6 Mart 2013 Çarşamba

Bond No.9 – Andy Warhol (2011)



Bond No.9 – Andy Warhol (2011)  Ünlü sanatçı Andy Warhol’a ithaf edilmiş parfüm.

Nazi Almanyasının orduları, 1940 yılında, Avrupa’nın neredeyse tamamını işgal etmeye başladıklarında, kuşkusuz sanata da büyük darbe vurmuştu. Dünya tarihinin en kanlı savaşlarından olan İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupa kıtasındaki bir çok sanatçı, artık yaşanamaz hale gelen bu coğrafyadan ayrılmışlardı. Okyanusun ötesinde ve savaşın hiç bir etkisi hissedilmeyen Amerika, en güvenli limandı. 1950'li yıllar bu anlamda sanatın Amerika'da yükselişine tanıklık ediyordu. Bu sanatçı akımı yeni sanat yorumlarına neden olacaktı. Hatta soyut dışavurumculuğa tepki olarak doğacak bir sanat akımı, popüler kültüre göndermeler yaparak müthiş bir ilgi odağı haline gelecekti. "Pop Art" denilen yeni bir sanat akımının doğumuna tanıklık ediliyordu 1950'li yılların sonlarında.

Aslında herşey İngiltere'de başladı denilebilir. 1956 yılında sanatçı Richard Hamilton, "Just what is that makes today's homes so different, so appealing?" isimli kolaj çalışmasını gerçekleştirmişti. Türkçeye "Günümüz evlerini bu kadar farklı ve bu kadar baştan çıkarıcı yapan nedir?" olarak çevirilebilecek bu eser, büyük merak uyandırmıştı sanat çevrelerinde. Bu tuhaf kolajın merkezinde şişirilmiş kasları ile duran bir erkek figürü vardı. Elinde tuttuğu kocaman lolipop, geri planda zamanın popüler kültür öğelerine yaptığı göndermeler (elektrik süpürgesi ile temizlik yapan kadın, duvarda asılı duran çizgi roman, bir tiyatronun giriş bölümü ve kafasında abajur olan çıplak kadın) ilk bakışta hiç bir anlam ifade etmiyordu. Oysa kolajdaki herşey o yılların kültür öğeleri ile alay ediyordu ve çok ironikti. Bu kolaj çalışması adeta bir işaret fişeğiydi.

                                       Pop Art akımının başlangıcı kabul edilen Richard Hamilton'un absürd kolajı.

Cevap fazla gecikmeden Amerika'da yaşayan sanatçılardan geldi. 1960'lı yıllarda Amerika adeta dünya sanatına yön veriyordu. Roy Lichtenstein, Claes Oldenbourg, Keith Haring gibi sanatçılar her türlü popüler kültür öğesini sanatlarında kullanmaya başladılar. Neler yoktu ki bu nesnelerin içinde. Coca Cola şişeleri, Marilyn Monroe, Elvis Presley, Elizabeth Taylor portreleri, arabalar, konserve kutuları, pizza, patlamış mısır, hazır çorba ve ketçap kutuları sanat eserlerine konu ve nesne oluyordu.

İngilizce "Popular Art" kelimelerinden geldiği düşünülen Pop Art, şüphesiz 20. yüzyılın en sıradışı sanat akımıdır. Bu akımın en önemli isimlerinden birisi hatta en popüler olanı sanatçı Andy Warhol'dur. 1928 yılında Pennsylvania'da doğan Andy Warhol'un gerçek ismi Andrew Warhola'ymış. Babası Andrej Warhola Rus, annesi Julia Warhola ise Slovak kökenliydi ve Rusya'dan Amerika'ya göç etmişlerdi. İnşaat işçisi olan babası daha sonraları maden işçisi olarak çalışmıştı. Warhol ilkokul üçüncü sınıfta ömrü boyunca etkilerinden kurtulamayacağı bir hastalığa yakalandı. Sinir sistemini zedeleyen, bazen istem dışı hareketler yapmasına neden olan bu hastalık yüzünden Warhol zaman zaman yatağa bağlı yaşıyordu. Bu süreç içinde hastalık hastası olan, hastanelerden ve doktorlardan korkmaya başlayan Warhol'un dehasını annesinin keşfetmesi uzun sürmedi. Ve onu "Aman üniversite okusunda devlet memuru olsun" demeyerek genç yaşında sanata yönlendirdi. Warhol daha sonra Newyork'a taşındı ve burada da sanat çevrelerinin dikkatini çekmesi uzun sürmedi. Seri üretim nesnelerinin sıkça kullanılması temeline dayanan sanatında Warhol, resimlerini afiş tekniği ile çoğalttı. Baskılama tekniğiyle çoğaltma, Warhol’un önderliğinde Pop Art’ın en önemli tekniği olarak öne çıkmıştı. Bu tekniği kullanarak yaptığı Marilyn Monroe tablosu sanatçının en çok bilinen işlerinden birisi.


