28 Mayıs 2012 Pazartesi

Thierry Mugler – A Men Pure Havane (2011)



Thierry Mugler – A Men Pure Havane (2011) Markanın başarılı erkek parfümü.

Ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Bir gün kalkıyorum hava buz gibi neredeyse kış gelmiş. Yağmur, rüzgar. Akşama doğru ise güneş çıkıyor bu sefer sıcacık. Ertesi gün sabah pırıl pırıl bir güneş varken öğleden sonra fırtına gibi yağmur.

Hava olaylarının insanların psikolojilerini ne yönde etkilediğine dair mutlaka bir araştırma yapmıştır İsviçreli bilim adamları. Hava böyle bir açık bir kapalı olunca ferah, hafif, bol turunçgilli yaz parfümleri deneyesim gelmiyor. Onun içinde uzun süredir ihmal ettiğim bir parfüme yer vermek istedim.

Pure Havane’yi kışın bir süre kullandım ve memnun kalmıştım. Fakat malum kışın üzerinize giydiğiniz bir sürü kıyafet marifetiyle, parfümleri çoğunlukla kumaş üzerine sıkıyorsunuz. Oysa bir parfüm en iyi performansını ten üzerinde veriyor. Bende Pure Havane’yi ilk defa ten üzerinde inceleme fırsatı buldum. İyiki de bulmuşum.


Biraz Thierry Mugler çılgınlığından bahsetmek istiyorum. Ünlü Fransız modacı Mugler, 1992 yılında Angel (Kadın versiyonu) ve 1996’da ise A Men (Angel Men) parfümleri ile küçük bir deprem yarattı diyebiliriz. Özellikle 1992’de çıkardığı Angel ile büyük bir hayran kitlesi yakaladı. Hala en çok satan kadın parfümlerinden birisi olan Angel’ın erkek versiyonu da erkekler tarafından yoğun ilgi gördü. Her ne kadar ülkemizde çok kullanılan bir parfüm olmasa da yurtdışında A Men bir fenomene dönüşmüş durumda. Benim de geçtiğimiz aylarda incelediğim A Men’in öyle abartılacak bir yanına rastlamamıştım. Ama görünen o ki Mugler markası rüzgarı arkasına almış durumda.

Thierry Mugler, A Men’in piyasaya çıkmasından 12 yıl sonra A Men Pure Coffee’yi çıkardı. İsminden de anlaşılacağı üzere kahve temalı bu parfüm limitli üretimdi. 2009 yılında ise A Men Pure Malt piyasaya sürüldü. Özellikle Pure Malt çok büyük ilgi gördü parfüm severler tarafından. Neredeyse her tarafta Pure Malt’tan bahseden yazılar okumaktan bıktığım bir zamanda onu da denedim. İsmi gibi içki temalı bu kokuda beni kalbimden vuramamıştı. Artık Thierry Mugler’in parfümleri ile ilgili kafamda kuşkular artmaya başlamıştı.


2010 yılında A Men isimli yeni limitli üretim parfüm çıkartmayan Mugler, 2011’de A Men Pure Havane’yi parfüm severlerin beğenisine sundu. Yani bugünkü konuğum Pure Havane’de limitli üretim olduğu için her yerde bulmanız zor. Fakat ben onu kullanmış şanslılardanım neyseki.

Yine ismi bize ip ucu veriyor. Küba’nın başkenti Havana kullanılmış isimde. Yani buradaki dünyaca ünlü purolara bir gönderme yapılmış. Anlaşılacağı üzere parfümümüz tütün merkezli diyebilirim. Zaten markanın internet sitesinde de kokusu Küba purolarına benzetilmiş.


Pure Havane, oryantal vanilyalı olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı oldukça tatlı bir tütün, vanilya ve biraz da içki ile gerçekleşiyor. Açılışını abisi Pure Malt’a benzettim. Özellikle içki kullanımını. Fakat Pure Malt’tan çok daha güzel. Üst notaları çok başarılı Pure Havane’nin.

