13 Ekim 2012 Cumartesi

Carolina Herrera – 212 Sexy Men (2006)



Carolina Herrera – 212 Sexy Men (2006)  Markanın popüler erkek parfümü.

Parfüm Merakı: Ah o moda dergileri yok mu? Bütün suç onların.
Parfüm Merakı okuyucusu: Niye ki Parfüm Merakı. Ne yapmışlar?
Parfüm Merakı: Her şeyin en,en, en bilmem bir şeylerini yayınlıyorlar ya oradan diyorum. En iyi buluşma mekanları, partnerini çıldırtmanın en iyi 10 yolu (bir insan neden partnerini çıldırtmak istesin onu da anlayamadım ya :)), en iyi espresso içilecek yerler. Köpeğinizi gezdireceğiniz en iyi parklar ve daha onlarcası.

İşin şakası bir tarafa, son yıllarda “trend” olayı almış başını gidiyor. Modadan sinemaya, eğlence mekanlarından müziğe kadar her şeyin en trend olanına meyil etme durumu sanırım günümüz insanının açmazlarından olsa gerek. Hele ki değerli kadınlarımız bu trendlere uyma işinin biraz suyunu çıkarmaya da meraklılar. Bir ayakkabı moda olmasın. Amanın. Her üç kadının iki buçuğunda o ayakkabı. Hatırlarsanız bir aralar Puma’nın siyah boksör ayakkabıları gibi bir modeli çıkmıştı. Herkes de ondan oluvermişti bir hafta içinde. Tabiki üç ay sonra modası geçince canım kardeşlerimiz olan “apaçilerin” ayaklarını süslemeye başladı bu sefer.

Yahu Parfüm Merakı şu “Ugg” modasını da ıskalama dediğinizi duyar gibiyim. Hani şu ayı patisine benzeyen bol tüylü botlar. Ve modası geçince aynı hızla yok olup gidiyorlar. En ilginci de o. E şimdi moda diye aldın ayakkabıyı. Üç kere giydin. Modası birden geçiverdi. Daha yepyeni. Ne yapıyorlar öyle durumlarda merak ediyorum. Hani şehirlerimizde geri dönüşüm kutuları var. Öyle bir şey yapılabilir bu tür modası geçmiş yepyeni kıyafetler ve diğer bilumum şeyler için. Modası geçen ayakkabı ya da ojeyi at “Moda Dönüşüm Kutusu”na. Sevgili okuyucular görüyorsunuz fikir var ama uygulama yok.

Madem trendler ve moda hayatımızın bu kadar içinde. O zaman bizde ilgi ve sevgi alanımız olan parfümlere bakalım kısaca. Özellikle 1990’lı yılların ortalarından itibaren sanırım parfüm trendleri de değişmeye başladı. Belki de dünyadaki “gurme turizminin” de artmasıyla parfümlerde yiyecekler gibi kokabilir fikri öne çıktı. Ama yiyecek derken hünkar beğendi ya da zeytinyağlı enginar değil tabiki. Ağırlık tatlı yiyeceklerden yana oldu. Çikolata, süt, kahve, karamel, kakao, gofret, kek, pasta vb. gibi besinlerin kokuları parfümlere uyarlanmaya başlandı. Bu akımın kuşkusuz ilk ve en önemli parfümleri Thierry Mugler’den geldi. Çok kısa arayla çıkan A Men (Angel Men) ve Angel parfümleri parfüm dünyasında küçük çaplı bir sarsıntı yarattı diyebiliriz. Çikolata ile silhatı (paçuli) birleştiren bu iki parfüm ilk çıktıkları andan itibaren büyük ses getirdi. Özellikle kadın versiyonu olan Angel şimdiden “kült parfümler” listesine adını yazdırmış gibi görünüyor.


Parfüm trendlerindeki bu radikal değişim, normal olarak diğer markaları da etkiledi. Ve bir çok parfüm üreticisi yönünü tatlı kokan (şekerli bile diyebiliriz), karamelize, çikolatamsı, vanilyalı aromalara çevirdi. Yani rekabet artık burada. Ve bu rekabet bir çok yeni ve birbirini andıran parfümün ortaya çıkmasıyla devam ediyor. Tabiki markalarda bu pazardan en büyük payı kapmanın peşindeler.

Bu konudan sanırım daha önce de bahsetmiştim. Çünkü önemli bir yanı var. Adeta parfüm endüstrisinin seyrini değiştiren bir durum diyebilirim. Fakat niche markalar nispeten popüler markalara göre daha özgür olduklarından farklı yorumlara yer veriyorlar. Ama gördüğüm kadarıyla önümüzdeki yıllarda bu tip gourmand denilen parfümler ağırlıklı olarak görülecek. Arada çıkacak farklı istisnalara da muhakkak şahit olacağız.
 

Yabancıların gourmand dedikleri parfümlerden birisi ile karşınızdayım. Başarılı modacı Carolina Herrera’nın büyük iş yapan parfümü 212 ülkemizde de çok kullanılıyordu. Hala da oldukça seveni olduğunu düşünüyorum. 2006 yılında ise sanırım 212 isminin gücünü kullanarak yeni bir parfüm çıkardılar. 212 Sexy Men, abisi 212 Men’e hiç benzemiyor dersem yanlış olmaz. Yani tamamen farklı tarzdalar. Kendi sitelerinde parfümlerini “ferah fujer” olarak sınıflandırmışlar. Ve şöyle bir pazarlama yazısına imza atmışlar:

“Seksi, gizemli, erkeksi... 212 Sexy Men, mandalina ve bergamotla belirginleştirilmiş enerjik bir tazeliğin kombinasyonu. Kakuleyle harmanlanmış biber ve çiçeklerin taç yapraklarına ait notalar zarif ve baharatlı bir çekicilik yaratıyor. Vanilya ve miskle harmanlanmış odunsu alt notalarla da erkeksilik dışa vuruluyor. Şişenin kapanışı ve açılışı, patlıcanın ve koyu pembe tonlarının duyusal karakterini tamamlayan güç, dayanıklılık ve kalite duygusu veriyor.”


