Parfum d’Empire –
Eau de Gloire (2003)
"Gecenin
en karanlık anında, kapalı gözlerle, eğer bir mucize olur da Korsika'da
bulunursam, onu kokusundan tanıyacağım hemen."
Henüz
15-16 yaşlarındaki gencin, öğrenim gördüğü askeri okulda defterinin kenarına
çiziktirdiği bir cümleydi belki de yukarıdaki satır. Kastedilen ise muhtemelen
ünlü Korsika makilerinin kokusuydu. Akdeniz'in kokusu, denizin hemen kenarında
başlayan kayalıkların ve onlarla kucaklaşmış ağaçların kokusuydu belki de
anlatılmak istenen. Muhteşem doğasıyla Korsika adasının yamaçlarında yetişen
aromatik otların, bin türlü şifalı bitkinin aromasıydı bahsedilen. Yaşar
Kemal'in romanlarındaki anlatım zenginliği ve düş gücünün kelimelere
dökebileceği gibi bir yer. Ben kim, Yaşar Kemal'in alanında ahkam kesmek kim...
Sıcak
bir ağustos gününde tarihin yaprakları 1769'u gösterdiğinde, sadece Fransa için
değil, dünyanın kaderi için de önemli bir çocuk doğmuştu Korsika adasında.
Carlo Maria di Buonaparte ve Maria Letizia Ramolino'un oğlu olarak dünyaya
gelen çocuğun adı Napoleone di Buonaparte idi. Yirmili yaşlarında ismini
Napoleon Bonaparte olarak değiştiren bu genç adam, teğmenlik ile başladığı
hayat yolculuğunda, belki de hayal edemeyeceği yerlere ve makamlara gelmişti.
Hırslıydı, tutkuluydu ve her dahi gibi burnu fazlaca yukarıdaydı.
Askerlik
hayatındaki başarıları sayesinde kısa sürede üst rütbelere yükseldi. 1700'lü
yılların sonunda Fransa'nın en saygı duyulan askeri uzmanlarından birisi oldu.
Oysa o zamanlar ülkesi Fransa, modern zamanların en büyük halk devrimini
yaşıyordu. 1789'daki Fransız Devrimi, ülkenin yepyeni bir rejime doğru
gittiğini kanıtlıyordu. "Özgürlük, kardeşlik ve eşitlik", Fransız
Devrimi'nin en çarpıcı sloganıydı. Ülkenin her yerinde krala ve mutlak
otoriteye karşı ayaklanmalar oluyordu. Kutsal Fransa İmparatorluğu adeta son
günlerini yaşıyordu. Halk kitleleri, etkileri yüzyıllarca sürecek bir devrime
imza atıyorlardı.
Napoleon
Bonaparte, bu karmaşık dönemde ordu içinde generalliğe kadar yükseldi fakat bir
sorun vardı. Ülkesi hakkında büyük fikirlere sahipti ama bulunduğu makam
bunları gerçekleştirmesine izin vermiyordu. Ordudan ayrılıp, siyasete giren
Napoleon Bonaparte'ın, Fransa İmparatorluğu yolundaki taşları, kaderi
tarafından örülüyordu adeta. İlerleyen yıllarda İmparatorluk tacını giyen
Napoleon Bonaparte, uzun bir mücadelenin içinde yoğruldu. Başarı kazanamadığı
savaşlardan sonra sürgüne gönderildi ve yine geri döndü. En son sürgüne
gönderildiği St. Helena Adası'nda öldüğünde, arkasında Fransa ve dünya tarihi
açısından büyük izler bırakmıştı. Napoleon Bonaparte ismi, Fransa'nın ulusal
kahramanlarından birisi olarak her zaman saygınlığını korur.
Ve
böylesine önemli tarihi figürün, Fransa merkezli parfüm markaları tarafından es
geçilmesi olacak iş değildi. Niş parfümevi Parfum d'Empire, 2003 yılında ilhamını
Napoleon Bonaparte'tan aldığı kokusu Eau de Gloire'i piyasa sürdü. Tabii tam da
bu noktada aklıma hemen başka bir parfüm geldi Napoleon Bonaparte'tan
esinlenmiş. Creed'in son yıllarda fenomen haline gelmiş eseri Aventus'ta
ilhamını yine Napoleon Bonaparte'tan almıştı. Tabii böylesine önemli tarihi
şahsiyetin, parfümlere ilham vermesi çok da şaşılacak şey değil. Eau de
Gloire'in koku formunun oluşturulmasında, Napoleon Bonaparte'ın çocukluğunun
geçtiği Korsika Adası'ndaki makilerden esinlenildiği belirtiliyor. Ayrıca
kokusunun turunçgiller, aromatik otlar, ölmez otu, meşe yosunu ve tütsü
notalarının ağırlığında olduğu vurgulanmış.
