üst-orta-alt notalar belirgin. Bu anlamda kompleks yapıda diyebilirim. Fakat orta notalarında ortaya çıkan yapay ambere neden gerek duyulmuş anlayamadım. Bu durum, parfümün genel kalite hissiyatını düşürüyor. Kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Denemelerim sırasında 1804'ün en sevmediğim tarafı orta notaları oldu. Ayrıca baharatlar ile amberin ciddi uyumsuzluğu var. Biraz hayal kırıklığı yarattı. Çünkü markanın diğer parfümlerindeki yüksek kalite memnun ediciydi. 1804 çok çarpıcı yada etkileyici gelmedi bana.


Fakat hakkını yememek lazım. Günümüzün birbirine benzeyen sıradan meyveli-çiçeksi parfümlerinden kalite olarak hala çok iyi. Özellikle başlangıcı başarılı. Sonlarındaki güzel kullanılmış paçuli hoş bir sürpriz yapmış. Thierry Mugler – Angel (kadın) tarzındaki paçuli, parfümün açık ara en sevdiğim kısmı diyebilirim. Genel olarak herkesin sevebileceğini düşündüğüm, kullanması kolay bir eser. Etrafınızdan olumlu tepkiler alacağınızı düşünüyorum. Neşeli, canlı ve parlak yapıya sahip. Karanlık ve iç sıkıcı değil.

1804, baş yapıt değil. Parfümün karakteri ile ithaf edilen yazar George Sand arasında nasıl bir bağ kurulabilir diye düşünüyorum. Böylesi erkeksi tavırları olan bir kadın romancının, eğer yaşasaydı meyveli-çiçeksi bir parfüm kullanacağını hiç sanmıyorum. Tamam kadınsı bir parfüm değil genel olarak. Erkeksi vurgular var. Ama yine de isim-parfüm uyumsuzluğu mevcut bence.

1804, kendi sitelerinde kadın parfümü olarak nitelenmiş. Aslında çok feminen tarafı yok. Erkeklerin kullanımına da uyacak gibi. Hatta kadın parfümü olarak piyasaya sunulduğunu öğrendiğimde biraz şaşırdım. Uniseks kullanıma daha yakın diyebilirim.

Luca Turin'in kitabında beş üzerinden dört yıldız verilerek oldukça başarılı bulunmuş ve baharatlı-çiçeksi olarak sınıflandırılmış.


Eau de Parfum formunda 1804. Dört mevsimde de kullanmaya müsait. Fakat sıcak yaz günlerinde çok sıkılırsa biraz boğucu olacağını düşünüyorum. Günlük kullanıma uyabilecek tarzı memnunluk verici.  

Artıları:
+ Başlangıcı güzel.
+ Sonlarını da sevdim.
+ Genel beğeniye uygun tarzı var.

Eksileri:
- Orta kısmını sevmedim.
- Çok yaratıcı yada çarpıcı değil kokusu.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

5 Haziran 2013 Çarşamba

Versace – Blue Jeans (1994)



Versace – Blue Jeans (1994)  Markanın popüler erkek parfümü.

1990'ların ortaları. Yaş olarak 14-15 civarındaydım. Kafamın bugünkünden daha az karışık olduğu zamanlar. Hayat daha kolay. Amerikan sinemasının belki de en gösterişli yılları. The Shawshank Redemption gibi hala IMDB'nin en yüksek puanına sahip çarpıcı filmi beyaz perdedeydi. Quentin Tarantino'nun harika filmi Pulp Fiction'da 1994 yılında sinema severlerin beğenisine sunuldu. Tom Hanks'in Forrest Gump’ını, Luc Besson'un Leon'unu unutmamak lazım.

