11 Ocak 2012 Çarşamba

Ralph Lauren – Polo Crest (1991)


Ralph Lauren – Polo Crest (1991) Markanın pek bilinmeyen erkeksi parfümlerinden.

Sonunda! İlk kar taneleri gökyüzünden yavaş yavaş süzülüyor. Sabah kalktığınızda camdan bakınca her yerin bembeyaz olması ne kadar garip. Beyaz örtü adeta her şeyin üzerini usulca kaplıyor. Sanki bütün çirkinliklerin üzerini örtüyor. En hoşuma gideni de dışarı çıktığınızda etrafın derin bir sessizliğe bürünmesi. Ne trafik gürültüsü, ne korna sesi… Sanki hayat durmuş gibi.

Böylesine güzel bir günde Ralph Lauren’in eskilerde kalmış bir parfümü konuğum olacak. Ne yazık ki günümüzde artık parfüm üreticilerinin peynir ekmek gibi parfüm piyasaya sürdüklerini görüyoruz. Bu kadar sanayileşen bir sektörde doğal olarak şirketlerin kar oranları ve satış rakamları daha çok öne çıkıyor. İnsanın yerini yavaş yavaş istatistik biliminin temeli olan sayılar, rakamlar ve oranlar alıyor. Bir şeyin güzel, kaliteli, ilginç olmasından ziyade satışları yada reytingine bakılıyor. İnsanların genel beğenilerine uygun ürünler çıkarılıyor. Riski az olan.

Bu ekonomik sistemden parfüm sektörü de nasibini alıyor doğal olarak. Yeni parfümler artık birbirine çok benziyor. Özellikle 2000’li yılların bu anlamda bir kırılma noktası olduğunu düşünüyorum. Artık parfümlerde tatlı, baharatlı, vanilyalı, çikolatalı kokuları bolca duyuyoruz. Bu trend daha ne kadar sürer kestirmek zor. Fakat 1980’li yıllarda durum hiç de böyle değildi.

Ara sıra “eski kafa” yada “sert erkeksi” gibi terimler kullanıyorum parfümleri incelerken. Burada anlatmak istediğim o zamanların koku karekterini ve parfüm tredleri içinde değerlendirmek doğru olacaktır. Mesela Polo Crest.

1990’ların başında üretilmesine rağmen tam bir 1980 ve daha öncesinin erkeksi parfümlerinin bir örneği. Hatta rahatlıkla söyleyebilirim ki Polo Crest tam bir şipre. Zaten şişesinin rengi bile bize ipuçu veriyor. Bu parfümü ikiye ayırabilirim. İlk bölüm, başlangıcındaki çok garip otsu notalar ve biraz da bergamot. İkinci kısım ise çam ağacı, deri ve silhat (paçuli) ile harmanlanan ana aktörler. Belirtmem gereken bir not ise zerre kadar tatlılık barındırmayan tarzda.

Polo Crest’in başlangıcı açıkçası hiç bana göre değil. Hatta deneyen bir çok kişinin çok sevebileceği gibi de değil. Keskin ve buruk otsular eskilerden fırlayıp gelmiş sinema karekterleri gibi. Başlangıcını hiç sevmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Zaten bu eski parfümlerin açılışları neden bu kadar sevmesi zor olur ki. Fakat bir süre sonra orta notalardan itibaren çam ağacı, deri ve silhat başrole geçince işin rengi değişiyor. Bu kısım gayet güzel. Tam da bu noktada biryerden hatırlıyorum diye düşünüyorum burnuma gelen kokuyu. Evet markanın diğer önemli parfümü Polo Classic’e (Yeşil şişe) oldukça benzediğini fark ediyorum. Özellikle çam ağacı kısmı bana bu hissi veriyor muhtemelen. Polo Classic daha temiz, net ve yumuşak kokan bir yapıdayken Polo Crest onun biraz kirli ve eski kokan hali gibi. Eğer Polo Classic’i seviyorsanız Polo Crest’i de seversiniz.

Polo Crest üretimi durdurulmuş bir parfüm. Onun için artık bulmak çok zor. Belki ebay’den alınabilir. Orada da neredeyse niche parfüm fiyatına satılıyor çok az bulunan bir parfüm olduğu için. Yani demek istediğim Polo Crest’e böylesi yüksek fiyatlar vermeye gerek yok. Polo Classic yada Polo Modern Reserve  hem günlük kullanıma daha uygun hemde her yerde bulabilmek sorun olmayacaktır.

