14 Nisan 2013 Pazar

Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)



Christian Dior – Hypnotic Poison (1998)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Bu hikaye belki de ilk insanlar kadar eskidir. Adem ile Havva'ya uzanır muhtemelen. Havva'nın, ilk insan olan Adem'in kaburga kemiğinden yaratıldığına inanır Hristiyan mitolojisi. Bu sahneyi resmetmiş bir çok ünlü ressamın tablosunu bulabiliriz. Olaylara tamamen farklı açılardan bakan iki cinsiyet. Kadın ve erkek. Binlerce yıldır beraber yaşıyorlar. Binlerce yıldır birbirlerine tahammül ediyorlar. Çünkü binlerce yıldır birbirlerine muhtaçlar.

Bazen insanların hayatlarına şekil veren yegane şeyin menfaat olduğunu düşünüyorum. Her insan, nefsi gereği bencil, çıkarcı ve gözü doymaz bir yaratıktır aslında. Ne kadar zengin olursa olsun hep daha fazlasını ister. En güzel kadına sahip olsa bile başkasındadır gözü. Çok mutlu olsa bile diğerinin mutluluğunu kıskanır. Zaten bütün dinler de insanların bu hırslarını ve hatalarını göstermek, o yanlışlarını düzeltmelerini sağlamak için gönderilmemiş midir?

Çoğu zaman evlilikler bile karşılıklı çıkarlar için oluşturuluyor. Çünkü insan aslında çok zayıf karakterli. İnsan aslında çok çabuk yoldan çıkmaya müsait. İnsan aslında çok nankör. Kadın ile erkek arasında binlerce yıldır süregelen hukuk, ana hatlarıyla da olsa çok değişmiyor. Erkeğin çıkarları ve ihtiyaçları ile kadının çıkarları ve ihtiyaçları karşılıklı olarak uyumlu hale gelince yaşanıyor evilikler. Aşk mı? Tutku mu? Sevgi mi? Sizce artık var mı bu duygular?

Her zaman için kadınların erkeklerden bazı üstün yanlarının olduğunu düşünürüm. Ayrıntılardaki farkları görme yetenekleri, olayların başını görüp sonunun nereye varabileceğini anlayabilme, çok güçlü altıncı hisleri, algılamadaki hızları beni her zaman şaşırtır ve hayran kalmamı sağlar kadınlara. Sanırım kadınların yaratılış bilmecesi böyle birşey. Erkeklerin çoğunlukla anlamayamadığı gizemler taşıyor kadınlar.

Peki bir kadına yaratılış anlamında verilmiş bazı üstünlükler yeter mi? Tabiki yetmez. Bir kadın her zaman daha iyisini ve fazlasını ister. Hatta bazen neyi tutkuyla istediğini bile bilemez. Ama yine de ister. Arzulanan kadın olmak, beğenilen kadın olmak, kendisinden bahsedilen kadın olmak, acı çeken kadın olmak, acı çektiren kadın olmak, mutlu olmak, huzurlu olmak ve daha onlarcası. Peki bunların hepsini bir parfüm verebilir denilse sizce bir kadın ne düşünecektir. Tabiki ona sahip olmak isteyecektir.


Bugün karşımızda 1990'lı yılların sonlarında üretilmesine rağmen, klasik olmaya aday parfümlerden Hypnotic Poison var. Şu bir gerçek ki bu parfüm ilk piyasaya sürüldüğünde küçük çaplı bir deprem yaşanmıştı. Çünkü kokusu öylesine etkileyici ve seksiydi ki yüzbinlerce kadın bu parfüme sahip olmak için birbiriyle yarıştı. Ve Christian Dior'un en çok satan parfümlerinden birisi olmayı başardı. Aradan geçen on beş yıl ise Hypnotic Poison'un popülaritesini ve kadınlar için arzu nesnesi olma durumunu değiştiremedi. Hala dünyanın en çok satan kadın parfümlerinden birisi. Hatta o kadar başarılı oldu ki, ismini aldığı serinin ilk parfümü Poison'ın bile önüne geçti. Onu ikinci plana attı.

Dahi parfümör Annick Menardo'nun kadınlara armağanı olan Hypnotic Poison, oryantal vanilya olarak sınıflandırılmış bir çok yerde. İlk sıktığımda karşıma yapay pudramsı vanilya ve acı badem çıkıyor. Sanki biraz da tatlı kırmızı meyveler var. Başlangıcı ilginç ama yapay. Orta notalara geçildiğinde koku karakteri büyük değişikliğe uğramıyor. Aynı acı bademli vanilya devam ediyor. Farklı olarak tatlımsı modern çiçekler ve baharatlar ekleniyor. Muhtemelen yasemin ve biraz sümbülteber. Fakat çok baskın değil çiçekler. Adeta vanilyaya boyun eğmiş durumdalar. Son kısım da ise biraz odunsu notalar, biraz paçuli ve yine kirli sayılabilecek vanilya var. Fakat başlangıçtaki gibi yapay değil. Bana göre parfümün en güzel yeri alt notaları. Böylece de tenden ayrılıyor.

