1 Şubat 2013 Cuma

Caron – Royal Bain (1941)



Caron – Royal Bain (1941)  Markanın klasiklerinden.

1920 yılı henüz dünya süper gücü olarak kendisini gösterememiş Amerika Birleşik Devletleri için çok ilginç bir zamandı. Prohibition Era, belki de Amerika tarihinin en karanlık ve hakkında en az bahsedilen zaman dilimi. 1920-1933 yılları arasında olduğu söylenen Prohibition Era (Yasaklama Dönemi), on sekizinci ABD anayasası değişikliği doğrultusunda ülke çapında alkolün üretilmesi, taşınması ve satılmasının yasak olduğu dönemdi. Yani on üç sene boyunca Amerika'da içki yasaktı. Fakat bu yasak o kadar ilginç bir şekilde hazırlanmıştı ki, içki içenlere hiç bir şekilde ceza verilmiyordu. Yani üretimi ve satışı yasakken, içilmesi yasak değildi.    

Fakat insanın doğası hemen bir ikame yolu bulacaktı. Çünkü bir şeyi yasaklamanız, onun mutlaka kontrolsüz şekilde yer altına inmesini sağlar. İnsanlar her zaman yasağı daha çok merak eder ve arzular. Bu yasağın sonucunda Al Capone gibi mafyanın eline geçen içki kaçakçılığı, bir çok yasa dışılığı da beraberinde getirmişti. Sadece Newyork eyaletinde 30.000'den fazla gizlice içki içilen "Speakeasy" isimli yerlerin olduğu kayıtlarda mevcut. Yani yasak her zaman olduğu gibi insanoğlunu asla durduramaz. Burada sanırım bizim siyasetçilerin de almaları gereken önemli bir ders var.


1920'li yıllarda Amerika'da bu gelişmeler yaşanırken, Fransa'nın "tarihi" parfüm evi Caron, yeni bir banyo parfümü üretmeye koyulmuştu. Şimdi diyebilirsiniz ki, yahu Parfüm Merakı banyo parfümü de ne oluyor? Parfümün banyosu mu olurmuş? Evet efendim oluyor. Şöyle anlatayım.

Caron markası The Third Men, Yatagan, Caron Pour Homme, Parfum Sacre, Tabac Blond gibi önemli klasiklere sahip bir parfüm evi. Tarihi 1900'lü yılların başına kadar giden Caron, aynı zamanda pudraları ile de önemli yere sahip güzellik ve kozmetik sektöründe. Caron bir hikayeye göre Californialı milyoner William Randolph Hearst'ın isteği üzerine banyo parfümü yapmaya karar verdi. Milyoner Hearts'ın karısı, evinde yaptığı "şampanya banyolarını" değiştirmek istedi. Ve Caron firmasına başvurup, onlardan kendisine banyo kokusu/parfümü üretmelerini istedi.


1923 yılında Caron, bu isteği yerine getirdi. Banyo parfümünün ismi Royal Bain de Champagne olarak belirlenmişti. Şişesi de Amerika'daki Yasaklama Dönemine gönderme yapılarak şampanya şeklinde tasarlandı. Ayrıca şişenin tasarımı ve parfümün ismi de uyumluydu. Fakat ilerleyen yıllarda bazı yasal problemler çıktığı için parfümün ismi ve içeriği değiştirilerek EDT olarak yeniden piyasaya sunuldu. 1941 yılında ismindeki Champagne çıkarılarak Royal Bain (Kraliyet Banyosu) olarak aynı şampanya şişesi tasarımına sahip olarak yeniden satışa çıkarıldı. Böyle ilginç bir hikayeye sahip bugün inceleyeceğim parfüm.

Royal Bain, bir çok kaynakta uniseks olarak gösteriliyor. Fakat kendi sitelerinde kadın parfümü bölümünde. Bence de kadın kullanımına daha yakın. Parfümümüz Caron'un sitesinde "Zor bulunan parfümler" kategorisinde kendisine yer bulmuş. Sadece içeriğindeki üç notadan bahsedilmiş: Leylak, sedir ve sandal ağacı. Fragrantica'da ise oryantal çiçek olarak sınıflandırılmış.


Parfümün başlangıcı oldukça şaşırttı beni. Hatta inanamadım. Çünkü karşımda 1941 yılında üretilmiş bir koku var. Ben klasik, tozlu kokan şipre beklerken, oldukça tatlı hatta şekerli çiçekler karşıma çıktı. Aldehit hissi veren pudralı çiçekler gibi diyebilirim. Chanel'in eski klasik kadın parfümlerindeki gibi. Üst notalarda muhtemelen leylak başrolde. Oldukça tatlı hatta şekerli, pudralı leylak. Royal Bain'in açılışı oldukça kadınsı çiçekler ile gerçekleşiyor. Çok sevdiğimi söyleyemem. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada koku karakteri değişmiyor. Sadece şeker oranı düşüyor neyseki. Hala tatlılık var ama bıktırıcı değil. Bu arada leylağa gülde ekleniyor. Biraz da pudralı reçine. Orta notaları başlangıcına göre daha sevilesi. Son kısma gelindiğinde çiçekler pek hissedilmiyor. Yapaylık sınırında dolaşan pudralı vanilya ve yumuşak kremsi odunsu notalar kapanışı yapıyor. Azıcık da misk hissediliyor. Burası da bana göre değil.