Polo Crest’in kalıcılığı çok iyi diyemem. Farkedilirliği ilk sıkıldığında yüksekken hemen sonra tene yakın bir hale geliyor. Pek kendisini gösteremiyor. 35 yaş ve üzerindeki erkeklere daha çok uyacaktır. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak fena olmayacaktır.

Artıları:
+ Eğer erkeksi ve 1980’lerin şiprelerini seviyorsanız Polo Crest tam size göre.
+ Belli bir kalitenin üzerindeki rafine kokusu.
+ Sonlara doğru gayet güzel bir hale geliyor.

Eksileri:
- Günümüze çok uzak tarzı ile herkesin sevebileceği gibi değil.
- Başlangıcı küçük çaplı bir şok yaşatabilir.
- Bulması çok zor ve çok pahalı.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

8 Ocak 2012 Pazar

Serge Lutens – Feminite du Bois (2009)


Serge Lutens – Feminite du Bois (2009) Markanın en sevilen kadın parfümlerinden.

Bir kadın ne ister? Günümüzün popüler kültüründe bolca işlenen bir soru olduğunun farkındayım. Gerek görsel sanat gerekse edebiyat alanında duymaya alışıyoruz bu soruyu. Acaba gerçekten önemsiyormuyuz kadınların ne istediklerini. Yoksa dev bir makine hale gelmiş piyasa ekonomisi buradan da güzel paralar kazanıyor olmasın. O zaman bu soruya kendimce bir ekleme yapayım. Bir kadın gerçekten ne ister?

Şu genç yaşımda büyük büyük ve iddialı laflar söyleyecek veya ahkam kesecek değilim. Fakat bildiğim bir şey var ki kadınlar bir çok şeyi aynı anda isterler. Belki de bu isteklerin en başında gelenlerden birisi “kendisini özel hissetmek”.

Kadınların bu “özel hissetme” isteğini en iyi analiz edip, çözenler kuşkusuz modacılar ve kozmetik sektörü. Oluşturmaya çalıştıkları trendler ve sürekli kendilerini yenileme çabaları ile en büyük tüketici grubu olan kadınların ilgisini çekmeye çalışırlar. Bir marka bunu ne kadar başarırsa ismi ve şöhreti o kadar büyür. Hele ki bir şey kadınlar için “arzu nesnesi” haline gelmesin. Bu kimi zaman artık bir çok kadında sahtesini görmeye alıştığımız Louis Vuitton marka bir çanta ya da De Beers’den bir pırlanta yüzük olabilir. Hatta Ankara’nın meşhur “piyasa yapma” sokaklarından 7. Cadde’deki Mango mağazasında kendinden geçmiş bir şekilde alışveriş yapan ve neredeyse bir kazak için birbiriyle kavga edecek hale gelen kadınlar bir erkek olarak çok şaşırdığım şeyler değil.

Peki bir kadının kendisini “özel hissedeceği” bir parfüm nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabı kısaca Chanel – No.5 olarak da cevaplanabilir. Fakat 1992 yılında dünyanın en eski kozmetik markası olan Shiseido, Feminite du Bois isimli bir parfüm çıkarır. (Aşağıdaki resim) Şişesi bile kadın vücudundaki kıvrımlara benzetilen bu parfüm büyük bir sükse yaratır. İsminin anlamı “Ağacın dişiliği yada ahşabın kadınsılığı” olarak çevirilebilecek bu koku, kadınların çok sevdiği bir arkadaşa dönüşür. Shiseido’nun artık üretimini durdurduğu bu esere niche parfümcülüğün önemli ismi Serge Lutens sahip çıkar. Ve 2009 yılında kendi markası ve yeni şişesi ile tekrardan piyasaya sürer. Tabiki ilk formulünü biraz da değiştirir. Onu yeniden yorumlar.

Bugün inceleyeceğim Feminite du Bois 2009 yılı yeni versiyonu. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığınızda hafif kadınsı meyveler size merhaba diyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. İşte orada! Şeftali parfümün başlangıcının en öne çıkan öğesi. Biraz pudralı bir his de yok değil. Bir süre sonra o meyveli kokuya çok değişmeden yine hafif tatlı çiçekler ekleniyor. Muhtemelen menekşe. Bu kısımda kadınsılık biraz daha artıyor. Pudralı his aynen burada da devam ediyor. Son olarak da hafif, yumuşak tatlı odunsular ile son buluyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, kadınsı pudralı çiçekler ve yumuşak odunsu notalar.

