7 Eylül 2012 Cuma

Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)



Hermes – Un Jardin en Mediterranee (2003)  Markanın uniseks olarak piyasaya sürülen parfümü.

Türkiye, Mısır, Libya, Cezayir, Tunus, Fas, İspanya, Fransa, İtalya, Yunanistan…

Akdeniz’e kıyısı olan ve şu anda aklıma gelen ülkelerden bahsediyorum. Bu birbirinden farklı ülkeler dünyanın en ilgi çeken coğrafyalarından birisinde bulunuyor diyebiliriz. Nasıl olmasın ki.

Mısır’ın kutsal kitaplarda bile bahsedilen binlerce yıllık müthiş tarihi ve hala gizemi tam olarak çözülememiş geçmişi kimin ilgisini çekmez? Libya’nın simgesi haline gelmiş uçsuz bucaksız çölleri ve oralarda yüzyıllardır yaşayan bedeviler hangimizin aklını başından almaz ki? Fas’ın egzotik, dar sokaklarında saatlerce dolaşıp kaybolmayı istemeyenimiz olabilir mi? Ya da İspanya’nın hem Avrupa hem de Endülüs döneminden beslenip harmanlanmış kültürünü ve mimarisini görmezden gelebilir miyiz? Peki Fransa’nın dünya jet sosyetesinin gözdesi olan Mallorca ve Monaco gibi sayfiye yerlerinin başka örneği var mı? Komşumuz Yunanistan’ın şehir devletlerine kadar uzanan tarihi ve bugün bile fikirlerinden faydalanılan antik dönemde yaşamış filozoflarını nereye koyabiliriz?

İnsanlık tarihinin en önemli ve kalbi sayılabilecek coğrafyası olan Orta Doğu bölgesinin hem çok yakınında aynı zamanda da uzağındaki Akdeniz’in parfümlere ilham kaynağı olmaması tabiki düşünülemez.

Hermes’in “Jardin” (bahçe) serisinin ilk parfümü olan Un Jardin en Mediterranee tam da iki Akdeniz kökenli insanı bir araya getirmesi açısından da ilginç. Birisi dünyaca ünlü parfümör ve Hermes’in baş parfüm tasarımcısı Jean Claude Ellena. Diğeri ise Hermes’in yine dünyaca ünlü vitrin tasarım yöneticisi Leile Menchari. Bu isim de kim diyebilirsiniz. Haklısınız. Onu dünya çapındaki Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımını yapan beyin olarak tanıtabilirim size.


Aslen Tunuslu. Hermes’de 30 yıldan fazla zamandır çalışıyor. 2012 yılı itibariyle 80 yaşını aşmış olsa da hala görevinin başında. Belki hatırlayanlar olacaktır. 2009 yılında İznik çinilerini dünyaya tanıtmak amacıyla, Fransa’nın en önemli markalarının bulunduğu ünlü caddesi Faubourg Saint-Honore’da bulunan Hermes’in merkez mağazasının vitrinlerinde çiniler sergilenmişti. Böylesine önemli ve binlerce insanın, turistin ilgi odağı olduğu Hermes’in merkez mağazasındaki sunumu Leila Menchari hazırlamıştı. Yani Hermes mağazalarının vitrinlerinin tasarımları ondan soruluyor. Ve onun Tunus’un Hammamet’teki bahçesinden esinlenmiş bir parfüm Un Jardin en Mediterranee. Zaten parfümün ismini Türkçeye “Bir Akdeniz Bahçesi” olarak çevirebiliriz.


Fragrantica’da çiçeksi-akuatik olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle çok doğru bir tanımlama. Başlangıcında sizi gerçekten bir bahçeye götürüyor kokusu. Biraz pudramsı-yağlı diyebileceğim yapraklar ile açılışı yapıyor. Azcık da turunçgiller var geri planda. Ama belli belirsiz. Üst notalarının oldukça “yeşil ve yaprağımsı” koktuğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Bu anlamda bana Diptyque’in Philosykos’unu hatırlattı yaprağımsılık. Fakat buradaki kullanımı biraz daha pudramsı ve kadınsı. Ve bence daha güzel. Orta kısma geçelim bakalım. Burada o yeşil yaprağımsı koku geri plana geçiyor. Bu sefer ortaya portakal çiçeği ve biraz da soğuk-serin bir etki veren nane geliyor. Yani orta notalar daha çiçeksi. Fakat kadınsılık daha az. Bu andan itibaren uniseks kullanıma yakın diyebilirim. Nane diyorum ama muhtemelen yapay bir kimyasal olan “Calone” kullanılmış. Çünkü başka akuatik parfümlerde de aynen bu hissi almışlığım olmuştu. Son kısımda ise bir akuatik parfümde çoğunlukla rastladığımız misk ve odunsu notalar var. Büyük ihtimalle sedir ağacı. Böylece de tenden ayrılıyor.

