8 Mart 2012 Perşembe

Nez a Nez – Atelier d’Artiste


Nez a Nez – Atelier d’Artiste Markanın unisex parfümlerinden.

Saat sabah 7 olmuştu. Christa Patout isimli genç kadın mutlulukla yataktan kalktı. Dışarıda hava gri bir Paris günü olarak kendisini göstersede içi içine sığmıyordu. Yanında yatan yakışıklı kocası Stephane Humbert Lucas’a baktı. Ne güzel uyuyordu.

Bugün pazar ve kahvaltıyı dışarıda yapacaklar. Onun için acele etmiyor. Eşini şefkatle öperek uyandırıyor. Saçları darmadağın Lucas, öyle hemen uyanabilenlerden değil. Biraz yatakta oyalandıktan sonra kalkıyor ve hazırlanıyorlar.

Evden ancak 10’a doğru çıkabiliyorlar. Paris’in en güzel kafelerinden olan Les Deux Magots onları bekliyor. Nedense canları ilk önce frambuazlı kek istiyor. İşte Atelier d’Artiste’nin başlangıcı da böyle diyebilirim. Tatlı kırmızı meyveler. Muhtemelen ahududu. Açıklanan üst notalarında üzüm de görünüyor. Ama Ahududu sanki daha ağırlıklı. Meyveli bir başlangıcı var diyebilirim.


Bizim kültürümüz için pazar sabahı 11’de içki içmek garip gelebilirken, Fransızların böyle takıntılarını olduğunu sanmıyorum. İçki menüsüne bakıyorlar. Christa rom söylerken,  Stephane konyak istiyor. Bir ressam olan Stephane çantasından piposunu çıkarıyor. En büyük zevklerinden bir tanesi içkisi ile piposunu birlikte içmek. Atalier d’Artiste’in orta notaları tamda böyle. Bolca içki, tütün ve kırmızı meyveler. Her ne kadar Christa Patout bu parfüm için “aslında biz deri parfümü yaratmak istedik” dese de bence daha çok dumansı, içki-tütün ağırlıklı orta notalar. Harika değil. Ama benzersiz ve ilginç. Biraz da lezzetli ve yapay.


Hesap ödeniyor ve parfüm tasarımcısı Stephane Humbert Lucas’ın ofisine doğru yola çıkıyorlar. Stephane’in aklında hep egzotik, biraz bohem ve “Parisian” bir parfüm yaratmak var. Bu şartlarda alt notalar amber ve kahve ile destekleniyor. Evet şimdi kompozisyon tamam. Tatlı kırmızı meyveler, içki, kahve, tütün ve amberden oluşuyor Atelier d’Artiste.


Stephane’ın ofisindeyiz. Girişteki ahşap maskeler ilk görüşte biraz ürkütücü olsa da insan zamanla alışıyor. İçerisi gayet modern döşenmiş. Minimal tarzda diyebiliriz. Az mobilya ve çok işlevsellik. Çalışma masasının üzerinde içi nefis kokularla dolu bir sürü şişe. Parfüm yaratım işinin merkezi burası. Stephane son koku karışımını karısına koklatıyor. Christa gözlerini kapatıyor. Ve kokluyor. İlk düşündüğü şey bir kadın parfümünden ziyade erkek kokusu olduğu. Muhtemelen içeriğindeki yoğun içki ve tütün bu hissi veriyor. Yine de seviyor bu parfümü. “İsmini ne koyalım peki” diyor. Stephane çoktan kararını vermiş. “Atelier d’Artiste (Artist Stüdyosu) bence harika olacaktır.” Christa hiç de fena bir isim değil diye düşünüyor.


Stephane Humbert Lucas ve Christa Patout’un kurdukları Nez A Nez, yeni sayılabilecek Fransa merkezli bir niche parfüm evi. Kokularında liriksel yan olmasını isteyen, parfüme sanat eseri gibi yaklaşan ve evrensel öğelere ulaşmaya çalışan bir duruşları var. Umarım bu yolda başarılı olurlar.


Atelier d’Artiste, zaman zaman plastiğimsi kokuyor. Bu bilinçli bir seçim mi bilemiyorum. Ama keşke o şekerli plastik kokusu hiç olmasaymış. Farklı ve karmaşık tarzına rağmen denemeye değer.

Artıları:
+ Kompleks, derin ve ilginç harmanı.
+ İçki, tütün ve amber temalı parfüm arayanları oldukça memnun edecektir.

