24 Aralık 2011 Cumartesi

Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)


Yves Saint Laurent – Rive Gauche Pour Homme (2003)  Markanın erkek parfümü.

Blogumu okuyan arkadaşların yaş ortalamalarını öğrenmek isterdim açıkçası. Kimler ve neden takip ediyorlar yazdıklarımı. Acaba kendilerinden birşeyler bulabiliyorlar mı? Mesela 1980 ve öncesini hatırlayan kaç kişi var. O zamanın dünyasını, hayatını, insanlarını… Zaman herşeyi mengenesine alıp öğüten bir makine gibi. 20’li yaşlarda bunun farkına varamazken, 30’lu yaşlardan itibaren artık bazı şeylerin farkına varabiliyor insan zihni. Belki de olgunlaşıyor. Yada kendisini daha iyi tanıyor. İsmini koymayı tam beceremesem de birşeylerin değiştiğini hissediyorsunuz hayatınızda.

1980’lerden bahsetmişken o zamanların parfümlerini hatırlayan var mı? Yada o parfümleri severek kullanan kaç kişi vardır? Sanırım bu sorunun yanıtı az çok belli. Günümüzün tatlı, baharatlı, gourmand kokuları pek revaçtayken kim bir 1980’ler fujerini yada şipresini kullanmak ister ki. İster ama muhtemelen yaşı biraz daha ilerlemiş insanlar. Yani dünyada sürekli herşey değişirken koku beğenileri de değişiyor. Çağın gereklerine uygun hale geliyor belki de.

Yukarıda bahsettiğim fujer ve şipre daha çok 1980 ve daha öncesinde çok popüler olan parfüm sınıflandırmaları diyebiliriz. Aynı günümüzdeki gourmand veya oryantal gibi. Tabi koku karakterleri çok farklı.

Fujer (fougere) koku grubu, lavanta, eğrelti otu, yosun, meşe ağacı, tonka fasulyesi gibi elementlerin ağırlıklı olduğu bir sistem. Günümüzde artık bu tür parfümlere rastlanmıyor. Çünkü hem alıcısı az hem de yeni koku grupları daha ilgi çekiyor. Fakat eski erkek parfümlerinin bir çoğunun fujer karakterine yakın olduğunu belirtmem de fayda var. Ayrıca bilinen ilk fujer parfümün 1882 yılında çıkan Houbigant – Fougere Royale olduğu bilgisini de paylaşmak isterim sizlerle.

Bugünkü inceleyeceğim Rive Gauche Pour Homme’da tam bir fujer koku karakterine sahip. Zaten ilk sıktığınız anda anlayacaksınız ne demek istediğimi. Artık geçeyim detaylara.

İlk sıkıldığında kuru ve burun büken cinste bir bergamot ve anason sizi karşılıyor. Yahu bu koku ne kadar tanıdık diye düşünüyorsunuz. Hepimizin iyi bildiği “Brut” parfümüne çok benziyor açılış. Yani biraz nostaljik bir başlangıç ile size merhaba diyor. Bir süre sonra orta notalarına geçiliyor. Burada yine kuru, erkeksi bir lavanta ile baharatlar (ağırlık karanfilde) başrole geçiyor. Başlangıçtaki “eski ve nostaljik his” aynen devam ediyor. Alt notalarında ise devreye silhat (paçuli) ve odunsular giriyor. Böylece de son buluyor.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki Rive Gauche Pour Homme, günümüzün modern tatlı, baharatlı, vanilyalı parfümlerine hiç benzemiyor. Sanki başka bir zaman diliminden gelmiş gibi. Kendinizi eski Amerikan kovboy filimlerindeki karakterler gibi hissediyorsunuz. Çok erkeksi, algıları zorlayan, sert ve yoğun. Henüz 2003 yılı gibi yakın bir tarihte üretilmesine rağmen böylesi “eski” kokan bir parfüm oldukça şaşırtıcı. Sanki Yves Saint Laurent bu parfümle eskinin fujer ve aromatik fujerlarına selam durmuş. Onları anmış. Eğer Azzaro Pour Homme, Chanel – Antaeus, Yves Saint Laurent – Kouros, Christian Dior – Fahrenheit gibi önemli klasikleri seviyorsanız, Rive Gauche Pour Homme onların biraz daha modernleştirilmiş bir hali adeta.

