22 Şubat 2012 Çarşamba

Romeo Gigli Per Uomo (1991)


Romeo Gigli Per Uomo (1991) Markanın klasikler arasında yerini almış parfümü.

Ahh İtalya ahh. Her ne kadar gidip görmesek de bu merak etmediğimiz anlamına gelmez. Tarih boyunca Etrüks ve Latin uygarlıklarının yeşerdiği yer olan İtalya’yı Türkiye’ye çok benzetiyorum. İki ülkenin de aslında büyük birer yarım ada olması, Akdeniz’e kıyıları bulunması ve geçmişlerindeki büyük imparatorlukların temsilcisi olmaları şu an aklıma gelenler.

Benim gözümde İtalya’nın dünya kültür mirasına en büyük katkısı Rönesans hareketleridir. 15. yüzyıldan itibaren Avrupa kıtası, üzerindeki büyük durgunluktan kurtulmaya başlamıştı. Coğrafi keşifler ile elde edilen sömürge ülkelerin zenginlikleri Avrupa’ya akıyordu adeta. Dinin (özellikle kilisenin) gücünün sınırlandırılması, zenginleşme ile beraberinde yeni bir burjuva sınıfının doğmasına sebep olmuştu. Bu sınıf artık harcayamayacağı kadar çoğalan servetlerini sanat, bilim, felsefe ve mimari alanlarına yatırıyorlardı. Bugün de Türkiye’nin en zengin ailelerinin sanata büyük yatırımlar yapmaları sanırım daha iyi anlaşılabilir.

                        Rönesansın önemli ressamlarından Gentile Bellini'nin Fatih Sultan Mehmet Portresi. 

Rönesansın öncüleri, sanat faaliyetlerinin yanı sıra edebiyat, tarih ve arkeolojiye önem verdiler. Resim ve tasvir anlayışı değişti. Mimaride insanı ezen Gotik tarzı terk edilerek, Barok ve Rokoko üslubu geliştirildi. Araştırmacı Burkhard’a göre: ”Rönesans insanın keşfedilmesidir.” Yani bir anlamda dinin her alanda etkin olmasının önüne geçilerek insana önem verilmesi, saygı duyulmasıdır Rönesans. Bilimin, pozitivizmin ve eleştirel düşüncenin her şeyin önüne geçmesi adeta. Dünya kültür tarihini değiştiren bu gelişmelerin, dünyamızın bugün geldiği noktaya önemli etkileri olmuştur.

Günümüzde ise İtalya, kısmen temizlenmiş mafya teşkilatı (Unutulmaz “The Godfather” filmleri), büyük futbol endüstrisi ve müthiş spor otomobil üreticileri ile geçmişteki parlak günlerinden uzak görünmekte. Böylesi önemli bir tarihe sahip ülkenin, günümüzdeki moda sektörüne katkıları nedir diye soracak olursanız size cevabım şu olabilir: Giorgio Armani, Versace, Dolce & Gabbana, Prada, Gucci, Gianfranco Ferre, Roberto Cavalli, Valentino, Fendi, Rocca Baracco vb.

Her ne kadar moda endüstrisinde bariz bir Fransız etkisi varsa da, İtalya’da dünya çapındaki başarılı markaları ile bu savaşta yerini almış durumda. Bugün parfümünden bahsedeceğim Romeo Gigli ise yukarıda saydığım büyük markalar kadar bilinmese de saygı duyulan bir isim.


Modacı Romeo Gigli, İtalya Faenza'da 1949 yılında doğmuş. Oldukça varlıklı bir aristokrat ailenin çocuğuymuş. Babası antikacılık ile ilgilenen Romeo Gigli, hiç bir zaman aile mesleğine sıcak bakmadı. İki yıl mimarlık okuduktan sonra düzenli olarak Paris ve Londra'ya gidip geldi. Oralardaki moda dünyası adeta gözlerini kamaştırmıştı. Bu iki şehirde gördüğü avantgard sokak modası akımından oldukça etkilendi. Ve artık kararını vermişti. Modacı olacaktı. Daha sonra kendi markasını yaratması işlerinin büyümesine yol açtı. Bugün birçok farklı alanda ürünler veren marka, 1989 yılında ilk parfümünü piyasaya sürdü. İki yıl sonra da bugün inceleyeceğim “Romeo Gigli Per Uomo” tasarlanmış.