Tam bu noktada Serge Lutens’in bir söyleşisinde bizzat kendisinin Feminite du Bois için söylediklerine bir bakalım. Kendi parfümünü nasıl tanımlamış:

“Feminite de Bois bir parfümdür evet ama bundan daha öte birşeydir. Parfümcülüğü kavramada yeni bir yoldur. FdB'den sonra söylemeliyim ki parfümler aynı şekilde üretilmemeye başlandı. Koku konseptini sarsmıştır.

                                                       Markanın yaratıcısı Serge Lutens

Tüm bunlardan sonra parfüm nedir? Uyumsuzlukla birlikte kendi içinde bir harmonidir. Ben neredeyse çevremdeki herşeyle uyumsuzumdur. Burada benim ve diğer insanların duygularını uyumlu hale getirme çabam var. Yani benim akor etme şeklim diğer bir deyişle, yeni bir değer verebilmek için bana saçma gelen, eski moda veya kaba şeyleri değiştirip, anahtar özleri kullanıp, onu saf bir sihire dönüştürüp iyi olmasını sağladım. Tıpkı bir roman gibi veya kendi portreniz gibi. ilk seferi gizli ve örtülüdür. Söylemeliyim ki (formülasyonu) değiştirilmiştir. İlk yaratım (Shiseido versiyonu) değiştirilmiştir. Ve bu sefer ise soyunmuş haldedir. Küçük ve yassı şişenin (Serge Lutens versiyonu) içinde onu tamamen açığa çıkardım. FdB gerçek FdB haline geldi, kendine döndü. Kendi rengi, aroması, etiketi ile sadeliği en doğru şekilde sunuldu. Yanlış veya kötü bir şişeye gerek yoktu. O çıplak şişesinin içinde çırılçıplak, aynen olduğu gibi.

Sedirin açıkça anahtar olduğu, üzeri örtülmemiş, korunmamış ama dönüştürülmüş. Dönüştürülmüş kelimesini sevmiyorum. Diyebilirim ki isnat edilene karşı duran. Tıpkı mahkemedeki bir insan gibi itham edilmiş. FdB itham edilmiştir. Ağaç itham edilmiştir. Ağaç ithama karşı duruyor. Diğer bir deyişle ben bir hakimim ve suçlu ile aşk yaşıyorum. Bu yüzden sahip olmalısınız. Ne eksik ne fazla. FdB işte budur. Hakim ile suçlunun aşkı. Bu benim...”

Serge Lutens’in bu ilginç sözleri için bir şey demeye gerek yok. Zaten gayet açık anlattıkları. Fakat şunu söyleyebilirim ki, Feminite du Bois’in ününü bir parfüm sever olarak duymamak imkansız. Neredeyse parfümlerle ilgili bütün bloglarda hakkında bir şeyler yazılmış, anlatılmış veya tartışılmış. Bunun için de uzun zamandır oldukça merak ettiğim bir parfümdü. Öncelikle benim pek sevmediğim bir ayrım olan kadın-erkek parfüm ikilemine hiç girmeden söyleyebilirim ki bu kadınların kullanımına çok daha yakın bir parfüm. Gerek başlardaki meyveler ve gerekse çiçekler, ayarında bir pudra ile harmanlanmış. Günümüzün modern parfümlerinde artık olmazsa olmaz olan tatlılık çok değilse de yine de hissedilir derece var. Şöyle bir geneline baktığımda ise minimalist bir parfümle karşı karşıyayız diyebilirim. Basit sayılabilecek bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon. Kötü mü? Kesinlikle değil. Fakat muhteşem mi hiç sanmıyorum.

Feminite du Bois, bir çok kişinin sevebileceği parfümlerden birisi. Temiz, uyumsuzluk hissedilmeyen ve çok yumuşak bir yapıda. İpeğin teninize verdiği o his gibi. Kibar, romantik, buğulu ve kadınsı. Bu parfümü eğer bir renk ile tanımlamam gerekseydi kesinlikle pembeye benzetirdim. Ayrıca genellikle erkek parfümlerinde kullanılan sedir notasının bolca kullanıldığı az sayıda kadın parfümünden birisiymiş.