Un Jardin en Mediterranee aynı ismi gibi bir parfüm. Yani bu anlamda sunulan konsepte aykırı durmuyor. Yeşil ağaç yaprakları, portakal çiçeğinden gelen turunçgilimsi his size bir bahçede dolaştığınızı hatırlatıyor adeta. Diğer taraftan da Akdeniz temasına uygun olarak akuatik yönü de var. Onu da nanemsi ve soğuk bir kullanım ile “Calone” sağlamış gibi görünüyor. ‘Su” teması ise çok bariz kullanılmamış. Ağırlık çiçeklerde. Yani tam bir “Akdeniz kenarındaki çiçek bahçesi” imajı çiziyor kokusu.

Efendim tam da bu noktada parfümün yaratıcısı ünlü burun Ellena’nın bir söyleşisinde kendi eseri hakkında neler söylemiş bakalım:

“ Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır. Problem kelimelerin seçimidir, onları bir araya getirip bir düzene sokmak ve çoklukla yazmak istediğiniz ifadeye varmak. Fikir mevcuttur fakat onu tamamlamak zaman alabilir. Veya bazen sadece kısacık bir sürede üç günde de olabilir. İşte, bu tam da Leile Menchari'nin Tunus Hammamet'teki bahçesinde gerçekleşmiş olandır. "Un Jardin en Mediterranee" adlı bir parfümü yaratmak durumundaydım. Kurtulmak zorunda olduğum klişeler vardı - yasemin ve portakal çiçeği- ve kendimi uykusuz gecelerde ve tereddütler içinde, boş beyaz sayfalara bakarken buldum. Bir tek Giono'nun yazısı vardı, aşina olduğum bir arkadaş, huzursuzluğa karşı bir tılsım ve yaptığım herşeyde kullandığım bir örneklem, o yardımsever bir baba gibiydi. O süreç çok rahatsız edicidir ancak birşeyler bulmak için de gerekli, bir anlam ifade eden kokuya özgü işaret, Akdeniz'i akla getiren birşey. O gün, genç bir kız bir bardak şampanyanın içinde, gülümseyerek incir yaprağı ezer ve aniden işte işaret oradadır. Bu koku güçlü sembolik bir işarettir ve bir anlamı vardır. İncir ağaçları bütün Akdeniz’de bulunur ve onun kokusu tüm erkekleri bir araya getirir. Gidecek bir yön bulunca, sadece anlatacak bir hikayeye ihtiyacım kalmıştı. Bir kompozitör veya bir ressam ile mukayese edildiğinde kendimi bir nevi parfüm yazarı gibi hissettim ve bu bana daha doğru gibi geldi. Koku sözlüğünde on bin molekül vardır; müzik sadece yedi nota ister, ressam üç ana üç ara renge gerek duyar.”

                                                                     Jean Claude Ellena.

Bu etkileyici sözler ve düşünce şekli Ellena’nın sadece kokuları bir araya getirip parfüm yapan bir kimya teknikeri değil, aynı zamanda önemli bir entelektüel olduğunun kanıtı gibi. Hele ki söyleşinin başındaki o çok anlamlı sözü: “Koku bir kelime ise parfüm edebiyattır.”

Böylece bir parfümörün yaratım sürecinin kısa bir kesitine bakmış olduk. Tabiki kendisine verilen işi bir sanat gibi yapmanın peşinde koşan tutkulu insanların dünyası bu. Verdiği eserler ile binlerce belki de onbinlerce insanın kokladığı ve mutlu olduğu parfümleri yapmanın hazzını hangimiz anlayabiliriz ki? Bir sürü kimyasal molekülü birbiri ile karıştırmak mı parfüm tasarımcılığı? Hiç sanmıyorum. Yüzden fazla farklı molekülü bir araya getirip ona bir ruh vermek de görevlerinden birisi değil mi parfüm üstadının? Televizyonlarda yayınlanan bir otomobil reklamında dediği gibi “ruhumuz olmadan aslında bizler birer makine değil miyiz?” Aynı güzel sözü parfümlere de uyarlayabilir miyiz? Ya da aklıma gelen şu hale çevirebilir miyiz: “Ruhu olmayan bir parfüm sadece kimyasal elementlerden oluşan kokulu su değil de nedir?”


Şimdi özellikle son 4-5 yıldır bu tür çiçeksi-akutik diyebileceğimiz parfümlerde bir artış görüyorum. Ana akım denilen markalarda değil de niche segmentinde var bu rekabet. Belkide bu çiçeksi-akutik kavramının oluşmasında önemli bir yere sahip oldu bu parfüm. İlgimi çeken ise Ineke – Derring-Do, Maison Francis Kurkdjian – Acqua Universalis ve Cologne Pour Le Matin, By Kilian – Water Calligraphy bu tarza yakın parfümler. Yani ana hatlarıyla uniseks çiçekler, portakal çiçeği, biraz sabunsu-pudramsılık, temiz, pürüzsüz, sakin, berrak, steril ve mis gibi doğal kokmayan parfümler. Ha tabi bir de bu kompozisyona eklenmiş “su” teması.