Peki neye benziyor kokusu. Bu anlatması zor bir soru. Denemek lazım. Birçok yerde kokusu traş köpüklerine, berber dükkanlarına, lavantalı sabunlara benzetilmiş. Ben de Brut ve Old Spice parfümlerine benzettim. Ana eleman olarak baharatlı, karanlık, ultra erkeksi ve kuru bir lavanta-silhat diyebilirim. Gerisi artık size kalmış. Benim bu tür kokularla aram pek iyi olmadığı için sevemedim. Onun için tavsiye edemeyeceğim. Denemeden alırsanız pişman olma ihtimaliniz var. Parfümün tasarımcısının ünlü burun Jacques Cavallier olduğunu hatırlatmak isterim.

Kalıcılığı çok iyi. Tende bir günden fazla duruyor. Farkedilirliği başlarda yüksek. Bir süre sonra normale dönüyor. 30 yaş üstü arkadaşlara tavsiye ederim. Tam bir sonbahar-kış parfümü. Yağmurlu gri bir günde kullanmak fena olmaz gibime geliyor.

Artıları:
+ 1980 ve öncesinin fujerlerini aratmayacak kadar iyi bir örnek.
+ Eğer eski, tozlu ve erkeksi bir lavanta-baharat-silhat kombinasyonu arıyorsanız tam yerine geldiniz.
+ Günümüzün bol tatlı parfümlerinden bıkanlar için bir kaçış limanı olabilir.

Eksileri:
- Kim Chuck Norris yada Clint Eastwood gibi kokmak ister!
- Koku karekteri olarak çoğu kimsenin hoşuna gitmeyeceğini düşünüyorum.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/8   Farkedilirlik:10/7

21 Aralık 2011 Çarşamba

Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999)


Lorenzo Villoresi – Piper Nigrum (1999) Markanın unisex olarak lanse edilen parfümü.

Bugün sadece ülkemizde değil dünya çapında da çok bilinmeyen ve popüler olmayan bir marka karşımızda. İtalya’nın niche parfüm markalarından olan Lorenzo Villoresi, kendi ismiyle başarıyı yakalamış isimlerden birisi.

1956 yılında İtalya’da doğan Villoresi, gençliğinde Ortadoğu’ya yaptığı seyahatlerin oldukça etkisinde kalıyor. Buradaki baharatlar, amber, tütsü, reçineler ve diğer aromatik otların kokuları, onun ilerideki hayatını şekillendireceğini belki de hissetmişti. Tam da bu noktada ilginç bir durumla karşı karşıya olduğumu anlıyorum. Nasıl mı?

Batı medeniyetinin maddiyata önem veren ve bireyselliğine düşkün kültürü ile yetişmiş insanları, bir sebeple de olsa doğu kültürlerinin egzotik ve aile bağlarına düşkün kültürüne ilgi göstermeleri sık yaşanan bir durum olmaya başladı gibime geliyor. Akılcı ve faydacı batı insanı, kaderci doğu insanlarını merak ediyor muhtemelen. Özellikle Avrupa’daki sermaye birikimi ile gelen zenginleşme sonucu bol bol turist doğu ülkelerini ziyeret ediyor. Bu anlamda Lorenzo Villorensi’nin hikayesi Yves Saint Laurent ve Serge Lutens ile benzerlik taşıyor diyebilirim. Özellikle Yves Saint Laurent’in birçok doğu ülkesini gezdikten sonra orada duyduğu kokuları parfümlerinde aynen kullandığı söyleniyor. Yani doğu kültürlerinden etkilenen batılı parfüm yaratıcılarının sayısı gittikçe artacak büyük ihtimalle. Evet lafı uzatmadan geçelim parfümümüze.