Amerikan popüler kültürünün öne çıkan imajlarını kullanmayı seven Warhol, çalışmalarında günlük hayatta herkesin kullandığı nesneleri temel alıyordu. Para, ayakkabı, yiyecek, ünlüler ve gazete küpürlerini figür olarak işleyen sanatçı, sıradan ürünleri ya da markaları işlerinde kullanmasını ise şu şekilde açıklıyordu: "Bu ülkenin (Amerika'nın) başlattığı en güzel gelenek zenginin ve fakirin aynı şeyi tüketmesi. Televizyon izleyip Coca Cola içebilirsin ve bilirsin ki Amerikan Başkanı'da Liz Taylor'da bunu içiyor. Cola, Coladır ve hiçbir zaman daha çok para ile daha iyi bir Cola alamazsın. Bütün Colalar aynıdır ve güzeldir, bunu Amerikan Başkanı da bilir Liz Taylor da bilir, dilenci de bilir, sen de bilirsin."

"Birisinin yazdığı kitabı okumaktansa, kendine iç çamaşır alışını seyretmeyi tercih ederim" diyecek kadar alaycı, "Bir gün herkes 15 dakikalığına da olsa ünlü olacaktır" diyecek kadar da ileri görüşlü sanatçı için Newyork merkezli parfüm evi Bond No.9'nın parfüm üretmemesi düşünülemezdi. Parfümlerinde Newyork'un simgelerini kullanan Bond No.9, Andy Warhol gibi Amerikan sanatını dünyaya tanıtmış bir ikona, vefa örneği göstermiş. Hem de ne vefa. 2013 yılının mart ayı itibariyle altı tane Andy Warhol isimli parfüme imza atmış Bond No.9. Bugün inceleyeceğim 2011 çıkışlı yeni bir parfüm. İsmi sadece Andy Warhol bu parfümün.


Andy Warhol, markanın Uptown serisine ait. Fragrantica'da aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. Bana kalsa meyveli, çiçeksi odunsu tarafı daha ağır basıyor. Parfümü ilk sıktığımda karşıma tatlı meyveler çıkıyor. Açıklanan notalarında erik var. Muhtemelen erik-şeftali ve kırmızı meyveler (kiraz, vişne) karışımı. Biraz tatlı, çok modern ve çok güzel. Evet basit ama aynı zamanda ilgi çekici ve sevilesi. Açılışını sevdim Andy Warhol'un. Sonrasında aynı tatlımsı meyveler devam ediyor. Bu lezzetli meyvelere tatlı ve yumuşak gül eşlik diyor. Bir parça da tatlımsı baharatlar mevcut. Ama keskin ve rahatsız edici değil. Orta kısım da gayet güzel. Son kısımda ise odunsu notaların hakimiyeti var. Kimi yorumcular öd ağacından bahsetmişler. Evet haklı olabilirler. Muhtemelen öd ağacı, bu gül benzeri odunsu notalar.

Şimdi böylesine önemli ve sıradışı bir sanatçının adına yapılmış parfüm nasıl olmalı. Onun gibi farklı mı olmalı yoksa genel beğeniye hizmet eden popüler bir yol mu izlemeli. Bu noktada Bond No.9 ikinci şıkkı seçmiş anlaşılan. Çünkü Andy Warhol, çok tanıdık, çok basit, çok güzel ve çok kaliteli. Niş parfüm standartlarını size veriyor. Yapaylığa rastlanmıyor.