Parfümün resmi tanıtımı şöyle yapılmış: "Dior'un efsanevi yasak meyvesinin gizemi ile kadınsı bir cüretkarlığın, sihirli ve modern aşk iksirinin karışımı. Bu parfüm dört zıt yöne sahiptir. İnsanı kendinden geçiren acı badem ve kimyon tohumu, gösterişli yasemin, gizemli Jacarandra (mavi tropikal bir çiçek) ve şehvetli vanilya ve misk. Sarhoş edici ve abartılı."

Parfümün ana eksenini çok rafine olmayan vanilya oluşturuyor. Biraz tozlu, biraz yapay, biraz pudralı ve biraz yağlı vanilya. Yani çok temiz ve pürüzsüz değil. Parfümün bence ikinci unsuru tatlımsı modern meyveler. Açıklanan notalarında erik, kayısı ve hindistan cevizi var. Zaman zaman hindistan cevizi aromasını hissediyorsunuz. Fakat genellikle yaz mevsimine uygun parfümlerde rastladığımız gibi ferah kullanılmamış hindistan cevizi. Sonrasında ise plastiğimsi çiçekler var tabiki. Fleur du Male’deki kadar rahatsız edici değilse de dikkatli bir kullanıcı algılayacaktır yapaylığı.
  

Hypnotic Poison'u ilk sıktığımda nedense bocalıyorum. Bu nasıl bir koku? Ne anlatmak istiyor bana? Yoksa tam tersi mi? Benim mi bir şeyler söylememi istiyor? Onun ruhunu okşamamı, ona ilgi göstermemi, onu iltifatlara boğmamı mı bekliyor? Hayır bana sadece bakıyor. Bende ona dikkatlice bakıyorum. Onu tanımaya, ruhunu anlamaya çalışıyorum. Fakat işimin zor olduğunu daha ilk saniyelerde fark ediyorum. Çünkü karşımda güçlü ve baskın karakteri olan bir koku var.

Şu isme bakar mısınız? Hypnotic Poison. Böylesine iddialı bir ismi kim kolay kolay parfümüne verebilir. Sanırım bir parfümün ismi ile kokusu ancak bu kadar uyumlu olabilir. Hele ki o kırmızı ve şehveti hatırlatan yuvarlak şişesi. Kadın bedeninin yuvarlak hatlarından ilham almış sanki. Bu zehiri ilk sıktığınızda adeta vücudunuza iğne yoluyla değil de koklayarak alıyorsunuz öldürmeyecek kadar az zehiri. Koku molekülleri ilk önce burnun içindeki sinirleri uyarıyor. “Daha önce rastlamadığımız bir tür” diye alarm veriyor bağışıklık sistemi. Bu aşık eden zehir, yavaş yavaş etkisine alıyor sizi. Ne öldürüyor ne de eski ve monoton hayatınıza geri dönmenizi sağlıyor. Sizinle oyun oynuyor belli ki.

Hypnotic Poison bana neyi hatırlatıyor derseniz işte cevabım: Camdan bir zindanın içindesiniz adeta. Dışarı çıkış için hiç bir yol yok. Ne bir kapı ne bir pencere. Sadece hava almanız için küçük delikler. Ve bir anda kapkaranlık odanın ışıkları yakılıyor. Karşımda son derece cazibeli, kırmızı bir elbise giymiş kadın oturuyor. Bacak bacak üstüne atmış. Kendimi "Temel İçgüdü" filminin karakteri gibi hissediyorum. Sharon Stone bütün etkileyiciliği ile karşımda oturuyor sanki. Gözlerini ise gözlerime dikmiş. Hiç konuşmuyoruz. "Bazen susmak da çok şey anlatmaktır" derler. İşte karşımda oturan kırmızılı kadın gözleri ile aslında herşeyi anlatıyor. İsmini, kaç yaşında olduğunu, neden orada oturduğunu ve benden ne istediğini...


O kesinlikle ikonik bir kokuya sahip. Öylesine bir parfüm ki hakkında çokça efsaneler anlatılıyor. Mesela bazı Arap ülkelerinde cazibeli ve etkileyici kokusu olduğu için yasakladığından tutun da hava yollarında çalışan hosteslerin bu parfümü kullanmamaları yönünde sürekli uyarı aldıkları gibi. Etrafında dönen bu söylentiler hiç kuşkusuz ona olan ilgiyi daha arttırıyor ve insanların daha da merak etmelerini sağlıyor.