Parfümümüz baharatlı-oryantal olarak sınıflandırılmış. Uomo’nun başlangıcında eski ve buruk bir turunçgil ile yeşil aromatik otlar hissediliyor. Şişesinin içindeki sıvısına ne kadar da benziyor açılışı. Sanki ağırlık bergamotta. Fakat günümüzün parfümlerine pek benzemiyor. Onun için biraz garip gelebilir. Bence de alışması biraz zor. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Bu kısımda aromatik otlar yine alttan alta hissediliyor. Neyseki benim en sevdiğim notalardan birisi olan tütün ağırlığını hissettiriyor. Evet orta notalarda neredeyse bir tütün parfümü haline geliyor Uomo. Biraz da hayvansal elementler. Bu hayvansallık bana Calvin Klein – Obsession For Men’i hatırlattı. Obsession’a aromatik bir tütün eklenmiş gibi. Bu kısmı oldukça sevdim. Fakat tütün temasını sevmiyorsanız pek hoşunuza gitmeyebilir.

Alt notalara geçiş ise parfümün en şaşırtıcı yanı. Orta notalardaki aromatik yeşil otlar ve tütün tamamen ortadan kayboluyor. Onların yerine tozlu ve karanlık bir silhat (paçuli), misk ve odunsu notalar geçiyor. Böylece de devam ediyor. Parfümün genelinde bir tatlılık hissediliyor. Bu tatlılık büyük ihtimalle bal ile sağlanmış. Zaten alt notalara doğru ballı his rahatlıkla anlaşılıyor. Bunu da küçük bir not olarak belirteyim.


Romeo Gigli Per Uomo, 1990’ların başlarında çıkmış bir eser. Yani bu anlamda 1980’lerin erkeksi parfümlerinden esinlenmiş gibi görünüyor. Bana orta notalarında Obsession For Men’i hatırlattı. Tabiki tütün temasını çıkarırsak. Alt notaları ise Givenchy – Gentleman’a benziyor. Bu anlamda Uomo herkesin sevebileceği bir parfüm değil. Eğer 1980’lerin erkeksi klasiklerine meraklıysanız oldukça beğeneceğinizi tahmin ediyorum.

Genel olarak yapaylık barındırmayan, erkeksi, olgun, rafine bir erkek parfümü. 30 hatta 35 yaş üzerindeki erkeklerin kullanması daha uygun olacaktır. Genel itibariyle günümüzün modern parfümlerine pek benzemiyor. Onun için almadan önce denemek gerekli. Fakat kötü bir haber vereyim. Okuduğum kaynaklar Uomo’nun üretiminin sonlandırılmış olduğunu söylüyorlar. Zaten her yerde bulmak da gittikçe zorlaşıyor. Yani bu parfüm ilginizi çektiyse elinizi çabuk tutmanızı öneririrm.

Kalıcılığı bir EDT’ye göre fena değil. Farkedilirliği başlarda oldukça yüksek. Alt notalarına geldiğinde ise oldukça düşüyor. Tam bir ten kokusuna dönüyor. Sonbahar-kış kullanımı için daha uygun.

Artıları:
+ Orta ve alt notaları gayet başarılı.
+ Eğer parfümlerde tütün temasını seviyorsanız bir göz atın derim.
+ Kompleks ve derin bir yapısı var.

Eksileri:
- Başlangıcını pek sevemedim.
- Biraz “eski” bir tarzı var. Kör alış yaparsanız pişman olabilirsiniz.
- Üretimi bitirildiği için her yerde bulmak zor. Biraz aramanız gerekecek.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/6             

19 Şubat 2012 Pazar

Amouage – Silver Man (2002)


Amouage – Silver Man (2002) Markanın erkek parfümlerinden.

