8 Ocak 2012 Pazar

Serge Lutens – Feminite du Bois (2009)


Serge Lutens – Feminite du Bois (2009) Markanın en sevilen kadın parfümlerinden.

Bir kadın ne ister? Günümüzün popüler kültüründe bolca işlenen bir soru olduğunun farkındayım. Gerek görsel sanat gerekse edebiyat alanında duymaya alışıyoruz bu soruyu. Acaba gerçekten önemsiyormuyuz kadınların ne istediklerini. Yoksa dev bir makine hale gelmiş piyasa ekonomisi buradan da güzel paralar kazanıyor olmasın. O zaman bu soruya kendimce bir ekleme yapayım. Bir kadın gerçekten ne ister?

Şu genç yaşımda büyük büyük ve iddialı laflar söyleyecek veya ahkam kesecek değilim. Fakat bildiğim bir şey var ki kadınlar bir çok şeyi aynı anda isterler. Belki de bu isteklerin en başında gelenlerden birisi “kendisini özel hissetmek”.

Kadınların bu “özel hissetme” isteğini en iyi analiz edip, çözenler kuşkusuz modacılar ve kozmetik sektörü. Oluşturmaya çalıştıkları trendler ve sürekli kendilerini yenileme çabaları ile en büyük tüketici grubu olan kadınların ilgisini çekmeye çalışırlar. Bir marka bunu ne kadar başarırsa ismi ve şöhreti o kadar büyür. Hele ki bir şey kadınlar için “arzu nesnesi” haline gelmesin. Bu kimi zaman artık bir çok kadında sahtesini görmeye alıştığımız Louis Vuitton marka bir çanta ya da De Beers’den bir pırlanta yüzük olabilir. Hatta Ankara’nın meşhur “piyasa yapma” sokaklarından 7. Cadde’deki Mango mağazasında kendinden geçmiş bir şekilde alışveriş yapan ve neredeyse bir kazak için birbiriyle kavga edecek hale gelen kadınlar bir erkek olarak çok şaşırdığım şeyler değil.

Peki bir kadının kendisini “özel hissedeceği” bir parfüm nasıl olmalıdır? Bu sorunun cevabı kısaca Chanel – No.5 olarak da cevaplanabilir. Fakat 1992 yılında dünyanın en eski kozmetik markası olan Shiseido, Feminite du Bois isimli bir parfüm çıkarır. (Aşağıdaki resim) Şişesi bile kadın vücudundaki kıvrımlara benzetilen bu parfüm büyük bir sükse yaratır. İsminin anlamı “Ağacın dişiliği yada ahşabın kadınsılığı” olarak çevirilebilecek bu koku, kadınların çok sevdiği bir arkadaşa dönüşür. Shiseido’nun artık üretimini durdurduğu bu esere niche parfümcülüğün önemli ismi Serge Lutens sahip çıkar. Ve 2009 yılında kendi markası ve yeni şişesi ile tekrardan piyasaya sürer. Tabiki ilk formulünü biraz da değiştirir. Onu yeniden yorumlar.

Bugün inceleyeceğim Feminite du Bois 2009 yılı yeni versiyonu. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıktığınızda hafif kadınsı meyveler size merhaba diyor. Açıklanan üst notalarına bakıyorum. İşte orada! Şeftali parfümün başlangıcının en öne çıkan öğesi. Biraz pudralı bir his de yok değil. Bir süre sonra o meyveli kokuya çok değişmeden yine hafif tatlı çiçekler ekleniyor. Muhtemelen menekşe. Bu kısımda kadınsılık biraz daha artıyor. Pudralı his aynen burada da devam ediyor. Son olarak da hafif, yumuşak tatlı odunsular ile son buluyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, kadınsı pudralı çiçekler ve yumuşak odunsu notalar.

Tam bu noktada Serge Lutens’in bir söyleşisinde bizzat kendisinin Feminite du Bois için söylediklerine bir bakalım. Kendi parfümünü nasıl tanımlamış:

“Feminite de Bois bir parfümdür evet ama bundan daha öte birşeydir. Parfümcülüğü kavramada yeni bir yoldur. FdB'den sonra söylemeliyim ki parfümler aynı şekilde üretilmemeye başlandı. Koku konseptini sarsmıştır.