Eksileri:
- Biraz karmaşık yapısı insanda tereddüde yol açıyor.
- Neredeyse yapaylığa varacak notalar, yüksek kalite hissiyatı vermiyor.
- Her niche parfümde olduğu gibi yüksek fiyata sahip. Öyle her yerde de karşınıza çıkmayabilir.

Koku Güzelliği: Başarısız olduğunu söylemek büyük haksızlık olsa da aşık olunacak kadar değil.
Kalıcılık: Kimin umurunda.
Farkedilirlik: Bir EDP gücünde.


5 Mart 2012 Pazartesi

Yves Saint Laurent – Body Kouros (2000)


Yves Saint Laurent – Body Kouros (2000) Markanın en çok ilgi gören erkek parfümlerinden.

Devrimci, yenilikçi ve sıra dışı insanları elimde olmadan da olsa seviyorum. Çünkü herkesin yürüdüğü yoldan yürümüyorlar, risk alıyorlar, yeni bir şey yaratıyorlar. Hayatımıza yada dünyaya bakış açımızda zaman zaman derin yaralar açıyorlar. Ülkemizde bu tür insanlar genelde taşlanmaya çalışılır. Çünkü gelenekselin dışına çıkmıştır. Bunu anlayamaz ya da değerini kavrayamazlar. Belki de bu topraklardan hiç dünya çapında iş yapan, tanınan ve saygı duyulan insanlar çıkamayacak. Zaten o meşhur fıkrada anlatıldığı gibi “Türkleri aşağıya itmeye gerek yok. Onlar, içlerinden biri yukarı doğru çıkmaya çalışırsa zaten paçalarından çekerek aşağı indirirler.”

O zamanlar Fransa’nın sömürgesi olan Cezayir’de doğan bir adam, moda dünyasını temellerinden sallayan işler yapacaktı. 1938 yılında doğan Yves Henri Donat Mathieu Saint Laurent genç yaşında Fransa’ya gidiyor. Henüz 17 yaşında çizimleri Christian Dior’un ilgisini çekiyor ve onun yanında çalışmaya başlıyor. Christian Dior’un genç sayılabilecek yaşta ani bir kalp krizi ile ölmesi, herkes gibi onu da derinden etkiliyor. İnanması zor gibi gelecek ama 21 yaşında Dior’un baş tasarımcısı oluyor. Bazı moda yazarlarına göre ise Christian Dior’u böylesine başarılı hale getiren kişi Yves Saint Laurent’den başkası değildi. Bir süre daha Dior’da çalıştıktan sonra kendi markasını oluşturmanın zamanı geldiğini anlıyor. Yves Saint Laurent ismiyle kendi markasının başına geçiyor.


Şu bir gerçek ki 20. yüzyılın en önemli modacılarından birisi olarak kabul ediliyor YSL. Haute Couture kavramını ilk defa o ortaya çıkarmış. Defilelerinde ilk defa zenci mankenler kullanmış. Kadın modasında smokin, kravat ve papyonu da ilk defa o kullanmış. 1983 yılında ise dünyanın en büyük müzelerinden olan Metropolitan Museum of Art tarafından yaşarken ödüllendirilen ilk modacı olmuş. Hayatının son bölümlerinde markasını Gucci’ye satarak adeta emekliliğini ilan etmiş. 2008 yılında ölümüne kadar, sevgilisi ile bir dağ kasabasında inzivaya çekildiği söyleniyor.


" Çıplak bir vücudun sahip olduğu güzellikten daha fazlası yoktur . Bir kadının giyebileceği en güzel kıyafet, sevdiği erkeğin kollarıdır. Fakat bu mutluluğa erişme şansı olmayanlar için, ben buradayım. " diyerek aslında amacının ne olduğunu gayet güzel açıklamış.


Eşcinselliğinin de etkisiyle genç yaşlarından itibaren alay konusu olan YSL, aşırı çekingen ruh hali yüzünden hayatının büyük bölümünde kamuoyunun önüne çok az çıkmış. Depresyon, alkolizm ve uyuşturucu ile yıllarca savaşmış ne yazık ki. Belki de “dahi ve sıradışı” olmanın cezasını çekmiş. Kim bilir.


YSL, parfüm işine de büyük bir tutkuyla girmiş. 1964 yılında ilk parfümlerini çıkardıktan sonra 100’den fazla kokuya imza atmış. Y for Women, Cinema, Paris, Nu, Opium, Jazz, Kouros, M7, Rive Gauche Pour Homme gibi önemli ve saygı duyulan klasiklere sahip markanın Body Kouros isimli parfümü bugün konuğum olacak.

