25 Aralık 2012 Salı

Serge Lutens – Borneo 1834 (2005)



Serge Lutens – Borneo 1834 (2005)  Markanın uniseks olarak sunulan parfümü.

Her ne kadar lisans eğitimimi tarih alanında yapmasam da özellikle yakın dönem Avrupa tarihine meraklıyım diyebilirim. Çünkü günümüzde yaşadığımız ve dünyayı şekillendiren olayların tamamının sebeplerini yakın tarihte bulabiliriz. Sadece bulmak da yetmez. Olayları inceleyip, analizini de yapmalıyız. Ancak bu şekilde anlamlı sonuçlara ulaşabiliriz.

Rönesans ve reform hareketleri, pusulanın keşfi, uzun yolculuklara dayanıklı gemilerin yapılması ile Avrupa devletlerinin dünyaya açılmaları, yeni sömürge alanları aramaları yakın dönem tarihinin kırılma noktaları diyebiliriz. Yeni bulunan kıtalar ve coğrafi keşifler, Avrupa ülkelerinin buraları sömürgeler haline getirmeleri ile sonuçlanmıştı. Bu bakir ve el değmemiş coğrafyalardan Avrupa’ya akan değerli madenler (altın, gümüş, bakır, bronz), ipek, baharatlar büyük bir zenginleşme ve sermaye birikimi meydana getiriyordu. Avrupa artık kabına sığmıyordu. Şu bir gerçek ki on dokuzuncu yüzyıl, Avrupa kıtasının çok öne çıktığı bir zaman dilimiydi.

Bu zenginleşmeyle birlikte dünya ticareti Avrupalı ülkelerin eline geçmeye başlamış ve özellikle Güney Doğu Asya ile yoğunlaşmıştır. 1800’lü yılların başında Asya’dan Avrupa kıtasına bir çok ticaret malı geliyordu. Bunların en önemlileri ise ipek, şal, halı ve kilimlerdi. Daha önce bu kadar yüksek kaliteli tekstil ürünleri ile karşılaşmayan Avrupa aristokrasisi tarafından adeta kapışılıyordu ipek. 1834 yılında ise rastgele gelişen ilginç olay, dünya parfüm endüstrisinin de dönüm noktalarından birisi olacaktı.

Ticaret yapmak amacıyla Doğu Hindistan taraflarına giden Avrupalı gemiciler, buralardan aldıkları yüksek kaliteli ipekleri, zengin müşterilere satmak için geri dönüş yapıyorlardı. Fakat ortada büyük bir sorun vardı. Bu değerli kumaşlar uzun gemi yolculukları sırasında, rutubetli gemi depolarında güveler ve diğer haşereler tarafından yenilip, kullanılamaz hale geliyordu. Bu soruna Asyalılar basit bir çözüm buldular. Uzun yıllardır bildikleri ve kullandıkları bir bitki olan paçuli (silhat/tefarik) sorunu halledivermişti. İpek, kaşmir, halı, kilim gibi ürünlerin içlerine paçuli yaprakları koyuyorlar yada paçuli yağı sürüyorlardı. Hatta bu sebeple İngiltere’de paçuli kokmayan şal, halı, kilimler yerli üretim oldukları gerekçesiyle ciddiye alınmaz, muhakkak paçuli kokan Asya kumaşları tercih edilirdi.

                                                                            Paçuli yaprakları.

Paçuli yağı keskin, tuhaf kokusu ile böcek ve haşereleri kumaşlardan uzak tutuyordu. İşin ilginç kısmına gelelim. Avrupa kıtası paçuli bitkisi ve paçuli kokusu ile ilk defa bu şekilde tanışmış oldu. Bugün bir çok parfümde sabitleyici olarak kullanılan paçulinin kokusu tozlu, küflü ve sevmesi zor diyebilirim.

“İyi de bu bilgileri bize neden verdin Parfüm Merakı” derseniz cevabı sanırım anladınız. Çünkü bugün inceleyeceğim Serge Lutens parfümü, 1834 yılında Avrupa kıtası ile ilk defa buluşan paçuliye bir gönderme. Zaten kokusu ağırlıklı olarak paçuli etkisi altında Borneo 1834’ün.