Royal Bain'i üç kelime ile özetle derseniz şunları söylerim: Pudra, çiçekler (gül ve leylak) ve kremsilik. Öncelikle anlamadığım şey bazı kaynaklarda uniseks olarak sunulması. Royal Bain başından sonuna kadın parfümü olduğunu bağırıyor adeta. Özellikle başlangıcındaki kadınsılık had safhada. Bir erkeğe ne kadar yakışır şüpheliyim. Royal Bain bence 1940'lardaki süslü Fransız kadınlarının boyunlarını süsleyecek gibi.


Parfümün özellikle başlangıcındaki yoğun pudra kullanım, insanlarda sabunsu his yaratmasını sağlıyor anladığım kadarıyla. Yazımın başlarında çok kısa değinmiştim Caron'un aynı zamanda başarılı bir pudra üreticisi olduğunu. Acaba buradaki pudra kullanımı, markanın kendi ürünlerine bir gönderme mi? Bilemiyorum belki de sadece tesadüf.

Beni şaşırtan yanı başlangıcı. Günümüzün modern parfümlerinde alışığız çok tatlı, şekerli, karamelli kokulara. Fakat 62 yıllık bir parfümde üstelik üst notalarında bu kadar yoğun şeker/tatlılık kullanımı çok görülen şey değil muhtemelen. Fakat pek hoşuma gittiğini söyleyemem. Sanki " küçük kız çocuğu parfümü" gibi olmuş başlangıç. Ayrıca yoğun pudralı çiçekler de ilgimi çekemedi. Hatta zaman zaman gül suyu efekti bile verebiliyor. Genel olarak kendime yakın bulamadım kokusunu.


Royal Bain'i, garip bir şekilde Arap esintili parfümler üreten Montale'nin Sweet Oriental Dream'ine benzettim. İkisinde de aynı bol şekerli ve yapay vanilya var. Çok önemli klasiklere imza atmış Caron markasına pek yakışmayacak bir parfüm olmuş. Caron hala The Third Men demek benim için. Şampanyaya benzeyen şişesi ve “Kraliyet Banyosu” olarak tercüme edilebilecek ismi bence parfümün en güzel tarafları. Bu parfümü bir renge benzetmek isteseydim büyük ihtimalle pembe veya kırmızı ile ilişkilendirirdim.

Parfüm yazarı Luca Turin'in kitabında Royal Bain, metalik meyveli olarak sınıflandırılmış. Ayrıca beş üzerinden sadece bir yıldız verilerek, en düşük not layık görülmüş.


Parfümü Caron'un bir çok eserine imza atmış olan Ernest Daltroff tasarlamış. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun gibi görünüyor. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcındaki şekerli çiçekleri sevmedim.
- Orta ve alt notaları da yeterince ilginç değil.

Koku Güzelliği:10/5

29 Ocak 2013 Salı

Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)



Serge Lutens – Muscs Koublai Khan (1998)  Markanın misk temalı ilginç parfümü.

“1260’lı yıllarda Niccolo ve Maffeo Polo kardeşler benzerine az rastlanır bir seyahate çıkacaklardı. Venedikli olan iki kardeş İstanbul, Sudak ve Moğol İmparatorluğu'nun batı kısmında ticaret anlaşmaları yapmışlardı. Mücevherat, ipek ve diğer kıymetli eşya ticareti yapan kardeşler, kendilerine yeni fırsatlar arıyorlardı. Venedik’ten kalkıp Rusya’ya kadar gittiler. Tam geri dönecekleri sırada Çin’de imparator olan Kubilay Han’ın özel delegeleri ile karşılaştılar. İtalya’ya dönmek yerine delegelerle birlikte Çin’e gitmeye karar verdiler. İmparatorluğun başkenti Pekin’de Kubilay Han tarafından çok iyi bir şekilde ağırlandılar. Birkaç yıl burada kalan iki kardeş, daha sonra Venedik’e geri döndü.

Bu seyahatten iki yıl sonra Polo kardeşler bu sefer Papa IX. Gregorius’un mektubunu Çin İmparatoru Kubilay Han’a götürmek için yola çıkacaklardı. Niccolo Polo, bu uzun seyahate oğlu Marco Polo’yu da götürmeye karar verdi. Genç Marco Polo, henüz 17 yaşındayken çıkacağı 2-3 yıl sürecek zorlu yolculuk nedeniyle heyecanlıydı. Rivayete göre Venedik’ten çıkıp önce İskenderun’a geldiler. Buradan deniz yolunun güvenli olmadığını düşünerek, bugünkü Türkiye sınırlarına paralel şekilde Doğu Anadolu üzerinden İran’a geçtiler. Asyanın çöllerini ve geçit vermez dağlarını (Pamir dağları ve Gobi çölü) aşıp Çin’e ulaştılar.