Andy Warhol acaba fazla mı basit diye içimden geçirmiyor değilim. Başından sonuna kadar büyük değişimler geçirmiyor kokusu. Düz çizgide ilerliyor. Meyveli-çiçeksi yapı baştan sona etkin. Meyve kullanımı hoşuma gitti. Her ne kadar biraz genç işi olsa da uyduruk meyveli ana akım parfümlerinden çok önde. Belli özen gösterilmiş açılışına. Hatta en sevdiğim yanı başlangıcı oldu. Sonrasında çok değişmeyen meyveler ile gül benzeri çiçeklerin karışımı çok hoş. Azıcık da yumuşak baharatlar hareket katmış kokusuna. Sanırım en sıradan bulduğum tarafı alt notaları. Son kısım çok ilginç yada etkileyici değil. Standart bir sonlanışı var. Yine de kötü diyemem.


Evet Andy Warhol harikalar yaratmıyor. Hayatınızın parfümü de olamayacaktır. Fakat ortalama üzerindeki kalitesi, herkesin beğenmesi muhtemel güvenli kokusu, eğlenceli, pozitif tarzıyla bence hiç de fena bir seçenek değil. Eğer otuz yaşın altındaysanız mutlaka deneyin. Günlük kullanıma ve spor giyime uyacaktır. Genel olarak biraz tatlılık barındırıyor. Ama hiç bir zaman bol şekerli yada bıktırıcı değil. Oldukça modern ve yeni bir kokusu var.

Özellikle başlangıcını Costum National Homme'a biraz benzettim. Hatta geçtiğimiz haftalarda yazdığım Robert Piquet - Visa'yı oldukça andırıyor üst notaları. Orta notalarından itibaren ise By Kilian - Incense Oud'e benziyor. Onun daha meyvelisi diyebilirim. Tabiki Incense Oud kadar etkileyici ve çarpıcı değil. Yani başlangıcı biraz Visa'yı devamı ise Incense Oud'u andırıyor.  

Şişesi ise ayrı ilginç. Parfümün şişesinin üzerinde Andy Warhol'un resmi var. 35 yaşındaki Warhol burada güneş gözlüklü, yeni kesilmiş saçları, trench coat'u, beyaz tişörtü ve kravatı ile farklı bir yönden ele alınmış. Şimdiye kadar bir parfümün üzerinde ithaf edilen kişinin resmini hiç görmemiştim. Bu anlamda Andy Warhol'un kendisi gibi sıradışı şişe tasarımına imza atılmış.


Çok sıcak yaz mevsimi dışında her dönemde kullanılabilir. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Üst yaş grupları için uygun olacağını sanmıyorum. Daha genç işi sanki. Eğer arkadaşınıza hediye etmek isterseniz iyi bir seçim olacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Orta kısmıda güzel.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği hoş kokusu.

Eksileri:
- Sonları daha iyi olabilir miydi acaba?
- Çok değişmeyen, düz çizgide ilerleyen yapısı.

Koku Güzelliği:10/7.5

3 Mart 2013 Pazar

Serge Lutens – Arabie (2000)



Serge Lutens – Arabie (2000)  Markanın uniseks kullanıma uygun parfümü.

"Fas, bana parfüm tadı verdi. Orada koku hissi ile diğer duyuları birbirinden ayırmak çok zor. 1968 yılında Fas'a gelmeden önce beşinci hissime hiç dokunulmamıştı. Ve parfümlerden nefret ediyordum! Fas'ın aroması, yoğun bir kalabalık içinde sizin birey olmanızı sağlayan yaşam biçimi ile bağlantılıdır. Buradaki kalabalık, bir hareket, bir ses, bir kahkaha, bir oyun... Son olarak diğer hislerle birleşmiştir koku.

Arap dünyasının parfümleri zengin ama genellikle çok ağır. Ben Arap parfümlerinin köklerine sadık kalarak yeni kokular yarattım. Böylece parfüm dünyasında yeni bir yol açtım."