Uzun zamandır merak ettiğim parfümlerden birisiydi Borneo 1834. Yurt dışı kaynaklı parfüm platformlarında hakkında çokça konuşulan, övgüler yağdırılan, tavsiye edilen bir arkadaş. Anlaşılacağı üzere bu durum benim merakımı biraz daha kamçıladı. Serge Lutens markasına özel ilgimin de olduğunu düşünürsek, mutlaka denemem gereken parfümlerden birisiydi Borneo 1834. Ve yine şanslıyım ki bu parfümü buldum ve kullanıyorum.


Parfümümüz markanın resmi sitesinde “La Peau du Bois / A Touch of Wood” serisinin bir üyesi olarak lanse edilmiş. Fragrantica’da ise odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Borneo 1834’ün başlangıcı anlatması zor bir koku ile gerçekleşiyor. Hemen karar vermek istemiyorum. Bekliyorum. Orta notalara geçene kadar düşünüyorum. Neye benziyor, neye benziyor… Sanırım hiçbir fikrim yok. Parfümün üst notaları karanlık sayılabilecek bir yapıda. Zihnimde eşleştirebildiğim tek benzer koku ıslak veya rutubetli bir tütün. Ama tütün ne resmi açıklanan notalarında var, ne de parfüm hakkında yazılanlarda mevcut değil. Belki kakule. Yada kafur. İsim koymak zor. Üst notalar benim için gizemini koruyor. Şimdiye kadar rastladığım bir koku değil. Fakat hoşuma gittiğini söyleyemem.

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. İşte karşılaşma şerefine nail oluyorum paçuliyle. Malum Borneo 1834 bir paçuli parfümü. En azından bize öyle sunuluyor. Buradaki paçuli oldukça tozlu hatta kirli bile diyebilirim. Çok alışık olunmayan bir kullanım. Thierry Mugler – A Men’deki gibi bol tatlılık barındıran bir paçuli değil. Gayet efendi, ciddi, resmi. Tatlılık neredeyse yok. Hatta küflü bir his bile veriyor zaman zaman. Sanki küflenmeye yüz tutmuş bir ağaç gibi. Açıkçası paçuli kokusu ile aram çok iyi değil. Fakat buradaki kullanımı başarılı.


Son kısımda ise benim için bomba patlıyor. Kocaman bir sürpriz var. Orta kısımdaki tozlu-küflü paçuli neredeyse kayboluyor. Onun yerine oldukça tatlımsı bir paçuli, neredeyse hayvansal bir vanilya (tuhaf bir şekilde Guerlain – Jicky’e benzettim.), karamelize edilmiş ve yumuşatılmış bir kakao geliyor. Aman Allah’ım. Ne harika, ne enfes bir kapanış. Bu parfümü birçok kişinin çikolata ile özdeşleştirmesini şimdi anlıyorum. Fakat buradaki çikolatamsı his, çok rafine, saygılı, asla zıpır değil. Kendinden emin ve lüks. Rahatlıkla söyleyebilirim ki parfümün en güzel yeri alt notalar benim için.

Serge Lutens – Christopher Sheldrake parfümü olan Borneo 1834’ü değerlendirmek için bir kere denemek asla yeterli olmaz. Bizi yanlış yollara sürükleyebilir. Onun için bu parfümü incelerken her şeyimle ona konsantre oldum. Aklıma yazmaya çalıştım. Zihnimi ona açtım. Ve farklı denemelerim sonucunda ilginç bir durumla karşılaştım.           

İlk denememde gerek başlangıcındaki o garip kokuyu, gerek orta notalarındaki sevmesi zor paçuliyi hiç beğenmedim. Son kısmını kendime daha yakın buldum. Yani genel olarak olumsuz bir izlenim bıraktı bende. Fakat böylesi iki büyük üstadın parfümünün içine girmeye çalıştım. Onu anlamaya, alt metinlerini okumaya gayret ettim. Serge Lutens gibi bir filozof, bu parfümle bize ne anlatmaya çalışmış diye düşündüm. Ama bir sonuca varamadım.


Farklı günlerdeki diğer denemelerimden sonra ne durumdayım diye kendimi geri çekip sorgulama yaptım. Başlangıcını hala sevemedim/kabul edemedim. Orta notalarındaki tozlu paçuliye saygı duydum. Alt notalarındaki kakao-çikolata-vanilyamsı tatlı paçuliye ise hayran kaldım. İşte benim için özet bu.