                                                       Markanın yaratıcısı Serge Lutens

Tüm bunlardan sonra parfüm nedir? Uyumsuzlukla birlikte kendi içinde bir harmonidir. Ben neredeyse çevremdeki herşeyle uyumsuzumdur. Burada benim ve diğer insanların duygularını uyumlu hale getirme çabam var. Yani benim akor etme şeklim diğer bir deyişle, yeni bir değer verebilmek için bana saçma gelen, eski moda veya kaba şeyleri değiştirip, anahtar özleri kullanıp, onu saf bir sihire dönüştürüp iyi olmasını sağladım. Tıpkı bir roman gibi veya kendi portreniz gibi. ilk seferi gizli ve örtülüdür. Söylemeliyim ki (formülasyonu) değiştirilmiştir. İlk yaratım (Shiseido versiyonu) değiştirilmiştir. Ve bu sefer ise soyunmuş haldedir. Küçük ve yassı şişenin (Serge Lutens versiyonu) içinde onu tamamen açığa çıkardım. FdB gerçek FdB haline geldi, kendine döndü. Kendi rengi, aroması, etiketi ile sadeliği en doğru şekilde sunuldu. Yanlış veya kötü bir şişeye gerek yoktu. O çıplak şişesinin içinde çırılçıplak, aynen olduğu gibi.

Sedirin açıkça anahtar olduğu, üzeri örtülmemiş, korunmamış ama dönüştürülmüş. Dönüştürülmüş kelimesini sevmiyorum. Diyebilirim ki isnat edilene karşı duran. Tıpkı mahkemedeki bir insan gibi itham edilmiş. FdB itham edilmiştir. Ağaç itham edilmiştir. Ağaç ithama karşı duruyor. Diğer bir deyişle ben bir hakimim ve suçlu ile aşk yaşıyorum. Bu yüzden sahip olmalısınız. Ne eksik ne fazla. FdB işte budur. Hakim ile suçlunun aşkı. Bu benim...”

Serge Lutens’in bu ilginç sözleri için bir şey demeye gerek yok. Zaten gayet açık anlattıkları. Fakat şunu söyleyebilirim ki, Feminite du Bois’in ününü bir parfüm sever olarak duymamak imkansız. Neredeyse parfümlerle ilgili bütün bloglarda hakkında bir şeyler yazılmış, anlatılmış veya tartışılmış. Bunun için de uzun zamandır oldukça merak ettiğim bir parfümdü. Öncelikle benim pek sevmediğim bir ayrım olan kadın-erkek parfüm ikilemine hiç girmeden söyleyebilirim ki bu kadınların kullanımına çok daha yakın bir parfüm. Gerek başlardaki meyveler ve gerekse çiçekler, ayarında bir pudra ile harmanlanmış. Günümüzün modern parfümlerinde artık olmazsa olmaz olan tatlılık çok değilse de yine de hissedilir derece var. Şöyle bir geneline baktığımda ise minimalist bir parfümle karşı karşıyayız diyebilirim. Basit sayılabilecek bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon. Kötü mü? Kesinlikle değil. Fakat muhteşem mi hiç sanmıyorum.

Feminite du Bois, bir çok kişinin sevebileceği parfümlerden birisi. Temiz, uyumsuzluk hissedilmeyen ve çok yumuşak bir yapıda. İpeğin teninize verdiği o his gibi. Kibar, romantik, buğulu ve kadınsı. Bu parfümü eğer bir renk ile tanımlamam gerekseydi kesinlikle pembeye benzetirdim. Ayrıca genellikle erkek parfümlerinde kullanılan sedir notasının bolca kullanıldığı az sayıda kadın parfümünden birisiymiş.

Biraz da gelelim pek hoşuma gitmeyen taraflarına. İlk olarak çok düz bir kokusu var. Yani neredeyse başından sonuna kadar hiç değişmiyor. Böylesi yüksek fiyata satılan bir niche parfümden çok daha kompleks bir yapı beklemek sanırım hakkımız. İkinci olarak tamam kokusu güzel. Ama hayatınızın parfümü olacak kadar da özel değil. Biraz sıradan bir meyveli-çiçeksi kombinasyon olduğunu düşünüyorum. Üçüncü olarak da o kadar yumuşak ve hafif ki kokusu teninizden uçana kadar kokusu almakta zorlanıyorsunuz. Çok çekingen ve tene yakın kalıyor.   

Kalıcılığı diğer Serge Lutensler kadar olmasa da fena değil. Fakat Chergui ve Ambre Sultan gibi yoğun ve güçlü parfümler düşünüldüğünde farkedilirliği silik kalıyor. Keşke daha iyi olsaymış. Kadın kullanımına daha yakın. 25 yaş ve üzeri kadınlara gayet yakışacaktır.