Resmi tanıtım cümlelerini bir kenara bırakalım ve kokumuza geçelim. İlk sıktığımda kremsi ve biraz vanilyamsı turunçgil beni karşıladı. Açıklanan notalarında mandalina var. Evet muhtemelen hafif tatlı bir mandalina olmalı bu koku. Bana nedense Paco Rabanne – 1 Million’ı hatırlattı. Yani son zamanlarda bolca duymaya alıştığım bir koku. Üst notaları fena değil. Orta notalarına geçildiğinde doğal olarak turunçgiller geri plana düşüyor. Ve ortaya tatlımsı baharatlar, biraz vanilya ve amber geçiyor. Baharat derken tarçın, kakule ve biber olabilir. Bu kısım parfümün en sevmediğim yeri diyebilirim. Normalde sevmem gereken orta notalar oldukça yapay kokuyor. Hatta biraz baş ağrısı bile yaptı her seferinde. Alt notalarına gelindiğinde vanilya daha baskın hale geliyor. Kremsi vanilyaya bu sefer de yumuşak tatlımsı odunsu notalar ekleniyor. Alt notalar daha tahammül edilebilir. Ama hala çok sevdiğimi söyleyemem. Yani özetle, tatlı turuçgiller (ağırlık portakal-mandalina), tatlı baharatlar (tarçın, kakule ve biber), vanilya, amber ve odunsu notalar. İşte 212 Sexy Men.

Kısa bir düşünme sürecinden sonra 212 Sexy Men’i onlarca yeni, popüler parfüme benzetebilirim. Sanki hepsinden birer parça araklamış ve ortaya geniş kitlelerin sevebileceği, yüksek satış rakamlarına ulaşabilecek, kadınların hoşuna gidebilecek bir parfüm meydana getirilmeye çalışılmış. Fakat sanırım artık kantarın topuzu kaçmaya başlıyor. Çünkü her marka birbirinin aynısı tatlı, baharatlı, vanilyalı, gourmand tarzında parfümler piyasaya sürmeye başladı. Ne yazık ki kalite ise giderek düşüyor. Ve ben sıkılmaya başladım.



212 Sex Men’i uzun uzun anlatmaya gerek yok. Yves Saint Laurent – Body Kouros ve La Nuit de L’Homme, Jean Paul Gaultier – Le Male, Rochas Men, Bond No.9 – New Haarlem, Lanvin – Arege Pour Homme, Gucci – Envy For Men, Paco Rabanne – 1 Million, Guerlain – L’Instant de Guerlain Pour Homme ve aklıma gelmeyen onlarca örnek daha. Emin olun 212 Sexy Men bu parfümlerden çok farklı değil. Genel olarak birbirinin aynı kokmaya başlayan tatlı, baharatlı vanilyalı parfümler kervanına katılmış bulunuyor.

212 Sexy Men, yaşı çok genç erkeklerin piyasa yapmak için kullanacakları bir parfümden daha fazlasını vaat etmiyor. Hiçbir yeni tarafı yok. Piyasada onlarca aynı kokan parfümün bir başka tekrarı olarak karşımıza çıkıyor. Hatta biraz ucuz kokan açık parfümlere de benzettim.


Sıcak, vanilyalı, baharatlı, yapay, vasat bir kokuya sahip. Kimi kullanıcılar Le Male’ye benzetmişler. Fakat ben aralarında çok büyük benzerlikler görmedim. Keşke Le Male’ye benzeseymiş. Bence La Nuit de L’Homme, Body Kouros ve Le Male’yi birleştirin. Alın size 212 Sexy Men. Daha ne diyeyim bilmiyorum ki. Hatta başka bir şeyler söylemeye gerek yok. Benim için kesin bir hayal kırıklığı. Denemeden almayın derim. Çünkü bu tarzın çok daha iyi seçenekleri mevcut.

Luca Turin 212 Sexy Men’i miskli oryantal olarak sınıflandırmış. Ve en düşük notu olan beş üzerinden bir vermiş. Sanırım yine Luca Turin ile hem fikiriz bu konuda. Haa yok ben onun kadar acımasız olmaz ve beş üzerinden en fazla iki yıldız verirdim. Daha fazlası ise mümkün değil.


Parfümün tasarımını ünlü burunlardan Alberto Morillas ile Rosendo Mateu yapmışlar. Morillas üstada yakışıyor mu böyle bir parfüm şimdi hıı?

15-25 yaş arası erkeklerin kullanımına daha uygun gibi görünüyor. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak gerek. Sıcak havalarda boğucu olabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı fena değil
+ Kızların hoşuna gidebilecek bir tarafı olabilir.

Eksileri:
- Orta notalarını sevmedim.
- Genel olarak yapaylık rahatsız ediyor.
- Vasat kelimesinin karşılığı adeta.

Koku Güzelliği:10/5

8 Ekim 2012 Pazartesi

Guerlain – Jicky (1889)



Guerlain – Jicky (1889) Markanın bir dönemin başlangıcı kabul edilen parfümü.

Dünya tarihini anlamaya ve öğrenmeye çalışanlar, kategorik olarak kolaylık olması bakımından tarihi belli bölümlere ayırmışlar. Mesela Hristiyan batı dünyası Hz. İsa’nın doğumunu miladi takvimin başı olarak yani 0 kabul etmişlerdir. Böylece günümüzde kullandığımız miladi takvim oluşmuştur. Kavimler göçü, İstanbul’un müslümanlar tarafından alınması, Fransız ihtilali gibi dönüm noktaları tarihin incelenmesi ve bölümlere ayrılmasında tarihçilerin işini oldukça kolaylaştırmaktadır.