Öncelikle teknik açıdan bakalım ve analizi derinleştirelim. Borneo 1834 kompleks bir yapıya sahip. Modern parfümlerin sahip olmaları gereken “Üst-orta-alt notalar” kuralını çok iyi yerine getiriyor. Üç katmanlı bir parfüm. Her katman kendi içinde farklı ve muhtemelen bize bir şey anlatıyor. Yani tek düze bir kokuya sahip değil. Her an değişime uğramaya hazır. Bu anlamda başarılı.

Diğer yanı ise akor geçişleri sorunsuz. Rahatsız edici bir yanına rastlamadım üst notaları dışında. Hiçbir koku öne çıkmaya çalışmıyor. Uyumlu, sakin, karanlık, ne mesaj vermek istediğini biliyor. Saldırgan değil.

Başka bir konu ise notaların kullanımı. Üst notalarındaki ıslak tütün-küflü baharatlar benzeri kokuyu bir çok kişinin sevebileceğini düşünmüyorum. Ama yine de benzerine rastlamak zor. Orta notalarındaki tozlu paçuli izlenimi veren koku ise 2005 yılında ortaya çıkarılmış bir parfüm için eskilere gönderme gibi. Çok modern bir tarzı yok paçulinin. Tatlılık barındırmaması ise şaşkınlık verici. Böylesi algıları zorlayan paçuli kullanımı cesaret ister. Serge Lutens – Christopher Sheldrake ikilisi bu anlamda risk almışlar. İyiki de böyle yapmışlar. Son kısımdaki tatlı kakao-çikolata kokusu biraz Thierry Mugler – A Men’in başındaki koyu çikolatamsılığı hatırlatıyor. Ama çok benzemiyor. Tamamen kendine özgü ve şık.


Serge Lutens’in denediğim en etkileyici parfümleri sırasıyla Chergui, Fille en Aiguilles ve Ambre Sultan üçlüsü. Fakat Borneo 1834 çok sevdiğim Lutens’ler arasına girecek kadar ilgimi çekmedi. Zaten genel olarak sevmesi ve kabullenilmesi zor bir yapıya sahip. Onun için denemeden almak bence büyük risk.

Bazı yorumcular Borneo 1834’ü “Ya sev ya nefret et” tarzında demişler. Fakat bende tam tersi bir his uyandırdı. Bu parfüme ne aşık oldum, ne de nefret ettim. Sanırım “Araf”’ta kaldım. Çünkü başlangıcındaki garip kokuyu ve normalde hiçbir zaman tercih etmeyeceğim orta kısmındaki paçuliyi aklıma getiriyorum. Son kısmını ise müthiş bulduğumu saklayacak değilim. Buyurun siz karar verin bakalım.

Borneo 1834’ün kokusu bana şunları hatırlatıyor: 19 yüzyılın ortalarında kocaman yelkenlerini açmış ve rüzgarı tam arkasına almış, Doğu Hindistan kıyılarına yanaşan İngiliz Kraliyet ailesine ait geminin depolarını hayal ediyorum. Karanlık, rutubetli, tozlu ve pis kokulu. İngiliz mürettebat yol boyuncu içki içmekten hafif çakırkeyif. Geminin kaptanı gece saatlerinde yaklaşmakta oldukları bu ülkeyi düşünüyor güvertede. “Ne işim var burada” derken buluyor kendisini. Ama bu seferden kazanacağı binlerce sterlin aklına geliyor hemen. Tam bir İngiliz soğukkanlılığı ile yarın teslim alacağı ipek kumaşları düşünüyor. Hiçbir şeyin ters gitmemesini umuyor.


Parfüm yazarı Luca Turin Borneo 1834’ü “sanal çikolata” olarak tanımlamış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Parfümün tasarımını ünlü parfümör Christopher Sheldrake yapmış. Genel olarak bir çok kişi kokusunu Chanel – Coromandel’e benzetmiş. Bunu da küçük bir not olarak ekleyeyim.

Eau de Parfum (EDP) konsatrasyonuna sahip. Uniseks olarak piyasaya sunulsa da bence erkek kullanımına biraz daha yakın. Koyu, derin ve karanlık tarzı sonbahar-kış kullanımının daha uygun olacağını bize fısıldıyor. 25 hatta 30 yaş üzerindeki arkadaşlara tavsiye ederim.

Artıları:
+ Son kısmı nefis.
+ Eğer kakaolu paçuli kokusu arıyorsanız mutlaka deneyin.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Başlangıcı da ne öyle!
- Sevmesi zor, riskli bir parfüm.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği: 10/7

21 Aralık 2012 Cuma

Lolita Lempicka – Lolita Lempicka (1997)



Lolita Lempicka – Lolita Lempicka (1997)  Markanın ilk ve en popüler kadın parfümü.