Artıları:
+ Deneyen bir çok kişinin sevebileceği kokusu.
+ Eğer şık ve kibar bir meyveli-çiçeksi-odunsu kombinasyon arıyorsanız güzel bir seçenek.

Eksileri:
- Çok düz çizgide devam eden kokusu. Hiçbir sürpriz yok. Şaşırtma yok. Çok basit.
- O nasıl bir zayıf farkedilirliktir öyle. Kolunuzu burnunuza yaklaştırmadan kokusunu almanız zor.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/7   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/4

5 Ocak 2012 Perşembe

Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)


Caron – The Third Man / Le Troisieme Homme (Eski Formülasyon) (1985)  Markanın klasikler arasındaki yerini almış erkek parfümü.

Merhabalar sevgili parfüm severler. Yada güzel koku avcıları mı demeliydim. Belki de parfümlerin sihirli dünyasının esirleri. Güzel kokunun peşinden gitmeye and içmiş sarhoşlar mıyız diye düşünüyorum bazen. Hatta daha genele yayarsak yaşadığımız hayat aslında bir hayal dünyasından mı ibaret? Bu  felsefe kokan soruları yine bir başka yazıya bırakalım. Şimdi biraz sinemadan bahsetmeye ne dersiniz? Çünkü bugünkü parfümümüzün ucundan da olsa sinema ile bağlantısı var. Şöyleki…

 İngiliz sinemasının önemli yönetmenlerinden Carol Reed’in 1949 yılında çektiği bir film. Başrolünde ünlü Amerikalı oyuncu, yönetmen, yazar ve yapımcı Orson Welles’in oynadığı ve ikinci dünya savaşı sonrasındaki Viyana’nın halini anlatan bir film. Ama önce filmin başrol oyuncusu ve çok ilginç bir insan olan  Orson Welles’den bahsetmek istiyorum.

George Orson Welles 1915 yılında Amerika’da doğmuş. 2 yaşında yetişkin bir insan olarak konuşabiliyormuş. 3 yaşından itibaren okumayı tamamen öğrenmiş. 5 yaşındayken Shakespeare’in oyunlarını ezberliyormuş. 9 yaşındayken babasıyla çıktığı gezide dünyanın dörtte üçünü dolaşmış. Annesini 9 yaşında, babasını ise henüz 15 yaşındayken kaybediyor. Daha sonrasında ise tiyatro, televizyon ve radyo alanlarında yarattığı eserler ile 20. yüzyılın sanat hayatına önemli katkılarda bulunuyor.

Böylesine dolu dolu ve ilginç bir hayat hikayesini okuduğumda  büyük bir dahi olmanın Allah vergisi bir şey olduğunu hissediyorum. Oysa birde kendimin veya etrafımdakilerin yaşamlarına bakıyorum. Ne kadar sıradan ve heyecansız. Bilmiyorum sizde benim gibi mi düşünüyorsunuz.

                                                Orson Welles'in The Third Man filminden bir sahne.

Orson Welles’in oynadığı bu kült filmin ismini sanırım tahmin etmişsinizdir. “The Third Man” filmi İngiliz sineması için ne kadar önemliyse, Caron’un The Third Man isimli parfümü ise bizim için böylesine önemli olmalı. Evet bir sinema filminden esinlenilmiş ismiyle ve konseptiyle karşımızda bir parfüm klasiği var. Bir parfümün geri planında böylesine bir sanatsal etkilenme olması, eski parfüm üreticilerinin yaptıkları işe ne kadar saygı duyduklarını gösteriyor bize. Hatta tasarladıkları parfümleri bir sanat eseri olarak bile görüyorlardı belki de.

Önceki haftalarda Caron Pour Un Homme’u incelemiştim. Şimdiyse sırada The Third Man var. Bazı yerlerde parfümün Fransızca ismi olan Le Troisieme Homme olarak da geçiyor. Şişesinin üzerinde ise Le 3’Homme olarak yazılmış. Yani hepsi aynı parfüm.

Tarz olarak fragrantica’da aromatik-odunsu olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında The Third Man karekterini hemen belli ediyor. 1980’lerin parfümlerine yakın sert, kuru ve keskin bir başlangıcı var. Bergamot ve lavanta başrolde. Biraz da limon. Çok şık ve nefis bir açılış. Biraz “eski” kokuyor. Haberiniz olsun.