Dönemin müzisyenleri de hiç fena değildi bir kaçı hariç. Boys II Men gibi temiz çocuklardan oluşan bir boyband kızların gönlünü kazanırken, Aerosmith gibi pop rock grupları da kendisini gösteriyordu. Bugün pek isimleri duyulmayan Celine Dion, Bon Jovi, Bryan Adams, Rod Stewart gibi popüler kültürün şarkıcılarını zevkle dinliyorduk. Fakat hepsinden de önemlisi 1994 yılında duyduğumuz bir haber hepimizde anlatılmaz duygular uyandırmıştı.

Dünya müzik tarihine Nevermind isimli albümüyle geçmiş nefis grup Nirvana'nın karizmatik ve gencecik solisti Kurt Cobain'in intihar ettiğini önce kabul edemedi kalbimiz. Bugün bile dinlemekten en zevk aldığım albümlerden birisinin yaratıcısı, bohem ve bunalımlı adam Cobain, o yaşlarda belki de ölümle ilk defa bu kadar yakından tanışmamızı sağlamıştı. Müzik tarihi için ne kadar büyük kayıp olduğunu şimdi çok daha iyi anlıyorum.


Parfüm dünyası ise 1990'ların başlarından itibaren erkeksi şiprelerin ve aromatik fujerların etkisindeydi hala. Ama değişim başlamıştı denilebilir. Daha yumuşak, tatlılığın kullanılmaya başladığı parfümler gelecekti. Bana göre Blue Jeans tam da bu dönemde gelmiş ve bir anlamda öncü olmuştu. Yani geçiş dönemi parfümlerinden diyebilirim onun için. Versace'ın üçüncü erkek parfümü olarak görünüyor. Markanın "Jeans" serisinin ilk örneği. Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence aromatik fujera yakın kokusu. Resmi tanıtımı şöyle: “Bu parfümde doğrudan bir ferahlık vardır. O, temiz, berrak, sportif ve genç.”

Parfümü ilk sıktığımda karşıma tatlı turunçgiller, aromatik otlar ve tatlı lavanta çıkıyor. Kimi yorumcular limondan bahsetmişler ama bana hiç de öyle gelmedi. Ortalama tatlı turunçgiller diyebilirim üst notalar için. Fena değil. Geçelim orta kısma. Burada tatlımsı lavanta daha belirgin hale geliyor. Turunçgiller geriye çekiliyor. Tatlı galbanum ve sardunya da hissediliyor. Erkeksi çiçekler hakim daha çok. Lavanta, menekşe ve yasemin. Hepsinden bir parça var sanki. Son kısımda ise tatlımsı yapay misk, yapay odunsu notalar ve vanilya ile kapanışı yapıyor.

Görüleceği üzere Blue Jeans, detaylı sayılabilecek yapıda. Fakat insanda düz çizgide ilerlediği hissi veriyor. Başlangıcı bugün için bize sıradan gelebilir. Çünkü bir çok modern parfüm bu tip tatlımsı turunçgili kullanıyor. Ama üst notalara ustaca serpilmiş aromatik otlar gayet ilgi çekici. Orta kısımda ise yapay erkeksi çiçekler baş role geçiyor. Lavanta ve menekşe algılıyorum. Lavanta çok daha baskın. Başlangıçtaki tatlılık biraz daha artıyor orta kısımda. Yok, sevmedim orta kısmı. Sonlarda ise yine tatlılık dikkat çekiyor. Misk, yapay vanilya ve yapay odunsu notalar harikalar yaratamıyor. Özellikle kıyafet üzerinde yapay vanilya, en uzun süre dayanan alt nota olarak öne çıkıyor.

Blue Jeans, parfüm endüstrisinin en bilinen oyuncularından birisi. Sadece ülkemizde değil, yurt dışında da büyük bir kullanıcı kitlesi olduğu anlaşılıyor. Zaten Versace'ın geçen on dokuz yılın ardından üretimini devam ettirmesi bize büyük bir ticari başarı olduğunu anlatıyor. Hatta görünen o ki Versace'ın en başarılı erkek parfümlerinden birisi. Fakat güzel koktuğu anlamında söylemiyorum. Yani bu parfüm, çok satan geç dönem klasiklerden birisi dersem yanlış olmaz. İyi de neden böylesine başarılı oldu Blue Jeans?


