15 Nisan 2012 Pazar

Caron – Yatagan (1976)


Caron – Yatagan (1976)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Tarihi 14. Yüzyıla kadar uzanan bir kılıç düşünün. 16 yüzyılda Osmanlı diyarında kullanımı yaygınlaşan. Türk kılıç sanatının önemli eserlerinden. Bilinen ilk örneklerinden birisini Ahmet Tekelü ustanın Kanuni Sultan Süleyman için yaptığı rivayet ediliyor.

Bu kılıç şekil olarak kavisli. Fakat geleneksel kılıçların aksine keskin ağzı içe gelecek biçimde ters kavisli. Böyle yapılmasının sebeplerinden birisi de teslim olan düşmana yaşama şansı vermesi. Kısa bir kılıç olması hem sivil hem de askeri kullanıma olanak sağlarmış. Bir çok hançer ve kısa kılıca nazaran daha ölümcül olması, ona ilginin her zaman çok olmasını sağlamış anlaşılan.

                                                    Topkapı sarayında sergilenen Yatağan kılıçları.

Parfüm merakı şimdi de kılıçlara mı merak sardı diyenler olur mu bilemem ama bugün inceleyeceğim parfümün ismi bir Osmanlı kılıcından geliyor.

Yatağan, benim bildiğim Muğla’nın bir ilçesi. Hatta meşhur termik santrali nedeniyle de çevrecilerin oldukça ilgi gösterdiği bir yer. Fakat Yatağan’ın aslında bir kısa kılıç çeşidi olduğunu Caron gibi bir Fransız markasının sitesinden öğrenmek kuşkusuz benim genel kültür eksikliğim.

Daha önce de Caron’un en çok ilgi gören üç erkek parfümünü incelemiştim. Bugün de markanın yurtdışında saygı gören bir parfümü olan Yatagan’ı anlatacağım. Yukarıdaki kısa girişten de anlaşılacağı üzere Caron’un Yatagan parfümü, ismini bir Osmanlı kılıcı olan Yatağan’dan almış. Neden böyle bir isim uygun görmüşler bilemiyorum. Yada nereden akıllarına geldi. Fakat olumlu bir yanı var ki o da bir Türk kılıcının isminin bu kadar saygı duyulan bir parfümde yaşatılması. Yani biz kendi değerlerimize sahip çıkamayı beceremezken, neyse ki bir Fransız marka bizim adımıza yapmış. En azından bu kılıcın ismi, bir parfüm ile birlikte yaşatılıyor.


Artık parfümümüze geçmek istiyorum. Yatagan, odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Bence daha çok sert fujerlerden birisi. Zaten başlangıcı bu parfümün karakterini bize anlatıyor. Keskin bir lavanta benzeri otsu notalar sizi karşılıyor. Sanki 1960 yada 1970’li yıllarda gibi hissediyorum kendimi. Zaten 1976 üretimi olan Yatagan, daha ilk saniyelerde size adeta bir tokat atıyor kokusuyla. Benim hiç sevmediğim eski kafa tozlu lavanta ve burun büken tarzda otsu notalar bir çok kişinin tahammül edebileceği gibi değil. Başlangıcı eskilerden günümüze gelen maço erkek figürleri gibi. Üzgünüm ama başlangıcı hiç bana göre.

Orta notalara gelindiğinde neyse ki bu acaip koku yerini silhat (paçuli), deri ve çam üçlüsüne bırakıyor. Bu andan itibaren kokusu daha kabul edilebilir hale geliyor. Orta notalar bir parfüme çok benziyor diye düşünürken, birden çok parfüme benzediğini anlıyorum. Biraz Ralph Lauren - Polo esintileri, daha yoğun şekilde Azzaro Pour Homme ve Polo Crest etkileri. Sanki Yatagan’ın orta notaları bu üç parfümün birleşmesinden oluşuyor. Biraz karanlık, koyu, eski ve demode kokan, sert erkeksi bir yapı. Yatagan’ın orta notaları hala benim sevebileceğim gibi değil.