Yapaylık barındıran vanilya, hastane odası gibi kokan çiçekler, çok rafine olmayan badem. Genel olarak çok büyük değişimler göstermiyor kokusu. Biraz düz çizgide ilerliyor. Bu söylediklerimin her birisi parfümün rahatlıkla eleştirilebilecek yönleri. Ki hepsi de sonuna kadar haklı. Parfümün genelinde yapaylık hissediliyor. Bu anlamda yine böyle yapay bir klasik olan Gucci - Rush'a benzettim yapısını. Koku anlamında büyük benzerlikleri olmasa da yapay-modern-cazibeli parfüm olmaları anlamında paralellik kuruyorum. Hatta ikisininde şişesinin renginin kırmızı olması ve Rush'ın, Hypnotic Poison'dan sadece bir yıl sonra çıkarılması tesadüf olamayacak kadar ilginç geldi bana. Size garip gelebilir ama Hypnotic Poison ile Thierry Muler'in çığır açan parfümü Angel (kadın versiyonu) arasında görünmez ve ince bir bağ var sanki. Yada bana öyle geliyor.

Hypnotic Poison, “kadın parfümü nasıl olmalı” ismi ile uygulamalı ders veriyor adeta. Her şey gözünüzün ve burnunuz önünde gerçekleşiyor. Şüpheye mahal yok. Çünkü o kadar iyi biliyor ki ne yapmak istediğini. Bu parfümü sıkıp da bir mekana giren kadının etrafta koparacağı fırtınayı hayal etmek zor değil. Yüzler ve burunlar size çevrilecek muhtemelen. Çünkü öylesine iddialı ki diğer kokuları bastıracak kadar hırslı ve güçlü. "Koridor yada asansör" kokusu denilebilir rahatlıkla. Arkanızda iz bırakacağınız bir eser o.

Eğer bir kadın istediği erkeği elde etmek istiyorsa, bunun yollarından birisi de Hypnotic Poison bence. Bu parfümü koklayıp da o kadının peşinden gitmeyecek erkeği, dünyada hiç bir şey avucunuza almanızı sağlayamayacaktır. Buna emin olabilirsiniz.


Bu sefer soruyu tersten sorayım. Bu parfümü nerelerde kullanmak uygundur değil de, nerelerde kullanılmamalı sorusuna cevap arayalım. Kesinlikle iş görüşmelerinde kullanılmamalı. Sevgilinizin ailesi ile ilk tanışma yemeğinde de kullanılmamalı mesela. Pazar günü gidilen sinemada, romantik bir komedi filmi izlemek için de iyi fikir değil Hypnotic Poison. Hele ki Gotik Metal çalınan bir Rock Bar'da kullanmayı düşünmeyin. Yada spor salonuna giderken olacak şey değil bu kokuyu sürmek.

Kırmızı şişesinin içindeki sıvı kesinlikle mütevazi yada mülayim değil. Agresif, cesur, frapan, meydan okuyan, rekabete hazır, kendisine güvenen ve umursamaz bir tarzı var. Onun hiç kimsiye ihtiyacı yok. Fakat ona öylesine çok kişinin ihtiyacı var ki.  

Can alıcı sorulardan birisi de bu parfümü erkekler kullanabilir mi? Okuduğum kadarıyla yurt dışında bu parfümün çok fazla erkek kullananı var. Benim gibi kadın-erkek parfümü gibi ayrımlara inanmayan birisi için sorunun cevabı basit. Rahatlıkla kullanılabilir. Hatta bazı yorumcular uniseks olarak bahsediyorlar. Ben o kadar ileri gidemeyeceğim. Her ne kadar bu ayrıma katılmasam da onun genlerinde dişilik yattığını hissediyorum. Bunu da göz ardı edemem. Fakat bu güzelliği yaşamak isteyen erkekler ise hiç düşünmesinler. Dolaplarında durmalı bir şişesi.

Hypnotic Poison'un geçtiğimiz yıllarda reformülasyona uğradığından bahsediliyor. İlk versiyonunun çok daha güzel olduğu söyleniyor. Bende eski anılarımda müthiş bir parfüm olarak hatırlıyorum bu zehiri. Fakat deneme sürecinde sanki parfümün içinden bir şeyler eksilmiş. Anlatması zor. Daha basite indirgenmiş gibi geldi bana. Sanki o derinlik kaybolmuş. Yada zihnimin oynadığı bir oyun bu. Kim bilir.


Luca Turin bu parfümü bademli oryantal olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vererek çok başarılı bulmuş.