Muhtemelen döneminin daha önce denenmemiş koku formunu kullanmasıydı başarısının sırrı. O döneme kadar böylesine tatlımsı parfümlere çok rastlanmıyordu. Blue Jeans, bu anlamda ilk taşı atanlardan birisiydi. Yani o dönemin koku trendlerine hiç uymuyordu. Bu da onu devrimci yapıyordu. Zaten en büyük hata onu, günümüzün modern tatlı parfümleri ile kıyaslamak olur. Eğer böyle kıyaslama yaparsak yanlış sonuçlara ulaşabiliriz.

Blue Jeans, orta kısımdan itibaren rahatsızlık edici bir yapaylığa başvurmuş. Neden böyle bir seçim yapılmış anlayamadım. Bu yapaylık, parfümün kalite hissini ciddi anlamda düşürüyor. Onu sıradan ve vasat bir ana akım parfüme dönüştürüyor ne yazık ki. Bence en büyük eksiği bu.

Genel anlamda herkesin sevebileceği gibi kompozisyona sahip. Zaten bu parfümü kadınların da oldukça beğendiğini okuyorum. Demek ki Versace bu anlamda hedefine ulaşmış. Büyük kesimler tarafından sevilerek kullanılan, rakiplerine göre çok düşük fiyatı ile ulaşması kolay arkadaşlardan. Bunlarda olumlu yanları.

Son tahlilde Blue Jeans çok başarılı bir kokuya sahip değil. Baştan sona büyük değişim göstermeyen kokusu (açılışı hariç) hayal kırıklığı yarattı bende. Çok ilginç yada yaratıcı değil. Ve en büyük şanssızlığı da bir çok güçlü rakibinin karşısında fazla şansı yokmuş gibi görünüyor. Bence bir şişesini, uygun fiyatına rağmen almak gereksiz gibi.


On dokuz yılın ardından Blue Jeans, oldukça modern kokuyor diyebilirim. Yani öyle eski yada tozlu değil. Bu anlamda ileri görüşlü parfümmüş. Sanki geçtiğimiz yıl çıkarılmış gibi günümüzün parfüm trendlerine yakın. Bu anlamda hakkını teslim etmek lazım.

Blue Jeans'in ismine ve şişesine bakıp da akuatik yada ferah, deniz temalı bir kokuya sahip sanmayın. Hiç öyle ferah değil. Gayet tatlı (zaman zaman aşırıya kaçan), ağdalı kokusu, yaz sıcakları için baygınlık verici olabilir. Bu yönüyle genç erkekleri hedeflediğini düşünüyorum. 17-30 yaş için olabilir. Bence ilkbahar-sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha yakın.

Tabiki şişesinden kısaca bahsetmemek olmaz. Coca Cola'ya benzeyen mavi şişe çok farklı. Hatta tasarımını bizzat Gianni Versace'ın yaptığına dair bilgiye rastladım. Umarım doğrudur. Alüminyum kutusu da çok rastlanır türden değil. Fakat bu kutu fazlaca basit ve ucuz bir imaj veriyor bence. Parfümün tasarımcısı, çok bilinmeyen burunlardan Jean-Pierre Bethouart.    

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil.
+ Kalıcılığı kıyafet üzerinde gayet iyi.
+ Fiyatı ucuz ve her yerde bulunabiliyor.

Eksileri:
- Orta kısımdan itibaren başlayan yapaylık ciddi sorun.
- Tatlılığın kullanımında ölçü biraz kaçmış. Bu tür tatlı parfümleri sevmeyenler denememeli.
- Ortalama ve vasat kokusu çok şey vaat etmiyor.

Koku Güzelliği:10/6