Alt notalar ise bence parfümün en başarılı tarafı. Aromatik bir çam kokusuna limon benzeri notalar eşlik ediyor. Bu kısım çok daha yumuşak, sevilebilir ve kabul edilebilir. Bence parfümün en güzel kısmı sonları. Yani özetle Yatagan, tozlu otsu notalar, deri, silhat ve çam ağırlıklı diyebilirim. İlginç olan Caron’un resmi sitesinde Yatagan’ın sadece üç notasından bahsedilmiş: Kereviz, silhat ve misk. Yoksa başlangıcındaki korkunç koku kerevizden mi geliyor diye düşünmedim değil. Bir parfümde kereviz kokusu kullanmak…

Şimdi efenim, benim gibi daha yenilikçi, modern ve tatlımsı kokuları seven birisi için Yatagan hiçbir şey ifade etmeyecektir. Fakat özellikle 1970-1980’li yılların ultra-erkeksi, burnu zorlayan, sert ve acımasız kokularını seviyorsanız Yatagan tam size göre. Yani sert bir fujer var karşımızda. Aynı ismi gibi keskin ve aman vermez. Şu bir gerçek ki kokusu günümüzün modern parfümlerinden çok çok uzak. Bu anlamda almanız için tavsiye edemeyeceğim. Ama parfüm dünyasının saygı duyulan klasiklerinden birisi olduğunu unutmamak lazım. Eğer bende bir parfüm meraklısıyım ve sadece tecrübe olsun diyerek deneyeyim derseniz çok daha iyi yapmış olursunuz. Denemeden almak büyük risk. Benden söylemesi.

                                   İşte bence Yatagan'ı kullanabilecek erkek formu (Clint Eastwood) 

Luca Turin’in kitabında Yatagan’a beş üzerinden beş yıldız verilmiş. Açıkçası bu kadar yüksek not almasına biraz şaşırdım. Özellikle yurtdışındaki parfüm severler bu tür kokulara bayılıyorlar. Nedenini bir türlü çözemiyorum. Benim bu parfüme bayılmam ancak fazla sıktıktan sonra bilincimi kaybetmek şeklinde olabilir.

Yukarıda da bahsettiğim gibi tam bir erkek parfümü. Kadınların pek seveceğini sanmıyorum bu kokuyu. Zaten sevmemek konusunda da onları suçlayamam. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 hatta 40 yaş ve altındaki arkadaşların kullanması için uygun olacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Alt notalarındaki limon-çam benzeri kokuyu sevdim.

Eksileri:
- O nasıl bir başlangıç öyle. Korkunç.
- Orta notalarda hiç bana göre değil.
- Aman diyeyim birisine hediye olarak falan vermeyin.

Koku Güzelliği:10/5

12 Nisan 2012 Perşembe

Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006)


Etat Libre d’Orange – Putain des Palaces (2006) Markanın başarılı parfümlerinden.

Yine ilginç bir konsept ve yine Etat Libre d’Orange. Kimi yorumcular ELDO’nun bu garip ve sıra dışı parfümlerinin konseptini abartılı bulurken, kimileri de parfüm sektöründe bir yenilik olarak görüyor. Bende tereddütsüz bir şekilde ikinci grupta görüyorum kendimi.

Henüz 2006 yılının sonbaharında kurulmuş bir niche parfüm evi. Ama şimdiden piyasaya sürdüğü parfümler ile ilgi odağı olmayı başarmış durumdalar. Nasıl olmasınlar ki. Bugün yazacağım parfümlerinin ismi bile kışkırtıcı.

Putain des Palaces’in elimdeki orijinal numunesinin içine küçük bir not eklenmiş. Parfümün tanıtım broşürü de diyebiliriz. Burada Fransızca Putain des Palaces, “Hotel Slut” olarak çevrilmiş. Fakat yaptığım küçük bir araştırma ile “Hotel Whore” olarak da çevrildiğine rastladım.

                                           Bu resim parfüm merakının çekimidir. Aman araklamayın :)) 

Peki bir parfümde neden “fahişe” vurgusu yapılır. Acaba marka bize burada bir şey mi anlatmak istiyor. Yoksa parfümün kokusunu pekiştirmek için mi böyle bir yola başvurmuşlar. Cevap her ne olursa olsun Putain des Palaces, parfümün sanatla birleştiği bir noktada kendisine yer edinmiş durumda.

Blogumun takipçileri bu parfümü daha önce de yazdığımı bilecekler. Fakat aradan geçen bir sürü parfüm deneyimi ve eski yazımın biraz yüzeysel kalması sebebiyle yeniden denemeye aldım bu arkadaşı. Bakalım köprünün altından akan sular, fikirlerimin değişmesine sebep olmuş mu?