1954 yılında Fransa-Bordeux’da dünya geldi Josiane Maryse Pividal. Henüz altı yaşında oynadığı Barbie bebeklerine küçük kıyafetler yapmaya başladı. Genç yaşında evde annesinden pantolon dikmeyi öğrendi. 1970’li yıllarda ikinci el kıyafetleri yeni ve özgün görünmeleri için tekrardan tasarlıyordu. 1984 yılında ise en büyük hayaline kavuştu. Kocası ile beraber Paris’te ilk kıyafet butiklerini açtılar. Fakat tam bu noktada ilginç bir şeye imza attılar.

                                                                   Josiane Maryse Pividal

Moda dünyasında iş yapan tasarımcıların neredeyse tamamı, markalarının isimlerini kendi isimlerinden oluştururlar. Mesela Giorgio Armani, Roberto Cavalli, Thierry Mugler gibi. Josiane Maryse Pividal ise oluşturduğu yeni markanın ismini koyarken farklı bir yol izlemiş.

Lolita ismi Vladimir Nabokov’un 20. yüzyılın en tartışılan romanlarından olan “Lolita”dan gelmiş. Bu roman daha sonra da Stanley Kubrick tarafından aynı isimle beyaz perdeye de uyarlanmış. Lempicka ismi ise Art-deco akımının ünlü ressamlarından Tamara de Lempicka’dan geliyor. Yani Lolita ismi bir romandan, Lempicka ismi ise bir ressamın soyadından geliyor. İkisinin birleşiminden Lolita Lempicka ismi çıkmış.


Kıyafet tasarımlarında sık sık 1940’lı yıllardan esinlenmesine rağmen, modernlik ile nostaljiyi bir araya getirmesi markanın da başarı olmasının sebeplerinden olarak gösteriliyor. Lolita Lempicka, 1997 yılında parfüm pazarına girme kararı almış ve ilk parfümlerini bu tarihte piyasaya sürmüşler. Bugün yazacağım Lolita Lempicka ilk parfümleri. Belki de en popüler ve başarılı olanı. Evet o bir kadın parfümü olarak pazarlanıyor.      

Lolita Lempicka, Fragrantica’da çiçeksi, meyveli gourmand olarak sınıflandırılmış. Bence de çok doğru bir tanımlama. Zaten daha parfümü sıktığınız ilk anlardan itibaren bu üç öğe bir araya geliyor. Başlangıcında tatlı meyveler (muhtemelen kiraz, vişne), tatlı baharatlar ile size merhaba diyor. Üst notaları çok modern ve tatlı. Bence herkesin sevebileceği gibi. Güvenli sayılabilecek açılışı var Lolita’nın. Sonrasında bu meyveli baharatlı kombinasyona ballı badem ekleniyor. Biraz da yapay kremsi odunsu notalar. Ve tabiki meyan kökü. Lolita Lempicka aslında ağırlıklı olarak meyan kökü hissi veren bir kokuya sahip. Bazı kişilerin bu parfümü anasona benzetmesinin sebebi de büyük ihtimalle bu. Meyan kökünü çok sevdiğim söylenemez. Onun için orta notalar bana göre değil.


Son kısım ise klasik gourmand efekti ile kendisini gösteriyor. Yumuşak kremsi odunsu notalara bolca vanilya eşlik ediyor. Kendi sitelerinde praline’den söz etmişler. Sanırım vanilyaya destek veriyor praline. Tabiki miski de unutmayalım alt notalarda.

Lolita Lempicka’yı deneyen yada kullanan bir çok kişi Thierry Mugler’in başarılı parfümü Angel’a benzetmiş. Hatta kimileri de Chopard – Wish’le bağlantı kurmuşlar. İki parfümüde denemediğim için bir şey söylemem doğru olmaz. Anladığım kadarıyla Lolita Lempicka koku karakteri anlamında Angel’ın açtığı yoldan yürümüş.


Lolita Lempicka, tatlı meyveler, tatlı baharatlar, biraz badem, tatlı çiçekler ve vanilya üzerine kurulmuş. Dikkatinizi çektiyse sürekli tatlılıktan bahsediyorum. Günümüzün bir çok modern parfümü gibi Lolita’da oldukça tatlı hatta şekerlilik sınırında dolaşan bir arkadaş. Bu tatlılığı tonka fasulyesi veriyor olabilir. Kendi sitelerinde de bu yönde vurgular var.