Mesela kısaca sanat tarihine bakalım. Sanat tarihçileri geçmiş dönem araştırmalarını daha sağlıklı ve belli bir düzen içinde yapabilmek için sanatın tarihini çeşitli kısımlara ayırırlar. Benim çok ilgimi çeken Gotik döneme bakalım. O dönemin en güçlü kurumu olan kilisenin ve dinin sanat, sosyal, kültürel hayata büyük etkileri olmuş. Özellikle kilise mimarisinde insanı ezen büyüklükteki yapılar ve mimari öğeler adeta dinin insan üzerindeki mutlak hakimiyetini gösteriyordu.  Daha sonrasında Avrupa medeniyetinin uyanışı olarak kabul edilen Rönesans, müthiş bir sanatsal çeşitlilik ve coşku barındırır. Dinin ve kilisenin zayıflayan gücü sanatçının daha özgür olmasını sağlamıştır. Sonrasındaki Barok dönem ise ayrı güzeldir. Artık formlar daha oturmuş ve klasik bir hal almaya başlamıştır. Yani özetle sanatın belli başlı dönüm noktaları olmuştur.

Bir de sanayi devrimine bakalım o zaman. İlkel sayılabilecek üretim araçlarının (el emeği, eski tip tarım) yerini endüstriyel üretimin (makineleşme) alması yine dünyanın çok önemli gelişmelerinden birisi bence. Makineleşme ile birlikte kurulan dev fabrikalar müthiş bir üretim artışını simgeliyordu aynı zamanda. Yani bu durum daha eski ve geri kalmış üretim yapan ülkelerin büyük bir çöküşe doğru gitmesini sağlamıştı. En belirgin örnek ise dönemin ruhunu bir türlü anlayamayan ve kendisini yeni üretim sistemine adapte edemeyen Osmanlı Devleti’ydi. Böylece sanayi devrimi bir devrin bitişini, yeni bir devrin başlangıcını simgeliyordu.

Yahu Parfüm Merakı şimdi bunlarla ne ilgisi var parfümlerin derseniz o zaman neden böyle bir giriş yaptığımı anlatmaya başlayayım. Her alanda olduğu gibi parfüm dünyası da köklü değişimlerin ve dönüşümlerin yaşandığı bir sektör diyebiliriz. İlk kokulu sıvıların tam olarak ne zaman icat edildiğini bilmek pek mümkün görünmese de kimi rivayetler Eski Mısır’a kadar götürüyor bizi. O zamanlar şimdiki gibi aromakimya bilgisine ve teknolojisine sahip değillerdi muhtemelen. Fakat parfümlerin Avrupa kıtasında uzun yıllardır kullanıldığını biliyoruz. Bu duruma en güzel örneklerden birisi Creed parfüm evinin 250 yıldan fazla bir tarihe sahip olması.

İlk parfümler ya da kokuların şimdiki gibi birden fazla katmandan ve bileşenden oluşmadığı tahmin ediliyor. Eski dönem parfümleri için sıkça duyduğumuz tabir “tek notalı kokular”. Buradan şunu anlıyoruz. Eski parfümler tek katmanlı basit parfümlerden oluşuyordu. Mesela tek bir limon kokusu parfümün tamamını temsil ediyordu. Ya da tek bir gül esansına parfüm deniyordu. Yani şimdiki gibi “üst, orta ve alt notalar” gibi derinlik yoktu. Bu durum Avrupa kıtasında 1800’lü yılların sonlarına kadar sürdü. Ve 1889 yılında parfüm dünyasının seyrini değiştiren çok ilginç bir olay oldu. Hatta şöyle söyleyeyim. 1789 yılındaki Fransız devriminden 100 yıl sonra bu sefer parfüm dünyası yine Fransa’dan gelen bir devrim ile sarsıldı.


1864 yılında babası Pierre François Pascal Guerlain’in ölümü üzerine parfüm dükkanının başına iki oğlu geçiyorlar. Aime Guerlain koku üretim bölümünde çalışıyor. Ve bir parfümde ilk defa iki sentetik molekül olan coumarin ve vanilin’i doğal esanslarla birleştiriyor. Böylece ortaya “Jicky” isimli parfüm çıkmış oluyor. Sıkı durun çünkü en önemli kısma geldik. Bugün yazacağım Jicky “dünyanın ilk modern parfümü” olarak kabul ediliyor. Bu sonuca nereden ulaşmışlar derseniz cevabı basit. Jicky ilk defa çok katmanlı bir kokuya sahip olarak oluşturulmuş. Yani üst, orta ve alt notalara sahip diyebiliriz. Ondan önceki parfümler genellikle tek bir notaya/kokuya sahipken Jicky’nin kompleks ve karmaşık yapısı onu “dünyanın ilk modern parfümü” yapmış. Yani nasıl ki miladi takvim Hz. İsa’nın doğumuyla başlıyorsa, modern parfümlerin tarihi de Jicky ile başlıyor diyebilirim.

Tabiki böyle tarihe geçmiş bir parfümün peşinde az koşmadım. Ama sonunda ona ulaştım. Ve bir kez daha ne kadar şanslı olduğumu hissettirdi bana Jicky. Çünkü karşımda bir parfümden ziyade tarih var. Sanırım Türkiye’deki birkaç şanslı kişiden birisiyim Jicky’i denemiş olan. Bu eseri anlatmaya nereden başlayacağımı pek bilemiyorum. Çünkü ona saygısızlık etmek istemem kesinlikle. Ya da bir şeyleri yazmayı atlayıp, utanmak durumunda kalmak da var işin sonunda. Ben yine bildiğim yoldan anlatayım. Eğer eksiğim olursa affola.


Jicky odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış Fragrantica’da. Kimi yazarlar onu fujer olarak değerlendiriyor. Parfümün başlangıcı çok ferah sayılamayacak bir limon ile gerçekleşiyor. Biraz kremsi bir limon. Arkadan da hafiften aromatik otlar eşlik ediyor. Biberiye olabilir. Jicky’nin açılışını gayet başarılı buldum. Şık, kaliteli ve doğal kokuyor. Biraz da olgun.