Özellike niche markaların yeni parfümleri bu konsepte uygun çıkarması aklıma yeni rekabet alanının burası olacağını getiriyor. Tam da bu noktada önemli bir sorun var. O da tasarladığınız parfümün kokusunun bir çok yorumcunun dediği gibi “banyo temizleyicisi jellere, çamaşır deterjanlarına, araba kokularına veya kolonyalı mendillere benzeme olasılığı.


İyi de bu nasıl olur derseniz gayet basit. Günümüzdeki parfüm üreticileri artık çoğunlukla yapay kokular kullanıyorlar. Yani saf olarak damıtılmış bir gram gülün fiyatının ne kadar yüksek olacağını sizde tahmin edebilirsiniz. Eğer o doğal esanslar kullanılsa parfümlerin fiyatlarının 1.000-2.000 liralar seviyesinde olması gerekir. Bu da çok mantıklı olmadığından büyük kimya şirketlerinde üretilen yapay elementler parfümlerde kullanılıyor. Onların yanında doğada var olmayan ve tamamen sonradan üretilmiş “Calone, Iso E Super” gibi sentetik kokular parfümlerde maliyetleri düşürmek için sıkça kullanılıyor. Fakat işin komik tarafı “Calone” kokusu aynı zamanda kimya sanayisinde de sıkça kullanılıyor. Mesela kolonyalı mendillere güzel koku vermek için, çamaşır deterjanları kıyafetlere güzel kokular versin diyerekten kullanılıyor. Traş köpükleri, kozmetik ürünleri, saç spreyleri ve daha onlarca şeyin içinde.

Buradaki risk (sağlık anlamında değil tabiki), oluşturulan parfümün kokusunun marketlerde 2 liraya satılan kolonyalı mendillere benzeme olasılığı. Eğer dünyanın parasını verip aldığınız niche markaya ait bir çiçeksi-akuatik parfümün kokusunu, size 2 liralık bir kolonyalı mendil verebilecekse bundan daha büyük bir anlamsızlık olamaz. Haa burada demiyorum ki her çiçeksi-akuatik parfüm kolonyalı mendillere ya da çamaşır deterjanlarına benziyor. Ama Un Jardin en Mediterranee’de dikkatimi çeken orta notalarındaki o yapaylık sınırında dolaşan nane benzeri koku. Açıklanan notalarında nane görünmüyor. Muhtemelen bu hissi veren “Calone”. Nereden mi anlıyorum. Daha önceki deneyimlerimden. Mesela buradaki gibi soğuk bir his veren nanemsi ferah kullanıma Versace Pour Homme, Givenchy Pour Homme, Salvatore Ferragamo Pour Homme’u örnek verebilirim. Anlaşılan ilerleyen yıllarda daha çok karşımıza çıkacak bu tür yapay kokular.
 

Konumuza dönelim hemen. Un Jardin en Mediterranee’de orta notalardan itibaren hafif bir yapaylık hissediyorum. Başlangıcı ise ilginç. Hatta parfümün en güzel yeri. Çok yeşil kokuyor açılışı. Ki böyle bol yeşil kokan parfümler ilgimi çekmese de oldukça hoşuma gitti. Ama herkesin sevebileceği gibi de değil. Genel olarak uniseks kullanıma uygun çiçeksilik hakim. Kimi yorumcular erkek kullanımına daha yakın bulmuşlar. Ben pek katılamayacağım. Hem erkek hem de kadın kullanımı için uygun diyebilirim. Başlangıcından itibaren hafif bir tatlılığa sahip. Zaman zaman ayarı kaçmış gibi hissettim. Fakat parfümün hafif yapısından dolayı rahatsız edici değil.

Ferah, başlangıcı keskin, sonrasında tene yakın kalan, sonlara doğru biraz sabunsu, sakin, yumuşak, barışçı bir kokusu var. Fakat “yeşil” kokan parfümleri sevmiyorsanız pek tercih etmeyin diyebilirim. Yani denemeden almak pek iyi bir fikir değil. Bir baş yapıt olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim.


Şimdi Hermes’in Jardin serisinin ilk üç parfümünü (yeni çıkan Un Jardin Sur Le Toit’i henüz denemedim.) test etmiş birisi olarak en iyi listesini şöyle yapabilirim:

1) Un Jardin Sur Le Nil (Şiddetle tavsiye ederim)
2) Un Jardin en Mediterranee (Eh işte. Yeşil-çiçeksi kokan parfümleri sevenlere tavsiye ederim)
3) Un Jardin Apres La Mousson (Başlangıcı dışında pek bir özelliği yok. Tavsiye etmem.)

O zaman birde ünlü parfüm kritikçilerine bakalım neler söylemişler bu parfüm ile ilgili. Önce Chandler Burr: “ Kristal gibi parlak, temiz, şeffaf ve son derece güzel. Denizin kokusu, bir Akdeniz bahçesindeki incir ve palmiye ağaçlarının kokusuna karışmışçasına. İnsanı kendinden geçiriyor.” demiş. Ayrıca okyanus-deniz hissi veren en iyi parfümlerden birisi olarak herkese tavsiye etmiş. Luca Turin ise kokusunu “domates sapına” benzetmiş ve beş üzerinden üç yıldız vermiş.


