17 Nisan 2012 Salı

L’Artisan Parfumeur – Tea for Two (2000)


L’Artisan Parfumeur – Tea for Two (2000)  Markanın unisex parfümlerinden.

Çay içmeyi mi seversiniz kahve içmeyi mi sorusunu dünyanın farklı ülkelerindeki insanlara sorsak cevaplar da birbirinden farklı olacak kuşkusuz. Bir Amerikalı, Kanadalı, Fransız yada en büyük kahve üreticilerinden olan Kolombiyalı birisi muhtemelen kahveyi seçecektir. Rotayı doğu ülkelerine çevirdiğimizde ise (Türkiye, Fas, Çin vb.) cevap çay olacaktır. Hatta Avrupa kıtasının ukala ülkesi İngilizler’in çay tutkusu da unutulmamalı. Dünya yeme-içme kültürüne “Beş Çayı” kavramını yerleştiren İngilizler, çaya süt ekleyerek içmeyi tercih ediyorlar daha çok.

Tarihi 5000 yıl öncesine gittiği söylenen çayın ilk içildiği yer olarak Çin karşımıza çıkıyor. Hatta çay isminin Çinceden türetildiğine dair tartışmalarda var. Çayın ilk olarak nasıl ortaya çıktığına dair ilginç efsaneler var. Okuduğum bazı ilginç hikayelerden kısaca bir derleme yapayım konu buraya gelmişken.


Çin İmparatoru Shen Nung, sıcak su içmenin sağlığa olan olumlu etkilerini gözlemlemiş. Bir gün kendi sıcak suyunu hazırlarken, demliğine birkaç yaprak düşmüş. Kaynayan suyun buharından mistik ve rahatlatıcı bir aroma yükseldiğini görmüş ve bu sıcak içecekten bir bardak içerek onun harika lezzeti ve aroması karşısında hayret etmiş. Demliğine düşen bu yapraklar bir çeşit yaban çay ağacına aitmiş….

Çayın Japonya'daki efsanesi bizi Bodidharma isimli bir Budist keşişe götürüyor. Hayatının yedi yılını Buda'ya adayarak uyumadan geçiren bu keşiş, meditasyon sırasında istemeyerek uyuyunca kendisine kızmış ve ardından göz kapaklarını kesip toprağa atmış. Toprakta köklenerek büyüyen bitki, çay bitkisiymiş.

Hindistan da çayın keşfini Bodidharma'ya bağlar. Onların öyküsüne göre bu rahip uykusuz geçirdiği yılların beşincisinde yanındaki ağaçtan birkaç yaprak alır ve çiğner. Birden bire canlandığını gören rahip bunu sık sık tekrarlayarak yedi yıllık meditasyonunu bitirir. Bu yabani ağaç elbette ki çay bitkisidir.


Dünyada sudan sonra en fazla içilen şey çaymış. Dünya çapında bu kadar çok içildiğini öğrendiğimde açıkçası şaşırdım. Diğer bir ilginç durum ise ülkemizde çayın kullanılmaya başlaması. Türkiye’nin çayla tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlamış. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Ancak 1917 yılında, zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay üretiminin temelleri bu şekilde atılmış. Yani diyebiliriz ki çok geç bir tanışma olmuş bizim için bu tarihi bitki ile. Ama neredeyse milli içeceğimiz olmuş durumda.

Bu kadar popüler bir bitkinin başka alanlara ilham kaynağı olmaması kuşkusuz düşünülemez. Tabiki parfüm sektörü de çay temalı kokulara imza atıyor. Her marka çaya kendi yorumunu ekleyerek farklı parfümlere ulaşmaya çalışıyor. Bu çabalardan birisi de ünlü niche parfüm evi L’Artisan Parfumeur tarafından gelmiş. Zaten ismi bile bir fikir veriyor Tea for Two’nun. Markanın resmi sitesinde bu parfümün siyah çay merkezli olduğunu üstüne basarak vurgulamışlar. Tamam çay içmeyi severiz. Ama çay kokusunu bir parfümde kullanmak nasıl bir fikir? Bakalım sonuç ne olmuş?