Orta notalardan itibaren kremsi limon gerilerde kalıyor. Onun yerine sıcak sayılabilecek bir lavanta geliyor. Çok keskin bir lavanta değil. Biraz da vanilya hissediyorum bu kısımda. Vanilya çok iyi dengelemiş lavantayı. Orta notalarında az da olsa deri var. Zaten bazı yorumcuların Bulgari – Black’e benzetmeleri bu yüzden sanırım. Fakat Bulgari – Black’den daha başarılı bence. Ayrıca hafiften de süsen (iris) alıyorum. İşte bu güzel bir sürpriz. Çok şık ve ağırbaşlı diyebilirim. Benim gibi lavanta ile arası iyi olmayan birisinin bile beğenisini almayı başarıyor. Kimi yorumcular ise gül de var diyorlar orta notalarında. Fakat ben net olarak bir gül kokusu alamadım.


Son kısımda ise vanilya daha fazla öne çıkıyor. Burada aromatik ve yumuşak baharatlar da var sanki. Hatta hayvansal bir yanı da var. Bazı kullanıcılar içeriğinde Yves Saint Laurent – Kouros’da da kullanılan civet olduğunu vurgulamışlar. Evet muhtemelen hayvansallık civet’ten geliyor. Fakat vanilya her daim baskın. Harika bir kapanış yapıyor Jicky.

Jicky bence efendi, ağırbaşlı, lüks, şık, aristokratik ve biraz resmi kokuyor. Geneline baktığımda vanilyanın önemli bir yer tuttuğunu görüyorum. Vanilyadan sonra lavanta ve hayvansallık da göze çarpıyor. Evet vanilya ve lavanta ikilisi aklıma hemen Caron Pour Homme’u getiriyor. Fakat bence çok benzemiyor Caron Pour Homme’a. Caron’daki lavanta kullanımı çok daha yoğun ve keskin. Burada ise tam tersi vanilya daha baskın. Bu kokuyu nereden hatırlıyorum derken aklıma geldi sonunda. Özellikle son kısmı bana Caron’un bir başka parfümü The Third Men’i hatırlattı. Evet bire bir benzemiyorlar. Sanki Caron, Jicky’den biraz esinlenmiş The Third Men’i oluştururken.


Şimdi vanilya baskın dedim. Buradaki kullanımı çok şık ve kaliteli. Sakın günümüzün modern parfümlerindeki zıpır ve insanın içini bayan bir vanilya olarak düşünmeyin. Çok daha dengeli. Şeker oranı yüksek değil. Fakat parfümün genelinde bir tatlılık hissediliyor. Muhtemelen tonka fasulyesi kullanılmış bu tatlılığı oluşturmak için. Bazı kişiler Jicky’i seksi hatta erotik bulduklarını söylüyorlar. Bence bunun en önemli sebebi içeriğindeki hayvansallık (civet yardımı ile) ve vanilyanın güzel birleşimi diyebilirim.

Jicky bence çok güzel bir parfüm. Herhangi bir rahatsız edici yanına rastlamadım. Tam bir usta işi harmana sahip. Ve hatırlatmak isterim ki bu parfüm tam 123 yaşında! Adeta bir parfüm değil tarih kokluyorum. Ve hala böylesine modern kokuyor ki. Sanki birkaç yıl önce piyasaya sürülmüş gibi. İnanılır gibi değil. Yani o 1980’lerin eski kokan şiprelerine hiç benzemiyor. Ve hiç de eski kokmuyor.


Başka bir konu ise bu kadar eski bir parfümün birden fazla reformülasyon geçirmiş olma ihtimali. Kaç defa reformülasyon geçirdiğine dair bir bilgiye rastlamadım. Ama şunu söyleyebilirim ki 1889 yılındaki ilk formülünden biraz değişmiş olacağını düşünmek hiç de mantıksız değil. Fakat günümüze kadar gelmiş olan bu hali bile çok güzel. Ben Jicky’i çok sevdim. Ve saygı duydum. Fakat şunu da önemle belirteyim. Jicky’nin tarihsel öneminin etkisinde kalıp gözlerim kamaşmış değil. Yani tamamen objektif olmaya çalışıyorum. Ve gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki kokusunu gerçekten de çok sevdim. Ki ikonik parfümler olarak kabul edilen Christian Dior – Fahrenheit ve Eau Sauvage, Yves Saint Laurent – Kouros ve Jazz gibi parfümleri hiç çekinmeden kıyasıya eleştirdiğim biliniyordur sanırım.

Bu parfümü kullanan ünlüler arasında kimler yok ki. Fransa imparatoriçesi Eugenie, Fransız asilzadeleri ve aristokratlar. Günümüzde ise Karl Lagerfeld, Sean Connary, Jane Birkin, Peter Sellers, Brigitte Bardot, Jacqueline Kennedy Onassis bu parfümü kullanan bazı ünlüler.


Jicky’nin önemli tartışma konularından birisi ise kadın mı yoksa erkek için mi üretildiği. Bir kaynakta aslında erkekler için üretildiği yazıyorken, diğerinde ise kadın parfümü olarak tasarlandığı var. Ağırlıklı olarak ilk kadınlar için tasarlandığı bilgisi biraz daha ağır basıyor. Fakat Jicky’nin çok fazla  erkek seveni ve kullananı olduğu biliniyor. Bence uniseks kullanıma uygun. Hem kadınlar hem de erkekler rahatlıkla kullanabilir. Öyle aşırı bir kadınsılık yok.

Diğer konu ise Jicky’nin üç farklı versiyonu var. Benim denediğim EDT olanıydı. Ayrıca Eau de Parfum (EDP) ve Parfum Extrait (Pure Parfum) versiyonları da mevcut. İnşallah diğerlerini de deneme fırsatını bulurum. Bir ayrıntı daha vereyim. Jicky öyle her yerde bulanabilecek parfümlerden değil. Dünyaya yayılmış Guerlain butiklerinde veya özel internet sitelerinden bulunabilir. Onun için çok yüksek fiyatlara satılması sizi şaşırtmasın.