Orta notalarına geçildiğinde çok büyük değişiklik yaşanmıyor. İçki teması neredeyse kaybolurken ortaya vişne benzeri meyveler çıkıyor. Bu andan itibaren vişneli tütün kokusuna dönüşüyor. Biraz da çikolatamsı kakao. Tatlılık bu kısımda da devam ediyor. Muhtemelen bal ile sağlanmış tatlılık. Orta notaları da çok güzel. Bir tütün kokusu sever olarak sonunda “aradığım parfümü buldum” hissine kapıldığım ender kokulardan birisine sahip buraya kadar.


Alt notalarda ise parfüm oldukça değişiyor. Tütün ortadan kaybolurken artık Thierry Mugler klasiği haline gelmiş acı kakao ve koyu silhat (paçuli) ile kapanış gerçekleşiyor. Son kısım pek bana göre değil. Bence parfümün en hoş olmayan bölümü.

Pure Havane son yıllarda trend haline gelen “gourmand” parfümlerin güzel örneklerinden birisi. Son kısmı hariç koklamaya doyamadığım parfümlerden oldu. Özellikle vişneli, çikolatamsı, vanilyalı tütün harika. Biraz Tom Ford – Tobacco Vanille’ye benzettim. Sonları büyük abisi A Men’i andırıyor. Keşke o kısım hiç olmasaymış. Yine de şimdiye kadar denediğim en güzel Thierry Mugler parfümü diyebilirim rahatlıkla.

Günlük kullanımda, gece dışarı çıkmalarda ve kulüplerde kullanıma son derece uygun. Tarzları çok benzemese de YSL – La Nuit de L’Homme en büyük rakibi olacak gibi görünüyor. Güzel iltifatlar alacağınızı düşünüyorum. Modern ve seksi. Neredeyse niche parfümlere yaklaşan kalitesi dikkat çekici. Hatta denediğim bir çok niche parfümden bile daha hoşuma gitti. Eğer çok yüksek fiyatlı, tütün merkezli By Kilian – Back to Black ile Pure Havane arasında bir seçim yapacak olsam rahatlıkla Pure Havane’yi seçerdim.


Parfümümüz günümüzün modern, tatlı, baharatlı popüler parfümlerine çok sıkı bir rakip. Fakat en büyük sorun parfümün artık bir çok yerde satışının olmaması. Yani eğer imkanınız varsa yurtdışından getirtebilirsiniz ancak. Bulması zor bir eser. Pure Havane’yi Mugler’in başka parfümlerine de imza atmış Jacques Huclier tasarlamış.

Pure Havane, bence 40 yaşın altındaki genç erkeklere daha çok yakışacaktır. Tam bir sonbahar-kış kokusu.

Artıları:
+ Başlangıcı başarılı.
+ Orta notalar nefis.
+ Tatlı tütün parfümlerinin güzel bir örneği.

Eksileri:
- Son kısmını pek sevmedim.
- Bulması çok zor.

Koku Güzelliği: 10/8.5

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Heeley – Sel Marin (2008)



Heeley – Sel Marin (2008)  Markanın unisex parfümlerinden.

4 Ağustos 1966 yılında, İngiltere Yorkshire doğumlu bir tasarımcı James Heeley. Londra Üniversitesi’nde felsefe ve estetik eğitimi almış. Daha sonra da değişik materyaller kullanarak mobilya tasarımlarına imza atmış. Kendi tarzını modern, minimalist ve saflaştırılmış olarak tanımlıyor. Bir söyleşinde ise tasarımlarındaki ilhamı doğadan aldığını söylemiş.


James Heeley, 1996 yılından itibaren kafayı parfümlere takıyor ve kendisini bu alanda geliştirmeye karar veriyor. Daha sonra sanki kader ağlarını örmüş bir şekilde onu bekliyor. Bir gün ünlü niche parfüm evi Annick Goutal için tasarımlar yapan, Fransa’nın tanınmış çiçekçilerinden Christian Tortu ile tanışıyor. Artık zihninde kocaman bir ışık yanıyor. Ve parfüm tasarım işine girmeye karar veriyor.