Otuz yaş üstü kadınlara uyacağını düşünüyorum. On sekiz yaşındaki bir genç kız için fazla iddialı olacaktır kokusu. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Eau de Toilette (EDT) olmasına rağmen, hem kalıcılığı hem de fark edilirliği çok iyi. Bu anlamda sizi üzmeyeceğine emin olabilirsiniz.

Ve son sözü bizzat Christian Dior söylesin. Kendi parfümünü kısaca şöyle anlatmış ünlü modacı: "Bu parfümü tutkusunun peşinden giden her kadının kullanması için yarattım."

Artıları:
+ Cazibeli ve kışkırtıcı kokusu.
+ Dikkat çekmek isteyen kadınlar. İşte en kısa yolu buldunuz.
+ Kalıcılığı ve fark edilirliği iyi.

Eksileri:
- Başlangıcındaki yapaylığı pek sevmedim.
- Çok popüler olması sebebiyle başkalarıyla pişti olma durumunuz var.

Koku Güzelliği:10/7.5

11 Nisan 2013 Perşembe

Amouage – Opus II (2010)



Amouage – Opus II (2010)  Opus serisinin ikinci parfümü.

Kâbus bin Seyd El Ebu Seyd. 2013 yılı itibariyle küçük Orta Doğu ülkesi Umman'ın sultanı. Bir çok Arap prensi gibi eğitimini İngiltere'de tamamlamış. Ülkesine döndükten sonra ise babası Seyid İbn Tabur'a darbe yaparak onu tahttan indirmiş ve başa geçmiş. Ne kadar da tanıdık olaylar bir Orta Doğu ülkesi için. İnsanın şaşırası gelmiyor.

Ülkesinin kalkınmasına önem veren Sultan Kabus, bir çok büyük yatırıma imza atmış anlaşılan. Hatta dünyanın en büyük camisini yaptıracak kadar da önem vermiş kalkınmaya. Sultan Kabus'un bizi ilgilendiren tarafı ise dünya çapında bir parfüm markası yarattırmış olması. Ve bu markayı "Kraliyet Ailesinin" koruması altına alması.

Amouage, Arap parfüm sanatının en nadide eserlerini vermeye çalışırken, çok yüksek kaliteli malzeme kullanarak, dünya koku sektörünün dikkatini çekmeyi başardı. Son yıllarda ise çok daha fazla parfüm çıkarmaya başladı. Özellikle "Opus" serisi aldı başını gidiyor. Şimdiye kadar altı parfüme imza atılan bu serinin resmi tanıtımı şöyle yapılmış:
 

"Opus serisi Amouage'ın kreatif direktörü Christopher Chong tarafından düşünülmüştür. Bu altı kokunun ilhamı yolculuğumuz boyunca elde edilen bölümler ve anlardır ki bu müşterek bölümler bir büyük cilt gibi anıları temsil etmektedir. Koleksiyonun adı bir kütüphanedeki saklı hazinelerin nosyonu düşünülerek oluşturulmuştur ki bu nosyon bizlerin öğrenme, keşfetme arzusunu ateşlemektedir.
  
Tüm bu Kütüphane Koleksiyonu, yaşam sanatına şiirsel bir saygı duruştur. Her kokuya bir kod verilmiş, bir Opus numarası, ki bu da tamamlanmış büyük koleksiyon içerisinde onun statüsünü yansıtmaktadır. Bu kokular sınıflandırmaya kafa tutar, cinsiyetlerin ötesinde, kullanıcısına kendi benzersiz öykülerini yaratmalarına izin verir. Bunlar zamansız klasikler olup, yüksek düzey parfümeri sanatının eski döneminde doğmuşlardır. Bu parfümlerin evriminde, bilginin aranmasıyla başlayan hac yolculuğundan esinlenilmiştir."

2010 yılında çıkarılmaya başlanan Opus isimli parfümler aslında "Library Collection" serisine ait. Bugün yazacağım Opus II ise bu serinin denediğim ilk parfümü. Kendi sitelerinde kısaca, "Opus II, büyük bir kütüphanenin rafine atmosferinden ilhamını almış görkemli fujerdir" denilmiş.


Parfümün açılışı erkeksi çiçekler, keskin odunsu notalar ve otsular ile gerçekleşiyor. Modern sayılabilecek keskin lavanta hemen kendisini gösteriyor. Arka planda hafiften aromatik otlar var. Yoğun ağaçsı his ise en öne çıkan tarafı üst notaların. Açıklanan üst notalarında pelin otu da var. Ondan da geliyor olabilir bu his. Çok emin değilim. Üst kısım oldukça yeşil kokuyor diyebilirim. Orta kısma geçildiğinde lavanta neredeyse hissedilmiyor. Onun yerine baharatlar geçiyor. Kakule, tarçın ve biber ana ekseni oluşturuyor. Parfümün fujer karakteri ise orta kısımda karşımıza çıkıyor. Hatta azıcık da deri algılıyorum. Son kısımda ise odunsuluk hissediliyor. Amouage parfümlerinin vazgeçemediği tütsü-günlük ağacı teması ise yine kendisini gösteriyor. Misk ise bariz şekilde ortaya çıkıyor. Harika değil ama kötü de değil.