Piper Nigrum markanın en sevilen parfümlerinden birisi. İsmi “kara biber” anlamına geliyormuş. Zaten bu ismin neden verildiğini daha ilk saniyelerde anlıyorsunuz. İlk sıkıldığında oldukça keskin ve yoğun bir kara biber adeta burnunuzu kesiyor. Algıları zorlayan bir açılış diyebilirim. Sanki elimize bir avuç kara biber almışızda onu kokluyoruz. Gayet güzel ve doğal bir başlangıcı var. Hatta parfümün en sevdiğim yeri burası bence. Bir süre sonra orta notalar devreye giriyor. O keskin ve kuru kara biber geri çekilirken, hafif tatlı baharatlar devreye giriyor. Bu andan itibaren karanfil öne çıkıyor. Karanfile biber de eşlik ediyor. Görüldüğü üzere Piper Nigrum tatlı bir baharatlı kokuya dönüşüyor. Bu kısım da gayet güzel. Başlangıçtaki o keskinlik kalmıyor. Son olarak da hafif tatlı bir amber, aromatik yumuşak odunsular ve misk ile son buluyor.

Piper Nigrum genel olarak bakıldığında tatlı bir baharat parfümü. Öne çıkanlar kara biber ve karanfil. Fakat başlangıcı dışında öyle burnu zorlayan bir yapıda değil. Yumuşak, aromatik ve nazik. Çok abartılmamış bir tatlılık her zaman hissediliyor. Şöyle bir bütüne baktığımda çok güzel ayarlanmış bir harmana sahip. Kompleks bir kokusu var. Tek düze ilerleyen bir tarzı yok. İşte böyle parfümleri seviyorum. Üzerinde çalışılmış, aceleye getirilmemiş, popüler olacağım diye uğraşmayan. Gerek üst notalardan orta notalarına geçişi, gerekse orta notalardan alt notalara geçişi rahatlıkla takip edebiliyorsunuz. Adeta kurallarına uygun yazılmış bir kompozisyon gibi. Giriş, gelişme ve sonuç. Bu anlamda çok iyi bir iş çıkarılmış. Kalite hissi gayet iyi. Eğer hafif tatlı, modern, kibar bir baharat parfümü arıyorsanız Piper Nigrum çok güzel bir seçenek. Rahatlıkla tavsiye edebilirim.

Hep iyi şeyler söylüyorum. Peki hiç mi can sıkıcı tarafları yok? Çok büyük bir sorun olmasa da alt notaları biraz sıradan geldi. Klasik bir aromatik odunsular ve tatlı misk daha ilginç hale getirilebilirmiş. Ayrıca tamam güzel ama hayatınızın parfümü olabilir mi biraz şüpheliyim. Muhteşem olmasa da denenmesi gereken güzel bir parfüm olmuş.

Kalıcılığı ortalamanın üzerinde. Bir niche parfüm markasından da bu beklenir kanımca. Farkedilirliği başlarda yüksek. Daha sonra biraz tene yakın kalıyor. 25 yaş üzeri herkese tavsiye edebilirim. Unisex olarak piyasaya çıksa da erkek kullanımına biraz daha yakın. Sonbahar-kış mevsiminde kullanmak daha iyi sonuçlar verebilir.  

Artıları:
+ Çok güzel bir baharat temalı parfüm.
+ Özellikle tende tam bir konfor kokusuna dönüşüyor.

Eksileri:
- Sonlara doğru gelen koku daha ilginç olabilirmiş.
- Fiyatı yüksek. Ayrıca heryerde bulmak zor.

Koku Güzelliği:10/8   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6


                                                  Markanın yaratıcısı Lorenzo Villoresi

19 Aralık 2011 Pazartesi

Caron - Caron Pour Un Homme (1934)


Caron - Caron Pour Un Homme (1934) Markanın ilk erkek parfümü.