Biraz da gelelim pek hoşuma gitmeyen taraflarına. İlk olarak çok düz bir kokusu var. Yani neredeyse başından sonuna kadar hiç değişmiyor. Böylesi yüksek fiyata satılan bir niche parfümden çok daha kompleks bir yapı beklemek sanırım hakkımız. İkinci olarak tamam kokusu güzel. Ama hayatınızın parfümü olacak kadar da özel değil. Biraz sıradan bir meyveli-çiçeksi kombinasyon olduğunu düşünüyorum. Üçüncü olarak da o kadar yumuşak ve hafif ki kokusu teninizden uçana kadar kokusu almakta zorlanıyorsunuz. Çok çekingen ve tene yakın kalıyor.   

Kalıcılığı diğer Serge Lutensler kadar olmasa da fena değil. Fakat Chergui ve Ambre Sultan gibi yoğun ve güçlü parfümler düşünüldüğünde farkedilirliği silik kalıyor. Keşke daha iyi olsaymış. Kadın kullanımına daha yakın. 25 yaş ve üzeri kadınlara gayet yakışacaktır.

Artıları:
+ Deneyen bir çok kişinin sevebileceği kokusu.
+ Eğer şık ve kibar bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon arıyorsanız güzel bir seçenek.

Eksileri:
- Çok düz çizgide devam eden kokusu. Hiçbir sürpriz yok. Şaşırtma yok. Çok basit.
- O nasıl bir zayıf farkedilirliktir öyle. Kolunuzu burnunuza yaklaştırmadan kokusunu almanız zor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/4

5 Ocak 2012 Perşembe

Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)


Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Merhabalar sevgili parfüm severler. Yada güzel koku avcıları mı demeliydim. Belki de parfümlerin sihirli dünyasının esirleri. Güzel kokunun peşinden gitmeye and içmiş sarhoşlar mıyız diye düşünüyorum bazen. Hatta daha genele yayarsak yaşadığımız hayat aslında bir hayal dünyasından mı ibaret? Bu  felsefe kokan soruları yine bir başka yazıya bırakalım. Şimdi biraz sinemadan bahsetmeye ne dersiniz? Çünkü bugünkü parfümümüzün ucundan da olsa sinema ile bağlantısı var. Şöyleki…

 İngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden Carol Reed’in 1949 yılında çektiği bir film. Başrolünde ünlü Amerikalı oyuncu, yönetmen, yazar ve yapımcı Orson Welles’in oynadığı ve ikinci dünya savaşı sonrasındaki Viyana’nın halini anlatan bir film. Ama önce filmin başrol oyuncusu ve çok ilginç bir insan olan  Orson Welles’den bahsetmek istiyorum.

George Orson Welles 1915 yılında Amerika’da doğmuş. 2 yaşında yetişkin bir insan olarak konuşabiliyormuş. 3 yaşından itibaren okumayı tamamen öğrenmiş. 5 yaşındayken Shakespeare’in oyunlarını ezberliyormuş. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış. Annesini 9 yaşında, babasını ise henüz 15 yaşındayken kaybediyor. Daha sonrasında ise tiyatro, televizyon ve radyo alanlarında yarattığı eserler ile 20. yüzyılın sanat hayatına önemli katkılarda bulunuyor.

Böylesine dolu dolu ve ilginç bir hayat hikayesini okuduğumda  büyük bir dahi olmanın Allah vergisi bir şey olduğunu hissediyorum. Oysa birde kendimin veya etrafımdakilerin yaşamlarına bakıyorum. Ne kadar sıradan ve heyecansız. Bilmiyorum sizde benim gibi mi düşünüyorsunuz.

                                                Orson Welles'in The Third Man filminden bir sahne.

Orson Welles’in oynadığı bu kült filmin ismini sanırım tahmin etmişsinizdir. “The Third Man” filmi İngiliz sineması için ne kadar önemliyse, Caron’un The Third Man isimli parfümü ise bizim için böylesine önemli olmalı. Evet bir sinema filminden esinlenilmiş ismiyle ve konseptiyle karşımızda bir parfüm klasiği var. Bir parfümün geri planında böylesine bir sanatsal etkilenme olması, eski parfüm üreticilerinin yaptıkları işe ne kadar saygı duyduklarını gösteriyor bize. Hatta tasarladıkları parfümleri bir sanat eseri olarak bile görüyorlardı belki de.