Putain des Palaces, çiçeksi olarak sınıflandırılmış. Çok doğru bence de. Zaten parfümün başlangıcı çiçeksi bir kadın kokusunu hatırlatıyor. Açılışı pudralı çiçekler ile gerçekleşiyor. Gül başrolde diyebilirim. Azıcık da menekşe. Evet ilk izlenim olarak kadınsı sayılabilecek çiçeksi bir yapı. Sanki biraz da kırmızı meyveler. İlk kısım çok başarılı.

Orta notalara geçildiğinde kadınsı pudramsı koku geri çekiliyor. Fakat o tatlı gül hala hissediliyor. Bu kısımda tatlı baharatlar (ağırlık zencefilde) ve portakallı-deri biraz daha baskın. Nedenini bilmiyorum ama tuhaf bir şekilde orta notaları Paco Rabanne – One Million’a benzettim. Fakat tabiki ondan çok daha üst düzey bir kokuya sahip. Bu kısım da nefis ve lezzetli.

Alt notaları biraz sıradan geldi bana. Amber ve deri işbirliği çok rafine değil. Tatlı deri biraz daha ön planda. Ama orta notalarındaki o harika koku burada yok. Yani özetle: Pudramsı çiçekler, gül, tatlı meyveler, tatlı zencefil ve deri ağırlıklı diyebilirim.


Putain des Palaces müthiş bir parfüm. Normalde pudra kokan parfümleri sevmem. Fakat burada o kadar güzel kullanılmış ve gül ile birlikte öyle güzel harmanlanmış ki söyleyecek söz bulamıyorum. Orta notaları da baş döndürücü. Tatlı meyveler, çiçekler ve deri kombinasyonu olarak daha iyisine rastlamadım. Ah bir de alt notalarına biraz özen gösterilseymiş benden 10 tam puan alacaktı. Bu hali bile bence çok başarılı.  

Ahududu benzeri kırmızı meyveler, zencefilgül-menekşe ve deriden oluşan bu lezzetli karışım kesinlikle erotik ve cezbedici bir kokuya sahip. Seksi bir çiçek-deri temalı parfüm arıyorsanız doğru adrestesiniz. Bu parfüm adeta lüks bir otelin barında avını arayan cazibeli bir kadın gibi etkileyici. Giydiği kırmızı elbisesi ve kırmızı ruju ile bütün kaçamak bakışlar onun üzerinde. Erkekler yanlarındaki kadınlara hissettirmeden bu parıltılı kadına bakmaya çalışırken, kadınlar da içten içe sinir oluyorlar rekabet edemedikleri bu kadına. Kırmızılı kadın ise estirdiği fırtınanın farkında. Umursamaz bir şekilde barda tek başına martinisini içiyor. Aslında gerçekten de umurunda değil. Onun tek isteği bu geceyi birlikte geçirebileceği bir erkek…

                                          Etat Libre d'Orange parfümleri ile ilgili kısa bir tanıtıcı video. 

Bakalım Etat Libre d’Orange, kendi parfümü için neler demiş:

“Tül gibi incecik hafif tensel bir fantezi. Pudralı üst nota baştan çıkarmak için hazırlanan bir kadını anımsatıyor- hafif bir ruj izi yada bir dantel dekoltesi gibi. Bir "femme fatale" kadının en özel ritüeli erkeklerin kırılgan zırhlarını direk fark etmesidir. Onun sofistike hali merak uyandırıcıdır, ilişkiyi vücudu ile kurar. Bademin acı tatlı dokunuşunun altında (gözönüne serilmemiş bir sır gibi), neyin geleceğini anlatırcasına akıcı ve esnek yumuşak bir derinin ipuçlarını verir: bir kadının yatak odası, deri bir sofa üzerinde  gergin parmakları ile ve açıkca varlığı hissedilir vahşi bir arzu. Her kadının, bir otelin barında baştan çıkarıcı bir kadın olmak ile ilgili bir fantezisi yok mudur veya bir asansör içerisinde teslimiyetçi bir arzu yaşamak veya lüks ipek çarşafların içinde şehvete boyun eğmek?"

Diğer bir ayrıntı da parfümün resmi tanıtımındaki “Femme Fatale” vurgusu. Açıkçası çok aşina olduğum bir terim değil. Fakat anladığım kadarıyla ilişkiye girdiği erkeklere büyük sıkıntılar yaşatan, çekici ve baştan çıkarıcı kadın anlamına geliyor. Fransızca’da “felakete neden olan kadın” anlamına da geliyormuş. Edebiyatta, sinemada ve güncel olayların aktarımında genellikle cinsel anlamda tatmin olmayan kadın diye de tarif edilmiş. Yani görüleceği üzere Putain des Palaces, sadece bir parfüm olmanın ötesinde, cinsel göndermeler de yapan bir sunuma sahip.

Buradan Putain des Palaces’i bir fahişenin kullanabileceği bir parfüm olduğu sonucunu çıkarmak çocukça olur. Bir parfümün ismine veya konseptine bakarak böylesi uç çıkarımlar yapmak doğru olmaz. Ama kadın kullanımına daha yakın olduğunu belirtmemde fayda var. Fakat başlardaki kadınsılık orta notalara doğru azalıyor. Yani bu parfümü bir erkek kullanabilir mi? Asıl önemli soru bu. Kendi adıma rahatlıkla hem de bayıla bayıla kullanırım. Zaten kadınların bu parfümü çok seveceklerine eminim.


Etat Libre d’Orange’ın resmi sitesinde parfümün içeriğinde “hayvansal notalar” var denilmiş. Orta notalarından itibaren ortaya çıkan deri bu hissi vermeye çalışmışsa da durum pek öyle değil. Ben öyle yoğun bir hayvansallık hissetmedim. Gayet kullanılabilir bir yapıda. Buna şüpheniz olmasın. Parfümün tasarımcısı ise Nathalie Feisthauer’miş.

Luca Turin’in kitabında bu parfüme beş üzerinden üç yıldız verilmiş. Kokusunu çiçeksi-deri olarak sınıflandırmış. Özetle şunları söylemiş: “Berbat bir isme sahip ilginç bir parfüm. Standart bir pudra, şekerleme, meyveli, çiçeksi bir karışım ve odunsu-deri alt notalar.” Beş üzerinden üç yıldız biraz az olmuş bence. Çok daha iyisini hak ediyor.

Putain des Palaces, EDP konsantrasyonunda. Bence sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha uygun olacaktır. Kadın kullanımına çok daha yakın. Fakat bir erkek de gözünü karartıp kullanırsa çok sıratacağını sanmıyorum.

Artıları:
+ Başlangıcı gayet başarılı.
+ Orta notaları nefis.
+ Etkileyici ve cezbedici kokusu.

Eksileri:
- Alt notaları çok daha iyi olabilirmiş.

Koku Güzelliği:10/8.5

10 Nisan 2012 Salı

Burberry – The Beat For Men (2008)


Burberry – The Beat For Men (2008)  Markanın yeni erkek parfümlerinden.

Temelleri 1856 yılında Thomas Burberry tarafından atılan bir marka, bugün İngiltere’nin küresel anlamda en önemli temsilcilerinden birisi olmayı sürdürüyor. Dünyanın en çok taklit ürünü yapılan markalarından birisi olması, sanırım Burberry’nin dünya çapındaki popüleritesini de gösteriyor bize.

                                                        Markanın kurucusu Thomas Burberry.

Burberry, 1856 yılında İngiltere’nin Hampshire şehrinde bir manifaturacı dükkanında çırak olan 21 yaşındaki Thomas Burberry‘nin kendi dükkanını açmak istemesi üzerine kurulmuş. 1870’lerde outdoor giysileri üzerine odaklanan bu dükkanın sahibi Thomas, 1881 yılında gabardin kumaş türünü icat etmiş.

1911 yılında Güney Kutbuna ulaşan ilk insan olan Roald Amundsen‘in kıyafetlerini tasarlamış. 1914 yılında War Office adlı İngiliz Savaş İdaresi tarafından modern memur kıyafetleri yaptırılmak üzere görevlendirilmiş. “Trench Coat ” isimli kıyafetleri savaşta kullanılmış ve daha sonrasında İngiltere’de moda olmuş. Yani artık Burberry ile özdeşleşen Trench Coat’larında mucidi bu marka.


Burberry’nin büyük başarıları 1920’lerde modern giysiler üreterek yapması ile geliyor. Burberry‘nin kendine özgü tasarımı olan şu anda sıkça gördüğümüz açık kahverengi, kırmızı siyah çizgili o bildiğimiz tasarım 1924 yılında ilk defa Trench Coat’larda kullanılmış. 1967 yılına kadar bu tasarım şemsiye, atkı, eşarp ve çantalarda kullanılmış.1970'lerde İngiliz futbolunda holiganların kıyafetlerinde bunları tercih etmesi markayı popülerleştiren bir diğer unsur olmuş.


Burberry öyle sıradan bir marka değil tabiki. Hata bence İngiltere tarihinin en önemli markalarından birisi. Çünkü cumhuriyet dönemi İngilteresi ile Burberry’nin tarihi neredeyse paralel diyebiliriz. Yani Burberry’nin İngiltere’nin kültürü, moda anlayışı ve kıyafet tasarımı üzerinde büyük etkileri var. Gerek dünya kıyafet endüstrisine hediye ettiği “Trençkot” kavramı, gerek mucidi olduğu gabardini kumaşı ile tekstil sektörüne önemli katkıları olmuş. Zaten markanın sembolü haline gelmiş kare işlemeli kıyafetleri, bugün hala bir çok kişinin tercihi.

            İngiltere Prensi Charles ve genç yaşta trafik kazasında ölen eşi Lady Diana'nın Burberry Trench Coat'ları. 

Fakat 1930’lı yıllara kadar İngiliz ordusu ve hava kuvvetleri için tasarladığı ceketler, bende İngiliz devlet markası havası uyandırdı. Zaten kraliyet ailesinin bir çok üyesinin bu markayı tercih etmesi sanırım rastlantı değil. İngilizler dünyaya bu tür mesajlar vermekte ustalar bence. Daha çok İngiliz aristokrasisine hizmet verir gibi bir izlenim verseler de, özelikle ikinci dünya savaşından sonra asıl sıçramasını yapıyor. Ve dünya çapında lüks bir marka olmayı başarıyor.


Artık yavaş yavaş parfümümüze geçmek istiyorum. The Beat for Men aromatik odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında turunçgil ve limon size karşılıyor. Güzel ve doğal bir başlangıç diyebilirim. Bu ikiliye sanki biraz da otsu notalar eşlik ediyor. Ama çok derinlerden. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada turunçgil biraz geride kalırken, ortaya biber çıkıyor. Çok keskin bir baharat gibi değil. Biber turunçgiller ile güzel harmanlanmış. Orta notalarda küçük bir süpriz vetiver’den geliyor. Her ne kadar çok aram olmasa da burada başarılı bir kullanımı var vetiverin. Alt notalarda ise aromatik bibere biraz da sentetik odunsu notalar ekleniyor. Böylece tenden ayrılıyor. Yani özetle: Turunçgiller, aromatik biber, kabe samanı ve odunsu notalar.


The Beat, başından sonuna çok değişmeyen bir parfüm. Bu anlamda basit bir yapıda olduğunu söyleyebilirim. The Beat’i biraz Gucci Pour Homme II’ye benzettim. Sanırım ikisindeki aromatik biber kullanımı böyle düşünmemi sağladı. Gucci Pour Homme II’de pek vetiver yokken, The Beat’de oldukça hissediliyor. Bazı yorumcular Terre d’Hermes’e benzetmişler. Açıkçası ben aralarında çok büyük bir benzerliğe rastlamadım. Muhtemelen Terre’deki portakal-kabe samanı ikilisinin kokusunu benzetiyor olabilirler. Yoksa Terre d’Hermes’de buradaki kadar biber kullanımı yok.

The Beat’in tasarlanmasında Arctic Monkeys, Kasabian ve Rozorlight gibi sevilen İngiliz müzik gruplarının şarkılarındaki ritimlerden esinlenilmiş. Genç, enerjik, dinamik ve pozitif bir kokuya sahip. Çok güçlü olmayan, insanı rahatsız etmeyen bir parfüm. Genel olarak insanların beğenebileceklerini düşünüyorum. Harikalar yaratmasa da ortalama bir parfüm kullanıcısını memnun edecek gibi görünüyor. Kötü bir kokusu olduğunu söylemek haksızlık olur. Fakat benim için yeterli mi? Tabiki değil. Başlangıcı ve orta notaları fena değilken, alt notalar bir çok yeni, ana akım marka parfümde rastladığım gibi yapaylık barındırıyor. Eğer aromatik ve çok tatlı olmayan bir turunçgil-biber kokusu arıyorsanız seçenekler arasına alabilirsiniz. Parfümün tasarımını Olivier Polge ile Domitille Berthier yapmış.


Kullanım yaşı olarak 30 yaş ve altındaki arkadaşları hedefliyor gibi görünüyor. Sonbahar-kış aylarında kullanmak daha uygun olacaktır. Günlük kullanıma veya gece dışarı çıkanlara yakışacaktır.

Artıları:
+ Başlangıcındaki turunçgil kullanımını sevdim.
+ Orta notalarındaki aromatik biber de fena değil.

Eksileri:
- Alt notalarındaki yapaylık can sıkıcı hale geldi benim için.

Koku Güzelliği:10/7


7 Nisan 2012 Cumartesi

Amouage – Dia Man (2002)


Amouage – Dia Man (2002) Markanın erkek parfümlerinden.


1983 yılında Arap parfüm sanatında yeni bir dönemin başladığını söyleyebiliriz. Amouage – Gold isimli bu parfüm, Orta Doğu coğrafyasının bedensel ve ruhsal zenginliğinin yansımasıydı adeta. Daha sonra diğer Amouage’lar geldi. Ciel, Reflection, Lyric, Epic, Ubar, Jubilation XXV ve diğerleri…

Parfümlerinin sunumunda Arap geleneklerini olduğu gibi yansıtıyor Amouage. Kadın parfüm şişelerinin kapağı, Maskat Kenti’nde inşa edilen Yeni Cami’nin kubbesini andırıyor. Erkek parfüm şişelerinin kapağı ise geleneksel Umman kılıcı olan Kanjhar’ın kınına benziyor. Parfümlerin teması da genel olarak antik ticaret kenti ve Arap zenginliğinin sembolü olan Ubar gibi Arap efsanelerinden seçiliyor. İşte Amouage böylesi bir geleneğin sonucu.

                                     Amouage'ın şişelerine ilham veren Muscat Camisinin kubbesi.

Bu kapalı ama soğuk olmayan cumartesi gününde dördüncü Amouage deneyimim olan Dia Man sizlerle. 2002 yılında piyasaya sürülen bu eser odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış Avrupalıların bakış açısıyla. İlk sıkıldığında farklı bir turunçgil kullanımı size merhaba diyor. Çok doğal kokan bir portakal aklınıza gelmesin. Biraz meyveli, çiçeksi diyebilirim. Açılışını çok sevdim Dia Man’in. Olgun ve ağırbaşlı. Aynı zamanda da lüks ve gösterişli. Ne yeni parfümlerdeki gibi çocuksu bir portakal, ne de 1980’lerin şiprelerine benzer bir köhnelik.

Orta notalara geçildiğinde başarılı turunçgilin geri çekildiğini fark ettim. Zaten bu andan itibaren tam bir Amouage karakterine bürünüyor. Hafiften “hacı yağı” esintili çiçekler ve meyveler baş role geçiyor. Çiçekler biraz daha ön planda. Alt notalarında ise sabunsuluk kendisini gösteriyor. Bu sabunsuluğa misk ve amber de ekleniyor. Fakat misk biraz daha ön planda.


Dia Man’in diğer denediğim Amouage’lara göre biraz daha mistik bir tarzı var sanki. Yani nasıl anlatsam daha ruhsal. Çok ayakları yere basmıyor. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Adeta bu koku hayalet gibi. Soyut bir tabloya bakıyormuş hissi verdi bana. Çok güzel ama bir türlü ona sahip olamıyorsunuz. Kendisini göstermek istemiyor olabilir. Belki de gizemli olmayı seviyor.

Bence Dia Man, bir köşeye çekilip, kendisini ibadete vermiş bir Arap zenginine yakışacaktır. Kazandığı o bir sürü maddiyatı, girdiği caminin kapısında bırakmış. Ve o kapıdan adımını ilk attığında artık sadece kendisi ve Allah var. Diğer her şeyin anlamsız olduğunu anlıyor. Aslında gayet iyi biliyor mutluluğun banka hesabındaki paralar ile gelmeyeceğini. Ama öyle bir çağda yaşıyor ki bütün sistem “almaya, tüketmeye, harcamaya” odaklanmış. Modern insanın çıkmazlarından birisi de ne kadar çok şeye sahip olursa o kadar mutlu olacağı efsanesi. Ama öyle bir “harcama, tüketme” bombardımanı yapılıyor ki beyinlerimize, karşı koymak ne kadar mümkün.


Yada İngiltere’ye ekonomi okumaya gitmiş bir Arap ülkesi prensi aklıma geliyor. İlk senesinde bu farklı kültüre alışmaya çalışıyor. Burada insanlar farklı. Avrupa toplumlarının bireyselciğini anlayamıyor. Oysa geldiği coğrafya akrabalık ilişkileri ile yoğrulmuş. Biraz hüzünlü hissediyor kendisini. Sokakta yürürken hiç kimsenin kendisini tanımaması ve selam vermemesi ise ilk başta zoruna gidiyor. Acaba buraya ait değil miyim diye soruyor kendisine. Bilimin ve felsefenin temellerinin atıldığı yer olarak bilinen Orta Doğu, Mezopotamya ve Arap Yarımadası’nın halini düşünüyor. Eskiden Avrupalılar bilim öğrenmek için İbn-i Sina’ların peşinden koşarken, bugün ne oldu da tersine döndü işler. Neden doğu coğrafyasındaki  müslüman çoğunluklu ülkeler bilimin aydınlatıcı ışığını bırakıp da birbirlerini bombalar ile havaya uçurmanın peşindeler.   

Şunu diyebilirim ki koku olarak Dia Man, Amouage çizgisinde. Fakat Dia Man bence diğer arkadaşlarına göre daha giyilebilir ve sevilebilir. Yani Gold Man ve Jubilation XXV biraz fazla şatafatlılar. Fakat Dia Man daha sakin ve gösterişten uzak. Kalite anlamında diğer Amouage’lardan eksik kalır bir yanı yok. Aynı zengin harman ve insanı şaşırtan koku Dia Man’de de mevcut. Zaten bir Amouage parfümünü anlatmak hem çok kolay hem de çok zor.


Anlatması çok kolay çünkü ortalama bir parfüm kullanıcısı muhtemelen Amouage’ları pek sevmeyecektir. Bunda ülkemizdeki ve Orta Doğu coğrafyasındaki “hacı yağı” olgusunun etkisi var. Yani Amouage’lar bana e-posta ile ulaşan Akif Bey’in dediği gibi “Modern hacı yağları” gibi bir izlenim veriyor insanlara. Bende kesinlikle katılıyorum. Gayet de iyi anlıyorum bu yorumu.

Anlatması zor çünkü öylesine derin ve zengin harmana sahipler ki insan ne diyeceğini şaşırıyor. Genellikle notalar bir Fransız parfümündeki gibi net ve belirgin değil. Mesela bir Avrupa kökenli markanın parfümünü denediğinizde kokusunu az çok bir şeyler ile tanımlayabilirsiniz. Meyve ise turunçgiller oradadır. Baharatlar yine gayet belirgindir. Çiçekler size sürpriz yapmazlar. Fakat Amouage’ın parfümlerinde sanki bütün bu elementler birbirinin içine girmiş. Buradan karmaşa var gibi bir anlam çıkarılmamalı. Yani sınırları net olmayan, anlaşılması ve anlatması zor parfümler. Umarım derdimi tam anlatabilmişimdir.


Dia Man çok sıcak yaz günleri dışında her mevsime uyacak gibi görünüyor. Erkek parfümü olarak sunulsa da, bir kadın giyerse de pek sırıtmaz. 30 yaş ve üzeri arkadaşların denemesinde fayda var. Genç arkadaşlar pek değerini bilemeyebilirler.

Artıları:
+ Başlangıcındaki turunçgil benzeri açılışı çok güzel.
+ Amouage’dan yine yüksek kaliteli ve zengin bir parfüm sizlerle.
+ Markanın diğer eserlerine göre günlük kullanıma biraz daha uygun.

Eksileri:
- Her ne kadar zengin ve lüks koksa da hala bir çok kişinin sevebileceği gibi değil.
- Çok yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/8