Türkçemizde “Asırlık Çınar” diye çok güzel bir deyim var. Yabancı dillerde tam karşılığı var mı bilmiyorum. Bir olguyu böylesine kısa yoldan anlatan bu söze uygun bir marka Caron. 1904 yılında kurulmuş dünyanın en eski parfüm üreticilerinden birisi. Ülkemizde çok bilinmese de yurtdışındaki parfüm platformlarında ismi sıkça geçiyor. Aslında bir anlamda tarihlerine ve kökenlerine de sahip çıkıyor batılılar bu yolla. Değerlerini karalamıyorlar. Alay etmiyorlar. Saygı duyuyorlar.

Biz ise bütün tarihimizi ve kişileri tartışıyoruz. Bunu da ne yazık ki doğru dürüst değil de kırarak, zarar vererek yapıyoruz. Oysaki Amerikalılar ülkenin kurucularından olan George Washington’u tartışayım demiyor. Yada Fransa Napolyon Bonapard’ı tartışmaya açalım diye düşünmüyor. Ülkemizde ise Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarından tutun da Osmanlı padişahlarına kadar herşey didiklenmeye çalışılıyor. Hakaretler ediliyor. Kaba bir şekilde itham ediliyor. Değerlerimiz aşınıyor. İtibarları azaltılıyor bilmeden de olsa. Yoksa birileri bizi bu yapay gündemlerle fena halde kandırıyor mu?

Bence ulus olarak en büyük eksiklerimizden birisi ne yazık ki tarihi hemen unutmak. Hatta 3-5 yıl öncesini bile çabucak unutuyoruz. Oysa ilgimi çeken bir şey Guerlain, Creed, Caron gibi kozmetik ve parfüm şirketlerini bile batılılar el üstünde tutuyorlar. Böylece bu köklü markalar yüzyıllara meydan okuyor. Oysa Türkiye’nin bırakın bir dünya çapında parfüm markasını, kaç tane başka alanda ismi duyulan ve kabul görmüş markası var. Çünkü unutuyoruz. Herşeyi unutuyoruz. Okumak yerine ise artık konusuzluktan lastik gibi uzatılan dizi filmleri seyredip, kim star olacak türü insanların zihinlerini uyuşturan yarışmalar izliyoruz. Belki de bu ülkede hayat yeterince zor olduğundan reyting rekorları kırıyorlar. İnsanlar günlük hayatın acımasızlığından kaçacak yer arıyorlar iki saatliğine de olsa. Kim bilir.

Konumuza dönelim hemen. İşte 1934 yılından beri üretilen bir parfüm Caron Pour Un Homme karşımızda. Artık onun için erkek parfüm klasiklerinden diyebiliriz. Adeta zamana meydan okuyor. Peki kokusu nasıl. Geçelim eserimize.

Caron Pour Un Homme genel olarak basit bir yapıda. Başından sonuna kadar çok büyük değişim göstermiyor. Düz bir çizgide ilerliyor. İlk sıkıldığında biraz “kirli” bir lavanta size karşılıyor. Daha sonra tatlı bir lavanta direksiyona geçiyor. Bir süre sonra da hafif pudralı bir vanilya ekleniyor. Alt notalarda da biraz tatlı misk. Evet bu parfüm için kısaca “lavanta ve vanilya” kombinasyonu diyebiliriz. Genel olarak tatlı bir kokusu var.  

Birçok kere parfümlerde lavanta kokusunu pek sevmediğimi söylemişimdir. Burada doğal ve başarılı bir lavanta kullanımı var. Ayrıca benim sevdiğim bir element olan vanilya ile birlikteliği de fena değil. Fakat benim için yine de fazla lavantalı. Eğer tatlı bir lavanta kokusu seviyorsanız Caron Pour Un Homme vazgeçemeyeceğiniz arkadaşlarınızdan olacaktır. Eğer sevmiyorsanız da pek yaklaşmayın derim.