Onları yine dostane şekilde karşılayan İmparator Kubilay Han’ın, yaşına göre zeki ve bilgili Marco Polo ilgisini çekti. Genç Marco Polo İmparatorun koruması altına alındı. Burada Çince öğrenen Marco Polo, Kubilay Han’ın resmi elçisi olarak tam 17 yıl boyunca bütün doğu ülkelerini dolaştı. Daha önce hiç görmediği ve bilmediği doğu uygarlıklarının toplumsal hayatlarını en ince ayrıntısına kadar “II Milione” kitabında yazdı. Bu kitap o zamanların en önemli kitabı olarak batı dünyasına ışık tutmuştu hiç tanımadıkları doğu hakkında. Şüphesiz o dönemler doğu ülkeleri, batı medeniyetinden çok daha ileri uygarlık kurmuşlardı. Kubilay Han belki de farkında olmadan, Avrupa kıtasının, doğu ülkelerini tanımasına ve tarihin önemli dönüm noktalarından birisine vesile olmuştu. Pek kimdir Kubilay Han?

Kubilay Han, Büyük Moğol imparatorluğun, Çin kolunun kurucusudur. Çok iyi bir eğitim görmüş. Çince, Moğolca, Türkçe, Tibetçe biliyor ve bu dilleri edebiyatları ile tanıyordu. Daha genç yaşta iken edebiyata, sanata, fen bilimlerine ilgi duyuyordu. Buda dinini kabul etmişti. Fakat hiçbir zaman, din tutuculuğu yapmamış, her dinden insanlara, ülkesinde ve yönetiminde yer vermişti. Müslümanlara olduğu kadar Hıristiyanlara da hoşgörü göstermişti. Bazı Müslüman ve Türkleri, genel valiliklere ve hatta başbakanlığa atadı. Onun önem verdiği şey, insanın inancı değil, vicdanı ve yeteneği idi.


Kubilay tahta geçtikten sonra Çin’e yöneldi. Önce Moğolistan’ın başşehri olan Karakurum’u bırakıp Hanbalık’a (Pekin) yerleşti. Emrindeki kuvvetleri, Çin’in çeşitli bölgelerine saldırttı. Uzun, amansız mücadele yılları yaşadı. Çin, büyük bir ülke idi ve her adım başında tuzaklarla dolu idi. Kubilay Han yılmadı ve 1276 yılında, bütün Çin’in istilâsını tamamladı. Artık, Çin Denizi’nden Saltık Denizi’ne kadar uzanan kocaman bir imparatorluğun başında bulunuyordu.

Kubilay, Pekin saraylarına yerleşmiş bir cihangirdi ama dünyanın dört bir ucunda olup bitenleri takip ediyordu. Pekin, eski bir uygarlık merkezi idi. Büyük bir imparatorluğun merkezi uygar bir şehir olmalıydı. Burada birçok okul açtı. Hastaneler kurdu, kitaplıklar inşa ettirdi, yeni yollar açtı. Pekin’i bir ucundan öbür ucuna kesen büyük yollar, Kubilay zamanında yapılmıştı. Dünyanın ilk posta teşkilatını Pekin’de kuran Kubilay’dır. Takas vasıtası olarak bilinen altının yerine kâğıt para, ilk kez Pekin’de basıldı ve piyasaya sürüldü. Çin buluşu olan barut, Kubilay Han’ın elinde top haline getirilmiş ve ilk kez Çinlilere karşı kullanmıştı.

Kubilay Han 1294'de öldüğü zaman, dünyanın en büyük imparatorluğunu arkasında bırakmıştı. Emrindeki ülke topraklarının yüzölçümü 24 milyon kilometrekaredir. Bir başka deyişle, bugünkü Avrupa sınırlarının iki katı büyüklüğünde bir imparatorluğun başı idi. Bir ucu Çin Denizi’nde, bir ucu bugünkü Polonya sınırlarında 300 milyon insanın yaşadığı bir ülkeye hükmetmişti.”


Bu popüler bilgileri ve Marco Polo’nun hikayesini neden anlattığımı sanırım tahmin ettiniz. Dünya tarihinin böylesine önemli figürlerinden olan İmparator Kubilay Han’ın Serge Lutens’in parfümüne isim babalığı yapması beni hem heyecanlandırdı hem de merakımı kamçıladı açıkçası. Uzun zamandır en ulaşmak istediğim parfümlerden birisiydi Muscs Koublai Khan. Bu ismi Türkçeye “Kubilay Han Miski” olarak çevirebiliriz. Parfümümüz markanın kendi sitelerinde “Fouets de Velours / Sudden Sweetness” serisine üye olarak gösterilmiş. Fragrantica’da ise şipre olarak sınıflandırılmış. Artık geçelim detaylara.