Şimdi birde Jicky isminin nereden geldiğine bakalım. Parfümün tasarımcısı Aime Guerlain’in yeğeni olan Jacques Guerlain’in takma ismi Jicky’miş. Ve parfümün ismi buradan geliyormuş.


Jicky, on sekiz yaşındaki genç arkadaşların kullanabileceği gibi bir eser değil. Biraz yaş, karizma, olgunluk ve hayatın bazı yönlerini anlamış kişileri hedefliyor. Belli bir fikir dünyasına sahip olabilen, entelektüel yönünü geliştirebilmiş, biraz bohem, tarz sahibi insanlara daha çok uyar diye düşünüyorum.

Parfümümüz bence tam bir sonbahar-kış kokusu. 30 yaşın altındaki arkadaşlara tavsiye edemeyeceğim. Parfüm kritikçisi Luca Turin Jicky’e beş üzerinden beş yıldız vererek çok başarılı bulmuş. İşte Luca Turin üstatla tamamen anlaştığımız bir parfüm daha. Bence de beş yıldızı rahatlıkla hak ediyor. Ve en sevdiğim parfümler listesine tereddütsüz giriyor.


123 yaşına basmış ve modern parfümlerin dönüm noktası olan Jicky’i denediğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Muhtemelen Türkiye’de 2012 yılı itibariyle bu parfümü deneme şansına erişmiş sınırlı sayıda insandan birisiyim. Mutluyum. Çünkü o bir klasik. Çünkü o bir Guerlain soylusu. Çünkü o Jicky…

Koku Güzelliği: 10/9

4 Ekim 2012 Perşembe

Bond No.9 – Bleecker Street (2005)



Bond No.9 – Bleecker Street (2005) Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Ne kadar tuhaf bir şey. Gözle görülemeyecek kadar küçük bakterilerin, virüslerin ve sporların insan bedenindeki etkisi ne kadar da büyük olabiliyor. Oysaki 1.80 cm boyunda hiçbir ciddi sağlık sorunu yaşamamış bir insanı o küçücük bakterilerin yatağa düşürmesi ve bazen alt etmesi küçük çaplı bir mucize değil de ne?

Anlaşılacağı üzere her normal insan gibi mevsim geçişi denilen zaman diliminde ufak çaplı hasta oldum. Grip, öksürük, hapşırık ve diğer bilimum atraksiyonları yaşadım. Ama en çok beni üzen ise parfüm meraklısı dostların şöyle bir araya gelip, örgütlenmesi ve bana kargo ile de olsa içeriğinde tarçın, kekik, zencefil, bal olan bitki çaylarından yollamamaları oldu. Hatta bir kap sıcak çorbayı kapıp, evin kapısına dayanmayan blogumun okuyucularını şiddetle  kınıyorum :)) Eee kolay değil öyle. Hem her gün Parfüm Merakı şu parfümü de yaz, bunu da isteriz diyerek beni istek şarkılar okuyan Mustafa Keser’in yerine koyacaksınız. Hem de bir kap çorbayı çok göreceksiniz :))  

Oysaki parfüm sever vicdanlıdır, kadir kıymet bilir, kötü gün dostudur, kedi severdir (bunun konumuzla pek ilgisi olmasa da yazmak istedim), düşene bir tekme de ben atayım demez, başımızın tacı kadınlarımızı bıçaklamaya kalkmaz onları korur kollar, iş arkadaşının kuyusunu kazmaya çalışmaz. “Parfüm Severin Manifestosunu” yazmak gibi bir niyetim yok. Sadece unutulmaya yüz tutmuş bazı değerlerimizi hatırlatayım dedim.

Bu kısa hastalık sürecinde dükkanı kapatmış durumdaki burnum nihayet kendisine geldi. Ve asıl görevine geri döndü. Peki “dönüşü muhteşem mi oldu” diyecek olursanız karar sizin. Çünkü bugün başka bir Bond No.9 parfümü Bleecker Street’e yer vermek istedim.

Newyork merkezli niche parfüm evi yine bizi şaşırtmadı ve bir parfümüne daha şehrin bilinen sokaklarından olan Bleecker Street’in ismini vermiş. İyi de bu Bleecker ismi nereden gelmiş? Karşıma şans eseri çıkan bir kaynakta bu sokağın tarihinin on altıncı yüzyıla kadar gittiğini okuduğumda oldukça şaşırdım. O tarihlerde sokağın olduğu yerler tütün tarlasıymış. Burası daha sonraki yıllarda Greenwich Village olarak anılır olmuş. 1800’lü yılların başında ise bu bölge Bleecker ailesinin eline geçmiş. Ve ismi o zamanlardan itibaren hiç değişmemiş.


Bugün Newyork şehrinin Manhattan bölgesine bağlı bir sokak Bleecker. Modern Amerika’da yeri ünlü bir cafe ile anılıyor adeta. Bob Dylan, Jimi Hendrix, Bruce Sprigsteen, Kool & the Gang, Bill Cosby gibi önemli isimlerin çıkış noktası olan “Cafe Wha?” bu sokaktaymış.   

Bana bıraksanız laf daha da uzayacak. Onun için dönelim bizi ilgilendiren kısma. Bleecker Street, markanın "Downtown" serisine mensup bir arkadaş. Kendi sitelerinde şöyle tanımlamışlar parfümlerini: “Sanat, moda, baştan çıkaran, tatlılığın sıvı formu.”


Kendi sitelerinde odunsu oryantal gourmand olarak değerlendirilmiş. Fragrantica’da odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence yeşil odunsu da denebilir. Parfümün açılışı keskin ve parlak bir yeşillik ile gerçekleşiyor. Çimen mi desem, aromatik otlar mı desem, metalik turunçgiller mi desem. Hatta meyveler? Belki de hepsi var. Biraz ortalama, parlak, metalik ve bolca yeşil kokan bir başlangıcı var Bleecker Street’in. Creed – Gren Irish Tweed’e benziyor diyebilirim. Aynı “ yeşil ve ekşi” his ikisinde de  var bence.