Merhabalar saygı değer parfüm severler. Bugün incelemeye alacağım üçüncü Amouage parfümüyle karşınızdayım. Umman kraliyet ailesinin mülkiyetinde olan Amouage parfüm evi, tamamen bölgenin zengin koku ve mis geleneği üzerine çalışıyor. Arap Yarımadası, Mezopotamya ve İran bölgesi çok eski zamanlardan bu yana parfüm sanatının beşiği olarak biliniyor. Henüz süzme ve damıtma teknikleri keşfedilmeden önce Arap kimyacı ve simyacılar, çiçeklerin özünü çıkarıp su ve yağın içinde saklamayı başarmışlardı. Yüzyıllardır bu bölge tütsü, mür, sandal ve gül yağı gibi parfüm özlerinin vatanı olarak nam salmış. Zaten bugünkü inceleme konumuz olan Silver Man tam da bu özlere yakın karakterde.


Silver Man, yurtdışı kaynaklı parfüm forumları ve bloglarında ismi pek geçmeyen bir arkadaş. Markanın diğer parfümleri büyük ilgi görürken ve üzerinde tartışılırken Silver Man sanki biraz gözden uzak kalmış gibi. Bu durumun nedenini pek anlayamadım. Bir önceki Amouage incelemem olan Gold Man’in hakkında bir çok şey yazılıp çizilirken, Silver Man neden üvey evlat muamelesi görüyor acaba. Üstelik koku güzelliği anlamında çok daha başarılı iken.

Silver Man odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Çok fazla odunsu nüanslar olmasa da çiçekler ve misk hissedilir derecede var. Açılışı çok zengin bir turunçgil ve çiçekler ile gerçekleşiyor. Fakat bu iki tema bildiğiniz gibi değil. Turunçgil ve çiçekler hafiften hacı yağı esintisi ile size merhaba diyor. Anlatması zor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. Portakal çiçeği ve mandalina varmış. Turunçgil hissi muhtemelen oradan geliyor. Markanın imajına çok uygun bir başlangıcı var. Yani Arap esintileri, lüks ve çok kaliteli hacı yağı.   

Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Yine açıklanan orta notalara bakmak gerek. Çünkü karmaşık bir yapısı var. Yasemin, gül, ylang-ylang, mimoza ve orkide. Görüleceği üzere orta notalarda tam bir çiçeksilik hakim. Fakat kadın parfümlerinde karşımıza çıkan bir çiçeksilik değil. Daha erkeksi. Sonrasında bu çiçeklere biraz hayvansal elementler katılıyor. Misk mi desem civet mi karar veremedim. Yine bu kısımda biraz da baharatlar hissediliyor. Anlaşılacağı üzere orta notalar çok zengin ve detaylı.

Alt notalar ise süpriz bir şekilde zayıf ve tene yakın kalıyor. Çok güçlü ve farkedilir olmasıyla bilinen Amouage'lar için ilginç bir durum. Son kısımda anlayabildiğim kadarıyla tütsü, biraz amber ve misk var. Bu bölüm diğer kısımlar kadar gösterişli ve zengin değil. Yani özetle Silver Man başından sonuna "pudralı çiçeklerin ve biraz da sabunsuluğun" gözetimi altında diyebilirim.

                   Amouage'ın tanıtım gecesi. Markaya ne kadar önem verdiklerinin kanıtı adeta bu video. 

Ünlü parfüm kritikçisi Luca Turin, Silver Man için özetle şunları söylemiş: "Baharatlı başlangıcı Caron - Yatagan'ı hatırlatıyor. Orta notalarında ise garip bir çiçeksilik mevcut. Mimoza uzun süre etkisini koruyor. Alt notalarında ise turunçgil-şipre şeklinde diyebilirim. Geleneksel olmayan, doğal ve çok hoş. Tavsiye ederim. Chanel Pour Monsieur'a iyi bir alternatif olacaktır." Beş üzerinden üç yıldız vermiş not olarak Luca Turin. 

Silver Man hiç şüphesiz ki zengin ve lüks kokuyor. Denediğim diğer iki Amouage'da olduğu gibi hafiften "hacı yağı" havası var. Bu markanın Ortadoğu kökenli olduğunu düşünürsek, hiç de garipsenmemesi gereken bir durum. Arap kültürünün ve sokaklarının izleri var sanki bu parfümde. Arap ruhu diye bir şey varsa Silver Man'de bu kesinlikle hissediliyor.