Opus II için baharatlı-odunsu bir fujer diyebilirim. Hatta şimdiye kadar denediğim en yeşil ve en bariz odunsu parfümü Amouage'ın. Bol yeşillik içeren lavanta-aromatik otlar ikilisi bana göre değil. Onun için başlangıcını beğenmedim. Orta kısmından itibaren ise fujer tarafı çok öne çıkıyor. Baharatlar etkili. Kimi yorumcuların "berber dükkanına" benzettikleri orta notalar bence parfümün en güzel tarafı. Çok doğal ve güzel kullanılmış baharatlar, ilk şoku atlatmamı sağlıyor neyseki. Son kısım ise tam bir Amouage klasiği gibi. Yine lüks tütsü-günlük ağacı teması.

Opus II biraz eski tarz keskin yeşil şipreleri andırıyor başlangıcında. Sanki hafiften Loewe – Esencia Pour Homme esintileri var. Yüksek kaliteli bir ana akım parfümü hatırlatıyor. Amouage'lardaki "hacı yağı" efekti neredeyse yok. Çok yaratıcı tarafı olmayan kokusu Amouage gibi iddialı bir markaya yakışmamış. Kendisini çok üst segmente koyan ve pazarlamasını böyle yapan bir marka, daha ilginç ve benzersiz eserlere imza atmalı bence. Diğer markalara benzeyecekse Amouage isminin ne önemi kalıyor ki.


Parfümün yüksek malzeme kalitesi tatmin edici. Fakat bir şişesine 325 dolar verilecek kadar mı işte orada şüphelerim var. Belki de benim sevmediğim bir tarzda olduğu için Opus II'ye yeterince ısınamadım. Eğer bu tür oryantal fujerları seven arkadaşlar varsa, beğenme ihtimalleri yüksek. Ama benim için küçük çaplı bir hayal kırıklığı oldu.

Opus II'nin şikayet edilen taraflarından birisi de hem kalıcılığının hem de fark edilirliğinin sınırlı olması. Amouage'ın çok güçlü ve kalıcı parfümlerine alışkın olduğumdan biraz yadırgadım bu durumu. Tene yakın kalıyor. Kalıcılığı ise çok fazla değil.

Opus II uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Fakat bence erkeksi yönü ağır basıyor. Onun için kadınlarda çok hoş duracağını tahmin etmiyorum. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak için daha uygun görünüyor.  Parfümün tasarımını ise sektörün popüler olmayan burunlarından Michele Saramito yapmış.

Koku Güzelliği:10/7

8 Nisan 2013 Pazartesi

Robert Piguet – Bandit (1944)



Robert Piguet – Bandit (1944)  Markanın klasikler arasında yer alan parfümü.

“Kışkırtıcı ve tuzlu. Bu şipre, egzotik deri, odun, baharat ve çiçeksi notaların keskin kombinasyonundan oluşur. Dumansı ve deri tonlarının birleştirildiği ilk kadın şipre parfümü. Bandit, kim olduğu belirsiz ve hafiften çift cinsiyetli, haylaz ve cesur kadınlar tarafından seviliyor. O provakatörlerin parfümü."

Yıllar sonra yeniden ortaya çıkarılan hazine gibi Robert Piguet parfümleri. Asıl formüllerine büyük oranda sadık kalınarak unutulmaya yüz tutmuş eserleri adeta renove etmişler. Bandit, markanın "Klasik Koleksiyon" serisine ait. Romantik deniz yolculuklarından ve korsanlardan ilhamını almış. Kendi sitelerinde şipre olduğu vurgulanmış. Parfümün açılışı küçük bir tokat atıyor önce burnuma, saniyeler sonra da beynime. Hatta algılarıma, hayata bakışıma, eski anılarıma, yaşadığım ve dolaştığım şehirlere, mekanlara, durumlara...

Herşey bir anda allak bullak oluyor. Karnıma hafiften bir ekşimsilik yerleşiyor. Zihnim ise kontrolümden çıkıyor belki de. Uyur gezer mi oldum acaba otuz yaşımdan sonra. Bu durumun tıbbi bir karşılığı var mıdır? Keşke doktor olsaydım da cevap verebilseydim. Sahi terzi kendi söküğünü dikemezse, doktorlar da kendilerini iyileştirmekten aciz midirler? Acaba Bandit'i kokladıktan sonra karnıma yerleşen ekşimsilik psikolojik mi patalojik mi? Yoksa deliriyor muyum? Oysa kendimi normal hissediyorum. Her zamanki günlerden birisini yaşıyorum.