Bence başlangıcı güzel. Tatlımsı meyveler ve baharatlardan çok az kişi nefret edecektir. Üst notaları güvenli diyebilirim. Orta kısımdaki yapay odunsular ve meyan kökü hoşuma gitmedi. Onun için bence en başarısız kısmı orta notaları. Sonları ise klasik hafif pudralı-kadınsı bir vanilya ile son buluyor. Eh işte diyebilirim. Çok ilginç değil. Kötü de değil.


Şimdi Lolita Lempicka benzersiz bir parfüm mü? Değil. Sanat eseri mi? Değil. Aklınızı başınızdan alabilecek yapıda mı? Bence değil. Peki neden bu kadar başarılı oldu? Cevabı basit. Lolita özellikle kadınların çok sevebileceği akorları bir araya getirmiş. Ve bunları iyi harmanlamış. Bir çok kadının çok cazibeli bulacağı bir koku ortaya çıkmış. İşte bence Lolita’nın başarısının sırrı burada.

Lolita’da kalite hissiyatı yüksek değil. Ortalama bir ana akım parfümü olduğunu düşünmenizi sağlıyor. Bu anlamda çok başarılı bulamadım. Ama genel konsept olarak oldukça giyilebilir ve sevilebilir buldum. Ne yazık ki bende her kullandığımda baş ağrısı yaptı. Sanırım bu arkadaş ile yıldızımız barışamayacak. Lolita Lempicka’yı sevdiğimi söyleyemem. Bence başarısız bir kokuya sahip.


Parfümümüz kadınlar için piyasaya sunulmuş. Fakat bazı yorumcular erkeklerinde kullanabileceğini söylemişler. Bence de kadın kullanımına daha yakın. Ama bir erkek olarak 3-4 gündür bu parfümü kullanıyorum. Eğer koku güzelliği hoşuma gitseydi sanırım kullanmaya devam ederdim. Şu haliyle uzun süreli olarak severek kullanacağımı sanmıyorum.

Parfüm yazarı Luca Turin’in kitabı yine beni şaşırttı. Lolita Lempicka’yı “Otsu Angel” olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden beş yıldız vererek en sevdiği parfümlerden birisi ilan etmiş Tania Sanchez. Ve bakın şunları yazmış Tania Sanchez Lolita ile ilgili:

"Thierry Mugler'ın Angel'ına dayanan pek çok kokuyu ilk defa kokladığınızda düşündüğünüz ilk şey "Merhaba Angel" demek olur. Ama bu sefer değil. Parfümcü Annick Menardo'nun bulduğu taban varyasyonu tamamen kendine özgüdür. Angel'da yoğun meyvemsi çiçeklerden yasemin, mango ve siyah frenk üzümünün tıpkı birbirine bağlı trompetliler grubu gibi uyumları farkedilir. Aynı zamanda silhatın (paçuli) merkezinde yer alan maskulen tatlı odunumsu bölüm de desteklenmiş olur. Birlikte boğuk sesli bir şarkı söylerler. Lolita Lempicka, Angel ve sonrasında gelenlerden farklı ilk ve en iyisidir. Tatlı odunumsu kısmı korurken, taze anasonumsu melodilerle oynar ve  tuzlu meyankökünde başlar ve çeşitli yapraksı değişikliklerle tazeleyici misket limonu gazozu gibi hafifler, tıpkı Peggy Lee'nin meleğinde oynayan Doris Day gibi. Bu koku şık ve akıllı. Bunun yanısıra Menardo'un Bulgari için yaptığı Black gibi, bu da akıllı bir erkeğin de kolaylıkla kullanabileceği gibi akıllıca hazırlanmış kadınsı bir örnektir. Hatta bir keresinde; genç şeker bir adam bu parfümün bulutu içinde metrodan inmişti. Eğer bu koku kız arkadaşına ait ise umarım parfümü ondan aşıracak kadar akıllıdır. Ayrıca şişesine de bayıldım."


Parfümün en güzel taraflarından birisi de şişesi. Küçük, mavi elma şeklindeki şişesi çok yaratıcı. Eğer parfüm şişesi koleksiyonu yapıyorsanız bir tane edinmelisiniz.

Lolita Lempicka’yı Bulgari – Black, YSL – Body Kouros, Lancome – Hypnose, Givenchy – Xeryus Rouge, Hugo Boss – Boss Bottled gibi çok satan parfümlere imza atmış Annick Menardo tasarlamış.