Anlaşılacağı üzere ilkbahar-yaz kullanımına daha uygun. Belki ılık sonbahar günleri için de olabilir. Ama kış mevsiminde pek iyi sonuç vermeyebilir.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet ilginç.
+ Eğer yeşil, yaprağımsı, çiçeksi kokuları seviyorsanız, niche parfümlere o kadar para vermenize gerek kalmadı.

Eksileri:
- Orta notalarını pek kendime yakın bulamadım.
- Bir şişesi alınacak kadar özel olduğunu düşünmüyorum.
- Rakibi ana akım markaların parfümlerine göre biraz yüksek fiyatı var.

Koku Güzelliği:10/7

1 Eylül 2012 Cumartesi

Sonia Rykiel Homme (1999)


Sonia Rykiel Homme (1999)  Markanın erkek parfümlerinden.

1930 yılında Paris’te doğmuş bir kadın. 5 kız kardeşin en büyüğü olarak, Rus anne ve Romen babadan dünyaya gelmiş. Henüz 17 yaşında Paris’teki bir tekstil dükkanında çalışmaya başlamış. 23 yaşında ise şık kıyafetler satan bir butiğin sahibi olan Sam Rykiel ile evlenmiş. 32 yaşında ise başına gelen ilginç bir olay belki de kaderini değiştirmiş.

Hamileliği sırasında üzerine uygun hırka bir türlü bulamıyormuş. Bunun üzerine ilerleyen yıllarda aklına bu tür kadınların ihtiyacına cevap verebilecek hırkaları neden ben tasarlamıyorum diyerek, kocasının hazır markası ile bu hırkaları piyasaya sürmüşler. Ayrıca “Poor Boy Sweater” olarak adlandırılan yeni bir konsept ile ünlü ELLE dergisi tarafından keşfedilince, Sonia Rykiel Amerika çapında çoktan ünlü olmuştu. Böylece dünya çapında bir marka olmanın yolu açılmış oldu. Ve aradan geçen yıllar Sonia Rykiel’in hayallerini gerçekleştirdiğini bize anlatıyor adeta.

                                                          Markanın kurucusu Sonia Rykiel. 

Artık değişmez bir kural sanırım moda markalarının parfümler alanında eserler vermesi. Aslına bakılırsa Sonia Rykiel’in parfüm endüstrisinde çok fazla iddialı oyuncusu yok. Biraz geri planda kalmış gibi. Bugün inceleyeceğim Sonia Rykiel Homme, kısa kollu erkek tişörtü formlu şişesiyle, markanın en bilinen erkek parfümü diyebilirim. Ayrıca ürettikleri ilk erkek parfümü aynı zamanda. Zaten toplam üç tane erkek parfümleri var. Ağırlıklı olarak kadın parfümü piyasaya sürmüşler.

Fragrantica’da aromatik olarak sınıflandırılmış. Pek anlam ifade etmeyen bir tanımlama olmuş. Bence genel olarak turunçgil, menekşe ve odunsu notalar ağırlıklı. Başlangıcı yumuşak, metalik, ferah ve yapaylık sınırında dolaşan portakal-greyfurt aroması ile gerçekleşiyor. Hafiften plastiğimsi bir havası var bu parlak ve steril turunçgilin. Çok sevdiğimi söyleyemem. Daha sonrasında orta notalara geçiliyor. Burada turunçgillere erkeksi, buruk bir menekşe ekleniyor. Bu andan itibaren menekşe baş role geçiyor. Biraz da nane var sanki. Fakat menekşe en sevmediğim çiçek kokularından birisi ne yazık ki. Orta kısım belirgin şekilde yeşil kokuyor. Yani pek bana göre değil. Alt notalarında ise yine değişim görülüyor. Menekşeden pek eser kalmazken ortaya bütün heybetiyle amber çıkıyor. Yan rollerde ise odunsu notalar var. Yani şöyle özetleyebilirim: Başlangıcı steril, ferah ve biraz yapay turunçgiller, orta kısımda bolca erkeksi menekşe ve sonlarda amber. Evet parfümün özeti bu şekilde diyebilirim.


Çok fazla olmasa da Sonia Rykiel Homme ile ilgili olarak okuduğunuz kullanıcı yorumlarında genellikle beğenilmiş. “Hay Allah” dedim kendi kendime. Yine çoğunluğun beğendiği bir parfümü daha beğenmiyorum. Ya bende bir terslik var (ki kuvvetle muhtemel) ya da diğer kullanıcılarda. Madem öyle beğenmeme sebeplerine geçeyim.