Yukarıdaki şeyleri bana düşündüren bir parfümün başlangıcı sevgili parfüm severler. Bandit'in o nostaljik üst notaları anlatılmaz. Sanki yüzlerce yıl öncesinden yolunu kaybedip 2013 yılına düşmüş kayıp bir ruhla karşı karşıyayım. Tozlu lavanta, aromatik otalar, karanlık bergamot, mükemmel limon. Başka söze gerek yok diyerek geçmem lazım. Ama yapamıyorum. Bandit'in başlangıcı çok çok eskilerden gelen, adeta antika değeri taşıyan bir parfümün kokması gerektiği gibi. 1980'lerin sert, keskin ve acımasız, kavgacı, ödün vermez şiprelerinden birisi olarak yüzünü gösteriyor. Soğuk, ciddi, mesafeli biraz hırçın ve bohem. Aynı zamanda çok şık, çok lüks, çok pürüzsüz, çok rafine ve çok herkesin sevemeyeceği gibi. Evet bugün kelimeleri farklı, cümleleri devrik kullanıyorum. Farkındayım. Ama elimde değil. Sanırım Bandit ruhumu ele geçirdi ve klavyeye basan parmaklarıma hükmediyor. Gözlerim yarı kapalı. Belki de ne düşeneceğimi bilmiyorum. Hayır aslında çok iyi biliyorum. Anılar, anılar anılar... Onlarcası, yüzlercesi zihnimin içinde uçuşuyor. Bunları bana sadece bir parfüm mü yapıyor. Sanırım evet.

Orta notalara geçeyim. Orta notalar mı? Geçmek mi? Hala Bandit'in ne demek istediğini anlayabilmiş değilim sanırım. Yoksa böyle basit anlatım cümlelerini nasıl kurabilirim. Bütün cesaretimi topluyorum. Saygımı kaybetmeden Bandit ile konuşmaya devam ediyorum. Daha doğrusu Bandit anlatıyor ben dinliyorum. Benim gibi zavallı bir fani Bandit'e ne anlatabilir ki. Onun nasıl ilgisini çekebilirim? Kendime gülerken yakalıyorum kendimi. Ama o bana kendisini anlatmakta kararlı. Neyseki biraz taviz veriyor. Ruhumun iplerini hafiften serbest bırakıyor. Bende biraz rahatlıyorum. Nefes alabiliyorum. Başımı kaldırıp etrafa bakabiliyorum. Bu kısım başlangıca göre daha hayata yakın. İnsan fıtratına uygun. Doğa kanunlarına paralel. Bir parça eski deri ile turunçgil-şipre birlikteliği karşımızda şimdi de. Şipremsi turunçgiller ve aromatik otlar daha baskın. Hala rafine, hala pürüzsüz, hala eski, hala aristokrat, hala derin, hala Bandit.

Alt notalar mı? O da ne? Bandit'in ruhuma vurduğu son bir kamçı darbesiyle irkiliyorum. Yok hayır sadistçe fantezilerim olmadı hiç bir zaman. Yada kendimi öyle olmadığına inandırıyorum. Ama tenimde hala Bandit varken, kendimden bahsetmeyi kesiyorum bıçak gibi. Acaba bıçaklanan bir insan ne hisseder? Ucu çok keskin, soğuk bir metalin vücudun içine yavaş yavaş girmesi, nasıl hayatın geri kalanında sürekli hatırlanacak bir duygu ise Bandit'in alt notaları da sanırım bundan sonraki hayatımda övgüyle göstereceğim bıçak yarası/gönül yarası olarak zihnimdeki yerini alıyor. Devam eden şipremsi aromatik otlar, kabe samanı, (hani pek aram yoktu vetiver ile. E niye burada çok sevdim kullanımını?) eski parfümlerin vazgeçilmez üyesi meşe yosunu ve olabilecek en iyi paçulilerden birisi.


Onu nasıl tanımlasam mutlu olurum? Onu nasıl tanımlasam ayıp etmiş olmam? Onu nasıl tanımlasam bana kızmaz? Onu nasıl tanımlasam kendime olan saygımı kaybetmem? Onu nasıl tanımlasam bir şeyleri atlamış olmanın utancını yaşamam? Onu nasıl tanımlasam girdiğim bu işin içinden sıyrılabilirim? Artık çok geç. Ok yaydan çıktı. Ve ben bir şeyler söylemek zorundayım. Peki buraya kadar söylediklerim "bir şey" değil mi? Yoksa Mevlana'nın o enfes şiirinde dediği gibi "Ne kadar söz varsa düne ait, şimdi yeni şeyler söylemek lazım."    