Parfümümüz Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Bir de EDT versiyonu çıkmış sanırım. Onu denemedim. Sonbahar-kış için kullanmak daha uygun olacaktır. 30 yaş ve altındaki hanımlara tavsiye ederim. Daha üst yaş grubu için uygun değil bence. Bu parfümde “genç kız” havası seziyorum.

Not: Bu parfümün bana ulaşmasını sağlayan www.siparis.im sitesinin çalışanlarına ve Levent beye teşekkürü borç bilirim.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Genel olarak seksi ve cazibeli kokusu.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Orta kısmındaki yapaylığı sevmedim.
- Her kullandığımda baş ağrısına sebep oldu.
- Kaliteli bir parfüm hissiyatı vermiyor.

Koku Güzelliği:10/5

18 Aralık 2012 Salı

Giorgio Armani – Bois d’Encens (2004)



Giorgio Armani – Bois d’Encens (2004)

"Hayattaki en lüks şey, aile ve arkadaşlarla geçirilen zamanlardır. Lüks kelimesinin geçtiği yerde karakter ve kalite devreye girer. Lüks parçalar değeri olan parçalardır çünkü gerçek bir tutkuyla yaratılmışlardır. Beceri ve deneyim ile tasarlanmışlardır ve tabii ki en yüksek kalitede yapılmışlardır. Lüks bir yaşam biçimi. Duyguları ve hisleri kapsayan bütüncül bir deneyim. Statü sembolleri ile fazla alakalı değil. Dolayısıyla, benim için bu sadece kaliteli zaman ile ilgili."

Geçtiğimiz günlerde bir inşaat firmasının davetlisi olarak Türkiye’ye gelen Giorgio Armani ile yapılan söyleşide lüksü böyle tanımlıyor. Aile ve arkadaşlarla geçirilen kaliteli zaman onun lüks kavramını gayet güzel açıklıyor bize.

Şimdi diyebilirsiniz ki yahu Giorgio Armani bir çok şeyi aşmış birisi. O tabiki böyle söyleyecek. Ama haklı da bir tarafı var söyleşisinde. Lüks, statü sembolleri ile alakalı değil derken sanırım her pahalı şeyin lüks olmayacağını anlatmaya çalışıyor.

Evet bizler Giorgio Armani kadar geniş imkanlara sahip değiliz. Bir çok lüks tüketim araçlarına özeniyoruz. Onlara sahip olmaya çalışıyoruz. Kredi kartı ekstrelerimizi ve gelirimizin büyük bölümünü bu uğurda feda ediyoruz. Peki ya doğrusu bu değilse?

                               Dubai'deki Burj al Arab otelinin süit odası belki de lüksün kelime anlamı...

Zihnimizde oluşturduğumuz lüks kavramı göreceli olamaz mı? Hayatı boyuncu bir gecekonduda yaşamış bir insan için en büyük lüks kombili, sıcak bir apartman dairesiyken, büyük bir holdingin yönetim kurulu üyesi için lüks, üç katlı, boğaz manzaralı villa değil midir? Yani lüks kavramı aslında zihnimizin bizi yönlendirmesi olamaz mı? Hakkını teslim etmek gerekir ki küresel ekonomi ve kapitalist düzen de bu çarka su taşıyorlar. Hep daha lüksünü, daha yenisini, daha iyisini alma hırsı modern insanı daha mutsuz yapıyor bence. Arzuladığı lüks nesnelerine ulaşamadıkça karamsarlığı artıyor, içine kapanıyor, çaresizlik hissediyor. Neyse bu tür çıkarımları sosyologlara ve psikologlara bırakıp konumuza dönelim.

Giorgio Armani dünya lüks pazarının önemli aktörlerinden birisi. Fakat temsil ettiği lüks onun için yeterli olamamış ki markasına bir de “Armani Prive” birimini eklemiş. Kısaca Armani Prive, Armani’nin Couture koleksiyon markası. Sadece parfüm alanında değil, kıyafet tasarımları alanında Prive’ın bir çok koleksiyonu var. Armani Prive’ın kıyafetlerini Angelina Jolie, Megan Fox, Milla Jovovich, Cate Blanchett, Penelope Cruz, Katie Holmes gibi dünya starları tercih ediyormuş. Yani Armani Prive için lüksün bir basamak üstü diyebiliriz.