                                                      Yok yok Amouage'lar sokakta satılmıyor :)) 

Silver Man günlük kullanıma uyabilecek konforlu bir seçenek değil. Herkesin kullanabileceği gibi hiç değil. Bir çok kişi hemen "hacı yağlarına" benzetecektir. Bu değerlendirme bence biraz fazla yüzeysel kalır. Keşke bütün hacı yağları bu kadar zengin ve ilginç kokabilse. Buradan anlaşılacağı üzere denemeden alınması riskli bir eser. Çok yüksek fiyatından dolayı bu riske girmeye değer mi karar sizin.

Amouage'ların üretildiği fabrika.

Markanın diğer incelediğim parfümü Gold Man çok daha yoğun, pudralı ve kullanımı zor bir parfümken, Silver Man biraz daha yumuşak, sakin ve olgun. Pudra kullanımı biraz daha ölçülü. Yine de başlangıcındaki pudra hissiyatı dikkat çekici. Pudra kullanımı bir çok kişide "sabunsuluk" hissi verebilir. Şöyle bir düşündüğümde Silver Man biraz da sabunsu kokuyor diyebilirim. 

40 yaş üzerindeki erkeklere daha çok yakışacaktır. Yüksek kaliteli, şık, zengin ve olgun bir tarzı var. Klasik ve biraz da muhafazakar tavrını ortaya koyuyor.

Kalıcılığı Amouage standartlarına göre çok iyi değil. Yine de teninizde 1 güne yakın hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği başlarda yüksek. Hatta çok sıkarsanız boğucu bile olacaktır. Fakat ilginç bir şekilde 5-6 saat sonra farkedilirliği hissedilir biçimde düşüyor. Tene yakın bir hale geliyor. Bu andan itibaren konfor kokusuna dönüşüyor.

                                                                  Bir Amouage mağazası.

Başlangıcındaki yoğun yapısından dolayı ilkbahar-yaz mevsiminde kullanmak bunaltıcı olabilir. Sonbahar-kış mevsimi için tercih edilebilir.

Artıları:
+ Çok farklı bir çiçeksi kokuya sahip.
+ Parfümün yüksek kalitesine diyecek hiçbir şey olamaz.
+ 40 yaş üzerindeki erkekler için çok fazla seçenek olmadığı şu son yıllarda maddi sorununuz da yoksa iyi bir alternatif olabilir.

Eksileri:
- Herkesin sevemeyeceği kokusu. Hele ki genç arkadaşların.
- Çok yüksek fiyatı var. Ayrıca heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/7

16 Şubat 2012 Perşembe

Paco Rabanne - 1 Million (2008)


Paco Rabanne - 1 Million (2008) Markanın popüler parfümlerinden.

Ortaokulda yada lisede popüler erkekler yada kızlar vardır. Etraflarında bir sürü arkadaşları olan hani. Herkes onlara yakın olmak ister. Onların bir sözleri neredeyse emir olarak algılanır. Onlar nereye gitseler orası değerli olur. Yada nerede otursalar orası kıymete biner. Birçok kişi sınıfta onların yanına oturmak ister. Ve daha neler..

Lise yıllarıma geri dönmeyi pek düşünmüyorum. Ama yukarıdaki bahsettiğim duyguları birçoğumuz yaşamışızdır. Benim asıl merak ettiğim o popüler çocukların ileride nasıl bir hayatları olduğu. İş hayatına atılıp hayatın gerçekleri ile yüzleştikleri zaman, etraflarında hiç kimsenin olmadığını gördüklerinde acaba ne düşünürler. Belki de hayal kırıklığı…

Ben 1 Million'ı okuldaki popüler çocuklara benzetiyorum. İlk çıktığından beri çok satan ve ismi çok geçen bir parfüm karşımızda. 1 Million, Paco Rabanne’nin diğer çok satan modeli Black XS’in pabucunu dama atmış gibi görünüyor. Bende daha önceki incelememi yeniden yazmayı uygun gördüm. Yani bir anlamda kapsamlı bir güncelleme yapmış oluyorum 1 Million ile ilgili.