Peki ne söyleyeyim yeniye dair. Çünkü karşımda yeni yok. Eski var. Ama kime göre. 2013 yılındaki dünyayı ve hayatı algılamamıza göre evet Bandit nostaljik kokan ve tarihin sayfalarında eskimeye mahkum olan satırlardan birisi. İyi de bu parfümün ilk çıkarıldığı yıl olan 1944'teki Paris'i düşündüğümüzde ne diyeceğiz. O zaman için belki de devrim niteliğindeydi Bandit. Yada İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarında üretilmiş bu parfüm, acaba Avrupa kıtasının geneline hakim olan karamsarlığı mı yansıtıyordu. Neden olmasın. Bu tozlu yeşil, şipre-deri-meşe yosunu-paçuli işbirliği bir toplumun hislerine tercüman mı oluyordu? Belki de...

Bandit kadın parfümü olarak görünse de bir erkek rahatlıkla kullanabilir. Hatta bu parfümde çok güçlü erkeksilik mesajları alıyorum. Buradan her gün spora giden ve aklını kolundaki kasları geliştirmekle bozmuş şişme erkeklerden bahsetmiyorum. Gerçek bir beyefendiden. Kadınına saygı duyan. Kadınını destekleyen. Kadınına aşık olan. Kadınına hayran olan erkeklerden. Yoksa erkekliğin kitabını yazdığını iddia eden, çakma kabadayı, hafiften maganda, kendilerini çok delikanlı sanan, kirli sakallı türkücü kardeşlerimizden dem vurmadığım çok açık.


Bandit'in Eau de Parfum (EDP) olduğunu bilmenin kısa veya uzun vadede sizlere nasıl bir katkısı olacağını bilemiyorum ama yine de yazayım. Bir de "Parfum" versiyonu var. Muhtemelen en yoğun konsantrasyon olan "Pure Parfum" versiyonu. Parfümün arkasındaki burun ise  Germaine Cellier.

Luca Turin, Bandit'e beş üzerinden beş yıldız vermiş. Kim takar yıldızları. Aslolan aşk değil midir?

Derin, karanlık, gotik, eski ve sert tarzıyla sonbahar-kış aylarında en güzel dostunuz olabilir. Yada size hükmedebilir. Orası sizin ile Bandit'in arasındaki ilişkiye bağlı. Eğer 35 yaş civarındaysanız ve yolun yarısına geldiğinizi düşünüyorsanız Bandit sizi bekliyor. Alt yaş grupları ise diğer parfümler ile oyalanabilir. Çünkü henüz Bandit yaşınız gelmemiş. Üzgünüm…

Koku Güzelliği:10/8

4 Nisan 2013 Perşembe

Dsquared² - Potion (2011)



Dsquared² - Potion (2011)  Markanın yeni erkek parfümlerinden.

Hikaye, İtalyan asıllı Catenacci ailesinin 1964 yılında ikiz çocuk sahibi olmaları ile başlıyor. Dokuz çocuklu ailenin en küçük iki ferdi olan ikizler Dan ile Dean, Toronto'nun banliyösünde büyüdüler. Modaya tutkun ikiz kardeşler, kendi kız kardeşlerine kıyafet tasarlayarak bu büyülü dünyaya giriş yaptılar. 1983 yılında Newyork'a taşındılar. Bir yıl sonra ise uluslararası moda sektörüne giriş yaptılar. 1991 yılında İtalya'ya giden kardeşler burada Gianni Versace ve Diesel'de tasarımcı olarak çalıştılar. İlk erkek koleksiyonlarını ise 1994 yılında çıkardılar. Daha sonrası ise tahmin edeceğiniz gibi. Başarılı işleri dünya çapında ilgi gören iki kardeş, Dsquared² isimli markalarını hayata geçirdiler.

Dsquared², 2007 yılında ilk parfümleri olan He Wood'u piyasaya sürdü. Şimdiye kadar on bir parfüme imza atmışlar. Bugün inceleyeceğim Potion ise 2011 çıkışlı.  Aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış.

Potion'un başlangıcı biraz nane ve ilginç bir deri ile gerçekleşiyor. Fakat nane biraz daha baskın. Deri ise plastiğimsi halde. Çok ferah bir açılış değil. Garip bir başlangıcı var. Daha önce rastlamadığım türden. İlerleyen dakikalarda yumuşak, yapay, plastiğimsi odunsu notalar kendisini gösteriyor. Aromatik otlar grubundan olan fesleğen destek veriyor odunsulara. Ayrıca baharatlar da hissediyorum. Muhtemelen tarçın. Ama hala harika değil. Son kısımda ise çok güzel bir sürpriz var. Hayvansal bir vanilya alt notalarda kendisini gösteriyor. Biraz da amber var. Böylece de tenden ayrılıyor.