Orta notalara doğru bergamot geri çekilirken lavanta biraz daha ağırlığını koyuyor. Bu andan itibaren çok erkeksi bir yasemin de devreye giriyor. Biraz da aromatik otlar. Hafiften karanfil. Bu kısım parfümün en zengin harmanlı yeri. Biraz maço, biraz da olgun erkek kokusu adeta. Orta notalar herkesin sevebileceği gibi olmasa da bence gayet kabul edilebilir. Çünkü sonuçta 1980’li yılların güçlü, erkeksi ve sert parfümlerinin bir örneği.

Alt notalarında ise yine oldukça değişiyor kokusu. Bu sefer çok tatlı bir misk, biraz vanilya ve odunsu notalar ile tam bir konfor kokusuna dönüşüyor. Beni şaşırtan şey alt notalarının bu kadar tatlı olması. Böylesi bir “eski kafa” olgun erkek parfümünde çok rastladığım bir durum değil. Belki geçirdiği reformulasyondan sonra böyle olmuştur. İlgimi çeken bir durum ise orta notalardan itibaren hafiften bir hayvansal his var. Bu da muhtemelen miskten kaynaklanıyor.   

The Third Man, tam bir 1980’ler parfümü. Bol lavantalı, aromatik otsu tarzıyla eskilerden fırlayıp gelmiş gibi. Lüks, şık, olgun ve kendinden emin. Benim tarzım bu isteyen gelsin der gibi. Bu tip eski kafa parfümleri çok seven birisi değilim. Fakat The Third Man’e hayran olmaktan kendimi alamadım. Bu kadar güzel bir harman karşısında saygıyla eğilmekten başka bir şansım yok. Bir parfüme 150-300 dolar vermeden nasıl lüks ve elegant kokarım diyorsanız doğru adres burası. Başından sonuna kadar çok güzel düşünülmüş, tasarlanmış ve emek harcanmış bir eser.

Eğer sizde günümüzün 3-4 yılda unutulup giden, bolca pazarlama ile şişirilen parfümlerinden bıktıysanız The Third Man sizi bekliyor. Yada 30-35 yaşını aştınız ve artık size daha uygun, olgun bir parfüm arıyorsanız, bol şekerli ve neredeyse birbirinin aynı sentetik kokan zıpır kokular ilginizi çekmiyorsa işte size çok güçlü bir seçenek. Artık bana “35 yaş üzerine uygun, kaliteli bir parfüm arıyorum” diye sormanıza gerek kalmadı. Muhtemelen bende ilerleyen yaşlarımda The Third Man’i kullanacağım. Şimdiye kadar denediğim en güzel Caron parfümü. Özellikle alt notaları bana Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum’u hatırlattı. Ayrıca yurtdışındaki internet sitelerinde çok uygun fiyatlara bulabilirsiniz.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Farkedilirliği başlarda gayet yüksek. Daha sonra normale dönüyor. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Önemle belirtmeliyim ki The Third Man herkesin sevebileceği bir parfüm değil. Denemeden almak hayal kırıklığı yaratabilir.

Artıları:
+ Başlangıcı çok güzel.
+ Sonlarına doğru tam bir konfor kokusuna dönüşmesini zevkle izliyorsunuz teninizde.
+ Günümüzün sıradan ve genç işi parfümlerinden sıkılanlar için tam bir güvenli liman.
+ Yurtdışında çok uygun fiyatlara bulunabiliyor.

Eksileri:
- Orta notalarından itibaren ortaya çıkan “hayvansal” his çok hoşuma gitti diyemem.
- Herkesin sevebileceği güvenli bir kokusu yok. Aman dikkat!

Koku Güzelliği:10/9   Kalıcılık:10/7  Farkedilirlik:10/7


30 Aralık 2011 Cuma

Escada – Magnetism For Men (2004)


Escada – Magnetism For Men (2004) Markanın erkek parfümü.

Nedenini bilmiyorum ama Escada’yı hep İngiliz markası olarak kafamda canlandırırdım. Oysaki havanın sürekli kapalı ve gri olduğu İngiltere’ye böylesine canlı ve renkli bir marka zaten pek uymazdı. Fakat Almanya kökenli olduğunu öğrendiğimde daha da şaşırdım. Açıkçası Almanya’nın da iklim özellikleri bakımından İngiltere’den çok da farklı olmadığı aşikar.