Öncelikle ilginç şişesinden başlamak gerek. Çünkü parfümün kokusu kadar ilgi çekiyor şişesi. Anlaşıldığı üzere külçe altına benzetilen şişe bize parfümün kokusu ile ilgili de küçük bir ipucu veriyor. 1 Million özellikle başlangıcında oldukça metalik kokan bir turunçgil ile size merhaba diyor. Bana nedense hep şişesini hatırlatıyor bu durum.


1 Million odunsu baharatlı olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında oldukça tatlı bir portakal sizi karşılıyor. Resmi olarak açıklanan üst notalarında greyfurt ve portakal var. Fakat burada çok doğal bir portakal kokusu yerine daha metalik bir halde karşımıza çıkıyor. Yine de başlangıcı gayet güzel. Zaten parfümün bu kadar başarılı olmasını daha ilk saniyelerde anlıyorsunuz. Orta notalara gelindiğinde tatlı baharatlar devreye giriyor. Muhtemelen tarçın. Tabiki başlangıçtaki o portakal hissi hala var bu kısımda. Bir süre sonra tatlı baharatlara oldukça yapay deri notası ekleniyor. Bu yapay deri kullanımına rağmen orta notalar hala sevilebilir. Alt notalar ise parfümün en hoşlanmadığım kısmı. Yapay deri kokusuna başarısız bir sedir ve amber ekleniyor. Yapaylık artık iyice rahatsız edici oluyor ne yazık ki. Keşke sonları daha iyi olabilseymiş. Yani özetle: Metalik tatlı turunçgil, tatlı baharatlar, tatlı deri diyebiliriz.

Şu bir gerçek ki Paco Rabanne’nin amacı bir sanat eseri yaratmak değil. Yada parfüm dünyasında tabular yıkmakla falan ilgilenmiyorlar. Bence amaçları çok iyi satış rakamlarına ulaşabilecek, herkesin sevebileceği, popüler olma ihtimali yüksek, modern bir parfüm yaratmak. 1 Million’un başarısından anlıyoruz ki bu amaçlarına ulaşmışlar. Bugün dışarıya çıkıp sokaktan geçen on kişiye koklatsak yüksek bir oranda insanlar beğeneceklerdir. Yani bence günümüzün modern ve güvenli parfümlerinin başında geliyor 1 Million. Anlaşılan Paco Rabanne popüler rakiplerine 1 Million ile cevap vermiş gibi görünüyor. Fakat benim gibi her zaman çok daha iyisini arayan birisi için yeterli mi? Tabiki hayır.


Efendim bu parfüm 18-30 yaş arası erkeklerin en sevdikleri kokulardan birisi muhtemelen. Hiç kimseye de niye seviyorsun diyerek ukalalık edemeyiz. Herkesin seçimleri kendi beğenileri doğrultusunda olacaktır. Fakat ben hiç bir zaman 1 Million alıp kullanacağımı düşünmüyorum. Zaten aldığım bir şişesini çok geçmeden elimden çıkarttım. Neden mi?

Bir kere bir parfümü çoğu kişinin sevmesi, kokusunun modern parfüm tredlerine uyması benim pek umurumda olan şeyler değil. Çok satan parfümlerin çok iyi parfümler olmadıklarını da gayet iyi biliyorum. 1 Million bence biraz fazla tatlı bir kokuya sahip. Evet biraz tatlılık fena olmaz parfümlerde ama burada ipin ucu kaçmış sanki. Bu şekerli his bir süre sonra beni baymaya başlıyor. Ayrıca eşsiz, benzersiz bir kokusu yok. Uzun süreli kullanımlarda sıkılıyorsunuz. Ayrıca orta notalardan itibaren başlayan yapaylık hoşuma gitmedi. Mesela Bulgari – Black’de de var yapay bir deri kullanımı. Ama orada öylesine ustaca vanilya ile harmanlanmış ki insan hayran oluyor. Burada o özen gösterilmemiş.