Niş parfüm sektörünün önemli isimlerinden Serge Lutens’in söyleşisinden kısa bir bölüm yukarıdaki satırlar. Eski Fransız sömürgeleri olan Kuzey Afrika ülkelerine seyahatleri sonucunda Fas'tan çok etkilenmiş Serge Lutens. Hatta o kadar sevmiş ki Fas'ı, orada bir ev alıp yerleşecek kadar benimsemiş o coğrafyayı. Evinin bir bölümünü parfümlerinin tasarımları için kullandığı laboratuara bile çevirmiş. Kuzey Afrika kültürünün içine girdikçe, bir parfüm sanatçısı olarak izlenim ve duygu dünyasını alt üst etmiş denilebilir. Bu etkileşimin sonucunda parfümlerinde Arap kültürünün öğelerini eklemeyi unutmamış bir ahde vefa örneği olarak.

                                                                                   Serge Lutens.

Özellikle Chergui'yi ilk denememde Serge Lutens'in ilham aldığı kaynakları ve duygu dünyasını kısmen anladım. Beni şaşkına çeviren bu parfüm, Arap kültürüne ait olduğu bilinen keskin ve yoğun baharatların müthiş bileşiminden oluşuyordu. Cami önlerinde satılan hacı yağları gibi kokmadan, nasıl Orta Doğu kültürünün ruhu verilebilir denilse, sanırım Chergui'den daha iyisi olamaz.

Bugün ise Serge Lutens koleksiyonunun yine Arap etkili eserlerinden olan Arabie'ye göz atacağım. Uzun zamandır hakkında farklı şeyler okuduğum Arabie'ye sonunda kavuştum ve tanışma şerefine nail oldum. Markanın "Fouets de Velours / Sudden Sweetness" serisine mensup Arabie, Fragrantica'da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış.

Parfümün açılışı modern tatlı baharatlar ve tatlı meyveler ile gerçekleşiyor. Baharatlar hafiften Chergui'yi çağrıştırıyor. Ama bire bir aynı değil tabiki. Tatlı lüks meyveler ise klasik bir Serge Lutens kullanımı. Başlangıcını sevdim Arabie'nin. Orta notalarında tatlı şık meyveler geri çekiliyor. Onun yerini ise baharatlar daha da ağırlığını arttırarak dolduruyor. Bu andan itibaren yoğun ve keskin baharatlar baş role geçiyor. Karanfil, karabiber, tarçın, zencefil, küçük hindistan cevizi. Ne ararsanız bir parça var. Adeta baharatların geçiş töreni gerçekleşiyor burnunuzda. Biraz da aromatik otlar kendisini gösteriyor. Her ne kadar biraz karmaşık olsa da yine de güzel orta notalar. Son kısımlarında baharatlar geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya dumansı, gizemli tütsü ve odunsu notalar çıkıyor. Bu anlamda alt notalarını, markanın diğer parfümlerinden Fille en Aiguilles'e benzettim.


Arabie, genel itibariyle tatlı Lutensvari meyveler, tatlı modern baharatlar, aromatik otlar ve odunsu notalardan oluşuyor diyebilirim. Fakat baharatlar her zaman ön planda. Başlangıçta tatlı meyveler ile harmanlanmış baharatlar, orta notalarında tek başına ortaya çıkıyor. Neye benziyor acaba? Mesir macunu gibi kokuyor dersem sanırım anlaşılır orta notalar. Zaman zaman karamelize edilmiş baharatlara da benziyor. Hatta zencefilli şekerler gibi adeta. Yada reçinemsi baharatlar. Aşureye bile benzettim. Son kısım ise sanki odanızda bir tütsü yakmışsınız gibi düşünmenize sebep oluyor. Dumansı-odunsu alt notalar ilgi çekici. Sandal ağacı mı desem, çam esintileri mi desem. Karar veremedim.

Meyveler ne olabilir? Portakal, mandalina, şeftali, hurma yada incir olabilir. Tatlı meyveler bence Fille en Aiguilles'teki kadar rafine ve güzel kullanılmamış. Yine de başarılı. Baharatlar ise biraz yoğun ve karışık olmuş. Çok pürüzsüz ve rafine olmasa da lezzetli. Bazen plastiğimsi bir yapaylık barındıran baharatlar fazla dolu dolu diyebilirim. Bazı yorumcuların ilaç gibi koktuğunu söyledikleri Arabie'deki yapaylık beni biraz rahatsız etti. Daha çok uyumsuz ve köşeli diyebilirim. Yumuşacık ve pürüzsüz bir kokuya sahip değil. Zaman zaman rahatsız edici. Bu anlamda Chergui kadar etkileyici değil Arabie. Ama en az onun kadar zengin, derin, detaylı, çoşkulu, çarpıcı ve parlak. Kullanması zor bir kokusu olduğunu belirtmem gerek. Onun için denemeden almak riskli olabilir.