Markanın Les Insolites serisine mensup Tea for Two, aromatik baharatlı olarak sınıflandırılmış. Genel olarak doğru diyebilirim. Başlangıcı plastiğimsi bir çay ile gerçekleşiyor. Açıkçası hiç böyle bir açılış beklemiyordum. Neredeyse kimyasal kokan, tuhaf ve sinir bozucu. İlk izlenim büyük bir hayal kırıklığı. Başlangıcını hiç sevmedim Tea for Two’nun. Bazı yorumcular “kül tablasına” benzetmişler bu kısmı. Çok haksız da değiller.

Orta notalara doğru bu plastiğimsi çay biraz geri çekiliyor. Ortaya tatlı aromatik baharatlar çıkıyor. Muhtemelen tarçın ve zencefil. Fakat o başlangıçtaki koku hala baskın. Keşke biraz daha kendisini gösterebilseymiş baharatlı kısım. Orta notalar çok büyük değişim göstermiyor. Hala ısınamadım kokusuna.

Ah alt notalar ah. Neyseki burnumu kurtarıyor son kısım. Çok güzel bir vanilya ve bal işbirliği ile tenden ayrılıyor. Sanki biraz da amber var. Parfümün en güzel yeri en sona saklanmış anlaşılan. Fakat alt notalarda parfüm o kadar zayıflıyor ki adeta burnunuzu dayamanız lazım kokuyu alabilmeniz için.


Artık hiçbir parfüme büyük umutlar besleyerek yaklaşmıyorum. Çünkü böylesine olumlu yorumlar alan parfümler bende genellikle ters etki yapıyor. Yada bende bir gariplik var. Tea for Two, genel olarak deneyen bir çok kişinin beğendiği, hakkında çok olumlu şeylerin yazıldığı bir parfüm. Ben bu olumlu yorumlara ancak alt notaları dahil edebilirim. Başlangıcı ve orta notaları neredeyse hiç değişmiyor ve plastiğimsi bir yapaylık barındırıyor. Eğer mis gibi bir çay kokusu duymak isterseniz Penhaligon’s – Malabah’ın üst notalarındaki o harika kokuyu test etmenizi tavsiye ederim.

Tea for Two’yu hiçbir zaman büyük boy şişesini almayacağım bir parfüm olarak hafızama kazıyorum. Sırf bir niche marka diye denemeden almak hayal kırıklığı yaratabilir. Bu parfüme bir türlü ısınamadım ve sevemedim. Sanırım çay kokusunu bir parfüme koymak o kadar da iyi bir fikir değil. Parfümün tasarımcısı ise L’Artisan ve başka niche markalar için çalışmış olan Olivia Giacobetti.

Tea for Two unisex olarak düşünülmüş. Bence erkek kullanımına daha yakın. Bir çok niche markanın aksine EDT olarak piyasaya sunulmuş. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun olacağını düşünüyorum.

Artıları:
+ Sonlarındaki vanilya kokusu çok güzel.

Eksileri:
- Başlangıcı ve orta notaları hiç bana göre değil.
- Niche parfüm kokluyorum hissi veremedi.
- Fiyatı yüksek ve her yerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/6

15 Nisan 2012 Pazar

Caron – Yatagan (1976)


Caron – Yatagan (1976)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Tarihi 14. Yüzyıla kadar uzanan bir kılıç düşünün. 16 yüzyılda Osmanlı diyarında kullanımı yaygınlaşan. Türk kılıç sanatının önemli eserlerinden. Bilinen ilk örneklerinden birisini Ahmet Tekelü ustanın Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı rivayet ediliyor.

Bu kılıç şekil olarak kavisli. Fakat geleneksel kılıçların aksine keskin ağzı içe gelecek biçimde ters kavisli. Böyle yapılmasının sebeplerinden birisi de teslim olan düşmana yaşama şansı vermesi. Kısa bir kılıç olması hem sivil hem de askeri kullanıma olanak sağlarmış. Bir çok hançer ve kısa kılıca nazaran daha ölümcül olması, ona ilginin her zaman çok olmasını sağlamış anlaşılan.

                                                    Topkapı sarayında sergilenen Yatağan kılıçları.