Parfümün başlangıcı oldukça farklı ve hayvansal misk-civet ile gerçekleşiyor. Küçük bir şok yaşıyorum daha ilk saniyelerde. Muscs Koublai Khan’ın üst notaları çok zor. Bir süre sonra orta kısma geçiliyor. Aynı hayvansallık daha artıyor. İnanamıyorum. Bu bir rüya olmalı. Sanki hayvanlara vurulan semerlere benziyor bu koku. Yada bir atın kokusu gibi. Son kısımda ise hayansal misk oldukça azalıyor. Alttan kendisini egzotik amber göstermeye çalışıyor. Bu kısım neyseki daha sevilebilir.

Öncelikle Serge Lutens’in kendi sitesinde parfümünü kısaca nasıl tanımladığına bakalım:

“Çin İmparatoruna çamurlu botları ve diğer tüm şeyler için üstüne basmak amacıyla değerli kürkler serilirdi.

Ultra hayvansı misk ve diğer tüm yanık hayvan postu bu parfüm içerisinde heyecan verici bir sahneye çıkış sağlar. Agresif olmalarını dikkate almayın: bir kere tene değdiği zaman pençelerini geri çekip doldurulmuş patiler haline gelirler.”
 

Baştan söyleyeyim ki karşımızda normal bir parfüm yok. Bilinen parfüm kurallarını kökünden sarsmaya aday dersem abartmış olmam. Muscs Koublai Khan’ın başlangıcındaki güçlü ve sert hayvansallık inanılmaz. Pis kokan, terlemiş insan vücudu yada ölmüş hayvan cesedi. Hatta idrara bile benzetebilirsiniz. Nasıl koktuğuna sizin hayal gücünüz karar versin en iyisi. Eğer mideniz ve bünyeniz çok sağlam değilse koklarken dikkatli olun. Mide bulantısı veya kusma bile yaratabilir buradaki hayvansal misk-civet ikilisi. Algıları zorlayan, insanın psikolojisini alt üst eden, rahatsızlık veren üst notalar için daha fazla ne söyleyebilirim ki… Burnuma sahici bir yumruk yemiş gibiyim. İşin ilginci orta notalarda bu hayvansallık daha da artıp, en üst seviyeye ulaşıyor. Yurt dışında bu tür kokuların büyük bir hayran kitlesi var. Zaten birçok parfüm platformunda övüle övüle bitirilemiyor, ortalığı birbirine katıyor. Ama benim için fazla rahatsız edici. Son kısım ise bence en güzel ve kabul edilebilir tek tarafı. Buradaki amber kullanımına bayıldım.

Sanırım anlaşılmıştır ki bu parfüm görüp görebileceğiniz en uç kokuya sahip 3-5 eserden birisi. Kullanması ve sevmesi çok zor. Özellikle başlangıcındaki ve orta notalarındaki o hayvansallık herkesin harcı değil. Serge Lutens böyle bir parfümü tabiki bilinçli olarak oluşturmuş. Kubilay Han gibi güç simgesi bir ismi, Orta Asya ve Çin bozkırlarında at üzerinde hayal etmemizi istemiş olabilir.


Bu parfümü geçtiğimiz haftalarda denediğim Maison Francis Kurkdjian’ın Absolue Pour Le Soir’ine benzettim. Bence ikisinin de başlangıçları benzer şekilde hayvansal miske sahip. Fakat ilerleyen saatlerde farklı karakterlere bürünüyorlar. Muscs Koublai Khan, daha düz çizgide ilerlerken, Absolue Pour Le Soir oldukça değişiyor ve hayvansallık miktarı azalıyor. Hatta Muscs Koublai Khan’ı biraz L’Artisan Parfumeur’un tuhaf deri parfümü Dzing’e bile benzettim. Muscs Koublai Khan’da deriden ziyade misk-civet baskın olarak kullanılmış. Azıcık da Yves Saint Laurent – Kouros efektine sahip. Parfümün sonları çok olmamakla birlikte oldukça tatlı. Başları ve orta kısmında ise yoğun bir tatlılık yok. Tatlılık için muhtemelen bal kullanılmış.

Muscs Koublai Khan hiç şüphesiz parfüm sanatının en ilginç eserlerinden birisi. İtici, gaddar, vahşi, kaba, ilkel ama aynı zamanda tuhaf, erotik, biraz da pornografik. Bence tam “ya aşık ol yada nefret et” tarzında. Zıtlıkların kokusu adeta. Aslında çok kompleks yapıya sahip değil. Hatta basit bile diyebilirim. Başlangıcından alt notalarına kadar çok değişmiyor. Bir tek son kısım farklı. Eşine çok rastlanacak bir arkadaş değil. Günlük kullanıma uyar mı ondan da şüpheliyim. Başlangıcı oldukça saldırgan iken, sonlara doğru evcilleşiyor, sakinleşiyor. Bu parfümü sıkıp, dışarı çıktığınızda nasıl tepkiler alacağınızı sanırım tahmin edersiniz. Yani çok özel bir parfüm. Belki de koleksiyonerler için bulunmaz şaheser. Ama bizim gibi sıradan kişiler için çok uygun olduğunu sanmıyorum.