Giorgio Armani 2004 yılında ise Prive markasına parfümler de ekledi. İlk etapta dört tane Prive etiketli parfüm piyasaya sürdüler. Ambre Soie, Eau de Jade, Pierre de Lune ve Bois d’Encens ilk grup Prive etiketli parfümler. 2012 yılının son günlerine geldiğimizde toplam 17 tane Armani Prive parfümü yer alıyor koleksiyonlarında. Bugün yazacağım Bois d’Encens ise Prive serisinin en sevilen ve hakkında en çok konuşulan parfümlerinden.

Bois d’Encens, odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Açılışı koyu, derin ve biraz karanlık karabiber, odunsu notalar ve ağaç reçinesi şeklinde gerçekleşiyor. Çok gerçekçi, çok doğal ve pürüzsüz. Bu kadar yoğun odunsu kokulara alışık değilim. Ama başlangıcı oldukça etkileyici. Sanki karabiber biraz daha baskın. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Aynı karanlık his devam ediyor. Fakat karabiber gerilerde kalırken odunsu notaların ve tütsünün merkeze geçtiğine şahit oluyorum. Bu andan itibaren tamamen odunsu bir kokuya dönüşüyor. Tütsü çok güzel kullanılmış ama odunsu notalarda biraz yapaylık hissediyorum. Sanki plastiğimsi bir tarafı var. Acaba deri mi kullanılmış? Olabilir. Ama bu kompozisyona çok uymaz deri. Muhtemelen bilinçli kullanılmış plastiğimsi odunsular. Çok rahatsız edecek düzeyde değil. Son kısım ise orta notalardan farklı değil. Plastiğimsi odunsu notalar hissedilmezken, tütsü artık iyice baş role geçiyor alt notalarda. Sonları da gayet başarılı.


Bois d’Encens aynı ismi gibi tütsü merkezli bir parfüm diyebilirim. Ana öğe her zaman reçinemsi ağaçlar ve tütsü. Karanlık, derin ve gizemli. Hatta Gucci Pour Homme’dan beri denediğim en odunsu-ağaçsı kokulardan birisi. Günümüzün modern parfümlerindeki gibi bol tatlılık barındıran odunsular değil. Çam yada köknar ağacı gibi kokan odunsular.

Tam da bu noktada Giorgio Armani Bois d’Encens için neler söylemiş kulak verelim:

“İlk dört Armani Prive parfümünden benim favorim Bois d’Encens. O güçlü bir tütsü kokusuna sahip. Küçükken büyük annem ile kiliseye giderdik. Oradaki tütsü kokusunu arıyordum. Bu parfüm bana o zamanları hatırlatıyor. Çocukluğumu anımsatıyor.”
    

Bois d’Encens, Giorgio Armani’ninin çocukluğunda gittiği İtalyan kiliselerindeki kokulara bir gönderme anladığım kadarıyla. Müslüman bir ülkenin insanları olarak kiliselerde ayin sırasında yakılan tütsüleri bilmemiz mümkün görünmüyor. Ama yurt dışındaki parfüm platformlarında bir çok yorumcu, tütsü kokularını “kilise” ile ilişkilendiriyor. Demek ki her kültürün koku hafızası farklılıklar gösteriyor. Tam da olması gerektiği gibi.

Bois d’Encens yüksek kaliteli ve çok gerçekçi bir kokuya sahip. Yeni kesilmiş bir ağacın kokusunu düşünün. Yada çam ormanındaki ağaçlardan akan reçineleri aklınıza getirin. O kokuya biraz karabiber ekleyin işte size Bois d’Encens.

Genel olarak kokusunu ve konseptini sevdim. Fakat orta notalarındaki o plastiğimsi kısım olmasaymış çok daha yüksek olabilirdi notum. Kokusu büyük değişimler göstermiyor. Aynı çizgide devam ediyor. Bu anlamda basit ve sade bir yapısı var. Eğer modern, tatlılık barındırmayan, şık ve safkan bir ağaç-tütsü kombinasyonu arıyorsanız tam size göre olabilir.

                                           Bois d'Encens böyle bir ormanda yürüyormuş hissi veriyor bana.

Bir noktaya daha değineyim. Armani Prive serisinin parfümlerini niche parfümlere rakip olarak düşünebiliriz. Diğer Armani parfümleri gibi her yerde satılmıyorlar. Çok az bulunuyorlar. Ve çok yüksek fiyatlara satılıyorlar. Haberiniz olsun. Parfümün etkileyici taraflarından birisi de şişesi. Yuvarlak bir taş şeklindeki kapağı ve ahşaptan yapılmış orijinal 50 ml.lik şişesi sanat eseri gibi.