1978 yılında Almanya’nın Münih şehrinde Margaretha ve Wolfgang Ley tarafından kurulmuş Escada. Birçok moda markası gibi değişik alanlarda ürünler tasarlıyorlar. 1990 yılında ise Escada Beaute ortaya çıkıyor. İlk parfümlerini ise markanın kurucusu Margaretha Ley ismiyle 1990 yılında çıkarıyolar. Bugün Escada’nın parfümleri Procter & Gamble tarafından üretiliyor.

Magnetism For Men ise markanın sevilen parfümlerinden birisi. Zaten neden popüler olduğunu daha ilk anlarda anlıyorsunuz. Tarz olarak odunsu oryantal olarak sınıflandırılmış. İlk sıkıldığında tatlı, karanlık meyveler sizi karşılıyor. Nedense açılışını şişesinin rengi olan mora benzetiyorum. Başlangıç için “eh işte” diyeceğim. Bir süre sonra orta notalara geçiliyor. Burada yine tatlı meyvelere tatlı deri ve tatlı baharatlar ekleniyor. Fakat deri daha baskın. Hatta meyveli deri diyebilirim bu kısım için. Orta notalar gayet modern ve güzel. Alt notalarında ise yine bir değişim oluyor. Tatlı deri ve meyveler kombinasyonu yerine sentetik amber ve vanilya geliyor. Son kısmı ise hiç beğenmediğimi rahatlıkla söyleyebilirim. Çok zorlama olmuş gibi duruyor. Yani özetle: Tatlı meyveler, tatlı deri ve baharatlar, amber ve vanilya.

Bana göre günümüzün yeni trendi olan modern, tatlı, baharatlı-deri kombinasyonlarından birisi. Ve yine günümüzdeki birçok markanın parfümü gibi hissedilir derece de yapaylık barındırıyor kokusu. Özellikle sonlara doğru bu yapaylık rahatsız edici oluyor. Fakat bir parfümden çok fazla birşey beklemeyenlerdenseniz bu durum sizi çok rahatsız etmeyecektir.

Magnetism For Men’in rakipleri bence belli. John Varvatos veya Paco Rabanne – One Million gibi deri ana temalı parfümler karşısında pek şansı olur mu bilemem. Fakat geneline baktığımda birçok kişinin rahatlıkla sevebileceği, günlük kullanıma uygun, kadınların gayet beğeneceği bir seçenek olarak duruyor. Ben bir şişesini alırmıyım? John Varvatos gibi başarılı bir örnek varken tabiki almam.

Eğer sizde 30 yaşın altındaysanız, kışın soğuk günleri için günlük kullanıma uyacak tatlı meyveli bir deri parfümü arıyorsanız sizin için bir alternatif. Fakat gerek kalitesi gerekse koku güzelliği anlamında beni çok mutlu ettiğini söyleyemem. Belki de bu tür “genç işi” parfümler artık eskisi kadar ilgimi çekmiyor.

Magnetism For Men’in tenimde kalıcılığı ortalamanın biraz üzerinde oldu. Parfümün en sıkıntılı kısmı ise farkedilirliği. Tene yakın kalan bir hali var. Çok kendisini gösteremedi test süresince. Belki de kıyafet üzerine bolca sıkmak daha iyi sonuç verecektir. Erkek parfümü olmasına rağmen hafif de bir kadınsı yönü yok değil. Bence unisex kullanıma rahatlıkla uyacaktır. Oldukça tatlı bir kokusu olduğunu söylemem gerek. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun. Daha çok genç arkadaşların “piyasa yapma” parfümlerinden birisi gibi duruyor.

Artıları:
+ Orta notalarındaki meyveli deri ve baharat kullanımını sevdim.
+ Eğlenceli bir kokusu var.
+ Kadınlar bu parfümü büyük ihtimalle seveceklerdir.

Eksileri:
- Sonlara doğu ortaya çıkan yapaylık beni parfümden soğuttu dersem abartmış olmam.
- Farkedilirliği zayıf kaldı tenimde.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/6   Farkedilirlik:10/5

27 Aralık 2011 Salı

Montale – Black Aoud (2006)


Montale – Black Aoud (2006) Markanın erkek parfümlerinden.

Suudi Arabistan kraliyet ailesi için parfümler tasarlayan bir kişi düşünün. Krala, kraliçeye, prens ve prenseslere kokular hazırlayan birisi. Parfümlerinin çoğunda Arap kültürünün etkileri görülsün. En sık kullandığı element ise öd ağacı (Aoud, oud, agarwood) olsun. Birçok değişik kokuyu öd ağacı temasıyla birleştirsin. Parfümlerinin isimlerini de bunlara göre koysun.