Muscs Koublai Khan’ın kokusuna benzer bir hissi nerede yaşayabiliriz? Uçsuz bucaksız Gobi çölünde ava çıkmışken olabilir. Belki de Mısır’daki piramitlerin etrafında turistlerin gezdirildiği deve turuna katıldığımızda burnumuza gelebilir. Yada Arizona’da çok büyük bir sığır çiftliğinde çalışırken. Belki de maceraperestler gibi her şeyini satıp, sırt çantası ile yürüyerek dünya turuna çıkan kişilerin, Himalayaların eteklerinde hayvancılık yapılan bir köyden geçerken burunlarına gelen koku da olabilir. Hatta birbirine aşık kadın ile erkeğin, tutkulu ve aşk dolu sevişmeleri sırasında bedenlerinden yayılan hormonlar yada kimyasallar bile olabilir. Ama bu parfüm İstanbul’daki İstiklal Caddesinde, Ankara’daki Sakarya Caddesinde yada İzmir – Kordon’da yürüyüşe çıkarken kullanılabilecek bir yapıda değil. Bence “Özel parfümler, özel yerlerde kullanılmalı.”

Bu parfümü kimler mi kullanır. Hemen hayal gücümüze başvuralım. Mesela Barbar Conan’a çok yakışacaktır. Yada Amerikan tarihinin ilginç kişiliklerinden olan bizon avcısı Buffalo Bill. Belki de meşhur kamçısı ile maceradan maceraya koşan arkeolog İndiana Jones. Hatta yeni nesil oyun karakteri Lara Croft bile kullanabilir. Boğa güreşçisi İspanyol bir matadora uymaz mı? Neden olmasın.

                                               Bu arkadaşa ne kadar da yakışırdı Muscs Koublai Khan :))

Luca Turin’in kitabında bu parfüm hayvanca misk olarak sınıflandırılmış. Ayrıca “En iyi tuhaf parfüm” olarak seçilmiş ve beş üzerinden dört yıldız verilmiş. Ve şunlar yazılmış:

“Diğer hiç bir parfüm bu güçlü hayvansı panzehir kadar miske yakın olamaz, buna rağmen modası geçmiş ve uygunsuz doğal misk ile renklendirilmiş de değildir. Muscs Koublai Khan ile ilgili "bir haftadır suya dokunmamış deve sürücüsünün koltukaltı" şeklindeki yorumları okuduktan hemen sonra endişelenmekten vazgeçip bu bombayı sevmeye karar verdim. Koku aynı ama kabusum bitti. Bu parfüm kayıp dünyanın şömineli saraylarında bir fantezi, iki kişinin bir yorgan altında duygusal/yoğun, uykulu sıcaklığı. Misk kedisinin ve kunduz yağının rahat, sıcak hayvan kokusu, dumansı balsam ve güçlü sentetik miskler size sevgilinizi vahşi kürklerin içinde düşünmeniz imkanını verir. Kağıt üzerinde bir parça ürkütücü olsa da tende samimi, yanık balmumunun arkaik kokusu; Coledridge'in "Han" adlı şiirindeki mısrası daha ikna edici olabilir- "bal çiy yedi ve Cennetin sütünü içti."     

Muscs Koublai Khan, Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Parfümün tasarımını ünlü burun Christopher Sheldrake yapmış. Uniseks olarak sunulsa da erkek kullanımına daha yakın. Bir kadında nasıl durur bu koku düşünemiyorum. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Parfüm konusunda fazla deneyimi olmayan, yaşı genç arkadaşlara tavsiye etmem. Bence bu parfüm için acele etmeyin.

Artıları:
+ Sonlarındaki amberi çok beğendim.
+ Parfüm sanatının uç örneklerinden birisi.
+ Size yaşattığı macera duygusu anlatılmaz.

Eksileri:
- Biliyorum karakteri böyle ama bu koku nasıl sevilir bilemiyorum.
- Herkesin sevemeyeceği, giymesi çok zor bir parfüm. Denemeden sakın almayın.
- Oldukça yüksek fiyata sahip.

Koku Güzelliği:10/6.5

27 Ocak 2013 Pazar

Miller Harris – La Fumee (2011)



Miller Harris – La Fumee (2011)  Markanın erkek kullanımına uygun odunsu parfümü.

İngilizlerin kültür, sanat veya mimari alanlarında çok büyük eserleri olmasa da geçtiğimiz yüzyılın en büyük imparatorluğu olduğunu kabul etmek lazım. Elde ettiği sömürgeleri ile “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” deyimi İngiltere’nin 19. yüzyıldaki dünya siyasetine egemenliğini temsil etse de, 20. yüzyıldan itibaren zayıflamaya başladı İngiltere’nin siyasal gücü.