Parfüm merakı şimdi de kılıçlara mı merak sardı diyenler olur mu bilemem ama bugün inceleyeceğim parfümün ismi bir Osmanlı kılıcından geliyor.

Yatağan, benim bildiğim Muğla’nın bir ilçesi. Hatta meşhur termik santrali nedeniyle de çevrecilerin oldukça ilgi gösterdiği bir yer. Fakat Yatağan’ın aslında bir kısa kılıç çeşidi olduğunu Caron gibi bir Fransız markasının sitesinden öğrenmek kuşkusuz benim genel kültür eksikliğim.

Daha önce de Caron’un en çok ilgi gören üç erkek parfümünü incelemiştim. Bugün de markanın yurtdışında saygı gören bir parfümü olan Yatagan’ı anlatacağım. Yukarıdaki kısa girişten de anlaşılacağı üzere Caron’un Yatagan parfümü, ismini bir Osmanlı kılıcı olan Yatağan’dan almış. Neden böyle bir isim uygun görmüşler bilemiyorum. Yada nereden akıllarına geldi. Fakat olumlu bir yanı var ki o da bir Türk kılıcının isminin bu kadar saygı duyulan bir parfümde yaşatılması. Yani biz kendi değerlerimize sahip çıkamayı beceremezken, neyse ki bir Fransız marka bizim adımıza yapmış. En azından bu kılıcın ismi, bir parfüm ile birlikte yaşatılıyor.


Artık parfümümüze geçmek istiyorum. Yatagan, odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence daha çok sert fujerlerden birisi. Zaten başlangıcı bu parfümün karakterini bize anlatıyor. Keskin bir lavanta benzeri otsu notalar sizi karşılıyor. Sanki 1960 yada 1970’li yıllarda gibi hissediyorum kendimi. Zaten 1976 üretimi olan Yatagan, daha ilk saniyelerde size adeta bir tokat atıyor kokusuyla. Benim hiç sevmediğim eski kafa tozlu lavanta ve burun büken tarzda otsu notalar bir çok kişinin tahammül edebileceği gibi değil. Başlangıcı eskilerden günümüze gelen maço erkek figürleri gibi. Üzgünüm ama başlangıcı hiç bana göre.

Orta notalara gelindiğinde neyse ki bu acaip koku yerini silhat (paçuli), deri ve çam üçlüsüne bırakıyor. Bu andan itibaren kokusu daha kabul edilebilir hale geliyor. Orta notalar bir parfüme çok benziyor diye düşünürken, birden çok parfüme benzediğini anlıyorum. Biraz Ralph Lauren - Polo esintileri, daha yoğun şekilde Azzaro Pour Homme ve Polo Crest etkileri. Sanki Yatagan’ın orta notaları bu üç parfümün birleşmesinden oluşuyor. Biraz karanlık, koyu, eski ve demode kokan, sert erkeksi bir yapı. Yatagan’ın orta notaları hala benim sevebileceğim gibi değil.

Alt notalar ise bence parfümün en başarılı tarafı. Aromatik bir çam kokusuna limon benzeri notalar eşlik ediyor. Bu kısım çok daha yumuşak, sevilebilir ve kabul edilebilir. Bence parfümün en güzel kısmı sonları. Yani özetle Yatagan, tozlu otsu notalar, deri, silhat ve çam ağırlıklı diyebilirim. İlginç olan Caron’un resmi sitesinde Yatagan’ın sadece üç notasından bahsedilmiş: Kereviz, silhat ve misk. Yoksa başlangıcındaki korkunç koku kerevizden mi geliyor diye düşünmedim değil. Bir parfümde kereviz kokusu kullanmak…

Şimdi efenim, benim gibi daha yenilikçi, modern ve tatlımsı kokuları seven birisi için Yatagan hiçbir şey ifade etmeyecektir. Fakat özellikle 1970-1980’li yılların ultra-erkeksi, burnu zorlayan, sert ve acımasız kokularını seviyorsanız Yatagan tam size göre. Yani sert bir fujer var karşımızda. Aynı ismi gibi keskin ve aman vermez. Şu bir gerçek ki kokusu günümüzün modern parfümlerinden çok çok uzak. Bu anlamda almanız için tavsiye edemeyeceğim. Ama parfüm dünyasının saygı duyulan klasiklerinden birisi olduğunu unutmamak lazım. Eğer bende bir parfüm meraklısıyım ve sadece tecrübe olsun diyerek deneyeyim derseniz çok daha iyi yapmış olursunuz. Denemeden almak büyük risk. Benden söylemesi.