Orta notalara geçildiğinde parfümün genel karakteri çok değişmiyor. Aynı yeşil ve erkeksi çiçek etkisi devam ediyor. Ağırlık menekşede. Fakat bu arada az da olsa baharatlar ve odunsu notalar ekleniyor. Çok başarılı bulmasam da kötü eğil orta kısmı. Son kısımda ise radikal bir değişim gözleniyor. Ferah, yeşil kokan erkesi çiçekler ve menekşe adeta ortadan kayboluyor. Yerine yapay bir amber geliyor. İşte parfümün en sevmediğim yanı burası oldu. Yani özetle: Ferah, ekşi çimen, yeşil aromatik otlar, metalik menekşe, odunsu notalar ve amber.


 İyi de Parfüm Merakı kokusu nasıl bize ondan bahset diyeceğinizi tahmin ediyorum. O zaman şöyle söyleyeyim. Eğer Green Irish Tweed gibi yeşil ve ekşi kokan çiçekleri seviyorsanız tavsiye ederim. Parfümün bence alt notalarına kadar hakim olan öğesi metalik bir menekşe ve yeşil kokan çiçekler. Bu tarz parfümleri çok sevmediğim aşikar. Yapaylık hafiften  hissediliyor. Ama parfümü katleden cinste değil. Bence akuatik bir yanı bile var Bleecker Street’in. Sanki bir göl kenarında yürürken burnunuza gelen nilüferlerin kokusu gibi. Ama tam anlamıyla deniz gibi tuzlu kokmuyor. İlginç bir kokusu var. Aynı şişesi gibi yeşil kokuyor. İlk denediğimde hiç sevmemiştim. Ama bir süre kullanınca o kadar da kötü olmadığın düşünmeye başladım. Fakat bir şişesini alacak kadar da beğendiğimi söyleyemem.  

Kimi yorumcular kokusunu Carolina Herrera – 212 Men’e kimleri de L’eau d’Issey Pour Homme’a benzetmiş. Bir başkası ise Creed’in meşhur parfümü Green Irish Tweed’den bahsetmiş. Bence Creed dışında diğer ikisine de çok benzemiyor. 212 Men’in o ferah, metalik yeşil kokan çiçeksi tarafını almış. L’eau d’Issey Pour Homme’un ise erkeksi çiçeksi-odunsu kısmına benzemiş. Fakat Green Irish Tweed’e bence de epey benziyor. Farkı burada menekşenin daha büyük bir rol oynaması. Son kısımdaki amber kullanımını da unutmayalım.


Şimdi efendim garibime giden bir durumu anlatayım. Bazı parfüm bloglarında Bleecker Street’in oluşturulma fikrinin nereden çıkmış olduğuna dair bilgiye rastladım. Markanın kurucusu ve sahibi Laurice Rahme bu parfümün oluşturulmasında Amerika’daki ünlü fırın zinciri “Magnolia Bakery”deki keklerden ilham almış. Ve böylece Parfümör Dave Apel kek gibi kokan bir parfüm üzerinde çalışmış. Bunun içinde ağırlıklı olarak tarçına benzeyen vanilya ve diğer tatlı notalar üzerinde durmuş.

Şimdi yukarıdaki olayı okuyan bir çok kişi, kek gibi kokan, bolca tatlılık barındıran vanilyalı-baharatlı bir parfüm sanabilirler Bleecker Street’i. Fakat durum hiç de öyle değil. Bir kere bence kesinlikle gourmand tarzında değil parfümümüz. Vanilya neredeyse hissedilmiyor. Tersine ferah, yeşil, erkeksi çiçekler ve amber merkezli. Hatırı sayılır derece de odunsu notalar. Yani kek gibi kokuyor diyemem.


Bleecker Street harika bir parfüm değil. Ama çok kötü de değil. Vasat diyebilirim. Tek şanssızlığı benim pek sevmediğim “yeşil ve ekşi” kokan gruptan olması. Ayrıca markanın geçtiğimiz aylarda denediğim parfümü Riverside Drive’ı andırıyor. Muhtemelen ikisindeki menekşe kullanımı beni böyle düşünmeye sevk etti.

Markanın diğer kokuları gibi Bleecker Street’de Eau de Parfum (EDP) konsantrasyonunda. Uniseks olarak sunulmuş olsa da bence erkek kullanımı için daha uygun. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 25 ve üzeri yaşlardaki arkadaşlara tavsiye edebilirim. Parfümün tasarımcı ise David Apel.


Luca Turin ise beni yine şaşırttı. Bleecker Street’e en düşük notu olan bir yıldız vermiş ve hiç beğenmemiş. O kadar kötü olmasa da bence de daha iyi seçenekler vardır bu kategoride.

Artıları:
+ Başlangıcı idare eder.
+ Orta notaları fena değil.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Son kısmını sevmedim.
- Çok fazla çekici bir tarafı olmayan kokusu.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6.5

26 Eylül 2012 Çarşamba

Shiseido – Feminite du Bois (1992)



Shiseido – Feminite du Bois (1992)  Markanın başarılı kadın parfümü.

Baba Zula - Babasız Kızlar Balosu.

Kulağımdaki orta kalitedeki kulaklıktan gelen “Babamız bizi hiç sevmedi” tınılar hiç de yabancı değil. Biraz Arap etkisi, belki Hint müziği. Eklektik olduğu kesin. Hatta yerel Türk müziği etkisi. İyi de bu kadar farklı coğrafyaların müzikleri böylesine birbirine benzeyebilir mi? Neden olmasın diyesim var. Güzel müzik dünyanın her yerinde insanları kalbinden vuramaz mı? İnsanları alıp başka yerlere götürmez mi? Mesela Radiohead’ın Airbag şarkısı kimin kalbini delip geçmez ki? Onu evrenin hatta uzayın ıssız boşluklarına sürüklemez ki? Güzel kavramı evrensel olabilir tabiki. Sadece müzikte değil. Sinemada, sosyal hayatta, sokak kültüründe hatta yaşamın kendisinde…

İnsanların “beğenme” duygularını çok farklı değişkenin harekete geçirdiğini anlıyorum. Çocukluğumuzdan itibaren yetiştiğimiz çevre, ailemizin hayata bakış açısı, arkadaş çevresi ve daha onlarca faktör. Yani bir insanın Baba Zula ile Radiohead’in müziği arasında seçim yapması onun yanlış bir seçim yapacağı anlamına gelmiyor.