İngiltere'nin isminin bazı yerlerde hala "Birleşik Krallık" olarak geçmesi belki de artık dünya siyesetinde çok büyük etkisi kalmayan İngilizlerin ruhlarını ve egolarını tatmin etme şekli olabilir. Sebebi her ne olursa olsun, yakın tarihe damgasını vuran İngiltere'nin, parfümler alanında sessiz kalması düşünülemezdi. Tarihi eskilere dayanan Penhaligon's, Creed, Floris, Geo F. Trumper gibi köklü markalara sahip İngilizler, Czech & Speake, İlluminum, Jo Malone, Roje Dove gibi yeni sayılabilecek parfüm markaları da çıkarmayı başarmış görünüyorlar. Fakat parfüm endüstrisinde hala Fransızların oldukça gerisindeler. Bu çok açık bence.


Yeni sayılabilecek İngiliz niş markalarından birisi de Miller Harris. 2000 yılında kurulan marka, şimdiden 27 parfümlük bir koleksiyona ulaşmış durumda. Miller Harris 2011 yılında iki parfüm piyasaya sürdü. La Pluie kadınların, La Fumee ise erkeklerin beğenisine sunulmuş. İki parfümü aynı tarihlerde tanıtılmışlar anladığım kadarıyla. Ben ise bugün erkek kullanımına daha yakın olduğu düşünülen La Fumee'ye göz atacağım.

La Fumee Fransızca bir kelime. Anlamı ise dumanmış. Burada parfümün genel yapısı ile ilgili küçük bir ipucu var sanırım. Kendi sitelerinde La Fumee'yi odunsu olarak sınıflandırmışlar. Fragrantica'da ise odunsu oryantal olarak geçiyor. Parfümün başlangıcı derin ve biraz karanlık sayılabilecek odunsu notalarla gerçekleşiyor. Genellikle parfümlerin üst notalarında böyle bir odunsu kullanıma rastlamıyoruz. Sanırım La Fumee daha ilk saniyelerde nasıl bir koku ile karşılaşacağımızı bize gösteriyor. İlk kısımdaki yumuşak tütsü benzeri odunsu notalar bence gayet güzel. Doğal ve olması gerektiği gibi. Tatlılık fazla yok. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada odunsular hala etkili. Ama aradan kendisini güçlü şekilde yumuşak baharatlar gösteriyor. Muhtemelen kişniş ve kakule. Bu kısım da güzel tasarlanmış. Son olarak da biraz sandal ağacı ve tütsü kapanışı yapıyor. Alt notaları da kötü değil. Yani özetle odunsu notalar, aromatik baharatlar ve tütsü temelinde tasarlanmış kokusu.

                                         Markanın kurucusu Lyn Harris, La Fumee'yi kısaca anlatıyor.

La Fumee genel olarak yapaylık barındırmayan, yumuşak ve sakin bir kompozisyona sahip. Odunsu notalar her zaman ön planda. Tütsü benzeri odunsulara baharatlar da destek veriyor. Çok ilginç bir yanı olmasa da tanıdık bir kokusu var La Fumee'nin. Hatta bence güvenli sayılabilecek ve herkesin sevebileceği bir odunsuluğa sahip. Parfümün ismindeki duman hissini hem başlangıçta hemde sonlarda farkedebiliyorsunuz.

Parfümümüz açıkçası beni çok etkilemedi. Hatta uzun süreli kullanımlarda sıkıcı olacağa benziyor. Fakat bu demek değil ki kötü bir parfüm. Günümüzün bir çok uyduruk, bol şekerli parfümlerine verilecek parayı La Fumee'ye vermek hiç de yanlış olmaz. Ama benim için "işte budur" efektine sahip bir kokuya sahip değil. Belki de bu kadar odunsu ve tütsümsü kokuları sevemiyorum.


La Fumee yeni ve modern bir parfüm. Niş standartlarında bir arkadaş. Kalite anlamında söyleyecek şeyim olamaz. Lyn Harris iyi iş çıkarmış. Ama benim için sadece "evet güzel parfüm". Daha fazlasını yaşatamadı.

La Fumee, Eau de Parfüm (EDP) konsantrasyonunda. Kimi yorumcular kadınlarında kullanabileceğini yazmışlar. Bence erkek kullanımına daha yakın. Sonbahar-kış mevsimi için uygun olacaktır. 25 yaş ve üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.      

Artıları:
+ Genel olarak kalitesi yeterli.
+ Bol şekerli olmayan odunsu parfüm arayanlar deneyebilir.

Eksileri:
- Çok olumsuz bir yanına rastlamadım. Ama hayatınızın parfümü olmayacağı açık.

Koku Güzelliği:10/7

24 Ocak 2013 Perşembe

Carolina Herrera – CH Men (2009)



Carolina Herrera – CH Men (2009)  Markanın erkek parfümlerinden.