Öncelikle başlangıcındaki turunçgil aroması hiç de bahsedildiği gibi çok başarılı değil. Çünkü portakal-greyfurt ilk başlarda plastiğimsi bir his veriyor dikkat edilirse. İkinci olarak da bence mis gibi doğal bir turunçgil kokusu yok Yukarıda da söylediğim gibi steril ve kalite anlamında da vasat. Eğer bu parfümdeki turunçgil kullanımına çok güzel diyeceksek, o zaman Hermes – Un Jardin Sur Le Nil’deki nefis portakal-greyfurta ne diyeceğiz. Benim tercihim her zaman Nil tarzındaki turunçgil kullanımından yana. Onun için Sonai Rykiel Homme’daki gibi bir portakal-greyfurtla yıldızımız barışmadı.


Orta kısma geçelim. Zaten eminim ki bu parfümün böylesine övgüler almasında orta notalarında kullanılan bariz menekşenin rolü var. Daha önce Christian Dior – Fahrenheit’ta nefret etmiştim menekşeden. Sanırım orada yaşadığım travma hala devam ediyor. Sevmiyorum arkadaş menekşeyi ve Fahrenheit’ı zorla mı yahu. Zaten baskın menekşe kokusunu alınca bu arkadaş ile ayrı dünyaların insanları olduğumuzu hemencecik anladım.

Geleyim son kısma. Şimdi bu tür bir amber kullanımına her zaman karşıyım. Yani parlak, yapay ve portakalımsı bir his veren ambere. Yahu şu Serge Lutens’in amber kullanımını parfüm markaları niye kendilerine örnek almıyorlar hala anlayabilmiş değilim. Bir şey daha var ki o da önemli. Parfümün genelini düşünürsek bence kalite anlamında hiç de başarılı bir sınav vermiyor. Orta notaları dışında yapaylık hafifte olsa hissediliyor. Yani bahsedildiği gibi temiz kokmuyor. Ya da ben bir çok kaliteli niche parfüm denediğim için vasat ana akım parfümlerin standardını şaşırmış durumdayım. Sanırım bu gibi parfümleri yine kendi segmentinde ve kalitesindeki parfümlerle kıyaslama yapmak lazım. Tabiki başka sorunlarda çıkacaktır böyle bir uygulamada. Her neyse.


Sonia Rykiel Homme ferah, erkeksi, günlük kullanıma uygun, aromatik fujer sularında yüzen, vasat kalitede ve çok büyük bir özelliği olmayan parfüm bence. Sanırım 1990’ların sonunda üretilmesi onun biraz “eski” bir hava yaymasına yol açmış. Yani çok modern bir kokusu yok bence. Kötü mü? Yok o kadar da acımasız olmayayım ama büyük boy şişesini almayacağımdan eminim. Genel koku karakteri benim zevklerime uymuyor diyebilirim.

Parfümün tasarımcısı daha önce ismini hiç duymadığım Jean-Marie Santantoni. Sonia Rykiel Homme’un ilginç bir yönü ise anladığım kadarıyla Eau de Parfum (EDP) olması. Ana akım markalarda çok rastlamadığımız bu durumun böylesine iddiasız bir markada olması şaşırttı beni. Kalıcılığının neden yüksek olduğu da böylece anlaşılmış oluyor. Genel olarak ferah ve yumuşak yapısından dolayı soğuk kış ayları dışında her zaman kullanılabilir. 35 yaş ve altındaki erkek arkadaşlara daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Kalıcılığı gayet iyi.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta kısımdaki menekşe hiç bana göre değil.
- Sonlardaki amberde bence başarılı olmamış.
- Genel olarak herkesin sevebileceği gibi değil diyebilirim.
- Vasat kalite hissiyatı veriyor.

Koku Güzelliği:10/5.5

28 Ağustos 2012 Salı

Ineke – Field Notes From Paris (2009)



Ineke – Field Notes From Paris (2009)  Markanın ilginç parfümü.

İstanbul için yazılmış şiirler, çekilmiş filmler, yapılmış besteler çok fazla mıdır acaba? Ya “dünyanın başkenti” denilen Newyork için durum nasıldır ki? Peki Londra’nın içinde bulunduğu modern sanat eserleri var mı ki? Muhtemelen bir sürüdür. Hatta Berlin’in isminin geçtiği edebiyat eserleri. İkinci dünya savaşının çıkmasının en büyük nedeni olan Almanlar’ın en şöhretli şehri Berlin’in anlatıldığı kim bilir kaç tane roman vardır. Hatta yeğenim sayesinde konusu Berlin’de geçen yeni nesil bir Sniper temalı bilgisayar oyunu oynamışlığım bile var.

Yoook. Unuttum sanmayın Paris’i. Kimilerine göre aşıklar şehri kimilerine göre romantizmin başkenti. Bazıları sıkıcı buluyor. Bir başkası da fazla abartıldığından bahsediyor Paris’in. Hiç düşündünüz mü neden acaba modern dünyada şehirler böylesine kutsanıyor? Onlara böylesi özellikler atfediliyor. Nedir şehirleri böylesine çekici kılan? Niye herkes Paris’in, Newyork’un ya da Londra’nın hayalini kuruyor. Yoksa buraların kendilerine özgü cazibesine mi kanıyor insanlar. Televizyonlarda sürekli gördükleri bu ışıl ışıl şehirlere ulaşamamak daha da mı arzularını kamçılıyor insanların.