1 Million tamamen kötü bir parfüm değil bence. O kadar da abartmamak lazım. Hatta başlangıcı ve orta notalarındaki tatlı baharatlar gayet hoş. Ama muhteşem de değil. Özellikle gece kulüplerinde yada popüler mekanlara gittiğinizde büyük ihtimal bu kokuyu etrafınızdaki birçok kişiden duyacaksınız. Yine de benim için yeterli değil.

Parfümün açıklanan üç tasarımcısı ise şunlar: Michel Girard, Olivier Pescheux ve Christophe Raynauld. Bu parfüm gerek şişesiyle, gerek pazarlama faaliyetleri, gerek kokusu ile tam bir konsept olarak insanlara sunulmuş ve gördüğüm kadarıyla da başarılı olmuş.

1 Million’un kalıcılığı bir EDT’ye göre etkileyici. Parfümün artılarından birisi kalıcılık. Farkedilirliği de başlarda gayet iyi. Bu iki kriter başarılı diyebilirim. Sonbahar-kış kullanımına daha uygun. Yazın kullanmak boğucu olabilir. 30 yaş ve altındaki erkeklere daha çok yakışacaktır. Genç, enerjik ve dinamik bir tarzı var.

Artıları:
+ Başlangıcındaki modern portakal kullanımı güzel.
+ Bir çok kişinin sevebileceği tarzıyla bolca övgüler alabilirsiniz.
+ Kalıcılığı fena değil.

Eksileri:
- Sonlara doğru ortaya çıkan yapaylık hiç hoşuma gitmedi.
- Çok popüler olduğu için bir çok kişi ile pişti olma durumunuz var.

Koku Güzelliği:10/7

13 Şubat 2012 Pazartesi

Serge Lutens – Fille en Aiguilles (2009)


Serge Lutens – Fille en Aiguilles (2009) Markanın başarılı parfümü.

Son yazılarımı takip eden değerli okuyucular artık sadece parfümlerden değil, onları oluşturan olaylardan, geri planlarından da bahsettiğimi farkedeceklerdir. Parfüm merakı blogunun kuru kuru parfüm yorumları yapılan bir yer olmasını istemiyorum açıkçası. Zaman zaman tarihten, sinemadan, edebiyattan bahsediyorum. Yani şu parfüm vanilya kokar, bu parfüm çiçek kokar demekten ziyade, biraz daha içimden gelenleri yazmaya çalışacağım.

Daha önce bahsettim mi hatırlamıyorum ama yabancıların “koku hafizası” dedikleri bir olgu var. Yani bir anlamda zihnimizde kokuların nerede durduğu, bize ne hissettirdikleri yada hayatımızın ilerleyen safhalarına nasıl etki edeceği. Koku hafızamız genellikle çocukluk çağımızda şekillenmeye başlar. Biz küçükken etrafımızda duyduğumuz kokular, gelecekte kullanacağımız parfümleri seçmemizde belki de en önemli gösterge olacak. Çünkü çocuk beyni müthiş bir bilgisayar gibi etrafındaki her olayı, sesi, kokuyu ve görüntüyü kaydediyor. Bu kayıtlar muhtemelen hayatımızın sonraki bölümlerini şekillendiriyor.

Mesela çocukken annemizin pişirdiği ve kokusu bütün eve yayılan zencefilli kekler, hasta olduğumuzda babamızın bize zorla içirdiği öksürük şurupları, dedemizin camiye giderken sakallarına sürdüğü hacı yağları, teyzemizin yaptığı nefis aşureler. Anadolu topraklarının bu zenginlikleri aslında bizim için büyük bir şans. Bir tarafımızın doğu kültürleri ile olan güçlü bağları bu coğrafyada onlarca çeşit baharat ve farklı kokularla tanışmamızı sağlıyor. Cumhuriyet döneminden itibaren ise Batı medeniyeti ile kurmaya çalıştığımız ilişkilerin karşılığında ise o taraftan etkileniyoruz. Yani tam da olması gerektiği gibi. Burada eleştirilecek hiçbir şey yok bana göre.