Birde işin diğer bir yönüne bakalım. 1934 yılında çıkarılmış bir parfümün “eski” kokma gibi bir durumu olabilir. Peki bir parfüm nasıl “eski” kokar? Bu soruya benim cevabım günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan bir parfüm “eski” kokar olacaktır. Çünkü o zamanın koku beğenileri muhtemelen çok farklıydı. Ben böyle yaftaları her zaman reddetsem de birçok kişi bu parfümü “modası geçmiş” bulabilir. Evet kokusu pek günümüzdeki parfümler gibi değil ama “eski” koktuğunu ise kesinlikle söyleyemeyiz. Bence tatlı lavanta ve vanilyalı tarzıyla hala birçok kişinin sevebileceği bir yerde duruyor. Özellikle de yaşı 35’in üzerindeki erkeklerin imdadına yetişecektir. Bu anlamda “eski” değil de “olgun” diyebilirim kokusu için. Anlaşılacağı üzere genç arkadaşların pek hoşlarına gitmeyeceğini düşündüğüm parfümlerden.

Kalıcılığı kıyafet üzerinde gayet yeterli. Bir gün civarı montumdan kokusu hafif hafif hissediliyor. Farkedilirliği ise tam olması gerektiği gibi. Ne çok baskın ve saldırgan, ne de çekingen. Sonbahar-kış mevsimi için daha uygun olacaktır. 35 yaş altı arkadaşlara tavsiye etmem.

Artıları:
+ Dünya parfüm endüstrisinin klasikler arasındaki eserlerinden birisi.
+ Alınmasa bile denenmesi gerek diye düşünüyorum.
+ Tatlı lavanta ve vanilya seven erkekler için iyi bir seçenek.

Eksileri:
- Bütün lavanta baskın parfümler gibi denemeden alınmaması gerek. Herkese uyabilecek bir kokusu yok.
- Başlangıcı biraz lavantalı traş köpüklerini hatırlattı bana.

Koku Güzelliği:10/6   Kalıcılık:10/7   Farkedilirlik:10/6

17 Aralık 2011 Cumartesi

Chanel – Bleu de Chanel (2010)


Chanel – Bleu de Chanel (2010) Markanın yeni erkek parfümü.

Uzun zamandır bana en çok sorulan parfüm hangisi derseniz cevabım net bir şekilde Bleu de Chanel olacaktır. Gerek blog üzerinden, gerekse mailimden gelen ve ne zaman Bleu ile ilgili yazacaksın mesajlarından anladığım kadarıyla almayı düşünen çok bu parfümü. Artık benim klasikleşen “denemeden kesinlikle parfüm almayın” uyarımı yapmayı bile gerek görmüyorum. Çünkü Bleu, oldukça merak edilen bir parfüme dönüşmüş durumda.

Peki bu durumun sebebi nedir? Tarihinde önemli parfümlere imza atmış bir marka olmanın getirdiği cazibe mi? Başarılı pazarlama kampanyaları mı? Yoksa kulaktan kulağa yayılan fısıltı gazetesi marifeti mi? Sebebi her ne olursa olsun benim de merakımı cezbetmiş durumda Bleu. Madem bu kadar ilgi çekiyor o zaman bu parfümün bende neler hissettirdiklerine geçeyim.

Öncelikle isminden başlamak istiyorum. Daha önce de bahsettiğim gibi ismi ve şişesi “mavi” olan parfümlerin büyük çoğunluğu (tabiki birçok istisnası olacaktır) “Aquatic” denilen su yada deniz gibi kokan parfümler oluyor. Örnek olarak Polo Blue, Nautica – Blue, Dolce & Gabbana – Light Blue, Antonio Banderas - Blue Sediction, Avon – Blue Rush vb. Burada anladığım kadarıyla deniz tabanlı kokulara bir “mavi” teması yakıştırılıyor. Yani bir anlamda deniz yada okyanus gibi kokan denilmek isteniyor. Deniz mavi ile özdeşleştiriliyor bir anlamda. Bleu de Chanel’de ünlü markanın akuatik diyebileceğim temaya sahip kokusu.


Özellikle 1990’lardan itibaren parfüm üreticileri yaz mevsimine uygun parfümler için sık sık akuatik limanına sığınıyorlar. Bu durum geçiçi bir akım mı yoksa geleceğin yazlık parfümleri akuatik kokular üzerine mi inşa edilecek hepimiz göreceğiz. Anladığım kadarıyla Chanel gibi bir dünya parfüm devi bile bu akımın dışında kalamamış. Girişten anlaşılacağı üzere Bleu de Chanel aromatik odunsu ve akuatik yapı üzerine kurulmuş bir kokuya sahip. Geçelim detaylara.