Aynı noktada kokular üzerinden bir sonuca varabilir miyiz? Yani insanların yaptıkları seçimleri kim “doğru ya da yanlış” olarak damgalayabilir. Kimin böyle bir hakkı olabilir. Bir parfümü göklere çıkarma ya da yerin dibine sokma hakkı, makul kıstaslarda herkesin yapabileceği bir şeydir. Ama iş “Benim beğendiğim parfümleri seveceksiniz. Bu bir emirdir!” tarzına gelirse burada Parfüm Merakı olarak söyleyeceklerim olacak.

Zaten böylesine “üst perdeden, buyurgan ve empati eksiği” bir yaklaşımı temelinden kabul edemeyeceğim. Ne yazık ki ülkemizin genel siyasetinde zaten bolca dinliyoruz bu öz güven patlaması yaşayan arkadaşları. Ondan sonrasında ise “En iyisini ben bilirim. Senin sevdiğin parfümlerde neymiş” gibi bir yaklaşım tarzına karşı çıkmaya her zaman hazırım. Hiç kimse kendisini otorite falan sanmamalı. Bir parfüm zamanının önemli klasiklerinden olabilir. Çığır açan bir yerde de durabilir. Ama bu onun eleştirilemeyeceği ve dokunulamayacağı anlamına mı gelir?

Christian Dior – Eau Sauvage parfüm dünyasının dönüm noktalarından birisi olarak gösterilebilir. Yani şimdi ne yapacağız. Hepimiz Eau Sauvage’a aşık olmak durumunda mıyız? Ha saygı duyarız tabiki. Ama bazı yönlerini rahatlıkla eleştirebiliriz. “Vanilyalı parfümlerde sevilir mi. Siz bırakın o işleri. Benim söylediğim parfümleri sevin.” demek en nazik tabiriyle saygısızlık ve haddini bilmemektir. Bu öz güven patlaması evet bazen işe yarayabilir. Ama Parfüm Merakı’nın karşısında pek tutmaz. Benden söylemesi.

Şimdi bu düşüncedeki arkadaşlar o zaman şunu da iddia edebilirler: “Yahu meyveli parfümde neymiş öyle çocuk oyuncağı gibi. Sen al bir Ralph Lauren – Safari. Gerisini boş ver”. İyi de o zaman Feminite du Bois gibi bir olguyu nereye koyacağız. Yani bugün vanilyalı parfümlere laf edenler, ertesi gün de meyveli kokulara laf söyleyecekler. Sonrasında kahve aromalı olanlara gelecek sıra. İleride çikolata teması da unutulmayacak. Gel insanların seçimlerine asgari saygıyı göster. Çünkü başka yolu yok bu işin.


Konu yine ufaktan dağılmadan geçeyim bugüne. Dünü geride bırakalım bir nefeste. Ve daha önce hiç yapmadığım bir şeyi yapayım. Çünkü ilk defa bir parfümün iki (eski ve yeni) versiyonunu yazıyorum. Daha doğrusu yeni versiyonunu yazmıştım geçtiğimiz aylarda. Şimdi de eski versiyonunu yazacağım. Çünkü karşımızdaki sıradan bir parfüm değil “Feminite du Bois” var.

Geçtiğimiz aylarda bu parfümün Serge Lutens tarafından çıkarılan yeni versiyonunu detaylı şekilde yazmıştım. Ama aklımda her zaman eski ve çok övgüler alan orijinal versiyonunu demek vardı. Fakat sorun şuydu. Shiseido markası orijinal formülünün üretimi bitirmişti. Ve bu kadın vücudunu andıran yuvarlak şişeyi bir yerlerde bulmak ne yazık ki çok zordu. Fakat Koray yine yardımıma yetişti. Karşımda parfüm dünyasının en ilginç ve başarılı oyuncularından birisi duruyor. Yani 1992 yılında piyasaya sunulan Shiseido – Feminite du Bois.


Bu parfümün neden bu kadar önemli olduğunu ilerleyen bölümlerde anlatacağım. Ama önce nasıl bir parfümle karşı karşıyayız ona bakalım. Kimi yerde odunsu oryantal olarak sınıflandırılıyor. Bazısı ona meyveli şipre diyor. Ben ise meyveli odunsu olarak değerlendiriyorum.

Feminite du Bois‘in başlangıcı reçinemsi, yumuşak, sıcak baharatlar ve karanlık sayılabilecek meyveler ile gerçekleşiyor. Baharat derken ağırlık tarçın ve zencefilde olabilir. Meyveler ise kuru erik, şeftali ve kayısı diyebilirim. Üst notalardaki önemli öğe ise reçinemsi his. Hepsinin karışımı harika olmuş. Hiç yapaylık veya uyumsuzluk rastlanmayan, doğal, ilginç, şık, modern ve lüks. Başlangıcı çok iyi. Hatta bence parfümün en iyi yeri. Bu kısmı koklaması adeta bir ziyafet.

Orta notalarına doğru reçinemsi aromatik baharatlar biraz geri çekiliyor. Fakat o meyvemsi his hala var. Baharatların yerini aromatik ve yumuşak odunsu notalar alıyor. Muhtemelen sedir ağacı. Ve böylece de çok büyük değişim göstermeden devam ediyor kokusu.