İşte Arabie'nin bana düşündürdükleri:

"2013 yılının mart ayı başlarına denk gelen bu yeni tanışma farklı bir yolculuğa daha çıkmamı sağladı. Evet her zaman bir yolculuğa fiziksel olarak çıkılmaz. Önemli olan ruhumuzun o bitmeyen yolculuğu değil midir? Bizi biz yapan ruhaniliğimiz değil mi? Allah'ın bize kendinden üflediği kutsallığı nasıl göz ardı edebiliriz? İnsanın "yeryüzünün en onurlu varlığı" olarak tanımlanmasını nereye koyacağız?

İster mistik bir yolculuğa çıkın, ister transandantal meditasyon yapın. İster kendinizi şaman ayinindeki rahip gibi hissedin. İster Buda'ya iman etmiş bir kul olun. İster Diyarbakır'daki bir siyasal İslamcı olun. İster Kudüs'te ağlama duvarının önünde Tevrat okuyup dua eden Yahudi olun. İster Mekke'de milyonlarca insan Kabe'nin etrafında tavaf edip, ibadetini gerçekleştirirken, o inanılmaz ve anlatılmaz duygu yoğunluğunu yaşayanlardan olun. İster kutsal kabul edilen Ganj ırmağında yıkanan ve günahlarından arınacağını düşünen bir Hintli olun. Hepimizin amacı aynı değil mi? Nereden gelip, nereye gittiğimizi merak etmiyor muyuz? Sahi niye yaşıyoruz bu dünyada? Neden gönderildik buraya? Sadece Adem ile Havva'nın yaklaşmamaları gereken yasak ağaçtan yemeleri mi asıl sebep? Yoksa bu dünyada hepimizin bir görevi mi var? O görevlerimizi tamamladıktan sonra ölüp, ruhumuzu teslim mi ediyoruz? İyi de herkesin bir rolü varsa bu dünyada acaba benim rolüm ne...?"


Eğer daracık Fas sokaklarında dolaşmak ise amacınız Arabie sizin aradığınız yardımcı olabilir. Kuzey Afrika mimarisinin gereği, kıvrımlı hafif loş bir sokakta, kendi halindeki bir baharat dükkanına girdiğinizde hangi kokuları duyacaksanız, Arabie’de size o hissi verecektir. Belki o günkü kazancı çok olmayan ve her zaman aza tamah etme terbiyesi almış, görmüş geçirmiş dükkan sahibi size ballı-zencefilli-karanfilli-kekikli çay bile ikram edebilir. Neden olmasın.

Luca Turin'in kitabında Arabie, tatlı otsu olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden dört yıldız verilerek çok başarılı bulunmuş. Arabie’yi, Serge Lutens parfümlerinin değişmez burnu Christopher Sheldrake tasarlamış. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Uniseks olarak satışa sunulmuş olsa da sanki erkek kullanımına biraz daha yakın.

Artıları:
+ Başlangıcını sevdim.
+ Genel olarak egzotik ve ilginç bir sanat eseri.
+ Baharatlı-odunsu bir parfüm arıyorsanız tam yerindesiniz.

Eksileri:
- Biraz fazla karmaşa var kokusunda.
- Baharat kullanımı yoğun ve baş ağrısı yapacak tarzda.
- Köşeli ve hafiften uyumsuz kokusu rahatsız edici olabiliyor.
 
Koku Güzelliği:10/8

28 Şubat 2013 Perşembe

Giorgio Armani – Cuir Amethyste (2005)



Giorgio Armani – Cuir Amethyste (2005)  Markanın “Prive” serisine ait uniseks parfümü.

Aslına bakılırsa çok inanmam bu şifalı taş mevzularına. Hani son yıllarda moda olan şu taş, şu hastalıkları önler. Bu taş, bu rahatsızlıklara iyi gelir durumu. Televizyoncu Okan Bayülgen gibi hafiften dalgamı geçerdim taşların insanları iyileştirebileceğine dair söylenenleri. Fakat ametist taşı ile ilgili okuduklarım oldukça ilginç diyebilirim.