Bir süredir kullanıyorum Bleu’yu. Açılışı çok basit bir turunçgil ve limon ikilisi ile gerçekleşiyor. Fakat turunçgil daha ağır basıyor. Açıkçası büyük bir hayalkırıklığı oldu başlangıcı benim için. Marketlerde satılan Adidas parfümleri gibi basit ve ucuz bir koku. Gerçekten şaşkınım. Oysaki Chanel’in bir parfümü değilmiydi Bleu. Neyseki bir süre o ucuz ve sıradan turunçgil biraz geri çekilirken aromatik baharatlar devreye giriyor. Fakat öyle keskin ve sert değil. Oldukça yumuşatılmış. Burada biber biraz öne çıkıyor. Hatta hafiften de kendisini hissettiriyor. Bu bölüm için “eh işte” diyebilirim. Son kısım en beğendim yeri. Aromatik odunsu notalar ile tenden ayrılıyor. Yani özetle, akuatik, meyvemsi baharatlar, yumuşak odunsular.


Bleu de Chanel, beni oldukça ikilemde bırakan parfümlerden birisi oldu. Bir tarafım vasat bir akuatik temalı koku derken diğer tarafımda aromatik baharatlar ve odunsular o kadar da kötü değil diyor. Kararımı ise veriyorum. Bu parfümü pek sevemedim. Özellikle başlangıcındaki o ucuz ve traş kolonyası benzeri açılışa nasıl izin verdiler anlamak zor. Hiçbir yaratıcılığı olmayan, yeni bir şey söylemeyen, piyasada bir sürü benzerine rastlayabileceğimiz tarzı, vasat kalitesi bu fikrimin oluşmasındaki nedenler olarak sayabilirim. Genel olarak biraz Versace Pour Homme’u hatırlattı kokusu bana. Hatta azda olsa Dolce & Gabbana – Light Blue Pour Homme’a yakın diyebilirim.


Bleu’yu sevenler biraz acımasız olduğumu düşünebilirler. Ama burada sıradan bir markadan bahsetmiyoruz. Yüzyıllık bir tarihi devirmiş, No.5, Chance, Coco, Coco Mademoiselle, Pour Monsieur, Egoiste, Allure, Antaeus gibi önemli parfümlere imza atmış bir çınar Chanel. Peki böylesi bir markadan çok daha ilginç, yaratıcı, rafine ve üzerinde çalışılmış bir parfüm beklemek hata mı? Bence hiç de değil. Zaten yurtdışındaki parfüm platformlarında ve bloglarda epey eleştiriliyor Bleu de Chanel. Muhtemelen birçok kişide bu durumun hayal kırıklığını yaşamış. Bu kervana bende tereddütsüz katılıyorum. Neredeyse ucuz kokan market parfümlerinden çok büyük farkı olmayan kokusu ile bu kadar yüksek bir fiyatı hakediyor mu şüpheliyim. Gerçekten şaşkınım. Parfümün yaratacısı ise Chanel’in birçok eserine katkıda bulunan Jacques Polge.

Kalıcılığı ferah sayılabilecek bir akuatik parfüme göre gayet iyi. Bleu’nun öne çıkan taraflarından birisi de bu. Farkedilirliği başlarda iyi. Hatta biraz burnu zorlayan cinsten diyebilirim. Daha sonra normale dönüyor. Soğuk kış günleri dışında her zaman kullanılabilir. 30 yaş altı genç arkadaşlara tavsiye ederim.



Artıları:
+  Son kısımdaki aromatik odunsu kısım en sevebildiğim yeri.
+ Kalıcılığı gayet iyi.

Eksileri:
- Yapaylık sınırında dolaşan vasat kokusuyla tercih edeceğim bir seçenek değil.
- Diğer rakiplerinden hiçbir farklı yanı olmayan kokusu.
- Yüksek fiyatı.

Koku Güzelliği:10/6