Parfümlerinde Newyork’un değişik semtlerinin isimlerini kullanan Bond  No.9 niche parfüm evini biliyoruz. Şimdi de Paris düşünülerek, daha doğrusu Paris’ten esinlenerek ortaya çıkarılmış bir parfüm var karşımızda. Geçtiğimiz haftalarda incelediğim Ineke parfüm evinin en popüler kokusu olan Derring-Do’dan sonra, en çok övgü alan eser diyebiliriz Field Notes From Paris için.


Tam da şimdi küçük bir ayrıntı vereyim Ineke ile ilgili. Çıkardığı parfümleri alfabetik olarak sıralayarak piyasaya sürüyorlar. Mesela ilk parfümleri “A” harfi ile başlayan “After My Own Heart”. İkinci parfümleri ise “B” harfinden “Balmy Days & Sundays”. Yani parfümlerini harf sırasına göre isimlendiriyor. Bugün inceleyceğim ise markanın altıncı parfümü “F: Field Notes From Paris.” Hatta bu harfleri parfümlerin kutularının üstüne büyükçe yazıyorlar. Yani bir çeşit gelenek anladığım kadarıyla. Hatırlarsanız Tauer parfüm evi de kokularına numaralar veriyordu.

“Tatlı kokan Paris öğleden sonraları, hayat kahve kaşıklarıyla ölçülür” manasına geldiğini tahmin ettiğim bir tanıtımla karşımıza çıkıyor bu parfüm. Şimdi burada sanırım Paris’in çokça kahve içilen meşhur ve sokaklara taşan “café”lerine bir vurgu var. Zaten markanın kurucusu Ineke Rühland’ın Paris’e ilk geldiği yıllarda oldukça etkilendiği bu hayat biçiminden esinlendiği ve bu parfümü böylesi bir imgelemin ardına sığdırdığını düşünebiliriz.


Kendi sitelerinde parfümlerini odunsu-oryantal olarak sınıflandırmışlar. Başlangıcında portakal aroması ve ferah baharatlar size merhaba diyor. Fakat baharat darken öyle keskin ve boğucu değil. Gayet yumuşak ve portakal ile güzel bir işbirliği yapmış halde. Açıklanan üst notalarına baktığımda kişniş ve portakal çiçeği görüyorum. Anlaşılan bu ikili baş rolde açılışta. Fakat portakal çiçeğinin o kadınsı ve çiçeksi hali pek yok. Daha erkeksi ve daha portakal kabuğu gibi. İyiki de böyle yapmış Ineke. Bence üst notaları gayet güzel. Orta notalara doğru portakal etkisi devam ederken, baharatlar geri çekiliyor. Onun yerine ferah ve yumuşak sayılabilecek tütün ve deri geçiyor. Deri biraz daha geri planda. Ağırlık pipo tütünü gibi kokmayan tütünde diyebilirim. Bu kısmı başları kadar kendime yakın bulamadım. Oysaki tam bir tütün kokusu sever olmama rağmen. Alt notalarında ise portakal aroması oldukça etkisini kaybediyor. Parfümün sonlarında süpriz bir şekilde gül, silhat ve odunsu notaları hissediyorum. Fena bir kapanış değil.

Bazı yorumcuların dediği gibi Field Notes From Paris özellikle portakal aromasının etkisiyle birazcık “ekşi” kokuyor. Özellikle başlangıcında. Orta notalarda da bu ekşilik meyvemsi bir his verebiliyor. Hatta biraz meyve suyu kıvamı bile denebilir. Onun dışında zengin bir aromaya sahip. Hatta biraz karmaşık. Çözmeniz zaman alabilir. Onun için 1-2 kere deneyip karar vermeyin derim.


Şimdi parfümümüz genel olarak yapaylık barındırmıyor. Kalite anlamında sizi tatmin edecektir. Hüzünlü mü desem, belli şeyleri aşmış mı desem karar veremedim. Bana garip bir şekilde eskileri hatırlattı kokusu. Aslında çok modern bir yapısı var genel olarak. Sanki belli yaşın üzerindekiler için daha uygun olacakmış gibi bir hisse kapıldım. Belki 30 hatta 35 yaş ve üzerindeki kişilere uyacak gibime geliyor.

İsmini Paris’ten alan bir parfümün Paris gibi kokması gereker mi? Ya da Paris nasıl kokar? Bu güzel şehre hiç gitmediğim için yorum yapamayacağım. İyi de her şehrin kendine özgü bir kokusu olabilir mi? Bence hem olabilir hem de olamaz. Eğer Paris bir kokuya benzetilseydi ne olabilirdi diye düşünüyorum. Belki romantizminden dolayı modern bir gül gibi olmalı. Ya da ünlü cafélerinde içilen kahvelerin etkisiyle biraz kahve kokmalı. Buradan yola çıkarak Field Notes From Paris, aynı ismi gibi Paris kokuyor dersek sanırım yanılmış oluruz. Ya da böyle bir genelleme zorlama olacaktır.
   