                                   İşte bence Yatagan'ı kullanabilecek erkek formu (Clint Eastwood) 

Luca Turin’in kitabında Yatagan’a beş üzerinden beş yıldız verilmiş. Açıkçası bu kadar yüksek not almasına biraz şaşırdım. Özellikle yurtdışındaki parfüm severler bu tür kokulara bayılıyorlar. Nedenini bir türlü çözemiyorum. Benim bu parfüme bayılmam ancak fazla sıktıktan sonra bilincimi kaybetmek şeklinde olabilir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi tam bir erkek parfümü. Kadınların pek seveceğini sanmıyorum bu kokuyu. Zaten sevmemek konusunda da onları suçlayamam. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 hatta 40 yaş ve altındaki arkadaşların kullanması için uygun olacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Alt notalarındaki limon-çam benzeri kokuyu sevdim.

Eksileri:
- O nasıl bir başlangıç öyle. Korkunç.
- Orta notalarda hiç bana göre değil.
- Aman diyeyim birisine hediye olarak falan vermeyin.

Koku Güzelliği:10/5

12 Nisan 2012 Perşembe

Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006)


Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006) Markanın başarılı parfümlerinden.

Yine ilginç bir konsept ve yine Etat Libre d’Orange. Kimi yorumcular ELDO’nun bu garip ve sıra dışı parfümlerinin konseptini abartılı bulurken, kimileri de parfüm sektöründe bir yenilik olarak görüyor. Bende tereddütsüz bir şekilde ikinci grupta görüyorum kendimi.

Henüz 2006 yılının sonbaharında kurulmuş bir niche parfüm evi. Ama şimdiden piyasaya sürdüğü parfümler ile ilgi odağı olmayı başarmış durumdalar. Nasıl olmasınlar ki. Bugün yazacağım parfümlerinin ismi bile kışkırtıcı.

Putain des Palaces’in elimdeki orijinal numunesinin içine küçük bir not eklenmiş. Parfümün tanıtım broşürü de diyebiliriz. Burada Fransızca Putain des Palaces, “Hotel Slut” olarak çevrilmiş. Fakat yaptığım küçük bir araştırma ile “Hotel Whore” olarak da çevrildiğine rastladım.

                                           Bu resim parfüm merakının çekimidir. Aman araklamayın :)) 

Peki bir parfümde neden “fahişe” vurgusu yapılır. Acaba marka bize burada bir şey mi anlatmak istiyor. Yoksa parfümün kokusunu pekiştirmek için mi böyle bir yola başvurmuşlar. Cevap her ne olursa olsun Putain des Palaces, parfümün sanatla birleştiği bir noktada kendisine yer edinmiş durumda.

Blogumun takipçileri bu parfümü daha önce de yazdığımı bilecekler. Fakat aradan geçen bir sürü parfüm deneyimi ve eski yazımın biraz yüzeysel kalması sebebiyle yeniden denemeye aldım bu arkadaşı. Bakalım köprünün altından akan sular, fikirlerimin değişmesine sebep olmuş mu?

Putain des Palaces, çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Çok doğru bence de. Zaten parfümün başlangıcı çiçeksi bir kadın kokusunu hatırlatıyor. Açılışı pudralı çiçekler ile gerçekleşiyor. Gül başrolde diyebilirim. Azıcık da menekşe. Evet ilk izlenim olarak kadınsı sayılabilecek çiçeksi bir yapı. Sanki biraz da kırmızı meyveler. İlk kısım çok başarılı.

Orta notalara geçildiğinde kadınsı pudramsı koku geri çekiliyor. Fakat o tatlı gül hala hissediliyor. Bu kısımda tatlı baharatlar (ağırlık zencefilde) ve portakallı-deri biraz daha baskın. Nedenini bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde orta notaları Paco Rabanne – One Million’a benzettim. Fakat tabiki ondan çok daha üst düzey bir kokuya sahip. Bu kısım da nefis ve lezzetli.

Alt notaları biraz sıradan geldi bana. Amber ve deri işbirliği çok rafine değil. Tatlı deri biraz daha ön planda. Ama orta notalarındaki o harika koku burada yok. Yani özetle: Pudramsı çiçekler, gül, tatlı meyveler, tatlı zencefil ve deri ağırlıklı diyebilirim.


Putain des Palaces müthiş bir parfüm. Normalde pudra kokan parfümleri sevmem. Fakat burada o kadar güzel kullanılmış ve gül ile birlikte öyle güzel harmanlanmış ki söyleyecek söz bulamıyorum. Orta notaları da baş döndürücü. Tatlı meyveler, çiçekler ve deri kombinasyonu olarak daha iyisine rastlamadım. Ah bir de alt notalarına biraz özen gösterilseymiş benden 10 tam puan alacaktı. Bu hali bile bence çok başarılı.  

Ahududu benzeri kırmızı meyveler, zencefilgül-menekşe ve deriden oluşan bu lezzetli karışım kesinlikle erotik ve cezbedici bir kokuya sahip. Seksi bir çiçek-deri temalı parfüm arıyorsanız doğru adrestesiniz. Bu parfüm adeta lüks bir otelin barında avını arayan cazibeli bir kadın gibi etkileyici. Giydiği kırmızı elbisesi ve kırmızı ruju ile bütün kaçamak bakışlar onun üzerinde. Erkekler yanlarındaki kadınlara hissettirmeden bu parıltılı kadına bakmaya çalışırken, kadınlar da içten içe sinir oluyorlar rekabet edemedikleri bu kadına. Kırmızılı kadın ise estirdiği fırtınanın farkında. Umursamaz bir şekilde barda tek başına martinisini içiyor. Aslında gerçekten de umurunda değil. Onun tek isteği bu geceyi birlikte geçirebileceği bir erkek…

                                          Etat Libre d'Orange parfümleri ile ilgili kısa bir tanıtıcı video. 

Bakalım Etat Libre d’Orange, kendi parfümü için neler demiş:

“Tül gibi incecik hafif tensel bir fantezi. Pudralı üst nota baştan çıkarmak için hazırlanan bir kadını anımsatıyor- hafif bir ruj izi yada bir dantel dekoltesi gibi. Bir "femme fatale" kadının en özel ritüeli erkeklerin kırılgan zırhlarını direk fark etmesidir. Onun sofistike hali merak uyandırıcıdır, ilişkiyi vücudu ile kurar. Bademin acı tatlı dokunuşunun altında (gözönüne serilmemiş bir sır gibi), neyin geleceğini anlatırcasına akıcı ve esnek yumuşak bir derinin ipuçlarını verir: bir kadının yatak odası, deri bir sofa üzerinde  gergin parmakları ile ve açıkca varlığı hissedilir vahşi bir arzu. Her kadının, bir otelin barında baştan çıkarıcı bir kadın olmak ile ilgili bir fantezisi yok mudur veya bir asansör içerisinde teslimiyetçi bir arzu yaşamak veya lüks ipek çarşafların içinde şehvete boyun eğmek?"

Diğer bir ayrıntı da parfümün resmi tanıtımındaki “Femme Fatale” vurgusu. Açıkçası çok aşina olduğum bir terim değil. Fakat anladığım kadarıyla ilişkiye girdiği erkeklere büyük sıkıntılar yaşatan, çekici ve baştan çıkarıcı kadın anlamına geliyor. Fransızca’da “felakete neden olan kadın” anlamına da geliyormuş. Edebiyatta, sinemada ve güncel olayların aktarımında genellikle cinsel anlamda tatmin olmayan kadın diye de tarif edilmiş. Yani görüleceği üzere Putain des Palaces, sadece bir parfüm olmanın ötesinde, cinsel göndermeler de yapan bir sunuma sahip.

Buradan Putain des Palaces’i bir fahişenin kullanabileceği bir parfüm olduğu sonucunu çıkarmak çocukça olur. Bir parfümün ismine veya konseptine bakarak böylesi uç çıkarımlar yapmak doğru olmaz. Ama kadın kullanımına daha yakın olduğunu belirtmemde fayda var. Fakat başlardaki kadınsılık orta notalara doğru azalıyor. Yani bu parfümü bir erkek kullanabilir mi? Asıl önemli soru bu. Kendi adıma rahatlıkla hem de bayıla bayıla kullanırım. Zaten kadınların bu parfümü çok seveceklerine eminim.


Etat Libre d’Orange’ın resmi sitesinde parfümün içeriğinde “hayvansal notalar” var denilmiş. Orta notalarından itibaren ortaya çıkan deri bu hissi vermeye çalışmışsa da durum pek öyle değil. Ben öyle yoğun bir hayvansallık hissetmedim. Gayet kullanılabilir bir yapıda. Buna şüpheniz olmasın. Parfümün tasarımcısı ise Nathalie Feisthauer’miş.

Luca Turin’in kitabında bu parfüme beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Kokusunu çiçeksi-deri olarak sınıflandırmış. Özetle şunları söylemiş: “Berbat bir isme sahip ilginç bir parfüm. Standart bir pudra, şekerleme, meyveli, çiçeksi bir karışım ve odunsu-deri alt notalar.” Beş üzerinden üç yıldız biraz az olmuş bence. Çok daha iyisini hak ediyor.

Putain des Palaces, EDP konsantrasyonunda. Bence sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Kadın kullanımına çok daha yakın. Fakat bir erkek de gözünü karartıp kullanırsa çok sıratacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları nefis.
+ Etkileyici ve cezbedici kokusu.

Eksileri:
- Alt notaları çok daha iyi olabilirmiş.

Koku Güzelliği:10/8.5

10 Nisan 2012 Salı

Burberry – The Beat For Men (2008)


Burberry – The Beat For Men (2008)  Markanın yeni erkek parfümlerinden.

Temelleri 1856 yılında Thomas Burberry tarafından atılan bir marka, bugün İngiltere’nin küresel anlamda en önemli temsilcilerinden birisi olmayı sürdürüyor. Dünyanın en çok taklit ürünü yapılan markalarından birisi olması, sanırım Burberry’nin dünya çapındaki popüleritesini de gösteriyor bize.

                                                        Markanın kurucusu Thomas Burberry.

Burberry, 1856 yılında İngiltere’nin Hampshire şehrinde bir manifaturacı dükkanında çırak olan 21 yaşındaki Thomas Burberry‘nin kendi dükkanını açmak istemesi üzerine kurulmuş. 1870’lerde outdoor giysileri üzerine odaklanan bu dükkanın sahibi Thomas, 1881 yılında gabardin kumaş türünü icat etmiş.

1911 yılında Güney Kutbuna ulaşan ilk insan olan Roald Amundsen‘in kıyafetlerini tasarlamış. 1914 yılında War Office adlı İngiliz Savaş İdaresi tarafından modern memur kıyafetleri yaptırılmak üzere görevlendirilmiş. “Trench Coat ” isimli kıyafetleri savaşta kullanılmış ve daha sonrasında İngiltere’de moda olmuş. Yani artık Burberry ile özdeşleşen Trench Coat’larında mucidi bu marka.


Burberry’nin büyük başarıları 1920’lerde modern giysiler üreterek yapması ile geliyor. Burberry‘nin kendine özgü tasarımı olan şu anda sıkça gördüğümüz açık kahverengi, kırmızı siyah çizgili o bildiğimiz tasarım 1924 yılında ilk defa Trench Coat’larda kullanılmış. 1967 yılına kadar bu tasarım şemsiye, atkı, eşarp ve çantalarda kullanılmış.1970'lerde İngiliz futbolunda holiganların kıyafetlerinde bunları tercih etmesi markayı popülerleştiren bir diğer unsur olmuş.


Burberry öyle sıradan bir marka değil tabiki. Hata bence İngiltere tarihinin en önemli markalarından birisi. Çünkü cumhuriyet dönemi İngilteresi ile Burberry’nin tarihi neredeyse paralel diyebiliriz. Yani Burberry’nin İngiltere’nin kültürü, moda anlayışı ve kıyafet tasarımı üzerinde büyük etkileri var. Gerek dünya kıyafet endüstrisine hediye ettiği “Trençkot” kavramı, gerek mucidi olduğu gabardini kumaşı ile tekstil sektörüne önemli katkıları olmuş. Zaten markanın sembolü haline gelmiş kare işlemeli kıyafetleri, bugün hala bir çok kişinin tercihi.

            İngiltere Prensi Charles ve genç yaşta trafik kazasında ölen eşi Lady Diana'nın Burberry Trench Coat'ları. 

Fakat 1930’lı yıllara kadar İngiliz ordusu ve hava kuvvetleri için tasarladığı ceketler, bende İngiliz devlet markası havası uyandırdı. Zaten kraliyet ailesinin bir çok üyesinin bu markayı tercih etmesi sanırım rastlantı değil. İngilizler dünyaya bu tür mesajlar vermekte ustalar bence. Daha çok İngiliz aristokrasisine hizmet verir gibi bir izlenim verseler de, özelikle ikinci dünya savaşından sonra asıl sıçramasını yapıyor. Ve dünya çapında lüks bir marka olmayı başarıyor.


Artık yavaş yavaş parfümümüze geçmek istiyorum. The Beat for Men aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında turunçgil ve limon size karşılıyor. Güzel ve doğal bir başlangıç diyebilirim. Bu ikiliye sanki biraz da otsu notalar eşlik ediyor. Ama çok derinlerden. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada turunçgil biraz geride kalırken, ortaya biber çıkıyor. Çok keskin bir baharat gibi değil. Biber turunçgiller ile güzel harmanlanmış. Orta notalarda küçük bir süpriz vetiver’den geliyor. Her ne kadar çok aram olmasa da burada başarılı bir kullanımı var vetiverin. Alt notalarda ise aromatik bibere biraz da sentetik odunsu notalar ekleniyor. Böylece tenden ayrılıyor. Yani özetle: Turunçgiller, aromatik biber, kabe samanı ve odunsu notalar.


The Beat, başından sonuna çok değişmeyen bir parfüm. Bu anlamda basit bir yapıda olduğunu söyleyebilirim. The Beat’i biraz Gucci Pour Homme II’ye benzettim. Sanırım ikisindeki aromatik biber kullanımı böyle düşünmemi sağladı. Gucci Pour Homme II’de pek vetiver yokken, The Beat’de oldukça hissediliyor. Bazı yorumcular Terre d’Hermes’e benzetmişler. Açıkçası ben aralarında çok büyük bir benzerliğe rastlamadım. Muhtemelen Terre’deki portakal-kabe samanı ikilisinin kokusunu benzetiyor olabilirler. Yoksa Terre d’Hermes’de buradaki kadar biber kullanımı yok.

The Beat’in tasarlanmasında Arctic Monkeys, Kasabian ve Rozorlight gibi sevilen İngiliz müzik gruplarının şarkılarındaki ritimlerden esinlenilmiş. Genç, enerjik, dinamik ve pozitif bir kokuya sahip. Çok güçlü olmayan, insanı rahatsız etmeyen bir parfüm. Genel olarak insanların beğenebileceklerini düşünüyorum. Harikalar yaratmasa da ortalama bir parfüm kullanıcısını memnun edecek gibi görünüyor. Kötü bir kokusu olduğunu söylemek haksızlık olur. Fakat benim için yeterli mi? Tabiki değil. Başlangıcı ve orta notaları fena değilken, alt notalar bir çok yeni, ana akım marka parfümde rastladığım gibi yapaylık barındırıyor. Eğer aromatik ve çok tatlı olmayan bir turunçgil-biber kokusu arıyorsanız seçenekler arasına alabilirsiniz. Parfümün tasarımını Olivier Polge ile Domitille Berthier yapmış.


Kullanım yaşı olarak 30 yaş ve altındaki arkadaşları hedefliyor gibi görünüyor. Sonbahar-kış aylarında kullanmak daha uygun olacaktır. Günlük kullanıma veya gece dışarı çıkanlara yakışacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki turunçgil kullanımını sevdim.
+ Orta notalarındaki aromatik biber de fena değil.

Eksileri:
- Alt notalarındaki yapaylık can sıkıcı hale geldi benim için.

Koku Güzelliği:10/7