Evet evet çok iyi hatırlıyorum. İlk karşılaşmamızı. Daha doğrusu ilk tanışmamızı. Hatta onun kokusunun burnuma ilk gelişini. Bir yakın arkadaşım aracılığıyla. Zaten hep öyle olmaz mı? Etrafımızdaki olaylar duygu dünyamızı şekillendirmez mi? Bize yeni ufuklar açmaz mı? Yada bizi felaketlere sürüklemez mi? Hayatımızın akışını değiştirir çoğunlukla etrafımızda geçen olaylar ve hayatımıza giren kişiler. Ve genellikle bizi bekleyen kaderimize gitmekten başka ne yapabiliriz ki?

Oysaki hayatımız ne kadar kısa ve ne kadar çabuk geçip gidiyor. İnsan 20'li yaşların heyecanı ve "bana bir şey olmaz" umursamazlığı ile etrafındaki bir çok şeyi göremiyor, görse bile anlayabilecek muhakeme yeteneğine sahip olamıyor. Onun için tecrübe sanırım hayatın her alanında insanların en büyük yardımcısı ve yol göstericisi. Büyüklere neden saygı göstermemiz ve onların sözlerini dinlememiz gerektiğini artık daha iyi anlıyorum.

Bu aralar çok düşünüyorum. Tek bir şeyi değil. Bir sürü farklı şeyi. Ölümü, ölümün sonrasını, dünyayı, sonsuzluğu, insanların yaşam savaşını, hayatın amacını, 30 sene sonra eğer yaşarsam nasıl bir insan olacağımı, 30 sene sonra dünyanın nasıl bir yer olacağını ve daha bir sürü şeyi.. İstediğin kadar düşün çünkü çoğu sorunun cevabı yok aslında. Nasıl olsun ki. Aklıma hemen bugün büyük bir trajedi yaşayan kadının haberi geliyor. 1999 yılındaki depremde göçük altında kalan bir kadın. Oradan kurtulan ve travmayı atlatmaya çalışırken evlenen. Evlendikleri gün balayına giderken geçirdikleri trafik kazasında kocasını kaybeden kadının hikayesi. Daha sonra yeniden evleniyor. Bu seferde eşi gözlerinin önünde vurulup öldürülüyor. Kendisi de kurşunlardan nasibini alıyor ve ağır yaralı olarak kurtuluyor. Bu kadının başına daha ne gelebilir ki. Daha ne yaşayabilir ki. Hayat daha ne kadar tokat atabilir ona. Oysaki duymadığımız ve haberimiz olmayan binlerce böyle hayat var dünyanın çeşitli bölgelerinde. Dilimize muhtemelen yabancı dillerden giren "Seni yıkamayan güçlük, seni güçlendirir" sözü belki de doğrudur. İnsan öyle bir varlık ki, kimi zaman tahmin edebileceğinden çok daha güçlü olabiliyorken bazen de sandığından çok daha zayıf ve aciz olabiliyor. Yani hiç birimiz mükemmel değiliz.

Tahmin ediyorum ki çoğunuz bir an önce parfümün incelemesine geçmemi istiyor. Ama dünya sadece güzel şişelere doldurulmuş kokulu sıvılardan ibaret değil ki. Parfüm Merakı blogu hayatın içinde yaşayan bir organizma gibiyse, bunun gereklerini de yerine getirmek zorunda. Ama çok abartmadan, sıkmadan ve itham etmeden.


En baştaki paragrafa döneyim o zaman. Bir tanışmadan bahsetmiştim kısaca. Bu tanışma hikayesi 5-6 yıl geriye gidiyor. Carolina Herrera'nın en sevilen ve ilgi gören erkek parfümü kuşkusuz 212 Men. Bu çiçeksi miskli kokuyu o zamanlar ilk defa arkadaşımın üzerinde duyduğumda çok sevmiştim. Etrafa mutluluk ve canlılık saçan bu parfümün, karşı cinsinde oldukça ilgisini çektiğini daha sonra yaptığım okumalarımda anlamıştım. Daha sonra bir başka Carolina Herrera parfümü Chic For Men elime geçti. Bir dönem severek kullandığım bu parfüm zamanla yeterince ilgi çekici gelmemeye başladı. Maymun iştahlı parfüm sever refleksi ile hemen elimden çıkarıp, yeni kokulara yelken açtım. Sonrasında Carolina Herrera'nın eski dönem klasiklerinden olan Herrera For Men'i bir heves denedim. Fakat tam istediğim gibi değildi. Son Carolina Herrera parfümüm ise bir şişe 212 Sexy Men oldu. Başarısız parfümlerdendi diyebilirim rahatlıkla.