Geçelim detaylara. Öncelikle ismine bakalım. Potion (iksir) iddialı bir isim. Şimdi bu ismin arkasında sert, unutulması zor, rahatsız edici, konforsuz ve saldırgan bir koku olması gerek bence. Fakat Potion ismiyle tezat oluşturuyor. Yumuşak, sakin, tene yakın kalan, uysal bir parfüm gibi davranıyor. Asla saldırgan yada iddialı değil. Daha çok konforlu diyebilirim.

Başlangıçtaki nane-plastiğimsi deri kullanımını pek sevmedim. Normalde taze nane bitkisinin kokusunu ve tadını çok severim. Ama nane parfümlerde kullanılınca hiç sevemiyorum. Naneye eşlik eden deri ise yapay gibi. Açıklanan notalarında deri olmamasına rağmen başlangıçtaki araba lastiği benzeri koku Bulgari - Black'i hatırlatıyor.

Orta notalarda başrolü yapay ve plastiğimsi odunsu notalar alıyor. Baharatlar ise adeta yardıma koşmuşlar. Çünkü odunsulara eşlik eden tarçın, bence bu kısmın en güzel tarafı. Son bölümde ise nefis bir vanilya var. Hafiften hayvansallık hissediyorum. Aynı Calvin Klein'in güzel parfümü Obsession For Men gibi. Evet iki parfümün sonları oldukça benziyor. Fakat Potion'da daha zayıf ve algılaması zor. Obsession For Men'de daha belirgin.


Yaklaşık bir haftadır Potion'u kullanıyorum. Hem kıyafetlerime hem de tenimde defalarca deneme fırsatı buldum. Bu süre içinde sonları dışında çok etkileyici yada akılda kalıcı bir kokusu olduğuna tanık olamadım. Bence ortalama bir baharat-odunsular-amber kombinasyonu. Benim için daha fazlası olamadı. Potion kötü bir parfüm değil. Hatta güvenli bile diyebilirim. Deneyen bir çok kişi beğenecektir. Ama benim beğenilerime uymadığı açık.

Bir diğer konu ise orta notalarından itibaren hissettiğim kontrollü yapaylık. Plastiğimsi-derimsi odunsular bence parfümün en belirgin yanı. Adeta kokunun karakterini belirliyor bu kısım. Fakat ben daha tütsümsü odunsuluğu sevdiğim için kendime yakın bulamadım. Bazı yorumcular gül temasından bahsetmişler. Yoğun bir güle rastlamadım kokusunda. Onun dışında Potion modern, kolay giyilebilen, güzel iltifatlar alabileceğiniz, genç arkadaşları hedefleyen, hediye olarak düşünebileceğiniz ve uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olabilecek bir parfüm. Kalite hissiyatı yüksek değil.

Orta kısmından itibaren kokusu tatlılık barındırıyor. Fakat şekerli ve baygın bir tatlılık değil. Çok iyi dengelenmiş. Zaten 2011 yılında üretilmiş bir parfümde tatlılık olmaması düşünülemez. Yine de söyleyeyim. Eğer tatlı kokan parfümleri sevmiyorsanız size göre olmayabilir.


Potion, 2003 yılında üretilen ve şimdilerde üretimi bitirilmiş Gucci Pour Homme'a benzetilmiş. Ben aralarında çok büyük benzerliğe rastlamadım. Bir kere Gucci Pour Homme çok doğal kokan odunsu-tütsü kokusu. Potion da ise tütsü hiç yok. Gucci Pour Homme daha karanlıkken, Potion daha açık karakterli. Potion daha tatlımsı iken Gucci Pour Homme daha kuru. Potion daha genç işi ve günlük kullanıma uyacak gibiyken, Gucci Pour Homme daha ciddi ve resmi.

Ana akım markalarda pek görmediğimiz şey olan Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Fakat fark edilirliği hem kıyafette hem de tenimde zayıf kaldı. Potion'u dünyaca ünlü parfümör Annick Manerdo tasarlamış. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak uygun olacaktır. 18-30 yaş grubu için daha iyi bir seçim sanki.

Artıları:
+ Son kısmını sevdim.
+ Genel olarak çoğu kişinin beğenebileceğini düşünüyorum.

Eksileri:
- Başlangıcı çok ilgimi çekmedi.
- Orta kısımdan itibaren ortaya çıkan yapaylığı yadırgadım.
- Fark edilirliği zayıf.

Koku Güzelliği:10/6