Fakat öyle her aklına esenin parfümör olamayacağı çok açık. Bir parfüm tasarlamak için neredeyse kimyagerler kadar bilgiye sahip olmak gerekiyor. Çünkü bizim her gün üzerimize sıktığımız parfümleri oluşturmak için 100’den fazla kimyasal madde bir araya getiriliyor. Ayrıca her elementin ne kadar karıştırılacağı da büyük problemlerden birisi. Bu iş ancak uzun uzun vakit ayrılarak yapılabilecek bir iş. Tabiki en önemlisi de sabır.

                                                                     Markanın kurucusu James Heeley. 

Bazı parfümler birkaç ayda oluşturulurken, kimi parfümlerin tasarlanması bir yılı bulabiliyor. Yani görünen o ki, en iyisi bu işin eğitimini almak. Sadece eğitimini almak da yetmiyor. Algılarınızın açık olması gerek. Yenilikleri ve trendleri takip etmelisiniz. Ayrıca rakipler nasıl parfümler çıkarıyor onları da izlemelisiniz. Bütün bunları yaparken, kendine özgü karakteri olan benzersiz güzellikte kokular meydana getirmelisiniz. Yani anlaşılacağı üzere çok sevmek ve çok emek harcamak gerek parfüm işine.

James Heeley’de zor olan kısmı seçmiş. Kendi kendisini yetiştirmiş parfüm alanında. Ve Heeley isimli niche markasını oluşturmuş. Bu noktada tam da aklıma Andy Tauer geldi. İsviçreli bu parfüm tasarımcısı da kendi niche markasını, kendisini yetiştirerek ortaya çıkarmış. Belki bu isimlere Francis Kurkdjian’ı da ekleyebiliriz.

                                                        Heeley'nin Paris'in merkezindeki mağazası. 

James Heeley'nin Avrupa’nın hayatta olan birkaç bağımsız lüks parfüm evi kurucularından birisi olduğuna vurgu yapılmış. Bu bağımsızlığın da tasarım sürecinde kendisini özgürleştirdiğinden bahsetmiş.

Lafı yine fazla uzattığımı anlayıp hemen dönüyorum inceleyeceğim parfüme. “Sel Marin” markanın “Cardinal” ile birlikte isminden en çok bahsedilen kokusu diyebilirim rahatlıkla. Bir çok yabancı kaynaklı sitede güzel şeyler okuyabilirsiniz Sel Marin için. O yazılanları bir kenara bırakıp, bakalım bana neler hissettirecek onu sizlere anlatmaya çalışacağım.

Aromatik akuatik olarak sınıflandırılan Sel Marin’in açılışında limon ve deniz esintisi baş rolde diyebilirim. Fena değil ilk izlenim. Daha sonrasında da limona biraz turunçgiller ekleniyor. Deniz efekti arkadan hala hissettiriyor kendisini. Sonlara doğru odunsu notalar ve kabe samanı öne çıkıyor. Limon-odunsu notalar işbirliği ile deniz kokusu biraz azalıyor. Böylece tenden ayrılıyor.


Heeley’nin sitesinde, Sel Marin için güneş, sıcak kum ve deniz havası esintisine vurgu yapılmış. Zaten ismindeki “Marin” kelimesi bize nasıl bir kokuyla karşılaşacağımızın ipucunu veriyor. Sel Marin’in Türkçesi ise “Deniz Tuzu” gibi bir şey. James Heeley’de bir söyleşisinde parfümü için şunları söylemiş:

“Sel Marin’in deniz merkezli bir parfüm olması fikrini seviyorum. Denizi seviyorum. Yüzmeyi seviyorum. Ve deniz tarafından sarılmış olmayı seviyorum.”