Field Notes From Paris güzel bir parfüm ama harika ya da çok özel değil bence. Yani bir niche marka olduğunu düşünürsek ve fiyatının da ortalamanın üzerinde olacağını varsayarsak büyük boy şişesini almak için çok iyi bir seçenek mi emin değilim.

Eau de Parfum (EDP) olması kalıcılığına çok büyük bir etki yapmamış anlaşılan. Bazı yerlerde kadın parfümü olarak geçse de bence uniseks kullanıma daha yakın. Hatta erkek parfümü olarak satsanız kimse sesini çıkarmaz. Bu arada parfümün şişesindeki Paris haritası da güzel bir detay olarak yerini almış.


Bu sıcak Ağustos günlerinde denemekle hata mı yaptım bilmiyorum. Çünkü genel hali ile biraz serin havaları istiyor sanki. Fakat sıcak yaz günlerinde de performansı fena değildi. Çok boğucu ya da keskin olmadı. Yani sıcaklarda kullanmak beni rahatsız etmedi. Fakat daha ilkbahar-sonbahar kullanımına yakın bir hali var diyebilirim. Parfümün tasarımcısı ise markanın kurucusu ve sahibi Ineke Rühland.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet güzel.
+ Sonlardaki gül ilginç bir süpriz olmuş.
+ Kaliteli kokusu memnun edici.

Eksileri:
- Orta kısmını pek beğenemedim.
- Çok çarpıcı ya da harika bir kokusu yok. Bir şişesini almaya değer mi şüpheliyim.
- Her yerde bulmak zor. Fiyatı da biraz yüksek.

Koku Güzelliği:10/7

25 Ağustos 2012 Cumartesi

Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)



Pierre Cardin Pour Monsieur (1972)  Markanın klasikler arasında yerini almış erkek parfümü.

Yaşım itibariyle 1970’li yılları bilmeme imkan yok ne yazık ki. Hatta Parfüm Merakı blogunun okuyucuları arasında da çok azdır 1970’leri bilenler. Yani yaşı 50 civarı olan pek okuyanım olduğunu sanmıyorum. Varsa da tek tüktür. İyi de neden acaba?

Parfüm bloglarının takipçileri kaç yaş aralığındadır diye bir istatistik var mı bilmiyorum. En azından ülkemizde böyle bir istatistik yapıldığına rastlamadım. Mutlaka yurtdışında bu soruyu merak edip araştıran ve sonuçlarını yayınlayanlar vardır. Fakat uzun süredir yurtdışı merkezli bir çok parfüm blogunu takip eden birisi olarak genel yaş ortalamasının genç olduğunu hissediyorum. Bana ulaşan parfüm severlerin de genel olarak 15-35 yaş arasında olduğunu gözlemliyorum. Tabiki istisnalar olacaktır.

Bu noktada aklıma yine başka sorular geliyor. Mesela yaşı 40 ve üzerindeki insanlar parfümlere gençler kadar ilgi göstermiyorlar mı? Gösteriyorlarsa neden aktif olarak görünür değiller? Yoksa hayatın olgunluk çağını yaşayan bu insanlar, parfümleri gereksiz olarak mı görüyorlar? Parfüm kullanmak onları genç insanlar kadar ilgilendirmiyor mu? Ya da sırtlarındaki sorumluluk küfesinin ağırlığı diğer daha az önemli şeylere dikkat etmelerini mi engelliyor? Belki de “Günlük yaşamın koşuşturması arasında bir de parfümlerle mi uğraşalım” diyorlar. Neden olmasın ki?

Parfüm markalarının da son yıllarda büyük genç  kitleye yönelik parfümler üretmeleri bir tesadüf olamaz sanırım. Zaten çok satan ve popüler parfümlerin alıcıları genç nüfus değil mi? Mesela 40 yaşlarında bir erkeğin Rochas Men ya da Yves Saint Laurent – La Nuit de l’homme kullanma şansı var mı? Bence yok. İyide yaşı belli sınırın üzerindeki insanlar (kadın yada erkek fark etmez) için tasarlanan parfümlerde gözle görünür bir azalma dikkatinizi çekmiyor mu? Peki ne yapacak bu yaşlardaki insanlar?

Aslında cevap basit. 2000 yılı ve öncesinde üretilmiş parfümlere yönelecekler. Mesela Christian Dior – Eau Sauvage, Ralph Lauren - Safari ya da Givenchy – Gentleman. Örnekler arttırılabilir. Neyseki bugün yaşı belli bir olgunluğa ulaşmış erkekler için uygun bir parfüm yazacağım. E her zaman genç işi zıpır parfümlere bakacak değiliz.