Eski Yunanca'dan gelen Ametist ismi, "sarhoş olmayan, sarhoşluktan koruyan" anlamına geliyormuş. Eski Yunanistan’da insanlar içki içtikten sonra sarhoş olmamak için bu taşı yanlarında taşırlarmış. Çok güçlü enerjiye sahip olduğuna inanılan bu taşın, bir çok rahatsızlığa iyi geldiğinin anlatıldığı yazılar mevcut. Vücuttaki fazla elektriği kendine toplayarak vücut direncini ve gücünü arttırırmış. En bilinen özelliği vücuttaki veya bulunduğu mekandaki negatif enerjiyi pozitif enerjiye çevirmesiymiş. Değerli taşlar kategorisindeki ametist, bir parfüme isim babalığı yapması açısından da parfüm severlerin ilgi alanına girecektir muhtemelen.


Giorgio Armani'nin Haute Couture markası olan Prive'ın parfümlerinden ilkini yazmıştım geçtiğimiz haftalarda. Şimdi de bu özel parfüm serisinin başka kokusuna göz atma zamanı geldi. Cuir Amethyste, Prive serisinin 2005 yılı üyelerinden birisi. Yine çok zor bulunabilen ve oldukça yüksek fiyatlara satılan bu parfümün isminin ilk kelimesi ametist taşından geliyor. Ya ikinci kelime Cuir? Fransızca'da deri anlamına geliyor Cuir. Bir çok parfümde Cuir ismi kullanılıyor. İyi de deriyi anladık bir parfümde. Peki ametist taşı ile derinin nasıl bir ilgisi olabilir derseniz bence de biraz tuhaf olmuş. Sanırım parfümün ismine ilginçlik katmak için böyle bir yol izlenmiş. Markanın kurucusu Giorgio Armani, Cuir Amethyste için kısaca şunları söylemiş: "Cuir Amethyste'in oluşturulma fikri basittir. O deriye bir övgüdür. İkinci teniniz olacak bu parfüm, sınırsızca tensel ve büyüleyicidir."

Fragrantica'da deri olarak sınıflandırılmış Cuir Amethyste. Başlangıcında tatlı ve lüks kokan turunçgiller (portakal-mandalina) ile yumuşak baharatlar başrolde diyebilirim. Üst notalarını beğendim. Orta notalarına doğru parfümdeki tatlılık giderek artıyor. Neredeyse şekerli hal alıyor. Bu andan itibaren meyveler daha öne çıkıyor. Şekerli meyvelere biraz tatlı gül eşlik ediyor. Ve yine oldukça tatlı menekşe. Orta kısımda şekerli meyveler-çiçekler baskın. Başlangıcı kadar sevmedim bu tarafını. Son kısımda ise yapay deri ile plastiğimsi yapay odunsu notalar karşımıza çıkıyor. Alt notalarda epey tatlı. Böylece tenden ayrılıyor.

Cuir Amethyste, lüks sektörünün önemli markalarından Giorgio Armani'nin, niş parfümlerle rekabet etmeye çalışan özel serisine ait. Gerek çok yüksek fiyatları gerekse şişe-sunum yönüyle, en üst segmente hitap ediyor dersem yanlış olmaz. Peki Cuir Amethyste'in kokusu bu ultra-lüks konsepte uygun mu? Bu soru benim açımdan koca bir HAYIR.


Cuir Amethyste, başlangıcında lüks ve rafine, orta kısmında biraz sıkıcı, alt notalarında ise yapay ve bıktırıcı olmayı başarıyor. Genel anlamdaki kompozisyonu şekerli meyveler, şekerli çiçekler, pudralı deri ve yapay odunsu notalar. Biraz ukalaca olacak ama Cuir Amethyste, niş parfüm sektörünün Paco Rabanne - 1 Million'u olmalı bence. Herkesin sevebileceği, sıradan, sıkıcı tatlı deri kokusu olması ile vasat. Ayrıca modern ve bol tatlı meyvelerin katkısıyla, "çocukça" bir arkadaş ile karşılaştığımızın kanıtı adeta.