2009 yılında ise marka yeni ve farklı bir erkek parfümüne imza attı. Güzel bir şişe ile sunduğu parfüme markanın baş harfleri olan CH ismini verdi. Bir de kadın versiyonu olan CH Men için şöyle bir tanıtım yazısı hazırlamışlar:

"Herrera ailesinin en yeni erkek parfümü. İdeal Carolina Herrera erkeği için yaratılan bu parfüm stil sahibi, maskülen, kaliteli ve sofistike erkekler için yaratılmıştır. Yaşadığı her anı tutkuyla yaşamayı bilen, gizemli maceraperest erkeklere… CH MEN‘in bayan kokusu olan CH bayan ile uyumlu odunsu ve çiçeksi kokusu içinde gizlenmiş deri notaları Carolina Herrera butik koleksiyonuna atıfta bulunurken sizleri Herrera dünyasına taşıyacaktır. CH Men erkeğini tanımlayan beş kelime, macera, kalite, tutku, stil sahibi, çılgın. Modern erkeksilik. Kendi ile barışık, beklenmeyen çılgınlık. Her zaman her yerde kullanabileceğiniz bir parfüm sizin imzanız olabilecek kadar akıllarda kalıcı ve özel."


Açıkçası beni hiç de etkilemeyi başaramayan bu süslü pazarlama cümleleri, "ben bu filmi daha önce de gördüm" hissi vermesi anlamında ilginç tabiki. Parfümümüz baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Geçelim detaylara.

İlk sıktığımda oldukça tatlı metalik turunçgiller ile karşılaşıyorum. Günümüzün modern ve popüler parfümlerinde sıkça kullanılan bir yapı. Üst notalarda ilerleyen saniyelerde çiçeklerde hissedilmeye başlanıyor. Menekşe ve sanki biraz da lavanta. Oldukça yeşil kokuyor üst notalar. Kısaca tatlı turunçgiller ile tatlı erkeksi yeşil çiçeklerin karışımı diyebilirim başlangıç için. Beğendim mi? Pek değil. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yeşil çiçekler biraz sakinleşiyor. Turunçgillerde geri plana çekiliyor. Ve ortaya tatlı baharatlar çıkıyor. Kakule, küçük hindistan cevizi yada biber. Yine çok tatlı ve modern bir orta kısma sahip. Biraz Yves Saint Laurent - La Nuit de L'Homme'u hatırlattı. Orta kısımda çok hoşuma gitmedi. Sonlarda ise oldukça değişiyor kokusu. Yeşil çiçekler artık hiç yok. Onun yerine yapay amber, metalik ve yapay kabe samanı (vetiver), biraz deri baş role geçiyor. Bence parfümün en yapay kokan ve en başarısız yeri sonları. Alt notalarını hiç sevmedim.


CH For Men'in oluşturulmasının arkasındaki fikri çok iyi anlıyorum. Günümüzün modern ve popüler parfümleri ile rekabet etmek. Ayrıca onlardan olabildiğince müşteri çalabilmek. Peki bunu nasıl yapacak. Tabi ki rakiplerine benzeyerek veya onları taklit ederek. Ama orijinali varken neden taklidini almak isteyelim ki?

Paco Rabanne - One Million, Yves Saint Laurent - La Nuit de L'Homme, Givenchy - Play, Dolce & Gabbana - The One ve daha sayabileceğim onlarca benzer örneğe bir ek de Carolina Herrera'dan gelmiş anlaşılan. Önce tatlı turunçgiller ile açılış yapılsın. Sonrasında tatlı baharatlar ile devam etsin. Sonlarda da biraz vanilya, deri ve odunsu notalarla kapanış yapılsın. Ne kadar basit ve sıkıcı bir formül.

CH Men başından sonuna kadar yapay kokan, kalite anlamında çok şey vaat etmeyen, parfüm sektörüne hiç bir yenilik getirmeyen bir arkadaş. Ticari olarak bile başarılı bulmadım. Bir kere bu kadar yeşil çiçekler herkesin hoşuna gitmeyecektir. Çünkü menekşe zaten çok baskın bir kokuya sahip. Ve herkesin sevebileceği bir çiçek değil. Ayrıca tatlılık oranı da biraz fazla kaçmış. Kimi zaman şekerli hale dönüşen yapısı beni bile bıktırdı. Bence CH Men denemeden alınmaması gereken arkadaşlardan.


Şimdi bir yorumcunun dedikleri aklıma takıldı. Yurt dışındaki parfüm platformlarında yazan bir parfüm sever, CH For Men'in ten üzerinde çok başarılı bir parfüm olmadığını söylemiş. Demek ki kıyafet üzerinde daha iyi sonuç veriyor. Bende öyle yaptım. Kıyafet üzerine sıktığımda daha iyi sonuçlar verirken, ten üzerinde çok vasat bir parfüm karşıma çıktı. Fakat kıyafet üzerindeki hali de harikalar yaratmıyor. Ben iki uygulama şekli ile de pek sevemedim. Sanırım yıldızımız barışmayacak.

Eğer popüler piyasa parfümlerine meraklıysanız, yeşil kokan çiçekler de ilginizi çekiyorsa size uyacaktır. Fakat üst düzey bir parfüm beklemeyin. Günlük kullanıma için ideal kokusu. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır.

Artıları:
+ Yeşil çiçeksi moden bir oryantal arıyorsanız deneyebilirsiniz.

Eksileri:
- Sonları çok başarısız.
- Genel olarak yapaylık hissediliyor.
- Benim için fazla "yeşil" kokuyor.

Koku Güzelliği:10/5