Önceki haftalarda Caron Pour Un Homme’u incelemiştim. Şimdiyse sırada The Third Man var. Bazı yerlerde parfümün Fransızca ismi olan Le Troisieme Homme olarak da geçiyor. Şişesinin üzerinde ise Le 3’Homme olarak yazılmış. Yani hepsi aynı parfüm.

Tarz olarak fragrantica’da aromatik-odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında The Third Man karekterini hemen belli ediyor. 1980’lerin parfümlerine yakın sert, kuru ve keskin bir başlangıcı var. Bergamot ve lavanta başrolde. Biraz da limon. Çok şık ve nefis bir açılış. Biraz “eski” kokuyor. Haberiniz olsun.

Orta notalara doğru bergamot geri çekilirken lavanta biraz daha ağırlığını koyuyor. Bu andan itibaren çok erkeksi bir yasemin de devreye giriyor. Biraz da aromatik otlar. Hafiften karanfil. Bu kısım parfümün en zengin harmanlı yeri. Biraz maço, biraz da olgun erkek kokusu adeta. Orta notalar herkesin sevebileceği gibi olmasa da bence gayet kabul edilebilir. Çünkü sonuçta 1980’li yılların güçlü, erkeksi ve sert parfümlerinin bir örneği.

Alt notalarında ise yine oldukça değişiyor kokusu. Bu sefer çok tatlı bir misk, biraz vanilya ve odunsu notalar ile tam bir konfor kokusuna dönüşüyor. Beni şaşırtan şey alt notalarının bu kadar tatlı olması. Böylesi bir “eski kafa” olgun erkek parfümünde çok rastladığım bir durum değil. Belki geçirdiği reformulasyondan sonra böyle olmuştur. İlgimi çeken bir durum ise orta notalardan itibaren hafiften bir hayvansal his var. Bu da muhtemelen miskten kaynaklanıyor.   

The Third Man, tam bir 1980’ler parfümü. Bol lavantalı, aromatik otsu tarzıyla eskilerden fırlayıp gelmiş gibi. Lüks, şık, olgun ve kendinden emin. Benim tarzım bu isteyen gelsin der gibi. Bu tip eski kafa parfümleri çok seven birisi değilim. Fakat The Third Man’e hayran olmaktan kendimi alamadım. Bu kadar güzel bir harman karşısında saygıyla eğilmekten başka bir şansım yok. Bir parfüme 150-300 dolar vermeden nasıl lüks ve elegant kokarım diyorsanız doğru adres burası. Başından sonuna kadar çok güzel düşünülmüş, tasarlanmış ve emek harcanmış bir eser.

Eğer sizde günümüzün 3-4 yılda unutulup giden, bolca pazarlama ile şişirilen parfümlerinden bıktıysanız The Third Man sizi bekliyor. Yada 30-35 yaşını aştınız ve artık size daha uygun, olgun bir parfüm arıyorsanız, bol şekerli ve neredeyse birbirinin aynı sentetik kokan zıpır kokular ilginizi çekmiyorsa işte size çok güçlü bir seçenek. Artık bana “35 yaş üzerine uygun, kaliteli bir parfüm arıyorum” diye sormanıza gerek kalmadı. Muhtemelen bende ilerleyen yaşlarımda The Third Man’i kullanacağım. Şimdiye kadar denediğim en güzel Caron parfümü. Özellikle alt notaları bana Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum’u hatırlattı. Ayrıca yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Daha sonra normale dönüyor. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Önemle belirtmeliyim ki The Third Man herkesin sevebileceği bir parfüm değil. Denemeden almak hayal kırıklığı yaratabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı çok güzel.
+ Sonlarına doğru tam bir konfor kokusuna dönüşmesini zevkle izliyorsunuz teninizde.
+ Günümüzün sıradan ve genç işi parfümlerinden sıkılanlar için tam bir güvenli liman.
+ Yurtdışında çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan “hayvansal” his çok hoşuma gitti diyemem.
- Herkesin sevebileceği güvenli bir kokusu yok. Aman dikkat!