Şu bir gerçek ki duyu organlarımızın her biri çok önemli ve hayati. Burun ise önemsizmiş gibi görünebilir. Fakat insanın hayatı, doğayı ve etrafındaki dünyayı tanımasında çok önemli bir araç. Artık doğadan kopmuş durumda olan insan, şehirlere yığılmış durumda. Yüksek katlı apartmanlarda sıkış tıkış yaşıyor. Ne doğru dürüst bir ağaç görebiliyor ne de toprağın insanı rahatlatan kokusunu duyabiliyor. Sahi parfüm üreticilerinin son yıllarda toprak kokan parfümler üretmeye çalışmalarını ne ile açıklayabiliriz? Tesadüf mü? Hiç sanmıyorum.

İnsan doğadan ne kadar koparsa o kadar yalnızlaşıyor aslında. Daha hüzünlü oluyor, sinirleniyor, kendisini çıkmazda hissediyor. Ankara’da hayatının bir bölümünü geçirmiş birisi olarak “Büyük Şehirlerin” aslında “Yalnız Şehirler” olduklarını farkediyorsunuz. Yolda yürürken yanınızdan geçen binlerce insanda en az sizin kadar yalnız. Modern insanın çaresizliği mi dersiniz, yoksa şehir hayatının çıkmazı mı? Cevabı her ne olursa olsun beton blokların arasında yetişen ve büyüyen zamane çocuklarına üzülüyorum.

Tam da bu duygular içindeyken bana doğanın o eşsiz ve sınırsız kokularının kapısı açan bir parfümle karşılaşıyorum. Benim için “niche” parfüm dünyasının en önemli isminden geliyor bu eşsiz koku. Serge Lutens bir kez daha beni mutlu etmeyi başarıyor. İçimdeki gizli kalmış duyguları açığa çıkarıyor. Beni çocukluğuma döndürüyor.


Markanın 2009 yılında çıkardığı Fille en Aiguilles, Lutens’in “Black Collection” serisinin bir üyesi. Bu seri 2011 yılı sonu itibariyle altı parfümden oluşuyor. Parfümümüz odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. Artık geçeyim parfümle ilgili detaylara.

Fille en Aiguilles’in başlangıcı keskin ve koyu bir ağaç reçinesi ile gerçekleşiyor. Evet ormandaki çam ağaçlarının gövdelerinin üzerindeki o reçine aynen burada. Hemde çok gerçekçi bir şekilde. Yani çok farklı bir açılışı var. Ne öyle uyduruk bir turunçgil ne de çiçekler gibi üst nota uygulamalarına rastlanmıyor. Çok ilginç. Çok başarılı. Üst notalar benden rahatlıkla geçer not alıyor.

Orta notalar ise tam bir Serge Lutens klasiği sanki. Başlangıçtaki ağaç reçinesine bu sefer tatlı, kuru meyveler ve tatlı baharatlar ekleniyor. Bu kısım adeta şölen gibi. Parfümün en detaylı ve zengin yeri burası. Nefis bir kokusu var orta notaların. Tatlı meyveler ile reçine o kadar güzel harmanlanmış ki sevmemek elde değil. Koklamaya doyamıyorsunuz. Benden tam puan bu bölüme.


Durun daha bitmedi. Serge Lutens sizi öyle kolay bırakır mı? Alt notaları ise benim için çok şaşırtıcı. Orta notalardaki o zengin, derin, karanlık, gösterişli kokudan eser kalmıyor. Son kısımda çok sade bir tütsü-çam ağacı kokusu ile devam ediyor. Fakat bu kısımda parfümün farkedilirliği oldukça düşüyor.

Fille en Aiguilles İngilizceye “Girl in Needles” olarak çevrilmiş. Fransızca bilmediğim için çevirisini tam yapamayacağım. Fakat buradaki “Needle” sanırım “çam iğneleri” anlamında kullanılmış. Zaten parfümün genel yapısı odunsu-çamsı-reçinemsi bir tarzda. Dediğim gibi yanılıyor da olabilirim.