Cuir Amethyste, uzun zamandır dolabımda bekleyen parfümlerden birisiydi. Denemelerim sonucunda uzun zaman daha beklemeye devam edecek. Pek bir özelliği yada yaratıcı tarafı olmayan Cuir Amethyste, genel beğeniye uyacak şekilde kurgulanmış, kalite hissiyatı iyi, pürüzsüz, modern ama bir o kadar da yapay ve steril kokuyor. Evet buldum. Bu parfüm için en güzel kelime sanırım "steril".

Orta notalarından itibaren burnunuzu zorlayan tatlılık, "artık yeter" deme noktasına getiriyor insanı. Belki de benim tatlı parfümlere olan ilgim azalıyor. Bu tür bol tatlılık içeren parfümlere tahammülüm kalmıyor da olabilir. Yada bu parfümde gerçekten tatlılığın ölçüsü kaçırılmış.

Cuir Amethyste, daha çok otuz yaşın altındaki genç arkadaşları hedefliyor gibi bir his oluştu bende. Baba zengin, maddi sorun yok, yaş yirmi iki, kredi kartı limiti yüksek, şöyle herkesin sevebileceği bir niş parfüm alayım diyecek şanslı azınlık için uygun olabilir. Yada kız arkadaşına abartılı bir hediye almak isteyen ama ne alacağını bilemeyen yeni zengin bir kardeşimiz, özellikle şişesine tav olup, pek anlamadığı kokusunu da beğenip alabilir. Uçuk fiyatı, sulandırılmış şekerli gül gibi kokusu ve zayıf sayılabilecek fark edilirliği ile hiç bir zaman tercih etmeyeceğime eminim.


Parfüm yazarı Luca Turin ile sanırım paralel düşünüyoruz bu parfüm ile ilgili. Her ne kadar notu Tania Sanchez vermiş olsa da Cuir Amethyste, menekşeli deri olarak sınıflandırılmış ve beş üzerinden sadece bir yıldız verilerek en düşük not layık görülmüş. Evet Tania hanım biraz acımasız davranmış diyebilirsiniz. Eğer beş üzerinden bir not verecek olsam üçten fazlası olmazdı sanırım.

Cuir Amethyste uniseks olarak piyasaya sürülmüş. Bence de hem kadın hemde erkek kullanımına uyacaktır. Bazı yorumcular çiçeksi-meyveli yapısı yüzünden kadınlara daha yakın görselerde bence yoğun bir kadınsılık yok. Erkeklerde rahatlıkla kullanabilir. Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonuna sahip. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun olacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcı güzel
+ Genel olarak çoğu kişinin sevebileceği güvenli kokusu.

Eksileri:
- Sonlarını sevmedim.
- Tatlılık oranı fazla.
- Uzun kullanımlarda sıkıcı ve bıktırıcı olacağını düşünüyorum.
- Yapaylık hissediliyor.

Koku Güzelliği:10/6

25 Şubat 2013 Pazartesi

Givenchy – Absolutely Irresistible (2008)



Givenchy – Absolutely Irresistible (2008)  Markanın limitli üretim kadın parfümü.

Sanırım bir çok insanda vardır. Televizyonda yada diğer eğlence araçlarında sunulan hayatları gerçek sanmayı. Orada anlatılan hikayeye inanmayı isteriz belki de. Yada orada gördüğümüz hayatları yaşamak isteriz. Zengin erkeğin yoksul kıza aşık olması yada tam tersi durum, muhtemelen en çok işlenen konulardandır. Acaba neden böyle?

Belki de öyle bir aşkın imkansızlığı konuyu çekici yapar. Bir çok insan ruhunun derinliklerinde hisseder o sızıyı. Gerçeğe en yakın verilen konu, bir televizyon yapımının çok seyredilmesinin önünü açıyor çoğu zaman. İnsanlar hemen önlerindeki cam dikdörtgenin içindeki olayların kurmaca olduğunu biliyor. Ama çoğumuz izlemeden edemiyoruz.

Yakın geçmiş zamanda, Türkiye'de bir çok insanın ekranın başına kilitlenmesini sağlayan bir dizi vardı. Halit Ziya Uşaklıgil'in ünlü romanı Aşk-ı Memnu, senaryolaştırılıp, popüler oyuncular ile gösterime girince büyük ilgi çekmişti.