Pierre Cardin ismi zihnimde şık ve Fransız bir havası olan erkek takım elbise markası olarak kodlanmış. Dünya çapında faaliyet gösteren bir moda markası olarak da düşünebiliriz. Normal olarak böylesi bir isim parfüm işine de el atmış.

Pierre Cardin Pour Monsiuer markanın ülkemizde çok bilinmeyen eski parfümlerinden birisi. Hatta markanın ürettiği ilk parfümmüş. Zaten 1972 yılında piyasaya sürüldüğünü daha ilk saniyelerde yüzünüze vurmaktan hiç gocunmuyor. Fragrantica’da odunsu-baharatlı olarak sınıflandırılmış. Parfümün başlangıcı eski kokan ve kolonya hissi veren limon, turunçgiller ve aromatik otlar ile gerçekleşiyor. Valla bu açılışa hiç şaşırmadım. Hatta bekliyordum. Çünkü karşımda 1970’lerin başlarında üretilmiş bir arkadaş var. Bence gayet başarılı, erkeksi ve rafine ilk kısım. Hmm. Keyfim yerine geliyor hemen. “Sanırım güzel bir parfümle karşı karşıyayım” düşünceleri içinde orta notalarına odaklanıyorum. Ama o da ne. Olamaz. Üst notalarındaki rafine ve eski kokan turunçgil-limon ikilisine tuhaf ve anlamsız bir deri ekleniyor. Deri mi ondan da emin değilim. Belki sardunya çiçeği, belki benzoin, belki silhat. Ama benim hiç sevmediğim tarzda. Bir yorumcunun “terlemiş deri ayakkabı” benzetmesi sanırım doğru. Orta kısmını hiç sevmedim. Tabiki hemen de keyfim kaçıyor başlangıçtaki kısa güzellikten sonra. Neyseki alt notalarda bu tuhaf deri artık hissedilmiyor. Ortaya hafif tatlı baharatlar, güzel bir deri ve tonka fasulyesi çıkıyor. Son kısmı gayet güzel, konforlu ve şık. Tam bir 1980’ler erkek parfümü sonu adeta. Yani sonuç olarak başlangıcı gayet güzel, orta notaları başarısız ve sonları etkileyici.


Pierre Cardin Pour Monsieur, genel olarak hafif tatlı bir kokuya sahip. Bu tatlılığı muhtemelen bal ile sağlamışlar. Fakat çok iyi ayarlanmış. En dikkat çeken özelliği ise erkeksi yapısı. Zaten döneminin diğer erkek parfümleri gibi maço, erkeksi, keskin ve olgun havasını yeterince taşıyor. Karşımızda tam bir erkek parfümü var. Hemde her şeyiyle.

Parfümümüz dönemiminin eski klasiklerini hatırlatıyor. Biraz Christian Dior – Eau Sauvage var sanki karşımda. Biraz Calvin Klein – Obsession For Men esintileri, hafiften Yves Saint Laurent Pour Homme benzerliği. Ama hiçbirine tam olarak benzemiyor. Sanki hepsinden birer parça almış gibi. Pierre Cardin Pour Monsieur, yaşı 35 hatta 40 ve üzerindeki erkekler için uygun fiyatlı bir seçenek olarak görünüyor. Amaaa…


Şimdi bence parfümümüzün orta notaları oyun bozan kısmı. Yani bazı yorumcularında dediği gibi sulandırılmış deri gibi bir havası var. Benim bu parfümün notunu en çok kıracağım yeri burası olacak. Çünkü o tuhaf ve sinir bozucu orta kısım yüzünden bence bu parfüm tercih edilmemeli. Çünkü neredeyse kokusunun büyük kısmında etkisini gösteriyor. Zaten alt notalarında çok zayıflıyor kokusu. Neredeyse zor hissediliyor. Bence Yves Saint Laurent Pour Homme ve Obsession For Men varken bu parfümün pek isminin geçmemesi gayet normal.

Diğer bir konu ise parfümün anladığım kadarıyla iki versiyonu var. Daha doğrusu iki farklı üreticisi. Bu da markanın telif hakları ile ilgili olabilir. Benim denediğim orijinal ilk sürümü olduğunu tahmin ediyorum. Bir de “Aladdin Fragrance” tarafından üretilen versiyonu varmış. İkiside aynı parfüm. Sanırım reformulasyon gibi bir durumu olmuş. Yeni versiyonundan her zamanki gibi kimse memnun değil. Eğer bulabilirseniz eski sürümünü denemenizde fayda var.


Parfümümüz Eau de Toilette konsantrasyonunda. Sonbahar-kış kullanımına daha yakın gibi duruyor. Genç arkadaşların denemesini pek tavsiye etmem. Herkesin sevebileceği gibi bir kokusu yok. Aman dikkat.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Sonları çok güzel.
+ Eğer yurtdışında yaşıyorsanız çok uygun fiyatlara alabilirsiniz.

Eksileri:
- Orta notalarındaki sulandırılmış deri benzeri koku hiç hoş olmamış.

Koku Güzelliği:10/6.5