Karşımızda “deniz gibi kokan” parfümlerden birisi var. Son yıllarda bu tarz kokular sıcak yaz mevsimi için tercih edilir oldu. Tabiki bu kapıyı ilk açan Kenzo Pour Homme’u da unutmayalım. Sel Marin, Kenzo Pour Homme kadar tuzlu kokmuyor. Daha meyvemsi ve turunçgil-limon ağırlıklı. Biraz Bulgari – Aqua Marine’ye benzettim genel olarak. Biraz da Creed – Millesime Imperial’i andırıyor. Fakat iki parfümden de daha güzel diyebilirim Sel Marin. Bence Sel Marin akuatik esintiler taşımasına rağmen turunçgil merkezli bir ana yapıya sahip. Diğer kokular farklı bir tat yaratmak için eklenmiş gibime geliyor. Yer yer meyvemsi (kavun), yer yer de ferah portakal-limon kombinasyonu ile yazın sıcak günlerinde ve plajlarda kullanım için ideal. Fakat yine de harika bir parfüm olduğunu söylemem zor. Belki de benim akuatik parfümlere olan ilgim gittikçe azalıyor.


Eleştirebileceğim yanlarından birisi de EDP olmasına rağmen kalıcılığı ve fark edilirliği yüksek değil. Ayrıca alt notalara doğru hafiften bir yapaylık hissediliyor. Bu yapaylık muhtemelen odunsu notalardan geliyor. Biraz sıradan geldi son kısmı bana.

Newyork Times gazetesinin parfüm kritikçisi Chandler Burr, Sel Marin’i deniz kenarında kullanmaya en uygun parfümlerden birisi olarak göstermiş. Luca Turin ise beş üzerinden dört yıldız vermiş kitabında.


Sel Marin unisex olarak piyasaya sürülmüş. Bence de hem kadınların hem de erkeklerin kullanabileceği gibi. Yaz mevsiminin sıcak günleri için iyi bir seçenek gibi görünüyor.

Artıları:
+ Deniz temalı parfümlerin başarılı sayılabilecek örneklerinden birisi.
+ Turunçgil-limon kullanımını sevdim.

Eksileri:
- Harika veya vazgeçilmez bir kokusu olduğunu düşünmüyorum.
- Son kısımları pek etkileyici değil.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7

24 Mayıs 2012 Perşembe

Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)



Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)  Markanın ilk erkek parfümü.

Bence bazı insanlar gerek zihinlerinin çalışma şekliyle gerekse olaylara farklı açılardan bakabilme yetenekleriyle diğerlerinden farklı ve “özeller”. Mesela önemli liderler, fikir insanları veya sanatçılar.

Bizim sanatçı derken eline mikrofon alıp şarkı söyleyen insanlar aklımıza geliyor muhtemelen. Yada anlamsız resimler yapan ressamlar. Fakat bence modacılarda sanatçı kapsamına girmeli. Mesela Yves Saint Laurent, Coco Chanel ve diğerleri.

                                                          Markanın kurucusu Geoffrey Beene. 

Geoffrey Beene’de Amerika doğumlu bir isim. Eğitimine tıp alanında başlıyor. Sanırım dünyadaki bir çok anne baba gibi “aman çocuğumuz doktor olsun” hayallerindeler. Fakat herkesin çocuğu doktor olacak olsa diğer işleri kim yapacak meçhul.

Bir süre sonra hayalindeki işin doktorluk olmadığını anlayıp eğitimini yarıda bırakıyor ve kıyafetler tasarlamaya başlıyor. Aşık olduğu işi yapmanın motivasyonu ile başarı basamaklarını hızla çıkmakta hiç zorlanmıyor. Onun için “ Modern Amerikan modasının minimalist babası” diyenler çoğunlukta.


Normalde böyle başarılı bir modacının parfüm işine güçlü şekilde girmesini beklenir. İsminin popülerliğini kullanarak, onlarca parfüm piyasaya sürerek güzel kazançlar sağlaması normal karşılanır. Fakat Geoffrey Beene, 1963 yılında kurulmuş bir marka olmasına rağmen, sadece beş tane parfüme imza atmış. Bugün inceleyeceğim Grey Flannel markanın en bilinen parfümü diyebilirim rahatlıkla.    