2010 yılıydı sanırım. Parfüm alışveriş sitelerinde dolanırken sürekli gözüme takılan bir cümle dikkatimi çekmişti. Bir çok yerde tekrarlanan "Bihter'in Parfümü" Türkçemize deyim olarak bile girecekti neredeyse. Evet Aşk-ı Memnu dizisinin bence biraz fazla abartılan oyuncusu Beren Saat'in, ilerleyen bölümlerde parfüm koklama sahnesi vardı çok kısaca. Ve oradaki kırmızı uzun şişeli parfüm hemen herkesin merakını cezbetmişti. Tabiki parfümün hangisi olduğu kısa sürede ortaya çıktı: "Givenchy -  Absolutely Irresistible"


Givenchy'nin 2003 yılında piyasaya sürdüğü Very Irresistible parfümü oldukça başarılı olmuştu. Marka iki yıl sonra erkek versiyonunu da satışa sundu. Hatta Givenchy bunlarla da yetinmedi. Irresistible ismiyle bir çok farklı parfüm çıkardı. Şu anda bu ismin farklı varyasyonları ile 27 civarında içinde Irresistible kelimesi geçen Givenchy parfümü var.  Absolutely Irresistible ise 2008 yılında piyasaya sürülmüş limitli üretim bir kadın parfümü. Bugün kısaca ondan bahsedeceğim.

Absolutely Irresistible, çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı kadınsı tatlı meyveler ile gerçekleşiyor. Kırmızı meyveler ve biraz da turunçgil diyebilirim. Fena değil üst notalar. Orta notalara geçildiğinde tatlı kadınsı meyveler devam ediyor. Bu andan itibaren baharatlar ekleniyor. Bibere benziyor. Biraz keskin geldi bana. Oldukça tatlı olarak kullanılmış baharatlar. Biraz da yasemin ve gül var. Son kısımda ise kokusu biraz değişiyor. Kremsi yumuşak paçuli baş rolde. Böylece de tenden ayrılıyor.

Absolutely Irresistible bence tam bir kadın parfümü. Hani sık sık diyoruz ya "Parfümde kadın-erkek ayrımı olmaz" diye. İşte bu kadar yoğun kadınsılık hssi veren bir arkadaş için de ayırım olmaz diyemeyiz sanırım. Zaten daha başlangıcında kadınsı karakterini tatlı çiçeksi-meyveler ile ortaya koyuyor. Üst notalarındaki meyveler ve çiçekler bir çok kadın parfümünde rastlanabilecek gibi. Ama başarısız değil. Benim için asıl sorun orta notalarında. Yapaylık hissettiğim bu kısımı çok sevemedim. Rahatsız edici ve keskin. Alt notalarında ise modern paçuli kullanımı için kötü demek doğru olmaz.


Evet o limitli üretim. O asıl parfümün yardımcı oyuncusu. Harika kokmuyor. Ama çok kötü de değil. Fakat benim için bu kalite düzeyi ve koku güzelliği hala yetersiz. Öncelikle biraz basit kalıyor. Tamam niş parfüm rafineliği beklememek lazım bir Givenchy parfümünden. Fakat zaman zaman baş ağrısı yapan kokusu ile bana uymadığı kesin. Bu parfümü bir kadının üzerinde duysam büyük ihtimalle seveceğim. Hatta cazibeli ve seksi olabileceğini de düşünüyorum. Fakat sadece başkalarının üzerinde...

Artık ara sıra kadın parfümlerini de yazacağım. Bu alanda yeni keşiflere çıkmak istiyor burnum. Ama karşıma çıkacak parfümlerin Absolutely Irresistible'dan daha güzel ve başarılı olmalarını tercih ederim açıkçası. Örneğine bir çok yerde rastlanabilecek kokusu ile ilgimi çekmedi ne yazık ki.

Parfümün basın yüzü olarak Liv Taylor'un görev aldığını belirtmeliyim. Sonbahar-kış mevsimine daha uygun. Eau de Parfum (EDP) olarak satışa sunulmuş.

Artıları:
+ Başlangıcı idare eder.
+ Fark edilirliği iyi.

Eksileri:
- Orta kısmını pek beğenmedim.
- Baş ağrısı yapma olasılığı var.
- Farklı ve ilginç tarafı yok.

Koku Güzelliği:10/5.5