Christian Dior – Eau Sauvage (1966) Dior’un klasikler arasındaki yerini almış olan parfümü.
Bazı olgular vardır kendinden sonra gelecek olanlara bir anlamda öncülük eder. Bazı şeyler ise zamanın ötesindedir. Bazı şeyler vardır mihenk taşı görevi üstlenmiştir. O bir referanstır diğerleri için. Yeni şeyler bile onunla kıyaslanır, ona göndermeler yapılır. Bu anlattıklarım günlük hayatın bazı rutinleri olsa da aynı durumları bence parfümlere de uyarlayabiliriz. Çünkü nasıl koktuğumuz ve ne kokmak istediğimiz hayatımızın bir parçasıdır. Yani bir anlamda parfümler bizim gayri resmi kimliğimiz gibidir. “O” kokuyla kendimizi anlatırız zaman zaman. Yada “O” kokuyu kullanmayarak bir mesaj veririz aslında. Parfümler aynen hayatımız gibi gerçeklerdir ve çoğu zaman bizimledirler.
Neden böyle bir giriş yaptığımı kısaca açıklayayım. Bugün bahsedeceğim Eau Sauvage, dünya parfüm endüstrisinin henüz yüksek kar hedefleri ve vahşi bir rekabetin olmadığı 1960’lı yıllardan günümüze uzanan bir gelenek. Evet Eau Sauvage sadece bir parfüm değil. O günlerin bir izdüşümü sanki. Bir yaşam şekli yada bir statü sembolü. Karşımızda klasikler arasındaki yeri tartışmasız bir eser var. Lafı uzatmadan geçelim incelemeye:
Parfümümüz bence turunçgil-şipre tarzında. İlk sıkıldığında günümüzdeki parfümlerde görmeye alışık olmadığımız bir turunçgil-limon sizi karşılıyor. Daha çok eskilerden kalma bir hatıra gibi. Büyük halamın evindeki o buruk, tozlu, eski kokan kolonyalara benzettim. Bir süre sonra buruk turunçgile otsu (herbal denilen) bir nota daha ekleniyor. Böylece tam bir 1970-80’ler parfümü kimliği kazanıyor dersek yanlış olmaz. Son olarak da odunsu notalar ve misk ile tenden uçuyor. Fakat o eski, buruk, otsu turunçgil her zaman kendisini hissetiriyor. Yani özetle: Geçmişten gelen bir turunçgil, aromatik ve yumuşak otsu notalar ve misk.
Eau Sauvage’yi koklayıp gözlerimi kapattığımda işte zihnimde canlanan bazı kareler:
Yıl 1960’lar. Bir sonbahar günü. İkinci dünya savaşının etkilerini en az hisseden ülkelerden olan Amerika’dayız. Bir baba her zamanki saatinde kalkıyor işe gitmek için. Eşi ona kahvaltısını hazırlarken o da traşını oluyor. Masaya geçiliyor. Günlük gazetelere kızarmış ekmek ve kahve eşliğinde acele bir bakış atıyor. Tam kapıdan çıkmadan aklına parfümünü sıkmak geliyor. Daha sonra kapıdan çıkıyor. Bahçeli evin önündeki ağaçlardan yapraklar dökülmeye başlamış bile. Sonbahar çoktan gelmiş. İşte o sokaktaki yaprakların kokusuna karışıyor Eau Sauvage. Adam biraz buruk ama mutlu. Arabasına doğru yürüyor…
Yıl yine 1960’ların sonu. Bu sefer ikinci dünya savaşında en büyük yıkımı yaşamış Almanya’dayız. Hava her zamanki gibi gri ve bulutlu. Savaşın derin ve bezdirici travmasını atlatmaya çalışan 40’lı yaşlardaki mühendis her zamanki gibi saat 08.00’de işinin başında. Ne de olsa Alman disiplini. Günlük işlerini tamamlıyor. Birazdan fabrikanın üretim bölümüne geçip çalışmaları kontrol edecek. O gün nedense içi biraz sıkılıyor. Kendisini hüzünlü hissediyor. Biraz da yanlız. Çekmecesindeki Eau Sauvage’yi sıkıyor alt kata inmeden önce. Hmmm. Kokular gerçekten de insanların duygu dünyalarında fark yaratabiliyor mu acaba diye düşünmeden edemiyor. Artık kendisini biraz daha iyi hissediyor. Kapıdan çıkarken birden geri dönüp odaya dolan kokuyu bir kez daha hissediyor. Bu parfümü seviyorum diyor içinden…
Eau Sauvage kuşkusuz kendi döneminin en önemli eserlerinden birisi. Bir referans noktası. Erkeksi çiçekler ve benzersiz turunçgil kullanımı ile öne çıkıyor. Yapaylık barındırmayan, beyefendi, ağır başlı ve olgun. Bu parfümü 35-40 yaş altındaki arkadaşların denemesini tavsiye etmem. Muhtemelen hiç beğenmeyecekler ve burun kıvıracaklardır. Çünkü her yaştan insanın kaldırabileceği bir yapısı yok.Biraz görmüş geçirmiş, bazı şeyleri aşmış insanlara sanki daha çok uyacaktır. Tatlı bir kokusu yok. Ana öğe şipremsi bir otsu turunçgil. Biraz hüzünlü, biraz romantik ve oldukça erkeksi. Dior markasından bir başka başarılı eser daha... Unutmadan söyleyeyim ilk kokusu çok değiştirilmeden yeniden formüle edilmiş.
Kalıcılık olarak ortalama. Farkedilirliği başta fena değilken daha sonra oldukça tene yakın kalıyor. Bence sonbahar mevsimi için çok iyi bir seçim olacaktır. 35 yaş altına pek olmayacaktır. Denemeden almamak gerek.
Artıları:
+ Zamanın çok ötesindeki kokusu
+ Doğal, baymayan, rahatsız etmeyen kokusu.
+ Şık, dengeli ve erkeksi tarzı.
Eksileri:
- Günümüzün modern parfüm trendlerine uymayan kokusu.
- Farkedilirliği iyi değil.
Koku Güzelliği:10/7 Kalıcılık:10/6 Farkedilirlik:10/5