1970’li yılların ortalarını hatırlayanlar bugün tahminen 50’li yaşlarında olmalılar. Parfüm merakı blogunu okuyan kaç tane 50 yaş ve üzerindeki kişi vardır bilemiyorum. Hiç böyle bir merakım da olmadı. Ama çok fazla kişi olduğunu sanmıyorum. Yaşı 50 ve üzerinde olan erkeklerin mutlaka bileceği bir parfüm olduğunu tahmin ediyorum Grey Flannel’in. Karşımızda 1970’li yılların en popüler parfümlerinden birisi var. Rahatlıkla klasik diyebilirim onun için.


Oryantal odunsu olarak sınıflandırılmış Grey Flannel. Başlangıcı küçük bir şok etkisi yarattı bende. Algıları zorlayan, tuhaf ve sevmesi zor bir açılış. Nasıl anlatayım bilemedim. Tozlu, kuru, sert bir lavanta-bergamot ikilisine benzettim. Sanki binlerce yıl öncesinden gelen bir koku. Başlangıcı bana çok uzak. Biraz eski lavanta kolonyalarına benzettim.

Orta notalara doğru neyseki bu gaddar koku ortadan kayboluyor. Onun yerine bol sabunsu-pudralı koku geliyor. Bu sabunsuluğa erkeksi çiçekler de eşlik ediyor. Muhtemelen menekşe. Çünkü bu parfümü Fahrenheit’e benzeten epey kişi var. Bu benzerlik iki parfümdeki menekşe notası sayesinde olabilir. Orta notalar da hiç bana göre değil. Grey Flannel alt notalarda ise yine değişim gösteriyor. Sabunsuluk azalırken, odunsu notalar kendisini öne çıkarıyor. Biraz da tatlılık ekleniyor. Bence sonları parfümün en güzel ve etkileyici kısmı. Alt notalara benden on puan.


Evet Grey Flannel hakkında ne düşündüğüm çok açık. Böylesi eski kokan sabunsu bir parfüm hiçbir zaman tercih edeceğim gibi değil. Evet o bir klasik. Eskilere her zaman saygımız var. Ama bu parfümün özellikle üst ve orta notaları bana çok çok uzak.   

Grey Flannel’in alt notaları bana tuhaf bir şekilde Amouage’ları hatırlattı. Onlar kadar detaylı ve zengin olmasa da Grey Flannel’in son kısmı bence Amouage – Gold Men’i biraz anımsatıyor.

Pudramsı-sabunsuluk ve menekşe benim parfümlerde hiç de sevdiğim kokular değil. Yani Grey Flannel’den nefret etmek için çok sebebim var. Fakat çok başarılı alt notalarının hatırına kötü şeyler söylemek istemiyorum. Yine de hiçbir zaman bir şişesini alıp kullanacağımı sanmıyorum. Grey Flannel ile ayrı dünyaların insanlarıyız. Bu çok açık.


Bazı yorumcular Fahrenheit’a benzetmişler kokusunu. Evet biraz orta notalara doğru andırıyor. Onun sebebi muhtemelen menekşe. Fahrenheit daha motor yağı gibi kokarken, Grey Flannel sabunsu.

Eğer yaşınız 40 ve üzerindeyse, zıpır, modern, şekerli parfümler ilginizi hiç çekmiyorsa ve bol sabunsu, erkeksi bir parfüm arıyorsanız Grey Flannel’e bir şans verebilirisiniz. Luca Turin kitabında beş üzerinden beş yıldız vererek çok beğendiğini anlatmış. Biraz şaşırdım açıkçası bu kadar yüksek bir nota. Piyasaya sürüldükten bir sene sonra 1976’da FIFI tarafından “En başarılı erkek parfümü” seçilmiş.


Grey Flannel, keskin yapısından dolayı sonbahar-kış mevsiminde kullanıma uyacak gibi görünüyor. Genç arkadaşlar pek denemesinler. Çünkü ilgilerini çekeceğini sanmıyorum. Biraz “yaş” istiyor tarzı. Benim için bile fazla yaşlı kokusu. Denemeden kesinlikle almayın.

Artıları:
+ Alt notaları çok konforlu ve başarılı.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kokuyu sevmedim.
- Orta notaları da bana göre değil.
- Eski ve nostaljik kokusu çoğu kimsenin ilgisini çekmeyebilir.

Koku Güzelliği:10/6

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)


Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)  Markanın uinsex olarak piyasaya sürülmüş parfümü.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarının öneminin ne kadar farkındayız diye sorsam sanırım gelecek cevapları hepimiz az çok tahmin edebiliriz. Hayır bize öğretilen “Asya ile Avrupa kıtasının birleştiği yer” gibi klişelerden uzaklaşmak istiyorum. Çünkü ömrümüz bu tür laflarla ve övünmelerle geçiyor.

Dünyanın en eski yaşam olan coğrafyalarından birinde ikamet ediyoruz. Bu toprakların tarihi binlerce yıl öncesine kadar giderken, kaçımız bu muazzam tarihi biliyoruz. Yada ilgileniyoruz. Mesela M.S. 325 yılında yapılan İznik konsülü ile Hristiyanlığın en önemli dönüşümlerinden birisini yaşadığını kaçımız biliyoruz.

Romalılar, Antik Yunan, Selçuklular, Osmanlılar bu coğrafyada yaşamış bazı uygarlıklar. Romalılardan öncesini ise saymıyorum bile. Ülkemizin neresini 2-3 metre kazsanız tarih fışkırırken, sanata ve mimariye verdiğimiz önem ne alemde acaba?

Ekonomik gelişmeyi TOKİ’nin yamuk yumuk çirkin ve kalitesiz apartmanlar yapması olduğunu sanan yöneticiler, acaba hiç Aya Sofya’yı, Efes ve Olimpos harabelerini, Anadolu’daki mimari harikası antik tiyatroları, Mimar Sinan’ın şaheserlerini görmüyorlar mı? Üstelik bu eserlerin bir çoğu burunlarının dibi olan İstanbul’dayken.

Binlerce yıllık inanılmaz bir tarihin, mimarinin ve medeniyetin üzerinde otururken, biz “muhafazakar sanat olur” mu gibi saçmalıkları tartışıyoruz. Yada Kars’daki heykeli “gölge yapıyor” diye dümdüz edip yıkıyoruz. Çok merak ediyorum artık ne zaman kafamızı çalıştırmaya başlayacağız. Körleşmiş gözlerimiz ne zaman görmeye başlayacak? Neden ileriye doğru gitmek varken geriye doğru gitmeyi tercih ediyoruz? Yoksa ülkece başımıza gelen bütün sıkıntıları hakediyor muyuz?

Yahu parfüm merakı bu tarih eleştirisi de nereden çıktı? Biz kör topal yaşıyoruz bu memlekette. Daha iyi bir hayat bizim neyimize. Niye rahatımızı bozmaya çalışıyorsun diyenlerdenseniz zaten söyleyecek sözüm yok.


Bugünkü parfümün konusu aklıma ister istemez Anadolu’nun tarihini getirdi. Annick Goutal’ın inceleyeceğim parfümü en bilinen Roma imparatorlarından olan Hadrian’dan (Hadrianus) esinlenmiş. Daha doğrusu Marguerite Yourcenar’ın "Memoirs of Hadrien” isimli romanından ilham almış. Hayatının büyük bölümü Anadolu yollarında savaşlara giderek geçmiş olan İmparator Hadrian’ın ismi bir niche parfüm evinin kokusu olarak karşımızda. Yani yine “hikayesi olan parfümlerden” birisi Eau d’Hadrien.

Anlaşılacağı üzere Annick Goutal parfüm evi, Roma dönemine gönderme yapmış bu parfüm ile. Bir parfümde 2000 yıl önce yaşamış imparatora atıf yapılması, hatta parfüme onun ismi konulması bir anlamda kendi tarihine sahip çıkmak olarak düşünülebilir. Bizim bir türlü beceremediğimiz şeyi yani.