Şimdi Feminite du Bois’i iki kısma ayırabilirim. İlk kısım başlangıcındaki yumuşak baharatlar ile çok iyi kombine edilmiş karanlık meyveler. Bu kısım bazı kullanıcılarda “sisli ve ıssız bir ormanda yürüyormuş” hissi veriyor anlaşılan. İlk başlarda neden böyle söylendiğine anlam verememiştim. Fakat bir süre kullandıktan sonra gerçektende parfümün odunsu kısmının ağır bastığını söyleyebilirim. Çok şık ve modern bir kokusu var. Baharatlar burun büken tarzda değil. Reçinemsi koku gizemli bir hava vermiş. Meyveler ise asla uyduruk yaz parfümlerindeki gibi savruk ve yapay değil. Biraz Serge Lutens’in meyve kullanımına benzettim.

Yukarıda da bahsettiğim gibi bence en etkileyici ve ilginç yanı başlangıcı. Üst notalar nefis. Sonrasındaki bölümde daha basit bir odunsu nota kullanımı tercih edilmiş. Kötü mü? Değil. Ama çok daha iyi olabilirmiş. Biraz sıradan sayılabilecek bir kokuya doğru evriliyor sonlara doğru. Sanırım eleştirebileceğim tek yanı sonlara doğru burnunuza gelen kısmı.


Feminite du Bois önemli bir parfüm. Bu önemi nereden geliyor derseniz kısaca bahsedeyim. İlk olarak iki büyük burun Pierre Bourdon ve Christopher Shaldrake tasarlamışlar. İkinci olarak içeriğindeki odunsu notaların kullanım şekli. Sedir ağacı genellikle erkek parfümlerinde kullanılıyor. Tabiki kadın parfümlerinde de rastlanabilir. Erkek parfümlerinde bolca kullanılan sedir ağacının bir kadın parfümünde böylesine yüksek oranda görülmesi gerçekten ilginç. Evet Feminite du Bois bir kadın parfümü olarak piyasaya sürülmesine rağmen, erkekler de rahatlıkla kullanabilirler bu güçlü odunsu yanı nedeniyle. Üçüncü olarak ise parfümün 1992 yılı gibi 90’ların başında piyasaya sürülmesine rağmen hala günümüzün modern parfümleri ile yarışabilecek seviyede. Yani bu anlamda geriye doğru değil de ileriye doğru bir atılım yapılmış kokusu tasarlanırken. Oysaki o yıllardaki bir çok parfüm gibi 1980’lere gönderme yapabilirmiş. Fakat bu parfüm sanki birkaç yıl önce çıkmış gibi modern ve güncel. Yirmi yıl öncesinden bu kadar ileriyi görüp, böylesine bir parfüme imza atmak herkesin yapabileceği iş değil bence. Son olarak da içeriğinde kullanılan Iso E Super. Her ne kadar doğruluğunu teyit edemesem de içeriğinde yüzde kırk civarında bir Iso E Super kullanıldığını okudum. Ama bu oran farklılık gösterilebilir değişik kaynaklarda.

Feminite du Bois, güzel bir parfüm. Şık, kaliteli, sakin ve olgun. Eğer başarılı bir meyveli-odunsu parfüm arıyorsanız iyi bir seçenek olacaktır. Fakat aklımı başımdan aldı mı diye soracak olursanız evet diyemeyeceğim. Yine de zamansız bir klasik olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.


Diğer bir konu da iki farklı Feminite du Bois karşılaştırması olmalı. Ben şanslı bir dünya vatandaşı olarak parfümün iki versiyonunu da denedim. Hem Serge Lutens’in 2009’daki yeni versiyonunu. Hem de 1992 yılı eski versiyonunu. Hangisi daha başarılı derseniz yanıtım rahatlıkla eski yani Shiseido formülü. İki parfümün de kokuları birbirine çok benziyor. Anlaşılan Serge Lutens eski versiyonuna bağlı kalarak geliştirmiş yeni formülünü. Ama Serge Lutens versiyonunda daha hafif, sanki sulandırılmış gibi bir his vardı. Fakat eski versiyonu gerçek bir parfüm gibi. Yoğun, keskin, dolgun, derin ve gizemli. Serge Lutens versiyonu çok daha basit bir meyveli-odunsu kokuya sahipti. Burada ise baharatlar ve reçinemsi his daha fazla vurgulanmış. Bu durum kokuya derinlik ve ilginçlik katmış. Daha kompleks ve üzerinde çalışılmış gibi bir hali var. Sanırım her zaman ki kural geçerli parfümler dünyasında. “En iyi versiyonu eski olandır”. Yeni formüller hiçbir zaman eskisine yaklaşamıyor. Serge Lutens yapsa bile!

Başka bir konu ise çok ilginç şişesi. Gerek rengi gerekse asimetrik şişesini Serge Lutens tasarlamış. Yani eğer parfüm şişesi koleksiyonu yapmak istiyorsanız sanırım bu parfüm eksik olmamalı.

Feminite du Bois EDP konsantrasyonunda. Bu durum kalıcılığına da yansımış. Gayet iyi tenimde. Sanki 25 yaş üstü kişilere daha uyacak gibi. Kadın parfümü olarak sunulsa da bence erkekler de rahatlıkla kullanabilir. Yalnız can sıkıcı bir tarafını da söyleyeyim. Muhtemelen üretimi sonlandırılmış durumda. Yani artık bulmak çok zor. Belki yurtdışındaki internet sitelerinde. Bu sıcak sonbahar günlerinde kullandım. Pek rahatsız etmedi. Ama yine de çok sıcak yaz günlerinde baharatlar marifetiyle biraz keskin kaçabilir. Onun dışında her mevsim kullanılabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı harika.
+ Şık, lüks ve kaliteli bir parfüm.
+ Kalıcılığı tenimde gayet iyi oldu.

Eksileri:
- Sonlara doğru biraz sıradan hale geliyor bence.
- Artık bulması çok zor. Bulunsa bile fiyatı yüksek olacaktır.

Koku Güzelliği:10/7