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/7  Farkedilirlik:10/7


30 Aralık 2011 Cuma

Escada – Magnetism For Men (2004)


Escada – Magnetism For Men (2004) Markanın erkek parfümü.

Nedenini bilmiyorum ama Escada’yı hep İngiliz markası olarak kafamda canlandırırdım. Oysaki havanın sürekli kapalı ve gri olduğu İngiltere’ye böylesine canlı ve renkli bir marka zaten pek uymazdı. Fakat Almanya kökenli olduğunu öğrendiğimde daha da şaşırdım. Açıkçası Almanya’nın da iklim özellikleri bakımından İngiltere’den çok da farklı olmadığı aşikar.

1978 yılında Almanya’nın Münih şehrinde Margaretha ve Wolfgang Ley tarafından kurulmuş Escada. Birçok moda markası gibi değişik alanlarda ürünler tasarlıyorlar. 1990 yılında ise Escada Beaute ortaya çıkıyor. İlk parfümlerini ise markanın kurucusu Margaretha Ley ismiyle 1990 yılında çıkarıyolar. Bugün Escada’nın parfümleri Procter & Gamble tarafından üretiliyor.

Magnetism For Men ise markanın sevilen parfümlerinden birisi. Zaten neden popüler olduğunu daha ilk anlarda anlıyorsunuz. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tatlı, karanlık meyveler sizi karşılıyor. Nedense açılışını şişesinin rengi olan mora benzetiyorum. Başlangıç için “eh işte” diyeceğim. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yine tatlı meyvelere tatlı deri ve tatlı baharatlar ekleniyor. Fakat deri daha baskın. Hatta meyveli deri diyebilirim bu kısım için. Orta notalar gayet modern ve güzel. Alt notalarında ise yine bir değişim oluyor. Tatlı deri ve meyveler kombinasyonu yerine sentetik amber ve vanilya geliyor. Son kısmı ise hiç beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Çok zorlama olmuş gibi duruyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, tatlı deri ve baharatlar, amber ve vanilya.

Bana göre günümüzün yeni trendi olan modern, tatlı, baharatlı-deri kombinasyonlarından birisi. Ve yine günümüzdeki birçok markanın parfümü gibi hissedilir derece de yapaylık barındırıyor kokusu. Özellikle sonlara doğru bu yapaylık rahatsız edici oluyor. Fakat bir parfümden çok fazla birşey beklemeyenlerdenseniz bu durum sizi çok rahatsız etmeyecektir.

Magnetism For Men’in rakipleri bence belli. John Varvatos veya Paco Rabanne – One Million gibi deri ana temalı parfümler karşısında pek şansı olur mu bilemem. Fakat geneline baktığımda birçok kişinin rahatlıkla sevebileceği, günlük kullanıma uygun, kadınların gayet beğeneceği bir seçenek olarak duruyor. Ben bir şişesini alırmıyım? John Varvatos gibi başarılı bir örnek varken tabiki almam.

Eğer sizde 30 yaşın altındaysanız, kışın soğuk günleri için günlük kullanıma uyacak tatlı meyveli bir deri parfümü arıyorsanız sizin için bir alternatif. Fakat gerek kalitesi gerekse koku güzelliği anlamında beni çok mutlu ettiğini söyleyemem. Belki de bu tür “genç işi” parfümler artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor.

Magnetism For Men’in tenimde kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde oldu. Parfümün en sıkıntılı kısmı ise farkedilirliği. Tene yakın kalan bir hali var. Çok kendisini gösteremedi test süresince. Belki de kıyafet üzerine bolca sıkmak daha iyi sonuç verecektir. Erkek parfümü olmasına rağmen hafif de bir kadınsı yönü yok değil. Bence unisex kullanıma rahatlıkla uyacaktır. Oldukça tatlı bir kokusu olduğunu söylemem gerek. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Daha çok genç arkadaşların “piyasa yapma” parfümlerinden birisi gibi duruyor.

Artıları:
+ Orta notalarındaki meyveli deri ve baharat kullanımını sevdim.
+ Eğlenceli bir kokusu var.
+ Kadınlar bu parfümü büyük ihtimalle seveceklerdir.

Eksileri:
- Sonlara doğu ortaya çıkan yapaylık beni parfümden soğuttu dersem abartmış olmam.
- Farkedilirliği zayıf kaldı tenimde.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5