Geçtiğimiz aylarda YSL’in efsane parfümlerinden Kouros’u incelemiş ve pek sevememiştim. Body Kouros ise büyük abisine hiç benzemeyen tamamen farklı bir parfüm. Yani bir anlamda Kouros’un şöhreti kullanılmış diyebilirim isim seçiminde. Markanın sevilen parfümlerinden birisi Body Kouros. Bunu da nispeten modern yapıya sahip olması sağlıyor. Baharatlı oryantal olarak sınıflandırılmış. Artık geçelim detaylara.


İlk sıkıldığında çok keskin olmayan bir anason kokusu size merhaba diyor. Tam anlamıyla rakı kıvamında olmasa da hoşuma gittiğini söyleyemem başlangıcın. Neyseki bir süre bu anason azalırken yerini nane-mentol kokulu bir vanilya alıyor. İlerleyen saatlerde ise daha pudralı bir hale geliyor vanilya. Aslına bakılırsa başlangıcındaki o anasonu saymazsak çok fazla değişmeyen bir yapısı var. Düz çizgide ilerliyor. Sizi şaşırtmıyor.

Body Kouros bence orta notalarından itibaren sevdiğim bir vanilya parfümü olan Le Male’ye oldukça benziyor. Le Male’deki o nanemsi pudralı vanilyalı his, Body Kouros’da da var. Hani söylemek istemiyorum ama sanki biraz esinlenmiş olabilir. Son kısımdaki pudralı vanilya hissini muhtemelen benzoin elementi veriyor. Bu anlamda bazı yorumcular Givenchy – Pi’ye de benzetmişler. Artık karar sizin.


Body Kouros, seveni çok olan bir parfüm. Bunun nedenini de anlıyorum. Özellikle orta notalardan itibaren hissedilen vanilya bir çok insanı cezbediyor anladığım kadarıyla. Fakat durum benim için o kadar iç açıcı değil. Öncelikle başlangıcını hiç sevmedim Body Kouros’un. Biraz zorlama olmuş sanki. Daha yumuşak bir koku kullanılabilirdi bence. Daha sonrası için düşüncelerim olumlu. Vanilya merkezli parfümleri seviyorum. Onun için alt notaları en sevdiğim kısmı oldu. Yine de Le Male ve Rochas Men varken, hiçbir zaman Body Kouros alıp kullanacağımı sanmıyorum. Body Kouros’u vanilya temasının üzerine inşa edilmiş basit bir parfüm olarak düşünebiliriz. Sanırım parfüme biraz hareket katmak için de üst notalara anason benzeri koku eklenmiş.

Parfümün tasarımını Azzaro - Visit, Boucheron – Jaipur Homme, Bulgari – Black, Christian Dior – Hypnotic Poison, Giorgio Armani – Attitude, Givenchy – Xeryus Rouge, Hugo Boss – Boss Bottled, Jean Paul Gaultier – Kokorico, Lancom – Hypnose (Kadın), Lolita Lempicka gibi popüler eserlere imza atan Annick Menardo yapmış. Önemli sayılabilecek bir not daha vereyim sizlere. Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin kitabında Body Kouros’a beş üzerinden dört yıldız vermiş. Yani hiç de fena bir not değil onun için. Bazı yerlerde üretiminin durdurulduğuna dair bilgiler var. Eğer öyleyse çok üzüleceğimi sanmıyorum.

Parfümümüzün kalıcılığı bir ana akım EDT’ı için gayet yeterli. Kıyafet üzerinde bir günden fazla hissediliyor. Farkedilirliği başlarda iyi. Alt notalara doğru tene yakın hale geliyor. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun.

Artıları:
+ Sonlara doğru ortaya çıkan vanilyamsı kokuyu sevdim.
+ Genel olarak herkesin sevebileceği bir yapıda. Hediye için iyi bir seçenek olabilir.

Eksileri:
- Başlangıcını hiç sevmedim. Hatta beni parfümden soğutan en büyük etken diyebilirim.
- Basit bir yapıda. Düz çizgide ilerliyor.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6  Farkedilirlik:10/6

2 Mart 2012 Cuma

Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)


Tauer – L’Air du Desert Marocain (2005)  Markanın unisex olarak sunulan parfümü.

İsviçre’de kimyagerlik yapan bir adam düşünün. Uzmanlık alanına yakın olan parfümlere ilgi duysun. Ve bu alanda kendisini yetiştirsin. Kimyagerlik kariyerini Donkişotvari bir kararla bırakıp, kendisini parfüm işine adasın. 2005 yılında kendi ismini kullanarak markasını ortaya çıkarsın. Henüz yedi senelik bir marka olmasına rağmen artık bir sürü oyuncunun olduğu “niche” parfüm sektöründe ismini duyursun. Hatta kurulduğu ilk yıl çıkardığı iki çok başarılı parfümle gözlerin bir anda ona çevrilmesini sağlasın. “Bir parfüm sana rüyalarındaki vahayı verebilir” diyen Andy Tauer’in kısaca hikayesi böyle olsa gerek.

                                                             Markanın yaratıcısı Andy Tauer. 

Diyeceksiniz ki İsviçre’den de parfüm markası mı çıkarmış. Kocaman şöhrete sahip Fransız, İtalyan, İngiliz ve Amerikan parfüm evleri varken, küçük bir dağ ülkesi olan İsviçre’den nasıl böyle bir niche parfüm evi kendisini göstermiş. İşte oluyor efendim. Olmaz demeyin. Yeterki işinizi doğru düzgün ve ciddiyetle yapın. Yani bizim ülkemizde eksik olan şeyi.

Tauer’in ilk parfümü olan Le Maroc Pour Elle kadınlara yönelik olarak piyasaya sürülmüş. Daha ilk parfümünde oldukça ilgi görmüş marka. İkinci parfümü ise bugün inceleyeceğim L’Air du Desert Marocain. Bu ise unisex olarak lanse edilmiş. Fakat bence erkeklerin kullanımına daha yakın. Tauer parfümlerini 1,2,3.. diye sıralayarak piyasaya sunuyor. Yani şişelerinin üzerlerinde de parfümün kaç numara olduğu ismiyle beraber yazıyor. Bunu neden yaptığını pek anlayamadım. Belkide çok düzenli ve tertipli bir arkadaştır.


L’Air du Desert Marocain, Fransızca bilmesek de az çok İngilizce’den tahmin edebileceğimiz gibi “Fas Çölünün Havası”na yakın bir anlama geliyor muhtemelen. Yani parfümün Fas’ın çöllerinden esinlendiğini sanırım söylememe gerek yok. İyi de İsviçre’nin soğuk Alpleri nerede, Fas’ın sıcak çölleri nerede. Acaba neden böyle bir isim koymuş Tauer diye düşünürken sanırım cevabı buldum. Serge Lutens’in Fas’ta yaşadığını ve parfümlerinde doğu etkilerini sıkça kullandığını hatırlatayım. Tauer belki de rakibine böyle bir meydan okuma yapmış olabilir.

Efendim bu batılıların doğu merakı nedir diye sorduğunuzu duyar gibiyim. (Belki de sormuyorsunuz) Niye parfümlerinde bile doğuya göndermelerde bulunuyorlar. Bütün suç “Oryantalizm” akımının diyebilirim. O zaman madem ismi sıkça geçmeye başladı. Nedir şu oryantalizm kısaca bir bakalım. Çünkü artık bolca duymaya başladığımız “oryantal tarzda parfüm” sözünün de ne anlama geldiği daha kolay anlaşılabilir.

                           Batılıların zihinlerindeki Doğulu imgesi bu resimden çok farklı olmasa gerek.

Oryantalizm kelimesinin Latince tabanlı dillerde karşılığı Orientalism. Kökeni güneşin doğuşunu ifade eden Latince Oriens sözcüğüne dayanıyormuş. Coğrafi anlamda “Doğu”’yu simgeliyormuş.

                                                   Edward Said'in ünlü kitabı "Orientalism". 

Oryantalizm Türkçeye “Doğuculuk, Şarkiyatçılık” olarak çevrilebilir. Tam anlamı, Yakın ve Uzakdoğu toplumlarının kültür, dil, halklarının incelendiği Batı kökenli araştırma alanlarının tümüne verilen ortak ad diyebiliriz. Oryantalizm bilimden edebiyata, tiyatrodan müziğe kadar uzanan çok geniş bir olgudur. Bu alanda en kapsamlı çalışmaları Amerikan vatandaşı da olan Hristiyan bir Filistinli Profesör Edward Said yapmış. 1978 yılında yayınladığı Orientalism kitabında tezlerini detaylı olarak anlatmış. Yani özetle Oryantalizm, Batı medeniyetinin Doğu kültürlerine bakışını anlatan bir fikir akımı.

Peki bunun konumuz olan parfümlerle ne ilgisi var? Zaman zaman incelediğim parfümlerde “oryantal” kelimesini bende kullanıyorum. Oryantal terimi parfümleri sınıflandırmak için sıkça kullanılıyor. Bu tip parfümler yoğun, kuvvetli ve egzotik kokulardan oluşur diyebiliriz. Misk, vanilya, baharatlar, tropikal çiçekler, ıtırlı bitkiler, tütün, hayvansal notalar ve değerli ağaçların balsam (benjamin ve tolu balsam gibi)  kombinasyonlarından oluşurlar. Fakat gözden kaçmaması gereken bir şey daha var. Oryantal kokular denen parfümlerde Doğu Asya, Afrika, Ortadoğu gibi bölgelerin etkileri de hissedilir zaman zaman. Tabiki bu durum hep olacak diye bir kural yok. Yani olaya bu açıdan da bakıyorum ben.
    

İşte bugün tam da Arap coğrafyasının koku karakterine yakın bir parfüm karşımızda. Zaten yukarıda bahsettiğim ismi bize az çok bir fikir verebilir parfümle ilgili. L’Air du Desert Marocain baharatlı-oryantal olarak sınıflandırılmış. Aslına bakılırsa uzun uzun anlatmak gerek bu eseri. Çünkü çok kompleks ve detaylı bir yapıda. Öncelikle başlangıcı çok tuhaf. Oldukça karanlık aromatik otlar hissettim. Bu otlara biraz da yine karanlık ve algıları zorlayan bir deri ve ağaç reçinesi benzeri koku eşlik ediyor. Anlaması zor. Çok sevdiğimi söyleyemem ilk kısmı. Belki de bu karmaşa böyle düşünmemi sağladı. Bir süre sonra Serge Lutensvari tatlı baharatlar hakimiyeti ele alıyor. Kokunun karanlık yapısı devam ediyor. Hatta burada “dumansılık” başlıyor denilebilir. Neyseki burası daha sevilebilir. Efendim devam ediyoruz. İlerleyen dakikalarda bu sefer dumansı baharatlar geri çekilirken ortaya karanlık bir deri çıkıyor. Haydaa. Bu nasıl bir parfüm diye düşünüyorum. Çünkü adeta geçit töreni gibi bütün notalar burnunuzun önünden geçiyor sırayla. Deri kullanımı biraz yapay ve plastiğimsi. Bu parfümü deneyen bazı kişilerin onu Bulgari – Black’e benzetmeleri bu sebepten büyük ihtimalle. Fakat bu deri Black kadar başarılı değil. Geçelim bir sonraki adıma. İlerleyen saatlerde bu sefer plastiğimsi deri gerilerde kalırken, bariz bir kabe samanı ortaya çıkıyor. Pek sevmediğim bir kokusu olsa da fena değil kabe samanı kullanımı. Sonunda bitti derken… Müthiş bir gol atıyor parfüm size. Bu defa da kabe samanı ortadan kaybolurken egzotik ve çok güzel bir amber imzayı atıyor. Böylece de tenden uzun süre sonra ayrılıyor. Ben anlatmaktan yoruldum. Umarım siz okumaktan yorulmamışsınızdır.

Andy Tauer kimyager olan amatör bir parfümörmüş. Fakat daha ilk çıkardığı parfümlerden birisinde nasıl böylesine kompleks, zengin, karmaşık, gizemli ve “çok katmanlı” bir kokuya imza atmış gerçekten şaşkınım. Bu parfüm adeta beş katlı bir apartman gibi. Her katı ayrı bir yapıda. Parfümün tende bir notadan diğerini geçişini büyük bir zevkle izliyorsunuz. Şimdiye kadar böylesine çok katmanlı bir parfüme rastlamadığımı belirtmeliyim. Bu parfümün neden bu kadar üzerinde durulduğunu ve ilgi gördüğünü şimdi daha iyi anlıyorum.


L’Air du Desert Marocain, günlük kullanıma uyabilecek konforlu bir seçenek değil. Bence daha çok sanat eseri seviyesinde bir iş. Biraz Serge Lutens – Chergui’yi anımsattı bana. Son kısımdaki amber ise Serge Lutens – Ambre Sultan’a oldukça benziyor. Bence en can alıcı kısmı sonları. Başındaki o tuhaf ayakkabı boyasına benzer kokuyu sevmedim. Bir de plastiğimsi deri bölümünü. Onun dışında çok derin bir parfüm.

L’Air du Desert Marocain, Tauer’in en çok tartışılan, en çok ilgi gören, hakkında en çok şey yazılan parfümü. Yani bir anlamda markanın gözbebeği. Bu kadar tanınmasının ise parfüm severlerin en önemli kaynaklarından sayılan “Luca Turin ve Tania Sanchez”in “Perfumes: The A-Z Guide” kitabı sayesinde olduğu söyleniyor. Bu ünlü parfüm kitabında L’Air du Desert Marocain beş üzerinden beş yıldız alarak hakkında çok olumlu şeylerin yazılmış olması dikkat çekici. Tabiki tek etkenin bu olduğu söylenemez. Ama gerek markanın gerekse parfümün tanınmasında itici bir gücü olduğu söylenebilir.


Hoşlanmadığım taraflarını bir yana koyarsam gizemli ve karanlık yanı olduğunu düşünüyorum. Eşine çok rastlanacak bir yapıda değil. Dikkatimi çeken bir başka konuda başından sonuna “karanlık” bir his vermesi insana. Bunu da muhtemelen deri ve amber sağlıyor. İsminden ötürü havadar ve ferahmış gibi algılansa da fazla kendisini açık etmeyen bir karakteri var. Neredeyse bulmaca gibi. Tam da bu noktada yine hayal dünyama dalmak istiyorum:

Her ne kadar bu aralar bütün Ortadoğu “Arap Baharı” marifetiyle çok karışık durumda olsa da Fas’a gittiğimizi düşünelim. Gündüzleri hava çok sıcak olduğundan ancak güneş battıktan sonra şehri gezebilme imkanımız var. Otelinize giriş yapıyorsunuz. Uçak yolculuğunun hafif de olsa yorgunluğu var üzerinizde. Yatağınıza uzanıp tadını çıkarıyorsunuz bu iki günlük küçük tatilin. Küçük, salaş ama temiz bir odanız var. Daha sonra pencereyi açıyorsunuz. Doğu toplumlarına özgü karmaşa, koşuşturma ve gürültülü çalışan motorsikletler. Dışarıdan hafif ve serin bir esinti giriyor içeri. Daha önce hiç duymadığınız kokularda o esintiyle beraber burnunuzu okşuyor adeta. Otelinizin bulunduğu sokağın baharatçılar çarşısının hemen dibinde olduğunu hatırlıyorsunuz. Çeşit çeşit kokular. Acaba bu rüzgar çölden mi geliyor diye düşünmeden edemiyorsunuz. İşte Desert Marocain tam da böyle hisler uyandırıyor bende.


Andy Tauer’in ilginç bir özelliğinden de bahsedeyim. Resmi internet sitesinde sürekli güncellediği blogu var. Burada parfümler ve kokular hakkında ilginç ip uçları veriyor. Ayrıca parfümlerini kendi evinde imal ettiğine dair bir bilgi var. Ama o kadar parfümü kendi evinde tek tek nasıl hazırlar şüpheliyim.

L’Air du Desert Marocain’in kalıcılığı çok iyi. Şimdi burada da ilginç bir durum var. Tauer parfümlerini “Eau de Toilette Intense” olarak sınıflandırıyor. Yani standart EDT’lerden daha yoğun anlamında kullanıyor bu ibareyi. Ama EDP’de demiyor. Yani ikisinin arasında bir yerde muhtemelen Tauer’in parfümleri. Bu durum bana Creed’in Millesime ifadesini hatırlattı. Yani “standartları ben belirlerim” mi demek istiyor acaba? Yada literatüre yeni bir terim mi sokmayı amaçlıyor? Karar sizin.

Farkedilirliği başlarda çok iyi. Daha sonra doğal olarak azalıyor. Yine de fena değil diyebilirim. Unisex olarak sunulsa da erkek kullanımına uyacak bir tarzda. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak mantıklı olacaktır. Denemeden almak riskine girmeyin derim. Çünkü çok pahalı fiyatlara satılıyor.

Artıları:
+ Reçinemsi baharatlar ve amber kullanımını çok sevdim.
+ Çok derin, detaylı, zengin, gizemli bir yapısı var. Adeta şaşkına çeviriyor sizi.
+ Kalıcılığı çok iyi

Eksileri:
- Yahu o nasıl bir açılış öyle. Neye benzeteceğimi şaşırdım.
- Plastiğimsi deri kullanımı biraz sırıtıyor. Daha özenli olabilirmiş o konuda.
- Fiyatı çok yüksek. Heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7

28 Şubat 2012 Salı

Aramis – Tuscany Per Uomo (1984)


Aramis – Tuscany Per Uomo (1984) Markanın klasikler arasında yerini almış parfümü.

İsmini sıkça duyduğum, parfümlerini merak ettiğim ama bir türlü tanışma fırsatımızın olmadığı bir marka Aramis. Özellikle 1966 yılında çıkardıkları Aramis For Men isimli parfümleriyle önemli bir başarı yakalamışlar. Tabiki geçen yıllar ve çeşitlenen parfüm sektörü yeni heyecanlara yelken açarken, klasikleşmiş parfümler gözden düşüyorlar. Çünkü yeni trendler çok farklı. Parfüm sektörünü biraz teknoloji alanına benzetiyorum bu anlamda. Hepimizin yaşadığı bir şey vardır. Bir bilgisayar alırız. Fakat ilerleyen teknoloji karşısında iki sene sonra eskidiğini yada yavaş kaldığını hissederiz. Sanki bir şeylerin gerisinde kalmıştır henüz iki sene önce aldığımız bilgisayar.

Parfüm dünyasındaki değişimlerin teknoloji kadar hızlı olmadığını tabiki kabul ediyorum. Ama parfümlerinde bir değişim ve evrim süreçlerinin olduğuna inanıyorum. Mesela 1800’lü yılların sonlarında üretilmiş Guerlain’in ünlü parfümü Jicky bugün çoğu kimsenin burun kıvıracağı bir kokuya sahip olabilir. Çünkü artık insanlar biraz da trendlerin dayatması ile daha popüler olana merak salıyorlar.

Bu durumu sinema sektörüne de uyarlayabiliriz. Eskinin klasik filmlerini bugünkü genç nesile izlettirin. Kaç tanesi sıkılmadan filmin sonunu getirebilir. Oysa bol aksiyonlu yeni bir macera filmi vasat olsa da o klasik filmden daha çok ilgi görecektir. Parfümlere de böyle bakabiliriz. 1990 ve daha öncesinin parfümlerini bir çok kişi kullanmıyor. Yada kullanmak istemiyor. Belki de ilgilerini çekmiyor. Sonuçta her sene yeni bir sürü parfüm piyasaya sürülüyor. Çoğu vasatı aşamasa da iyi bir pazarlama kampanyası ile satışlarını artırmayı başarıyorlar. Ama bir çok klasikleşmiş parfümün kalitesine yaklaşamıyorlar bile. İşte bugün de yine böyle “eski kafa” diye tabir edilen arkadaşı ağırlayacağım.

                                                             Markanın yaratıcısı Estee Lauder.

Aramis, dünyanın en büyük güzellik ve kozmetik şirketlerinden olan Amerika merkezli Estee Lauder’in bir markası. 1946 yılında “Her kadın güzel olabilir” mottosu ile kurulmuş. Markanın yaratıcısı Estee Lauder Macar asıllı annesi ve Çek asıllı babası tarafından büyütülmüş. Estee ismi ailesinin kendisine verdiği takma ad olan Esty’nin bir varyasyonuymuş. Güzellik konusuna duyduğu ilgiyi ilk önce kimyacı amcası keşfetmiş. Onun yardımı ile otellere ve güzellik salonlarına cilt bakım ürünleri satmaya başlamış. Ve başarı merdivenlerini hızlıca tırmanmış. 2009 yılı itibariyle yıllık cirosu 7 milyar dolara ulaşmış. Dünya çapında ise 31.000’den fazla çalışana sahipler. Bünyesinde 27 ayrı marka barındırıyorlar. Bunların en bilinenleri olarak Aramis, Aveda, Bobbi Brown, Clinique, Donna Karan, Jo Malone, Michael Kors, Sean John Parfümleri, Tommy Hilfiger ve Tom Ford Beauty birimi gösterilebilir. 1964 yılında ise Aramis isimli parfüm ve güzellik markasını yaratmışlar.

Aramis ismi edebiyata biraz meraklı olanlar için oldukça tanıdık gelecektir. Bir çoğumuzun çocukken okuduğunu tahmin ettiğim Alexandre Dumas’ın ünlü romanı “Üç Silahşörler”’den esinlenmiş. Bu romanda Athos, Portos ve Aramis isimli üç gözüpek şövalyenin maceraları anlatılıyor. Gerçi sonradan bu üç isme genç, ateşli ve romantik şövalye D’Artagnan’ın da katılmasıyla dört silahşör olmuşlar. Hatta “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” sözü bu romanın belki de en bilinen cümlesi. Aramis karakteri ise bu üç şövalyenin son sırasındadır. En önemli özellikleri ise ağırbaşlı ve kibar olmasıymış. Bu ünlü romanın defalarca film, çizgi film vb. alanlarda uyarlamaları yapılmış. Alexandre Dumas'ın eserlerini, özellikle de "Üç Silahşörler"'i yazarken tarihi oldukça saptırdığı, olaylara fazlasıyla hayal gücünü kattığı söylenir. Bu söylentiler kulağına kadar gelince Dumas, "Tarihe tecavüz ettiğimi söylediler ama çok güzel çocuklar doğdu" diyerek espirili bir yaklaşımda bulunmuş.

1964 yılında ortaya çıkan Aramis markası 1966 yılında ilk parfümü Aramis’i piyasaya sürmüş. İlk çıktığı andan itibaren büyük ilgi gören parfüm, Aramis’in de lokomotifi olmuş diyebiliriz rahatlıkla. Hatta hatırladığım kadarıyla ben çok küçükkken babamda Aramis’in parfümünü yada traş losyonlarını kullanırdı. Bu ünlü parfüm geçenlerde diğer blogumda verdiğim “2010 yılının Amerika’da en çok satan parfümleri” listesine 20. sıradan girmeyi başarmıştı. Yani üzerinden uzun yıllar geçmesine rağmen Aramis ilgi gören parfümlerden birisi.


Bugün bahsedeceğim ise markanın Tuscany isimli parfümü. Bu parfüm Aramis’in Amerika dışında yaratılan ilk kokusuymuş. Tuscany İtalya’da tasarlanmış ve 1985 yılında da İngiltere’de satışa sunulmuş. Tuscany bazı ülkelerde “Etruscan” ismiyle de satılıyormuş. Yani ikisi de aynı parfüm. Sanırım İtalya’da üretildiği için İtalya’ya gönderme yapan bir isim seçmişler.

Tuscany aromatik fujer olarak sınıflandırılmış. Bu parfümü iki bölüme ayırıyorum. İlk kısımda geçmişte kalmış hissi veren bergamot sizi karşılıyor. Bergamota aromatik otlar ve aromatik baharatlar eşlik ediyor. Nasıl desem eski kokan, erkeksi, 1980’lere uygun bir yapıda. Sanki hafiften Christian Dior - Eau Sauvage etkisi var. Gayet şık ve olgun. İlk bölümü sevdim diyebilirim. İkinci kısımda ise o aromatik otlar, turunçgil ve baharatlar tamamen ortadan kayboluyor. Bu andan itibaren karanlık ve kuru silhat (paçuli) ile deri başrole geçiyor. Yine eskilerden kalmış bir tarzda. Sanki biraz Azzaro Pour Homme ve Polo Crest esintileri var. Buradaki silhat kullanımı yüzünden çok beğendimi söyleyemem bu bölümü. Yani özetle: Aromatik otlar, baharatlar, deri ve silhattan oluşuyor diyebilirim Tuscany.


Blogumu takip edenler 1980 ve öncesinin erkeksi aromatik fujerları ve şiprelerine çok ilgimin olmadığını anlayacaklardır. Ne Chanel – Antaeus, ne Azzaro Pour Homme ne de Polo Crest. Hatta nispeten yeni bir parfüm olmasına rağmen YSL – Rive Gauche Pour Homme’u bile bünyem kabul edemedi. Onun içindir ki Tuscany benim hiç bir zaman alıp, severek kullanacağım bir koku değil. Ama eğer eski kafa erkeksi parfümleri seviyorsanız sizin için çok iyi bir seçim olabilir. Fakat benim için değil.

Tuscany genel olarak herkesin sevemeyeceği yapıda. Günümüzün modern parfümlerine ise hiç benzemiyor. Bence modası geçmiş bir klasik. Denemeden alınmaması gereken bir tarzı var.


Kalıcılığı tenimde gayet iyi sonuçlar verdi. Neredeyse bir güne yakın hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği başlarda fena değil. Daha sonra normale dönüyor. 30 hatta 35 yaş üzeri erkeklerin kullanımına daha uygun. Genç arkadaşlar rahatlıkla burun kıvıracaklardır. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir.

Artıları:
+ Genel olarak kalitesi tatmin edici.
+ Başlangıcı gayet iyi diyebilirim.
+ Kalıcılığı iyi.

Eksileri:
- Çok eski ve modası geçmiş kokusuyla bir çok kişinin hoşuna gitmeyebilir.
- Alt notalarındaki o kuru ve karanlık silhat kullanımını sevemedim.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6