Şimdiye kadar karşılaştığım en garip parfüm evlerinden birisi Montale. Sebebi ise bu kadar kısa süre içinde bu kadar çok parfüm çıkarmasına rağmen ne marka ne de kurucusu ile ilgili tatmin edici bir bilgi bulunmaması. Markanın yaratıcısı Pierre Montale’nin 2001 yılına kadar Suudi kraliyet ailesi için parfümler tasarladığı ve 2003 yılında Fransa’ya dönerek burada kendi butiğini açtığı söyleniyor. Ayrıca Comptoir Sud Pacifique markasının parfüm tasarımlarını da yaptığı birkaç yerde gözüme çarptı.

Görüldüğü üzere Montale henüz yeni sayılabilecek bir niche parfüm evi. Parfümleri çok yüksek fiyatlara satılıyor. Yani herkesin ulaşması pek mümkün değil. Genellikle çok yoğun, kalıcı ve farkedilirliği yüksek kokular üretiyor. Bugünkü konuğum Black Aoud markanın en bilinen, hakkında en fazla konuşulan ve ilgi gören parfümü dersem sanırım yanlış olmaz.

Black Aoud, tarz olarak odunsu-çiçeksi-misk olarak sınıflandırılmış. Genelini düşündüğümde gayet doğru bir tanımlama. İlk sıkıldığında burnunuza gelen kokuyu anlatmak çok kolay. Hepimizin bildiği gül aromalı hacı yağı. Evet emin olun başlangıcı aynen böyle. Çok güçlü ve yoğun bir açılış. Bir süre sonra neyseki bu güllü hacı yağı etkisi biraz azalıyor. Bu seferde seyreltilmiş gül kolonyası ile biraz turunçgil orta notalara yerleşiyor. Ve tabi biraz da odunsu notalar (muhtemelen öd ağacı). Bu kısım daha az saldırgan. Son olarak da bu gül kokusuna misk ekleniyor. Böylece de sona eriyor. Yani özetle: Gül, gül, gül…

Black Aoud tam bir gül parfümü. Fakat modern ve ilginç bir gül değil. Aynı hacı yağlarına yada gül kolonyalarına benzer bir tarzda. Ben daha derin ve farklı bir parfüm beklerken karşıma gül kolonyası çıkması açıkçası çok hoşuma giden bir durum olmadı. Özellikle yurtdışındaki birçok parfüm platformunda öve öve bitirilemeyen, çok seksi bulunan bu parfüm benim için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bu kadar düz çizgide ilerleyen, neredeyse hiç değişmeyen bir gül kokusuna da bu kadar yüksek bir fiyat verilir mi diye sormak sanırım hakkımız.

Montale’nin konsepti, yüksek kaliteli Arap kokularına bir "Fransız dokunuşu" olarak da düşünülebilir. Kabul ediyorum Arap kullanıcılar için çok etkileyici olabilir Black Aoud. Arabistanda çok da popüler olabilir kokusu. Fakat benim için camilerin önünde satılan gül aromalı hacı yağlarından çok farkı yok. Günlük kullanıma uyacak bir yapıda değil. Uç bir gül parfüm örneği olarak düşünülebilir. Koku olarak Czech & Speake’in Rose ve Dark Rose parfümlerine benziyor.

Bu parfümü kimler mi kullanır? Arap veya Ortadoğulu insanlar. Ülkemizden örnek vermem gerekirse, artık torun torba sahibi olmuş cami eşrafından amcalar. Belki de Cübbeli Ahmet Hoca :))

Kalıcılığı gayet iyi. Tabiki burada EDP olmasının avantajını kullanmış. Farkedilirliği başlarda yüksek. İlerleyen saatlerde normal hale geliyor. En fazla 2-3 fıs sıkmak yeterli olacaktır. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacağını düşünüyorum. Denemeden almanızı tavsiye etmem.

Artıları:
+ Eğer Arap tarzında bir gül parfümü arıyorsanız oldukça hoşunuza gidecektir.
+ Kalıcılığı ve farkedilirliği gayet iyi.

Eksileri:
- Eğer hacı yağı gibi bir gül kokusunun şişesine 170 dolar vermek isterseniz sizi kesinlikle tutmam!
- Böylesi gül parfümlerine alışık olmayan batılıların çok sevmesine aldanıp kör alış yapmanız isabetli bir karar olmayacaktır.
- Fiyatı çok yüksek.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8  Farkedilirlik:10/8