Parfümümüz anlaşılacağı üzere ağaçsı/odunsu bir yapıda. Reçine ve ahşap kokusu her zaman geri planda kendisini hissettiriyor. Tatlı, derin kırmızı meyveler ise bana markanın diğer parfümü “Chergui’yi hatırlattı. Sanırım Serge Lutens bu tür bir meyve kullanımını seviyor. İyiki de öyle yapıyor. Çünkü benim de çok sevdiğim bir tarz bu.

Fille en Aiguilles bana biraz “Ambre Sultan”'daki o odunsu, reçinemsi gizemli hissi de çağrıştıryor. Bu anlamda denediğim Lutens'ler genellkle birbirlerini andırıyorlar. Derin, karanlık, benzersiz, baharatlı, tatlı kırımızı meyveler. Biraz da reçine rahiyası. Bu üç parfüm çok benzemeselerde bende yakın hisler uyandırıyorlar. Fakat Fille en Aiguilles daha hüzünlü ve dramatik bir yerde duruyor.        

Biraz daha detaya inmem gerekirse, çam kokulu bir tütsüye derin ve karanlık tatlı kırmızı meyveler ekleyin. İşte Filli en Aiguilles böyle. Bu anlamda hafiften bir Gucci Pour Homme esintisi hissedilmiyor değil. Onun daha meyveli ve dumanlı halini düşünün. Tabiki Gucci Pour Homme'un çok daha kaliteli ve sofistike halini. Fille en Aiguilles’in eleştirebileceğim tek yanı alt notaları. Biraz fazla basit ve düz. Sanırım bu bilinçli bir seçim. Yine de daha ilginç ve zengin olabilirmiş. 

Fille en Aiguilles bana Amerikan filmlerinde gördüğümüz karlar içindeki dağ evlerini hatırlatıyor. Çam ormanının içinde tamamen ahşaptan yapılmış bir ev. Dışarıda hafif bir kar yağıyor. Şöminenin karşısına geçip kitabınızı okuyorsunuz. Yanan odunların çıtırtısı ve hafif dumanı, evin duvarlarında kullanılan ağaçlar ile birleşiyor. Meyve hissi daha çok olan kaliteli bir kırmızı şarap içiyorsunuz. Daha ne isteyebilirsiniz ki?


Şimdi de İskoçya’dayız. Başrolünü Mel Gibson’un oynadığı ve sinema tarihinin en iyi filmlerinden kabul edilen Braveheart’ın çekildiği ormanlardayız. Doğanın bütün güzelliklerini sergilediği bu müthiş coğrafyada dolaşıyoruz. Sanki etrafımızı filmden çıkıp gelmiş askerler saracak. Bir kez daha tabiatın o inanılmaz güzelliklerine hayran oluyoruz. Etraftan gelen o mis gibi ağaç reçinesi ve çam kozalakları kokuları bizi kendimizden geçiriyor.


Fille en Aiguilles EDP (Eau de Parfum) konsantrasyonunda. Bu durum tabiki kalıcılığına olumlu etki yapmış. Fakat farkedilirliği markanın diğer modelleri Ambre Sultan ve Chergui kadar yüksek değil. Daha dingin bir yapıda. Çok saldırgan değil. Zaten böylesi ağaç-orman temalı rahatlatan ve yatıştırıcı bir parfümün fark edilirliğinin yükesk olmaması doğru bir seçim. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak uygun olacaktır. Unisex olarak piyasaya sürülse de içeriğindeki yoğun odunsu notalar ibreyi biraz daha erkek kullanımına çeviriyor. Maestro Serge Lutens’den yine müthiş bir eser. Tavsiye ederim.  

Artıları:
+ Başlangıcındaki ağaç reçinesi/çam kozalağı teması gayet başarılı.
+ Orta notaları müthiş. Sırf bu kısım için bile alınabilir.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Alt notaları biraz fazla düz, durağan ve sade.
- Farkedilirliği alt notalara gelindiğinde epey azalıyor.
- Fiyatı yüksek. Heryerde bulmak da zor. Özellikle ülkemizde.

Koku Güzelliği:10/8.5   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/6