Eau
de Gloire'i kullandığımda ilk saniyelerde erkeksi-asidik turunçgiller beni
karşılıyor. Eski aromatik şiprelerin başlangıcını hatırlatan üst notalarda
buruk limon, tozlu bergamot ve aromatik otlar var. Ferah, olgun, nostaljik,
kaliteli ve zengin başlangıcını sevdim. Orta bölüme ilerlediğimizde otlar ve
tozlu turunçgiller geri plana geçiyor. Buradan itibaren lavanta, deri ve tütsü
ortaya çıkıyor. Hayvansallık efekti veren yumuşak deri, lavanta ve tütsü ile
harmanlanmış. Orta kısımdaki tütsü kullanımını sevdim. Deri ve lavantayı biraz
buruk buldum. Başlangıcı kadar sevemedim orta notaları. Son kısımda yine
eskilerden bir ziyaretçi kapıyı çalıp içeriye giriyor: meşe yosunu. Bu müthiş
nota, Parfums de Nicolai - New York'daki kadar başarılı verilemese de kabul
edilebilirlik sınırlarında. Son kısımda kokusu fazlasıyla sönükleşiyor ve tene
yakın hale geliyor. Alt notaları algılayabilmek için üzerinizi ancak dikkatlice
koklamanız gerekiyor. Bu anlamda diğer Parfum d'Empire'ler gibi değil. Zayıf ve
çekingen.
Eau
de Gloire, 2003 yılında piyasa sürülmesine rağmen, konsept olarak kendisine
1980'lerin aromatik derili şiprelerini örnek almış. Versace L'Homme, Derby, Eau
d'Hermes ve kimi yorumcuların Bel Ami benzetmelerini dikkate almak gerekiyor.
Evet o günümüzün yeni nesil parfümlerinden çok uzak. Adeta eskiye ve geleneğe
güçlü bir göndermeler manzumesi. Zaten daha ilk saniyelerde parfümün
karakterini anlıyorsunuz ve saygı duyuyorsunuz. Özellikle Eau d'Hermes benzeri
açılışı ve neredeyse hayvansallığa kaçan edepsiz deri kullanımı ile bu büyük
klasiğin yolundan gidiyormuş izlenimi verdi bana ilk dakikalarda. Orta
notalardaki tütsü ise durumun pek de öyle olmadığını hatırlattı. Son kısımdaki
meşe yosunu, uzun zamandır görüşmemiş iki eski dostun kucaklaşması gibi bir
heyecan yarattı bende.
Parfümün
ilhamını aldığı Akdeniz'in eşsiz doğasındaki çalılar, makiler ve onların
arasında yetişen otlar, ilk saniyelerde cömertçe kendilerini size
gösteriyorlar. Biberiye ve kekik sizi Korsika Adası'ndaki şifalı ot satan
dükkandan gelen koku dünyasına çağırıyor. Dalından yeni koparılmış lezzetli
limon, bergamot ve portakal da başlangıçta, size bu soğuk Mart günlerinde
Akdeniz'in ılıman iklimini ve güneşini çağrıştırıyor. Orta bölümdeki deri
kokusunu çok erkeksi ve deri ceket kıvamında düşünmeyin. Turunçgiller ile
yumuşatılmış/seyreltilmiş/etkisi sınırlandırılmış deriyi Eau d'Hermes'teki
kullanıma benzettim. Eau d'Hermes'de oldukça hayvansı kullanılan deri, Eau de
Gloire'de daha sakin ve kabul edilebilir verilmiş.
Sanırım
Eau de Gloire'ın amacı "modern bir klasik" ortaya çıkarmak, Mouchoir
de Monsieur'ların, Chanel Pour Monsieur'ların, Jicky'lerin ve The Third
Man'lerin dünyasına selam göndermek, bugün fazlaca kullanılmayan şöhretli
retrolara saygı duruşunda bulunmaktı. Tabii asıl amacı bay Corticchiato çok
daha iyi bilecektir. Peki sonuç nasıl olmuş? Bence konsept ve koku olarak iyi
bir örnek yaratılmış. Fazla tatlılık barındırmayan, biraz resmi, otuz yaş ve
üzerini hedefleyen, hafiften aristokratik havası olan şık bir eser meydana
gelmiş. Fakat kokusu diğer Parfum d'Empire'ler kadar güçlü, sağlam, oturaklı ve
olmuş gibi gelmedi. Bir eksiklik var sanki. Ya aceleye getirilmiş ya da tam bir
nota bütünlüğü sağlanamamış. Teninize oturan ve mis gibi tadını çıkaracağınız
rafinelik veya koku güzelliğine sahip değil. Evet belli bir kaliteye sahip ama
özellikle orta kısmı biraz sıkıcı buldum. Mesela Versace L'Homme kadar
heyecanlandıramadı beni.
Siz
yine de bana bakmayın. İsmi "Şan/Şöhretin Suyu" olarak çevrilebilecek
Eau de Gloire, birbirinin aynısı piyasa parfümlerinden, öd-gül temalı
cacıklardan, calone bombası akuatik veletlerden, Iso E Super sentetiklerinden
çok daha iyi bir seçenek. Bay Corticchiato, yine güzel iş çıkarmış ama ne bir
Ambre Russe etkisi var ne Fougere Bengale'deki insanı şaşkına çeviren
gerçekçilik mevcut ne de Wazamba'daki aklı baştan alan aromaya sahip. Eau de
Gloire, bir Caron parfümü olabilirmiş ama Parfum d'Empire şemsiyesi altına
sanki pek uymamış.
EDT
konsantrasyonuna sahip. Kalıcılığı fena değil ama farkedilirliği biraz zayıf.
Dozajını ayarlamak kaydıyla dört mevsim her zaman kullanabilecek işlevsel bir
parfüm. Bazı kaynaklarda kadın bölümüne alınsa da erkek kullanımına daha yakın
olduğu açık.
Not:
Bu parfümü bana ulaştıran www.decantshop.com sitesine teşekkür ederim.
Koku
Güzelliği:10/7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder