24 Mayıs 2012 Perşembe

Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)



Geoffrey Beene – Grey Flannel (1975)  Markanın ilk erkek parfümü.

Bence bazı insanlar gerek zihinlerinin çalışma şekliyle gerekse olaylara farklı açılardan bakabilme yetenekleriyle diğerlerinden farklı ve “özeller”. Mesela önemli liderler, fikir insanları veya sanatçılar.

Bizim sanatçı derken eline mikrofon alıp şarkı söyleyen insanlar aklımıza geliyor muhtemelen. Yada anlamsız resimler yapan ressamlar. Fakat bence modacılarda sanatçı kapsamına girmeli. Mesela Yves Saint Laurent, Coco Chanel ve diğerleri.

                                                          Markanın kurucusu Geoffrey Beene. 

Geoffrey Beene’de Amerika doğumlu bir isim. Eğitimine tıp alanında başlıyor. Sanırım dünyadaki bir çok anne baba gibi “aman çocuğumuz doktor olsun” hayallerindeler. Fakat herkesin çocuğu doktor olacak olsa diğer işleri kim yapacak meçhul.

Bir süre sonra hayalindeki işin doktorluk olmadığını anlayıp eğitimini yarıda bırakıyor ve kıyafetler tasarlamaya başlıyor. Aşık olduğu işi yapmanın motivasyonu ile başarı basamaklarını hızla çıkmakta hiç zorlanmıyor. Onun için “ Modern Amerikan modasının minimalist babası” diyenler çoğunlukta.


Normalde böyle başarılı bir modacının parfüm işine güçlü şekilde girmesini beklenir. İsminin popülerliğini kullanarak, onlarca parfüm piyasaya sürerek güzel kazançlar sağlaması normal karşılanır. Fakat Geoffrey Beene, 1963 yılında kurulmuş bir marka olmasına rağmen, sadece beş tane parfüme imza atmış. Bugün inceleyeceğim Grey Flannel markanın en bilinen parfümü diyebilirim rahatlıkla.    

1970’li yılların ortalarını hatırlayanlar bugün tahminen 50’li yaşlarında olmalılar. Parfüm merakı blogunu okuyan kaç tane 50 yaş ve üzerindeki kişi vardır bilemiyorum. Hiç böyle bir merakım da olmadı. Ama çok fazla kişi olduğunu sanmıyorum. Yaşı 50 ve üzerinde olan erkeklerin mutlaka bileceği bir parfüm olduğunu tahmin ediyorum Grey Flannel’in. Karşımızda 1970’li yılların en popüler parfümlerinden birisi var. Rahatlıkla klasik diyebilirim onun için.


Oryantal odunsu olarak sınıflandırılmış Grey Flannel. Başlangıcı küçük bir şok etkisi yarattı bende. Algıları zorlayan, tuhaf ve sevmesi zor bir açılış. Nasıl anlatayım bilemedim. Tozlu, kuru, sert bir lavanta-bergamot ikilisine benzettim. Sanki binlerce yıl öncesinden gelen bir koku. Başlangıcı bana çok uzak. Biraz eski lavanta kolonyalarına benzettim.

Orta notalara doğru neyseki bu gaddar koku ortadan kayboluyor. Onun yerine bol sabunsu-pudralı koku geliyor. Bu sabunsuluğa erkeksi çiçekler de eşlik ediyor. Muhtemelen menekşe. Çünkü bu parfümü Fahrenheit’e benzeten epey kişi var. Bu benzerlik iki parfümdeki menekşe notası sayesinde olabilir. Orta notalar da hiç bana göre değil. Grey Flannel alt notalarda ise yine değişim gösteriyor. Sabunsuluk azalırken, odunsu notalar kendisini öne çıkarıyor. Biraz da tatlılık ekleniyor. Bence sonları parfümün en güzel ve etkileyici kısmı. Alt notalara benden on puan.


Evet Grey Flannel hakkında ne düşündüğüm çok açık. Böylesi eski kokan sabunsu bir parfüm hiçbir zaman tercih edeceğim gibi değil. Evet o bir klasik. Eskilere her zaman saygımız var. Ama bu parfümün özellikle üst ve orta notaları bana çok çok uzak.   

Grey Flannel’in alt notaları bana tuhaf bir şekilde Amouage’ları hatırlattı. Onlar kadar detaylı ve zengin olmasa da Grey Flannel’in son kısmı bence Amouage – Gold Men’i biraz anımsatıyor.

Pudramsı-sabunsuluk ve menekşe benim parfümlerde hiç de sevdiğim kokular değil. Yani Grey Flannel’den nefret etmek için çok sebebim var. Fakat çok başarılı alt notalarının hatırına kötü şeyler söylemek istemiyorum. Yine de hiçbir zaman bir şişesini alıp kullanacağımı sanmıyorum. Grey Flannel ile ayrı dünyaların insanlarıyız. Bu çok açık.


Bazı yorumcular Fahrenheit’a benzetmişler kokusunu. Evet biraz orta notalara doğru andırıyor. Onun sebebi muhtemelen menekşe. Fahrenheit daha motor yağı gibi kokarken, Grey Flannel sabunsu.

Eğer yaşınız 40 ve üzerindeyse, zıpır, modern, şekerli parfümler ilginizi hiç çekmiyorsa ve bol sabunsu, erkeksi bir parfüm arıyorsanız Grey Flannel’e bir şans verebilirisiniz. Luca Turin kitabında beş üzerinden beş yıldız vererek çok beğendiğini anlatmış. Biraz şaşırdım açıkçası bu kadar yüksek bir nota. Piyasaya sürüldükten bir sene sonra 1976’da FIFI tarafından “En başarılı erkek parfümü” seçilmiş.


Grey Flannel, keskin yapısından dolayı sonbahar-kış mevsiminde kullanıma uyacak gibi görünüyor. Genç arkadaşlar pek denemesinler. Çünkü ilgilerini çekeceğini sanmıyorum. Biraz “yaş” istiyor tarzı. Benim için bile fazla yaşlı kokusu. Denemeden kesinlikle almayın.

Artıları:
+ Alt notaları çok konforlu ve başarılı.
+ Yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Eksileri:
- Başlangıcındaki kokuyu sevmedim.
- Orta notaları da bana göre değil.
- Eski ve nostaljik kokusu çoğu kimsenin ilgisini çekmeyebilir.

Koku Güzelliği:10/6

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)


Annick Goutal – Eau d’Hadrien (1981)  Markanın uinsex olarak piyasaya sürülmüş parfümü.

Üzerinde yaşadığımız Anadolu topraklarının öneminin ne kadar farkındayız diye sorsam sanırım gelecek cevapları hepimiz az çok tahmin edebiliriz. Hayır bize öğretilen “Asya ile Avrupa kıtasının birleştiği yer” gibi klişelerden uzaklaşmak istiyorum. Çünkü ömrümüz bu tür laflarla ve övünmelerle geçiyor.

Dünyanın en eski yaşam olan coğrafyalarından birinde ikamet ediyoruz. Bu toprakların tarihi binlerce yıl öncesine kadar giderken, kaçımız bu muazzam tarihi biliyoruz. Yada ilgileniyoruz. Mesela M.S. 325 yılında yapılan İznik konsülü ile Hristiyanlığın en önemli dönüşümlerinden birisini yaşadığını kaçımız biliyoruz.

Romalılar, Antik Yunan, Selçuklular, Osmanlılar bu coğrafyada yaşamış bazı uygarlıklar. Romalılardan öncesini ise saymıyorum bile. Ülkemizin neresini 2-3 metre kazsanız tarih fışkırırken, sanata ve mimariye verdiğimiz önem ne alemde acaba?

Ekonomik gelişmeyi TOKİ’nin yamuk yumuk çirkin ve kalitesiz apartmanlar yapması olduğunu sanan yöneticiler, acaba hiç Aya Sofya’yı, Efes ve Olimpos harabelerini, Anadolu’daki mimari harikası antik tiyatroları, Mimar Sinan’ın şaheserlerini görmüyorlar mı? Üstelik bu eserlerin bir çoğu burunlarının dibi olan İstanbul’dayken.

Binlerce yıllık inanılmaz bir tarihin, mimarinin ve medeniyetin üzerinde otururken, biz “muhafazakar sanat olur” mu gibi saçmalıkları tartışıyoruz. Yada Kars’daki heykeli “gölge yapıyor” diye dümdüz edip yıkıyoruz. Çok merak ediyorum artık ne zaman kafamızı çalıştırmaya başlayacağız. Körleşmiş gözlerimiz ne zaman görmeye başlayacak? Neden ileriye doğru gitmek varken geriye doğru gitmeyi tercih ediyoruz? Yoksa ülkece başımıza gelen bütün sıkıntıları hakediyor muyuz?

Yahu parfüm merakı bu tarih eleştirisi de nereden çıktı? Biz kör topal yaşıyoruz bu memlekette. Daha iyi bir hayat bizim neyimize. Niye rahatımızı bozmaya çalışıyorsun diyenlerdenseniz zaten söyleyecek sözüm yok.


Bugünkü parfümün konusu aklıma ister istemez Anadolu’nun tarihini getirdi. Annick Goutal’ın inceleyeceğim parfümü en bilinen Roma imparatorlarından olan Hadrian’dan (Hadrianus) esinlenmiş. Daha doğrusu Marguerite Yourcenar’ın "Memoirs of Hadrien” isimli romanından ilham almış. Hayatının büyük bölümü Anadolu yollarında savaşlara giderek geçmiş olan İmparator Hadrian’ın ismi bir niche parfüm evinin kokusu olarak karşımızda. Yani yine “hikayesi olan parfümlerden” birisi Eau d’Hadrien.

Anlaşılacağı üzere Annick Goutal parfüm evi, Roma dönemine gönderme yapmış bu parfüm ile. Bir parfümde 2000 yıl önce yaşamış imparatora atıf yapılması, hatta parfüme onun ismi konulması bir anlamda kendi tarihine sahip çıkmak olarak düşünülebilir. Bizim bir türlü beceremediğimiz şeyi yani.


Detaylara geçmeden önce benim denediğim EDT versiyonu olduğunu söyleyeyim. Bir de EDP olanı varmış. Onu henüz denemedim. “Hadrien’in Suyu” anlamına geldiğini anladığım Eau d’Hadrien kendi sitelerinde turunçgilli olarak sınıflandırılmış. Açılışı tam bir limon egemenliğinde gerçekleşiyor. Parlak, canlı, taze, doğal ve çok gerçekçi bir limon. Nefis bir başlangıcı var. Eğer limon kokularını seviyorsanız daha iyisini bulabilirmisiniz şüpheliyim. Üst notaları biraz Penhaligon’s – Blenheim Bouquet’i anımsattı bana.

Orta notalara doğru limon biraz geride kalırken ortaya turunçgiller çıkıyor. Greyfurt mu desem, portakal mı, mandalina mı karar veremedim. Bu kısım başlangıcı kadar başarılı olmasa da fena değil. Alt notaları ise parfümün en vasat yeri diyebilirim. Limon-turunçgile odunsu notalar ekleniyor. Fakat çok doğal ve yüksek kaliteli bir his yok. Ortalama bir ferah odunsu kapanış yapıyor Eau d’Hadrien.


Parfümümüz aslında çok basit bir kokuya sahip. Bolca limon, turunçgiller ve odunsu notalar. Anlaşılacağı üzere yaz mevsimine uygun, yumuşak, ferah, kullanımı kolay bir parfüm. Bence deneyen bir çok kişinin sevebileceği gibi. Ama harika mı? Tabiki değil. Yani bu kadar basit bir kokuya böylesi yüksek bir fiyat verilir mi derseniz de haklısınız. Bir niche markadan çok daha ilginç bir parfüm beklemek sanırım hakkımız.

Eau d’Hadrien, sanki limon ağaçlarının içinde geziniyormuşsunuz gibi hissettiriyor sizi. İmparator Hadrian’ın sarayının özel bahçesindeki çeşit çeşit meyveler aklıma geliyor bu parfümü giydiğimde. İmparator yine uzun bir yolculuktan gelmiş ve dinlenmek için odasına gitmek istiyor. Fakat daha önce en sevdiği şeylerden olan gizli, küçük bahçesine uğruyor. Son gördüğünden beri kendi elleriyle diktiği limonlar büyümüş. Bir tanesini koparıyor ve kokluyor. İçinin mutlulukla dolduğunu hissediyor. İşte Eau d’Hadrien bana böyle bir tablo çağrıştırıyor.


Şimdi şöyle bir durum var. Açıkçası parfümü denemeden önce onun 1981 yılı çıkışlı olduğunu gördüğümde acaba yine Christian Dior – Eau Sauvage gibi “eski” kokan bir şipre-turunçgil ile karşılaşır mıyım diye düşündüm. Fakat parfümü deneme sürecinde işin hiç de öyle olmadığını gördüm. Eau d’Hadrien düşündüğüm gibi “eski veya demode” bir kokuya sahip değil. Sanki 2-3 sene önce tasarlanmış gibi. Bu da gösteriyor ki aradan geçen on yıllar hiç de eskitmemiş kokusunu. Yani Eau d’Hadrien için “zamansız” bir parfüm diyebilirim. En azından kendi adıma durum böyle. 

2008 yılında bağımsız parfüm organizasyonu FIFI tarafından “Onur Ödülüne” layık görülmüş Eau d’Hadrien. 2009 yılında ise reformüle edildiğine dair bir bilgiye rastladım. Parfümün tasarımını ise bizzat Annick Goutal yapmış. Luca Turin kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş ve “odunsu limon” olarak sınıflandırmış.


Eau d’Hadrien, ferah, hafif bir limon-turunçgil kokusu olarak ilkbahar-yaz ayları için ideal. Yüksek sayılabilecek fiyatı yüzünden denemeden almamak daha iyi bir fikir. Unisex olarak satışa sunulmuş. Bence de doğru bir karar. Hem erkeklerin hem de kadınların rahatlıkla kullanabileceği yapıda.

Artıları:
+ Başlangıcındaki limon kokusu çok başarılı.
+ Sıcak yaz günleri için iyi bir alternatif.

Eksileri:
- Sonlara doğru kokusu biraz sıradanlaşıyor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7.5

18 Mayıs 2012 Cuma

Carolina Herrera - Herrera For Men (1991)



Carolina Herrera - Herrera For Men (1991) Markanın ilk erkek parfümü.

Tütün kokusu merkezli parfümlere merakım beni 1991 yılındaki pek yeni sayılamayacak bir yere kadar götürdü. Geçtiğimiz haftalarda büyük bir hevesle denediğim Miller Harris’in Feuilles de Tabac’ı biraz hayal kırıklığına uğratmıştı beni. Bugün yine tütün ağırlıklı olduğunu okuduğum bir koku olan Carolina Herrera For Men’i inceleyeceğim.

Fragrantica’da odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Başlangıcı buruk turunçgiller, aromatik otlar ve lavanta ile gerçekleşiyor. Biraz eskileri hatırlattı bana açılışı. Zaten 21 yaşında bir parfümden bahsediyoruz. O kadarcık “nostalji” olsun. Orta notalara gelindiğinde lavanta ve aromatik otlar geri çekilirken ortaya baharatlar çıkıyor. Evet bu kısımda baharatların hakimiyeti daha güçlü. Tarçın yada karabiber benzeri bir kokuya buruk meyvemsi turunçgiller eşlik ediyor. Çok garip bir hal alıyor bu andan itibaren. Pek alışıldık bir tarzda değil. Çok sevdiğimi söyleyemem. Sonlara doğru bence parfümün en güzel tarafı kendisini gösteriyor. Ferah sayılabilecek tütün, misk ve biraz da amber gayet başarılı. Asıl sürprizi sona saklamışlar anlaşılan.


Herrera For Men’i deneme sürecinde bir parfüme çok benzediğini düşünüp dururken yardımıma bu kokuyu denemiş arkadaşlar yetişti. Şimdi şöyle söyleyeyim benzettiğim parfümleri: Başlangıcı benim hiç sevmediğim Burberry For Men’i andırıyor. Orta notalara doğru Paco Rabanne XS’e oldukça yakın kokusu. Son kısım ise şaşırtıcı derecede Dolce & Gabbana Pour Homme’a yakın. Sanki Herrera For Men bu üç parfümün birleşiminden oluşuyor. Fakat parfümümüz bu üç arkadaştan da daha eski olduğu için sanırım “esinlenme” diğerleri tarafından gerçekleşmiş. Sanki bu üç parfüm merkeze Herrera For Men’i alarak kokularına şekil vermişler. Zaten parfümlerin çıkış tarihleri de birbirlerine yakın. Tabiki bu benim düşüncem. Böyle bir resmi bilgiye rastlamadım.


Herrera For Men, 1990’ların hemen başında üretilmiş aromatik fujer klasiklerinden birisi benim gözümde. Bu anlamda 1980’li yılların keskin, sert ve çok erkeksi şiprelerine benzemiyor. Zaten şiprelerde pek bulunmayan tatlılık, Herrera For Men’de bolca var. Fakat öyle bayık şekerli bir tatlılık değil. Daha kontrollü.

Herrera For Men genel olarak çok büyük değişiklik göstermeden ilerleyen bir kokuya sahip. Bu anlamda küçük bir eleştiri getirilebilir. Bir de orta notalardaki o garip baharatlı kısımı sevemedim. Bence bu parfüm aynı şişesi gibi “gri” bir kokuya sahip. Eğer Burberry For Men ve Paco Rabanne XS’i seviyorsanız deneyebilirsiniz. Genel olarak olgun ve üst yaş gruplarını hedefleyen bir yapısı var.


Parfümün tasarımını Rosendo Mateu ve Carlos Benaim birlikte yapmışlar. Luca Turin’de kitabında beş üzerinden üç yıldız vermiş. Herrera For Men sonbahar-kış mevsimi kullanımına daha uygun gibi. 30 hatta 35 yaş üstü erkeklere daha yakışacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Son bölümdeki koku gayet başarılı.

Eksileri:
- Orta notalardaki garip kokuyu hiç sevemedim.
- Herkesin beğenebileceği “güvenli” bir yapıda değil. Denemeden almayın derim.

Koku Güzelliği:10/6.5

16 Mayıs 2012 Çarşamba

Comme des Garçons – Sequoia (2001)



Comme des Garçons – Sequoia (2001)  Markanın “Red” serisine mensup unisex parfümü.

Ana vatanı Kuzey Amerika kıtası olan bir ağaç düşünün. Boyu 100 metreyi aşan. Gölgesi bile 400 metre civarında olan. Gövde çapı 16 metreye kadar ulaşan. Sürekli olarak yeşil kalabilen. Dünyanın en uzun yaşayan ağaçlarından sayılan. Çok kalın kabukları olan. Ve dünyanın en büyük ağaçları arasında yer alan.

Türkçeye “Sekoya yada Mamut Ağacı” olarak çevrilen bu dev mucizenin asıl adı Sequoia. Bu ağacın keşfi de oldukça ilginçmiş. Şöyleki:

                                                                     Bir Sequoia ağacı.

1853 yılının bir ilkbahar sabahı, karşısına çıkan bir ayıyı kovalayan altın arayıcısı tarafından keşfedilmiş Sequoia ağacı. Adam 99 metreye kadar yükselen bu ağaçlarla karşılaşınca o kadar hayret etmişti ki, takip ettiği ayıyı bile unutmuş. Sequoia ismi, hayatını bir kızılderili alfabesi hazırlamaya vakfeden Cherokee kabilesi reisi Sequoia'ya izâfeten verilmiş. Bazı ağaçların ise 3.000 yıllık olduğu tahmin ediliyormuş.

Bu akıl almaz ağaçların bizi ilgilendiren kısmı ise bir parfüme isim babalığı yapması. İlginç bir marka olan Comme des Garçons, 2000 yılından itibaren farklı bir konsept ile karşımızda. Bu tarihten başlayarak her sene bir tema seçerek parfümlerini o konsepte göre hazırlıyorlar. Mesela 2000 yılındaki parfümlerinin teması “Leaves” idi. Bu seride beş parfüm yer aldı. 2001 yılında ikici teması ise “Red” idi. Bu seride de beş parfüme imza attılar. Bugün inceleyeceğim Sequoia, Red serisinin bir üyesi. Hatta Red serisinin en popüler üyesi bile diyebilirim.


Parfümümüz odunsu olarak sınıflandırılmış. Kesinlikle doğru bence de. Sequoia’nın başlangıcı karmaşık bir koku ile gerçekleşiyor. Açıklanan notalarına baktığımda daha önce hiç içmediğim bir içki olan Rom var. Başlangıcındaki alkol benzeri koku muhtemelen Rom’dan geliyor. Biraz da odunsular. Açılışını çok sevdiğimi söyleyemem.

Bir süre sonra alkol benzeri koku geri çekilirken odunsu karakter kendisini göstermeye başlıyor. Orta notalar tartışmasız parfümün en beğenilesi ve zengin kısmı. Kırmızı meyveler, reçine, kozalak, çam hafif bir tatlılık ile harmanlanmış. Çam derken aklınıza Polo Classic gelmesin. Çok daha modern ve derin. Alt notalarında ise orta notalarındaki zenginlik ve şamata kalmıyor. Çok sade bir tütsü benzeri odunsu koku derinlerden kendisini hissettiriyor. Parfümün notaları arasında “Öd Ağacı”da var. Son kısım büyük ihtimalle öd ağacına ayrılmış. Fakat bu bölümde parfüm o kadar zayıflıyor ki hissetmek güç.

Sequoia, ismini bir ağaçtan aldığını bize gayet güçlü bir şekilde hissettiriyor. Parfüm neredeyse odunsu-ağaçsı kokular üzerine inşa edilmiş. Diğer unsurlar yardımcı oyuncu gibi. Tabiki burada aromatik ağaçsı kokulardan bahsediyorum. Sert ve keskin değiller hiçbir zaman.


Bu parfümü daha ilk denediğimde bir kokuya çok benzediğini anladım. Uzun süre düşündüm ve sonunda buldum. Geçtiğimiz aylarda denediğim Serge Lutens – Fille en Aiguilles’i andırıyor. Ama Sequoia onun kadar başarılı ve etkileyici değil. Serge Lutens’in kokusu çok daha kaliteli ve harmanı güçlü.

Sequoia ortalama üzeri bir modern, aromatik odunsu kombinasyon. Ana akım markalardan bir basamak yukarıda gibi görünüyorsa da çok yüksek kaliteli bir parfüm hissi vermedi bana. Koku güzelliği anlamında da harikalar yaratmıyor. Yine de bu tarzın meraklılarının oldukça seveceğini düşünüyorum. Denemeden almak çok iyi bir fikir değil.

Parfümün tasarımını genellikle niche markalar için çalışan Bertrand Duchaufour yapmış. Unisex olarak sunulmuş. İçeriğindeki yüksek miktarda odunsu notalar sayesinde erkek kullanımına daha yakın görünüyor. Sonbahar-kış mevsimine uyacak gibi. Yazın biraz rahatsız edici olabilir.

Artıları:
+ Orta notaları çok zengin ve ilginç.
+ Ağaçsı, çamsı, tütsümsü kokuları seviyorsanız sizi tatmin edecektir.

Eksileri:
- Başlangıcını çok sevmedim.
- Büyük boy şişesi alınacak kadar enteresan gelmedi.
- Fiyatı yüksek.

Koku Güzelliği:10/7