Parfüm yazarı Luca Turin Bois d’Encens’i hayvansal tütsü olarak sınıflandırmış ve beş üzerinden dört yıldız vermiş. Kitabında şunları söylemiş:

“Armani'nin ihtiyata bağlılığı, fanatik bulunabilecek Japon esintili görsel stilini arasıra kırmaya ihtiyaç duyabilir. Armani Prive serisi ürkütücü şekilde pahalı, zarifçe siyahla kutulanmış, şaşırtacak biçimde hafif ahşap kutularda ve genellikle Bois d'Ences (buhur-tütsü kompozisyonu) haricinde fiyatlarını hak etmiyorlar. Buhuru, kabe samanı gibi koklanacak bir hareketli hedef gibi bulurum. Bazen Nice'deki Rus Ortodoks kilisesinin akşam ayinlerine katılırdım. Dünyadaki en iyi korolardan biri gözlerden uzak şarkı söyler ve müzik tıpkı dışarıda melodik bir şekilde yağan kar gibi birleştirici bir iskan oluşturur. Burası, kişiye, tütsüyü derece derece hissettirir, düşük konsantrasyonda kendine özgü kurulukta ve dumanlı bir histen (girişte, II. Aleksander'ın oğlunun sergilendiği kartpostalların yanında) kirli, yanık limon özelliği katar. Metropolit önünüzde durur ve mağrur bir şekilde buhurdanlığı size doğru sallayarak, içinizde, oraya kadar getirdiğiniz şeytanlarınızı uzaklaştırır. Gerçekte, Bois d'Ences asla iki kere aynı kokmaz; bazen bir kış havası gibi temiz, bazen rahatsız edici biçimde hayvani olabilir. Eğer Bois d'Ences’ı fiyatını karşılayabilecekseniz satın alın çünkü hiç bir şey onun gibi olamaz.”


Anlaşılan Luca Turin oldukça beğenmiş ama yine de çok yüksek fiyatını hak ediyor mu şüpheliyim? Parfümün tasarımını tanınmış isimlerden Michel Almairac yapmış. Eau de Parfum (EDP) olarak satılıyor. Kalıcılığı gayet iyi ama fark edilirliği düşük. Tene yakın kalıyor. Uniseks olarak piyasaya sürülse de yoğun odunsu notaların etkisi ile bence erkek kullanımına daha yakın. Tam bir sonbahar-kış parfümü.

Artıları:
+ Başlangıcı etkileyici.
+ Çok kaliteli ve şık.
+ Günümüzün bol tatlılık barındıran odunsu kokularından bıkanlar için güzel bir seçenek.

Eksileri:
- Orta kısmındaki plastiğimsi his veren odunsuları garipsedim.
- Fark edilirliği düşük.
- Çok yüksek fiyata sahip. Her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8

16 Aralık 2012 Pazar

Koku (Büyü - Sihir - Mucize Üçlüsü)


Koku (Büyü - Sihir - Mucize Üçlüsü)

Pek değerli parfüm severler.

Bir gün üniversitede kimya bölümünde eğitimini sürdüren Batuhan Ceylan bana e-posta aracılığı ile ulaştı. Kendisinin de bir parfüm sever olduğunu, amatör anlamda araştırmalar yaptığını ve yazdıklarını blogumda yayınlamak istediğini söyledi. Bir parfüm severi nasıl geri çevirebilirdim ki?

Fakat içerik anlamında Parfüm Merakı'nda değil de diğer blogum olan http://parfumhaberleri.blogspot.com'da yayınlayabileceğim yazısını.

Bu anlamda Batuhan Ceylan gibi parfüm sever arkadaşlarımın yazılarını diğer blogum olan http://parfumhaberleri.blogspot.com'da yayınlamayı düşünüyorum.

Böylece çok daha etkileşimli bir siteye sahip olabiliriz. Ayrıca sadece benim değil başka parfüm severlerinde fikirlerini özgürce yazabileceği bir platform oluşturabiliriz. Eğer böyle düşünceleriniz olursa bana e-posta adresimden ulaşabilirsiniz. Belli bir düzeyin üzerindeki yazılarınızı mutlulukla yayınlayabilirim.

Keyifli okumalar.