Detaylara geçmeden önce benim denediğim EDT versiyonu olduğunu söyleyeyim. Bir de EDP olanı varmış. Onu henüz denemedim. “Hadrien’in Suyu” anlamına geldiğini anladığım Eau d’Hadrien kendi sitelerinde turunçgilli olarak sınıflandırılmış. Açılışı tam bir limon egemenliğinde gerçekleşiyor. Parlak, canlı, taze, doğal ve çok gerçekçi bir limon. Nefis bir başlangıcı var. Eğer limon kokularını seviyorsanız daha iyisini bulabilirmisiniz şüpheliyim. Üst notaları biraz Penhaligon’s – Blenheim Bouquet’i anımsattı bana.

Orta notalara doğru limon biraz geride kalırken ortaya turunçgiller çıkıyor. Greyfurt mu desem, portakal mı, mandalina mı karar veremedim. Bu kısım başlangıcı kadar başarılı olmasa da fena değil. Alt notaları ise parfümün en vasat yeri diyebilirim. Limon-turunçgile odunsu notalar ekleniyor. Fakat çok doğal ve yüksek kaliteli bir his yok. Ortalama bir ferah odunsu kapanış yapıyor Eau d’Hadrien.


Parfümümüz aslında çok basit bir kokuya sahip. Bolca limon, turunçgiller ve odunsu notalar. Anlaşılacağı üzere yaz mevsimine uygun, yumuşak, ferah, kullanımı kolay bir parfüm. Bence deneyen bir çok kişinin sevebileceği gibi. Ama harika mı? Tabiki değil. Yani bu kadar basit bir kokuya böylesi yüksek bir fiyat verilir mi derseniz de haklısınız. Bir niche markadan çok daha ilginç bir parfüm beklemek sanırım hakkımız.

Eau d’Hadrien, sanki limon ağaçlarının içinde geziniyormuşsunuz gibi hissettiriyor sizi. İmparator Hadrian’ın sarayının özel bahçesindeki çeşit çeşit meyveler aklıma geliyor bu parfümü giydiğimde. İmparator yine uzun bir yolculuktan gelmiş ve dinlenmek için odasına gitmek istiyor. Fakat daha önce en sevdiği şeylerden olan gizli, küçük bahçesine uğruyor. Son gördüğünden beri kendi elleriyle diktiği limonlar büyümüş. Bir tanesini koparıyor ve kokluyor. İçinin mutlulukla dolduğunu hissediyor. İşte Eau d’Hadrien bana böyle bir tablo çağrıştırıyor.


Şimdi şöyle bir durum var. Açıkçası parfümü denemeden önce onun 1981 yılı çıkışlı olduğunu gördüğümde acaba yine Christian Dior – Eau Sauvage gibi “eski” kokan bir şipre-turunçgil ile karşılaşır mıyım diye düşündüm. Fakat parfümü deneme sürecinde işin hiç de öyle olmadığını gördüm. Eau d’Hadrien düşündüğüm gibi “eski veya demode” bir kokuya sahip değil. Sanki 2-3 sene önce tasarlanmış gibi. Bu da gösteriyor ki aradan geçen on yıllar hiç de eskitmemiş kokusunu. Yani Eau d’Hadrien için “zamansız” bir parfüm diyebilirim. En azından kendi adıma durum böyle. 

2008 yılında bağımsız parfüm organizasyonu FIFI tarafından “Onur Ödülüne” layık görülmüş Eau d’Hadrien. 2009 yılında ise reformüle edildiğine dair bir bilgiye rastladım. Parfümün tasarımını ise bizzat Annick Goutal yapmış. Luca Turin kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş ve “odunsu limon” olarak sınıflandırmış.


Eau d’Hadrien, ferah, hafif bir limon-turunçgil kokusu olarak ilkbahar-yaz ayları için ideal. Yüksek sayılabilecek fiyatı yüzünden denemeden almamak daha iyi bir fikir. Unisex olarak satışa sunulmuş. Bence de doğru bir karar. Hem erkeklerin hem de kadınların rahatlıkla kullanabileceği yapıda.

Artıları:
+ Başlangıcındaki limon kokusu çok başarılı.
+ Sıcak yaz günleri için iyi bir alternatif.

Eksileri:
- Sonlara doğru kokusu biraz sıradanlaşıyor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5